31 Ekim 2008 Cuma
Michael Skibbe
Deplasman fakiri, sakatlık mağduru bir hoca. Bir yerlerde birşeyler var. Bir iyi, bir kötü mü Galatasaray? Yoksa hep kötü de rakip mi belirliyor sonucu? Kafamız karışık. Futbolcuların performansları dalgalı, defans yerlerde sürünüyor; forvet gol atarken kadro yıldızlar topluluğu, gol atamayınca Skibbe'nin hatası oluyor. Bu kadar abuk goller yiyen ve puan kaybeden bir takımın hocasının eleştirilmemesi söz konusu bile olamaz öte yandan. Taktik veya oyuncu seçiminden öte bir tıkanıklık var, bu da kesin. Moral ve beklenti yönetimi, motivasyon ve kararlılık çizgisi oturmamış gibi değil mi? Hoca bunlardan ne kadar sorumludur ve bu orana göre hoca seçilmiş midir mevcut kadroya uyacak?
O zaman Adnan Sezgin ve ekibine ne demeli? Onların suçu var mıdır bu durumda? Yönetim iyi yönetebiliyor mudur çalışanlarını? Başarılı olmaları için oluşturması gereken şartları sağlıyor mudur?
Yalnız bizim kültürümüz Juande Ramos kaldırmaz. Kaldırsın diye de demiyorum bunu. Ama Rijkaard'ın Barcelona'da yaşadığı gibi bir macera da yaşayamayacak büyük ihtimal Skibbe Türkiye'de. Hani herkes hatırlıyor zaten ama, ilk sezonunda yerlerde sürünen düşme hattında haftalar geçiren, sezon sonuna doğru çıkışa geçen, ve sonraki iki sene rüzgar gibi esen, herşeyi kazanan Barcelona macerası. Onda ve Galatasaray'da o potansiyel var mı yok mu konusu bu yazının anafikri değil, onu geçersek, futbolcuların en başta böyle bir dönemde ona inanmaya devam etmesi uzak ihtimal. Bunun sebeplerinden biri hocanın ismi ve kariyeri. Madem öyle, o zaman yönetim daha 5 ay önce getirdiği adamına sahip çıkar, elini güçlendirir, işini yapabilmesi için yardımcı olur, he mi? Hee ya.
Sevgili arkadaşımız Özgür uyandırmıştı beni Ümit Davala operasyonundan bahsederken. Belki de idareciler her türlü ilgiyi, uyarıyı, desteği vermişti ama bir türlü olmamıştı. Evet ya belki de öyleydi. Belki günahsız bir onlardır klüpte.
29 Ekim 2008 Çarşamba
eüh...
Yasssah erken kalktı neyse ki. Dünyayı kendimize güldürmekten başka ne... Stop. Daha düşünmek bile istemiyorum bu konuda, yeter ki tekrarlanmasın.
Çok şey kaçtı arada, soğuduk.
Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ayrıca bundan sonra alternatifleri kullanmaya da hazırız. Hayret vallahi billahi...
22 Ekim 2008 Çarşamba
Fenerbahçe 2-5 Arsenal
10-12 güne ben rahatlıyorum ama Fenerbahçe rahatlar mı bilemiyorum. Sadece hala ben bu takımın bu noktadan geri dönebilecek, düzlüğe çıkabilecek bir takım olduğuna inanıyorum..
21 Ekim 2008 Salı
18 Ekim 2008 Cumartesi
Galatasaray maçına doğru Trabzonspor
Madem preview yapasımız tuttu, bu sezon yeniden heyecan veren, tehlikeli hale gelen Trabzonspor'a da bir-iki paragraf açalım.
Yönetim ve teknik direktör geçen sene başladı, sezon başında da transferi bitirdiler. Bir tek kaleci Sylva gecikti ama Avrupa kupası telaşı olmadığından bu da pek hissedilmedi. Yurdumuzdan toplanan Song, Gökhan, Selçuk, Egemen, Isaac gibi oyuncular kadroyu oldukça toparladı. Colmann, Cale ve Sylva da görev adamları olarak çabuk uyum sağlamış görünüyor.
Defansın ortasında Song ile Egemen iyi anlaşıyorlar ama takım savunması pek ahım şahım sayılmaz. Song, riskli oynatan, defansı çok ileriye çıkaran hocalar için ideal stoperlerdendir. Hem doğru karar verme hem de hamle yapma konusunda ligin hala en iyileri arasında, tecrübeli ve yanındaki stopere de güven veren bir oyuncu, Kamerun'un efsane kaptanlarından Rigobert Song. Bir tek morali veya konsantrasyonu düşükken sıkıntı yaratır ama bu pazar bunun olma şansı sıfır.
Ön libero pozisyonunda Hüseyin Çimşir standart performans gösterir, yavaştır ama iyi pozisyon alır, hava topu alır. Onun biraz daha önünde oynayan Selçuk ise hem şutları hem de presiyle İstanbul'u bir daha etkilemeye çalışacaktır. Selçuk sadece attığı gollerle değil oynadığı güven veren futbolla Milli formaya aday, hatta belki çoktan hak etti. Galatasaray bu maçta orta sahada sadece Ayhan'la savaşmaya kalkarsa Selçuk 2 hafta önce Yusuf'un yaptığını tekrarlayabilir. Önündeki golcülerin ikisi de defans arkasına atılan toplarda hızlı ve bitirici oyuncular, Gökhan ve Umut. Gökhan özellikle kaleye dikine gidip plaseyle gol atabilen nadir futbolculardan ligimizde. Gökhan Ünal bugüne kadar büyük maçlarda çok hayal kırıklığı yarattı, yarın bambaşka bir izlenim bırakmaya çalışacak. Umut Bulut da cezasahasında biraz hovarda olmakla birlikte çok hızlı ve maç boyu durmadan da koşan tipte bir oyuncu. Yine ağır stoperlerine ve top kullanması savruk beklerine sıkıntı yaratacaktır Galatasaray'ın.
Sergen Yalçın Ntv'de "Ben olsam her halukarda Yattara'yı oynatırım, ve hemen ilk maçtan itibaren" dedi, "çünkü kötü oynama şansı, ihtimali yok", acı bir gülümsemeyle de bitirdi "yoksa bütün bu olanlardan sonra Trabzon'da onu kötü yaparlar". Taktik bilir mi bilmez mi, antrenman yaptırabilir mi Sergen bilemem, ama hele Yattara gibi bir oyuncunun psikolojisini de ondan iyi kimse bilemez heralde, ve böyle zamanların bir futbolcuya ettiklerini. Trabzon'da oynamışlığı da var tabi Sergen'in. Ancak maç Ali Sami Yen'de. Hem kurtarıcı olarak oyuna sokma şansını kullanacaktır Yanal, hem de artık takıma kaynaşan Isaac gibi tempolu bir ismi kesmeyecektir deplasmanda. Trabzonspor tahmini 11 ve diziliş:
(4-1-2-3) Sylva - Serkan(Tayfun), Song, Egemen, Cale - Hüseyin - Selçuk, Colmann(Serkan) - Isaac, Gökhan, Umut
Galatasaray'ın bu sezon oynadığı yerden oyun Trabzonspor ve Ersun Yanal'ın en önemli dezavantajı. Uzun topları orta sahayı çok geçmeden karşılayıp hızla kontratağa çıkmayı seven bir hoca Yanal. Galatasaray yerden ve isabetli oynarsa, bu, Trabzon forvetlerinin rakibin açığını aramak yerine daha çok top kovalamasına sebep olabilir. Ve eğer Galatasaray elindeki usta hücum elemanlarıyla Trabzon sahasına yerleşirse gol bulacaktır. Maç içerisinde skora göre takımların geçireceği değişiklikleri heyecanla bekliyorum. Çok zevkli ve bol gollü bir maç seyredeceğimize kesin gözüyle bakıyorum. Sadece Cimbomlu ve K. Fırtınalı değil tüm futbolseverlerin kaçırmaması gereken bir maç olacak.
17 Ekim 2008 Cuma
Trabzon maçına doğru Galatasaray
Galatasaray Ali Sami Yen'de oynayacağı tüm maçların favorisidir. En azından kaybetmesi ikincil olasılıktır, o da en güçlü rakiplere karşı. Bu haftasonu da favori çıkacaktır sahaya. Lakin meteorolojiye bakmadan söyleyebiliriz ki rüzgar Ersun Yanal ve ekibinin arkasında gibi.
Teknik ekibi karışıklık içerisende olmasaydı da Mehmet Topal, Linderoth ve Barış Özbek'in 3'ünün birden olmadığı Galatasaray orta sahası (ya da kısaca Ayhan) iyi rakipler önünde zorlanacaktı, zorlandı ve bu hafta sonu da sırıtacak.
Şu ana kadar Mehmet Güven ve Hakan Balta'yla oraya yapılan kaynaklar pek tutmadı. Hoca'ya duyulan saygı minimal olduğundan Skibbe'nin her denemesi ayrı eleştirildi, ki kimseye yaranamayan bir hoca görüntüsüyle oyuncular üzerinde ne kadar forsu var onu da bilemiyorum. Bu maç kritik kararlar verecek olan Skibbe malesef sakin ve güvenle düşünüp karar vereceği bir ortamda değil. Bu meslek böyle birşeyse de, bizim, fayda beklediğimiz insanların işini zorlaştırmakta üstümüze yok. Sağlam bir karakter testinden geçecek genç teknik direktör, ensesinde yönetimin kılıcını hissederken iki maçta kahraman da olabilir. Zico ilk geldiğinde neler yaşadı, nereden döndü nereye geldi?
İsim: Micheal Skibbe
Konu: TSL - Trabzon' karşı mini-derbi
Soru: Galatasaray istikrarsız bir oyun sergilemekte, azıcık dişli rakiplerden tıkır tıkır gol yemektedir. 2 haftadır istifanız ve selefiniz üzerinde spekülasyonlar yapılmakta. Yarısı 2 gün önce dönen oyuncularla son antrenman. Kafanızdan geçenler:
A)"Kaybedeceğim ne var zaten, bari atak oynatıp taraftara cesur görünürüm. Kazanırsak güven toplarız, tribün arka çıkar."
B)"Ben gaza gelip bildiğimden şaşmam. Ne da olsa Alman'ım. Maçın gidişatına göre defans-ofans dengesi ayarlarım."
C)"Ben gaza gelip bildiğimden şaşmam. Ne da olsa Alman'ım. Rakibimiz bu ligin lideridir, tek santrfor çıkarım ve öncelikle rakibi kitlerim. Zamanla evde oynamanın gazıyla rakibi sindirir gol atarız elbet."
Bunlar maç öncesi kafadan geçebilecek düşünceler. Hocayı hiç tanımıyorum, karakterini de futbol mantalitesini de çözebilmiş değilim. Bunları düşünmez ve evrensel bir plan peşinde midir teknik direktörler ondan da emin değilim. Kimisi mikro-yönetim yapar, kimisi sistemcidir, kimi de maç içinde manevrayla doğruyu arar. Belki Skibbe her maç en iyi 11 oyuncuyu seçip onlara göre taktik ayarlıyordur PES'te Master League oynar gibi.
Kulübe ne kadar önemli olursa olsun top sahadaki topçularla oynanacak. Yukarıda saydığımız hesaplarda fazla sofistike olma şansı da yok Alman Hocanın. Sakatlıklardan dolayı kadro ne doğru dürüst antrenman yapıyor ne de beraber oynama alışkanlığı edinebiliyor. Milli takımdan dönen Sabri, Arda, Servet, Hakan ve Ayhan'ın ne kadar formda olacağı soru işareti. Skibbe hem defanstaki Servet-Meira uyumsuzluğunu, hem de orta sahadaki boşluğu Meira'yı oraya kayırarak çözebilir. Emre Aşık stoperde yeterli olabileceği gibi, Hakan Balta-Servet ikilisi de kullanılabilir. Tabi ilk Steau maçından sonra çok eleştirildi bu konuda (Meira'yı orta sahaya koyması), bir daha dener mi bilmiyorum.
Sistem olarak medyada tahmin edildiği üzere Ayhan'ı tek bırakip Lincoln+Arda+Kewell+2 santrfor başlamaz heralde, ya da İnşallah. Bir de beli kalın iki stoperi yan yana koydu muydu Trabzon coşar, Skibbe 90. dakikayı göremez. Fakat tahminim bunu yapmasa bile buna yakın bir 4-1-4-1 oynatacağıdır. Tek santrfor olmasına rağmen önliberonun önündeki toplam defans gücü sıfırdan hallice bir takım olur. Mesela ileride Baros'un arkasında sol çizgide Arda, sağ çizgide Aydın, iki oyun kurucu/forvet Kewell-Lincoln, çapa Ayhan. Rakip Ersun Yanal'ın Trabzonspor'uysa işin zor. Onbeşinci dakikada 5-0-5'e dönmesin takım sonra kendiliğinden. Hele Ayhan bu pozisyonda kısıtlı, asıl meziyeti oyunu iki yönde de oynayabilmek olan bir orta saha oyuncusuyken.
Meira'nın topu oyuna sokuşundaki ustalık hem yerden oynayan takıma ciddi işlevsellik kazandırıyor hem de orta sahayı güçlendiriyor. Öyle ki Mehmet Topal'ın bu sene oynadığı bazı maçlarda sırıtması da bundan kaynaklanıyor. Onun yaptığı işin çoğunu daha iyi yapan bir stoper oynayınca arkasında, başka, ekstra şeyler yapmaya çalışan Mehmet bir türlü ritm tutturamadı, arkasından sakatlanmasıyla da defansif olarak takım iyice düştü. Öncelikli çözüm Meira'yı gerçek önlibero gibi kullanmak olacaktır. Böylece Emre Güngör iyileşince Servet'le geçen seneki uyumlu ikiliyi yakalayabilirler. Fizik yapısı Servet'le aynı olduğu için geri ikilide bir türlü güven vermemesine rağmen ön liberoya geçince çok ciddi bir defansif katkı sağlayacak olan Meira, hem defansı hem de ofansı rahatlatacaktır, atacağı isabetli, uzun ama yerden paslarıyla.
Gerçek ön libero niye dedim? Çünkü bu terimin çıkmasına sebep eski 3'lü-5'li defanslarda en gerideki adam markajı yapmayan adam liberoydu. Libero da zaten İtalyanca serbest demekti. Bu pozisyonun kralları Baresi'ler, Beckenbauer'ler hem defansı toplar, hem de hücümu başlatırlardı, adam markajı sorumluluğu olmadığı için ceza sahasına kadar hücuma katılabilir gol ve asistleri olurdu. Bizim gördüğümüz en iyi liberolardan Falco Götz penaltıları hariç 4-5 gol atardı her sezon. 4'lü defansla beraber bu adam rakibi son değil ilk karşılayan kişiye döndü, tandemin önüne kondu ve adı da ön libero oldu. Buraya kadarını bilmeyen yok gibi. Ancak 4'lü defansın önünde oynayan her oyuncu gerçek 'ön libero' değil. Bazısı ön stoper, bazısı da merkezi orta saha oyuncusu olabilir. Örneğin Ayhan işte ön libero değil, MC bildiğin (FM'yi hiç bilmeyen okurumuz var mı ki acep?), veya Barış Özbek, Okan Buruk, İnamoto. Öte yandan Mehmet Topal, Maldonado, Saidou iyi kesicilikleri olan, nerede duracağını, ne zaman basacağını bildikleri için oynayan defansif orta saha oyuncuları. Ama pek yapmayan, üretmeyen, ekseriyetle bozan oyuncular oldukları için ben bu tip sadece-kesici adamlara ön stoper diyorum.
Meira ise Popescu'ya benzetiliyordu gelmeden, doğru benzetmeydi ve ben bundan çok seneler önce (10, yazıyla -on-) Popescu Galatasaray'a gelirken bayram yapıyordum. Takıma bir lider, defansı-ofansı uyuma sokacak bir libero geliyordu çünkü. Popescu Barça'ya Koeman gibi bir liberonun boşluğunu doldurmaya gitmiş, kaptanlığa uygun görülmüştü Katalan devde. Ben emindim ki bizde ön libero oynayacak, gerekirse maç içerisinde liberoya sarkacaktı. O dönemde tembelleşmekte olan top kovalamak istemeyen ama yılların oyun kurucusu Tugay'ın yerine ön liberoya geçecek, zaten asıl işi top servisi yapmak olan Tugi rahatlayacaktı. Öyle olmadı, üst klas bir tandem oluşturdu, sadece Bülent ile değil, yanına kim verildiyse onunla. Bu sefer de "Popescu olsun" diye tandeme alınan Meira ön liberoda müthiş oynayabilir, Mehmet Topal'a da hatta faydası dokunur uzun vadede. Ayhan da, Tugay için 10 sene düşündüğüm şekle benzer bir şekilde, defans sorumluluğu altında ezilmediği zaman etkisini arttıracaktır.
Neticede Meira-Ayhan-Lincoln üçlüsü çok maçın göbeğine hakim olur. Kısa vadede beklentim Skibbe'nin bunu denemesidir.
Türkiye Kupası
Fortis sponsorluğundaki yerli kupada gruplar belli olmuş. Geçen sezon TSL'de ilk 4 sırayı alan ekipler seribaşı, onların haricinde 10 ekip daha var TSL'den.
Valla sizi bilmem ama ben bu formattan hazzetmiyorum. Sürpriz yolunu kapatan, telafisi olan grup maçlarını seyredesim pek gelmiyor. Geçen seneki Kayserispor-Gençlerbirliği finali sürpriz değil mi? Sürpriz ama aynı şey değil. Ayrıca takımların, hele Avrupa-Lig iddiaları devam ederken, rövanşlı çeyrek/yarı final oynamaları da abes bir durum.
Tek maç üzerinden, kurayla belirlenen evsahibiyle daha heyecanlı bir kupaydı bu. Şimdi ise ligde fazla oynatılamayan futbolculara maç kondisyonu kazandırma turnuvası. 3 büyükler birbirleriyle oynamayınca bu kupa iş yapmıyor kısacası. Küçük dediğimiz klüplerin biraz daha medyatik, biraz daha popüler olması, maçlarının, oyuncularının biraz daha parlatılması mümkün değil mi hiç? Kendi ürününü hala tam ve efektif olarak pazarlayamıyor federasyon. 3-4 sene öncesine göre çok daha iyi, ama pazarın potansiyeline oranla çok zayıf.
Bunları demişken, bunu gözardı etmeyelim. Adana Demirspor'u geçen seneki çeyrek final başarısı nedeniyle geç de olsa onurlandırmış, "en iyi performans ödülü" vermiş federasyon. Bir tür teşvik, destek amacı taşıyan iyi niyetli bir iş yapılmış.
Yalnız bu ne ola ki şimdi acep? Hatice Kupası? Bunu nasıl ve neye göre verirsiniz? En iyi performans. Yani kupayı kazanan takım değil. En çok gol atan takım değil. En az gol yiyen, en az mağlubiyet alan değil. E peki nasıl belirlenecek bu? Hadi geçen sene alt kademeden bir tek Adana Demirspor çeyrek finale çıktı. Bu sene, diyelim hem Tokatspor, hem de Alanyaspor çeyrek finale çıktılar. Ne yapacaksın? En iyi performans ne allahaşkına?
A GRUBU
G.Antep B.B
Antalyaspor
G.Antepspor
Trabzonspor
Beşiktaş
B GRUBU
Malatyaspor
Altay
Kayserispor
Ankaraspor
Galatasaray
C GRUBU
Alanyaspor
Manisaspor
Konyaspor
Denizlispor
Sivasspor
D GRUBU
Tokatspor
Eskişehirspor
Bursaspor
Ankaragücü
Fenerbahçe
14 Ekim 2008 Salı
18 Ekim Cumartesi 19:00 Kocaelispor-Fenerbahçe
Efsane geri döndü. Geldi zor gününde dikildi yine karşısına Fenerbançe'nin. İki takım da, hocaları da, daha ekim ayından final maçları'na çıkmaya başladı.
Yılmaz Hoca sever Fenerbahçe'yi, hocalığının alameti farıkası denebilir Fener'i yenmek. Büyük takımların boşluklarını analiz edip üstüne oynama konusunda onun kadar tecrübelisi azdır. Çok hor görülür ama bence iyi hocadır. Ama kendini takımın önüne koyup yaptığını bozmakta da üstüne yoktur. Antipatik bulan, "şov yapıyor artis" diyen çoktur ama ben seviyorum onun futbol sahnemizde olmasını. Bazen kendi karizmasına mal olsa da bizi güldürür hep, sonra da bunun ağırlığı altında ezilmez hafifler ve üstüne çıkar. Bir sonraki görüşünüzde rahattır yine.
Ali Şen'in vaktinde az daha gerçekleştirdiği üzere "Aabi aslında vereceksin Yılmaz Vural'a şu takımı, yemin ediyorum şampiyor yapar" cümlesini kötü gününde taraftara kurdurtabilen bir isimdir. Tabi ki yarım akıllı, deli önlüklü taraftar bile yakıştıramaz kendi takımına öte yandan. Daha çok çocuklara söylenen "bak yemeğini yemezsen amcaya veririm"deki amcadır. Kimsenin kendine yemek vereceği yoktur ama yine de o role uygun görülecek ismi yapmasıyla da bir aktördür işte bu filmde.
Antalyaspor'da iyice futbol oynayan bir takım yaratmıştı, biraz şanssız bir sezondu ve düştüler. Kümede kalmaları büyük ihtimal gibi gözüken haftalarda "Düşsek de kalsak da biz uzun vadeli anlaştık, bir planımız programımız var" derken son hafta düştükten sonra yaşananlar üzücüydü. Çok hızlı bir şekilde komikten korkunca dönmüştü bize hissettirdikleri. Gerçekse ayrı korkunç, eğer artislik ediyorsa ayrı korkunçtu çünkü. Neyse deşmeyelim bunları. O sezon son maça (ölüm-kalım'ın babası) çıkmayıp da Fenerbahçe'ye imza atan Ali Bilgin'i de unutmayalım. Bayağı bir oldu, en son şut çektiğini gördüğümüzden bu yana.
Semih, Deivid, Vederson, Emre'nin kadroya alınma şansı var bu hafta. Zor dönem diye tam iyileşmemiş oyuncu oynatmamalılar tabi. Şu an oynayan takım da kendine biraz güvense rahat geçebilirdi Kocaeli'yi ama tecrübeli topçular var Körfez'de. Milli takıma gideni, sakatı filan da azdır muhtemelen. İyi konsantre olup çatır çatır savaşacaklar evlerinde. Puan aslanın ağzında.
Döver de sever de
Sen ne güzel İnsansın
Özletme kendini
13 Ekim 2008 Pazartesi
Milli Takım kadrosuna çağırılmayan stoperler
Yukarıdan aşağıya Ali Turan (Kayserispor), Bekir İrtegün (Gaziantepspor), Egemen Korkmaz (Trabzonspor), Murat Sözgelmez (Sivasspor). Sürekli oynayan, istikrarlı, güvenilir oyuncular.
Bu arada Aydın Yılmaz, Caner Erkin, Ceyhun Gülselam ve Serdar Kurtuluş Ümit Milli'lere katılmış, salı günü Ukrayna'yla Minsk'de oynanacak U21 2009 Avrupa Şampiyonası elemeleri playoff rövanş maçı için. İlk maçı Sercan Yıldırım'ın golüyle 1-0 aldığımızı da hatırlatalım.
Yuuu!.....
Yuha nedir? Yuh nedir? Yuuuu ne?
Neyse, severiz. Bizim millet atiktir, birşeyin yuhalanma ihtiyacı görülürse, en çabuk karar verip harekete biz geçeriz. Rakip takım sahaya çıkarken başlar. Hakeme maç başlayıp da ilk aleyhte kararını çalana kadar zaman verilir. Ayrıca tribün içi kavgadan, sevilmeyen basın mensuplarına, rakip kulübeden, tezahürata karşılık vermeyen karşı tribüne kadar yuhalarız. Ama bitmez, maç başlamış harını almıştır. Karşı takımdan bir oyuncuya takabiliriz. Belki sert faulü, belki afra tafrası olmuştur, ya da önceki maçlardan sabıkası, buna da peki.
(Bunların bazılarını ben de yapıyorum maça gidince, içimden fışkıran yuh'lar oluyor tabi, artiz'lik etmiyorum yani burada)
Gelmek istediğim nokta ise farklı. Ne zaman ki taraftar kendi oyuncusunu yuhalamaya başlıyor, ben orada patlıyorum. Zira bu konuda doluyuz, fakat bir post'ta değil de seri halde uğraşmak istiyoruz bu konuyla.
İngiltere'nin Wembley'de geçen cumartesi 5-1 kazandığı Kazakistan maçında skor 2-0 iken yaptığı hatayla gol yediren Ashley Cole'u taraftarlar yuhaladı. İlk tepkiden sonra bile, ayağına her top gelişinde, stad Bursa Atatürk, ismi de Ayhan Akman'mışçasına İngilizce boo'lanmış Cole.
"Ulen İngiltere'de bile bu iş böyleyse" diye yazmıyorum bunu. Maçın ardından hem İngiliz basını, hem Milli Takım idarecileri, hem de Ferdinand, Lampard gibi oyuncular tarafından büyük bir tepki gösterildi bu harekete. Utanmazlık, delilik, aptallık olarak değerlendirildi bu tepki. 'Honest mistake' diye bir lafları var hani, nasıl çevreceğimi bilemedim tam olarak. Kendi oyuncusunu böyle masum bir futbol hatasından sonra yuhalamak duyulmamış, görülmemiş bir şey oralarda. "Umarım biraz utanmışlardır" diyor Rio, "Herkes hata yapıyor, işini yapmaya devam etmek gerekir, böyle bir hata olduğunda seyirci ve arkadaşları oyuncuya destek vererek maça bir an önce dönmesini sağlamalı".
Kim işini yaparken yuhalanabilir futbolcudan, sporcudan başka? Kim izin verir yahu "binlerce kişi beni seyretsin, hata yapınca da yuhalasınlar" diye? Tostçu? Borsacı? Pazarlamacı? Elektrikçi? Kim?
Bilet parasını veren istediği tepkiyi verir diyenler de var, olmaz mı? Hakkın ne kadar peki arkadaşım? Yahu senin yuhalamanla takımın moralini, özgüvenini zedeleyerek benim takımıma
negatif etki etmeye ne hakkın var? Sadece sahadaki oyuncu da değil ki. Bu takım sana mı ait? Senin beğenin ve takdirin için mi orada sadece? Ben de gelip senin boğazını sıksam haklı oluyor muyum, "ben de para verdim bilete, benim de tepkim takımıma yapılan bu hıyar davranışa karşı" desem?
Yuhalanan oyuncunun aklını başına alıp hatasız oynadığı görülmüş müdür? Futbol oyununun bu seviyede en önemli parçası baskıyla mücadele etmek, bu baskı da Okan-Suat-Emre baskısı değil elbet, psikolojik. Ama destek beklediği tribünlerden küfür ve yuh alan bir oyuncunun performansının toparlamayacağı da aşikar. Yoksa Selçuk Şahin şimdiye Oğuz Çetin olmuştu.
Eğer oyuncu senin istediğin performansta değilse, en az onun kadar;
A) Yetersiz oyuncuyu seçen ve/veya yanlış oynatan hoca
B) Yetersiz kadro kuran yönetim vs.
C) Rakibin daha etkili oyuncusu ve/veya taktiği
bunda pay sahibidir.
Yuhalamakla %99 işleri daha kötü yaparsın.
Hata futbolun ana fikridir.
Rakip eğer hiç hata yapmaman gerecek kadar kötüyse, kazanmaktan ne anlarsın, niye istersin?
Televizyonda rating mating almayan programlara katılıp "çok heyecanlandım bilemiyorum, unuttum galiba" diye guburıp kalacak adamlar tribünde, üstelik de hayatlarında en çok ilgilendikleri, sevdalı oldukları takıma/oyuncusuna basıyorlar küfürü, yuuu'yu. Yahu illa bir deşarj gerekiyorsa hiç olmazsa karşı takıma dönderin oklarınızı. Dur şimdi korktum, onu da abartmayın. Unutmayın hata olmadan, rakip olmadan, hakem olmadan futbol yok!
12 Ekim 2008 Pazar
Sabri Sarıoğlu
Ben anlamam futboldan pek. O yüzden cahilce eleştiririm kendisini. Halbuki müthiş sağ kanattır, kendisini eleştirenlere tokadı acımadan patlatır.
Sağ bekte ayrı güzel, sağ açıkta ayrı fulelidir. Milli takımın değişilmez parçasıdır, Galatasaray'ın ise yıldızı...
Bana kapak olsun bu performansı ve benim gibi eleştiren herkese. Hiç anlamıyoruz biz bu işten!
Yürü be Ekmek-Kafa, süpersin sen! Şu oyunu 15 maçta bir değil de 2-3 maçta bir oynasan mesela ne güzel olurdu. Her topçunun her maçta aynı oynamasını beklemek değil bu. Ama bir Sabri var senede 5-6 maçta gördüğümüz: rahat mesela Fiorentina'da oynar. Ama malesef bir Sabri daha var, senede en az 30-35 maçta bize sinir enjeksiyonu olan. Değil Galatasaray, Milli takım, Manisaspor'da olsa kimsenin ruhu duymaz. Birinci Sabri'nin çıkıp dünkü maça damgasını vuracağını, takımı sırtlayacağını sanmıyordum maçtan önce. Bakalım Estonya karşısında yine görelim, sonra da Galatasaray'a hangi Sabri'nin döneceğini tahmin etmeye çalışalım. Becerebileceğimi sanmıyorum yine de.
Türkiye:2 Bosna-Hersek:1
Hiç adetimiz değilse de maçtan önce birşeyler söyledik. Şimdi de utanmadan "biz söyledik, oldu", diyoruz. Evet diyoruz ne var? Hayret birşey...
Duran toplarla kazanır ya da kaybederiz dedik, ve oldu ya, artık meydan bizim, atar tutarız.
Sabri'ye özel olarak paragraf açtık, galibiyette de payı oldu, yazdıklarımızın tersine, o zaman kastırır deriz ki "biz böyle dedik, Sabri bize inat yaptı bunları". Devamını diliyoruz (böylece bitti bu arada, salağız ya, mühim değil).
İyidir 3 puan. Devam ya Fatih!
Ümit Karan Yunan vatandaşlığına geçmemiş, sordurdum.
11 Ekim 2008 Cumartesi
Bosna Sınavı
Volkan - Sabri, Servet, İbrahim, Hakan - Kazım, Aurelio, Ayhan, Arda - Mevlüt, Batuhan
Beğenmedim. Zaten beğeneceğim bir 11'le oynamadık senelerdir, bıraktım ummayı. Fatih Hoca bazen ilk 11'de feci çıldırıp sonra maç sırasında 1-2 değişiklikle cuk diye rakibe karşı oturtabilir takımı. Defalarca gördük bunu.
Yine de Mehmet Yıldız dururken Batuhan tam bir Terim klasiğidir. Sabri'yi de "ben oynatırım" demiştir zaten. Fatih Tekke persona nongrata tee ne zamandır. Neyse herkes söylüyor bunları zaten.
Al sana öngörü: Pis kontratak yapar Bosna-Hersek, defansın arkasına atılan toplar tehlike yaratır. Yusuf Kazım'ın yerine girer, duran toplarla kazanır ya da kaybederiz. Eğer kişisel hatalar çok olursa (en sevdiğim teknik direktör zırvası), yakaladığımız pozisyonları da değerlendiremezsek şok fark yiyebiliriz.
Pek net olamadı, benden bu maça bu kadar çıkıyormuş öngörü, neyse artık. TVdeki yorumcular, futbolcu ve teknik adamlar "golü bulsaydık skor farklı olurdu", "defansı boş bırakırsan tehlike yaşarsın" gibi özlü sözler söylerken benim bu öngörü zırvalamamı hoşgörün.
Al bi de kehanet: Sabri dağlara taşlara 4, kalecinin kucağına 6, yan ağlara 3 orta yapar, 2 korner kazandırır, 1 sarı kart görür. Söylemeye dilim varmıyor ama yerine dönmeye üşendiği 2 pozisyonda da büyük tehlike yaşarız. Al sana net, hemi de kehanet.
10 Ekim 2008 Cuma
Neyin operasyonu?
Aceto diyor ki, bu bir mesajdır Skibbe'ye, eğer anlarsa. Gitsin, istifa etsin diye yani. Yazık oluyor bu seneye, bu kadroya. Skibbe gitse de kalsa da iş işten geçmeye az kaldı. Keşke yanılsak.
Altay'lı Büyük Mustafa
Hiçbir şey bilmediğini iddia edenlerin sayısının azımsanamayacağı, aynı zamanda da Türk Futbol tarihinin en başarılı 3 yerli teknik direktöründen biridir Mustafa Denizli, Terim ve Güneş'le beraber.
Yetenekleri ve açmazlarıyla daha derin değerlendirmeye çalışacağız Büyük Mustafa'yı. Ama şu an için sadece ufak bir özgeçmiş bırakalım buraya. Anılar bir depreşsin önce.
- 1949 Çeşme doğumlu.
- 1965-1983 yılları arasında 17 yıl aralıksız Altay'da top koşturdu. Türkiye'nin en iyi solağı, duran topların belalısıydı. 1980'de 12 golle gol kralı da olmuştur.
- Aktif futbolculuk kariyerini tamamladığı 1983-84 sezonunda ise Galatasaray'da bir sezon forma gilmiştir.
- Kariyeri boyunca 33 kez milli olmuştur.
- Önce Jupp Derwall'in yardımcılığıyla Galatasaray'da teknik adamlığa yelken açar. (1985-1987)
- Alman hocadan devraldığı Galatasaray'a Şampiyon Klüpler Kupası'nda yarı final oynatır. Bir kez de şampiyonluk kazanır. (1987-1989) Yine 1987'de, kısa bir dönem Galatasaray'la beraber Milli takımı da çalıştırır.
- Galatasaray yönetimiyle ayrılığa düşer. Almanya'da maceralara atılır. A.Aachen'in başında lige bomba gibi girer, sonradan haberler kesilir. Zaten Galatasaray kendisini geri bekliyordur. (1989-1990)
- Başarısız da denilebilir son Galatasaray serüveni için, ancak bir Türkiye Kupası daha konmuştur müzeye (1990-1991)
- ATV'de spor haberleri, futbol programları sunar bir dönem.
- Kocaelispor'un başına geçer. Güvenç Kurtar'la çıkış yapmış klübü bir üst seviyeye taşıması beklenir, olacak gibiyse de dönem dönem, olmaz. (1994-1996)
- Milli takımdan ayrılan Fatih Terim'in yerine geçer. 98 Dünya Kupası ıskalanır, Belçika maçı sonrası uçan kafa yer. Dirayet eder, bırakmaz ve 2000 Avrupa Şampiyonasına götürür ülkemizi. Belçika-İsveç-İtalya arasından 4 puanla çeyrek finale çıkılır. Fenerbahçe'ye kapağı atmasına yeterli olur bu başarı. (1996-2000)
- Fenerbahçe'yi şampiyon yapan ilk ve (hala) tek Türk teknik direktör olur. Şampiyonlar Ligi'nde sıfır çeker ertesi sene ve kendisine yol görünür. (2000-2001)
- Kısa bir aradan sonra Vestel sponsorluğundaki yeni Manisaspor oluşumunun başına geçer. İkinci ligten takımı birinci lige, hatta şampiyonluklara taşıması hayal edilir kimilerince. Kolay işler değildir lakin. (2003-2004)
- İran'a düşer Denizli'nin yolu. Önce Pas, sonra Persepolis'i çalıştırır. Pas'la 2005-2006'da lig ikincisi olur, önceki sezon ise Asya Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finalde elenir. Persepolis ise hem İran'ın hem de Asya'nın en çok taraftarı olan klüplerinden biridir. Lig üçüncülüğü onları kesmez, ayrıca Asya Şam. Ligi'ne de katılamazlar. Başkanla beraber istifa eder. (2004-2007)
9 Ekim 2008 Perşembe
Mustafa Denizli
Şafak 24
8 Ekim 2008 Çarşamba
Ertuğrul Sağlam da, Beşiktaş nasıl?
At bir çentik daha.
Beşiktaş son 10-12 yıldır kendi kendini en çok hırpalayan klüp. Küçükken Seba'dan sonrasına endişeyle bakanları anlamazdım. Ne olabilirdi ki yani?
Neyse buna döneriz. Bugüne bakalım.
Kişisel fikrim sahada Beşiktaş'ın daha iyi olabileceğidir. Ama ne kadar daha iyi olabilir ve nasıl? Mesela Hiddink olsa Beşiktaş'ın başında, bu kadro ne yapardı? Aşağı yukarı maksimum'u nedir yani bu kadronun? Bunu speküle etmek eğlenceli olabilir ama net birşey söylemek yerine bunu okuyucuya bırakalım.
Vicente Del Bosque, Rıza Çalımbay, Jean Tigana, Ertuğrul Sağlam dönemleri boyunca UEFA gruplarından çıkamadı Beşiktaş. Şampiyonlar Liginde 3. olamadı grupta. Gordon Milne, 3'ü arka arkaya 4 şampiyonluk kazandı da Avrupa'daki elenmelerin ardından saldırılara karşı dayanabildi uzun süre. Pardon Seba'lı yıllardı onlar değil mi? İstikrar, sabır, disiplin, saygınlık abidesi bir başkan ve İngiliz hocası. Peki Milne niye gitmişti? Avrupa'da beklenen başarının bir türlü gelmemesi idi sebep. Bir-iki yıl öncesinde onunla Kupa Galipleri Kupası'nda çeyrek finalle zirve yapmıştı oysa Beşiktaş'ın Avrupa künyesi.
Demirören döneminde en iyi futbolu son bir-iki senedir Ertuğrul Hoca'yla oynuyordu Beşiktaş. İki hafta önce şampiyonluk heyecanı basmış, serilerden bahsediliyordu. Arkhe'cim güzel demiş, Olimpiyat Stadı'nda bir beraberlik ve iyi bir rakibe karşı verilmiş bir tur. Bunları takiben istifaya zorlanan bir teknik direktör. Kaldı ki, UEFA Kupası'nda çeyrek finale çıksa ne kadar boyu uzardı Beşiktaş'ın? Oysa bu sene TSL şampiyonu önümüzdeki sene direkt katılıyor Şampiyonlar Ligi'ne. Hani Palermo'nun katılmak için UEFA maçına aslarını İstanbul'a getirmediği Şampiyonlar Ligi. Ertuğrul Hoca takımın başında kalsa, bu sene şampiyon olma ihtimali şimdikinden daha yüksek değil miydi Beşiktaş'ın? Seneye çıkışını sürdürüp Şampiyonlar Ligi'nde yılların özlemi ikinci turu göremez miydi?
Bu kadar iyi nasıl biliyorsunuz hep, hem de hiç denemeden, sabredemeden? İstikrarın, uzun vadeli bir kolektif bütünlük yaratmanın önemi nedir futbolda? Bu sadece şampiyon hocalara mı tanınabilir?
Son olarak, Ertuğrul Sağlam'ın Anadolu'da kalburüstü bir takımı uzun yıllar çalıştırıp hayal edilemeyecek başarılar kazanmasını dilerim.
7 Ekim 2008 Salı
Hayat Devam Ediyor..
Beşiktaş yönetimi Ertuğrul Sağlam’dan çok daha faydalı olabilecek isimleri de daha önceden harcamıştı, Ertuğrul’un harcanması çok da garip değil. Gönderiliş şekli yani daha gitmeden yerine adam aranması, tribünün üzerine salınması, tazminatından kurtulmak için istifaya zorlanması bile bana garip gelmiyor ama tribün grubunu geçtim standart taraftarın da istifa istemesini anlayamıyorum. Ertuğrul Sağlam Beşiktaş’ın başında çok iyi işler yaptı, doğru yoldaydı diye bir iddiam yok, benim de yanlış bulduğum bir sürü kararı oldu ama bu takımın başına gelen Tigana ve Del Bosque gibi büyük isimlerin bile hatalar yapması, Beşiktaş’a futbol oynatamaması bana garip geliyor.
Yönetimin teknik direktör üzerinde nasıl bir etkisi ve baskısı olduğu belli değil, Ertuğrul Sağlam’ın hangi kararları kendisinin aldığı da belli değil. Beşiktaş’da bu yönetimin altında çalışan bir teknik direktörün yaptığı işin yorumlanmasının sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Terlik kavgasında ve sonrasında alınan yönetimsel kararları zaten geçtim ben transferleri onun yaptığından hatta kadroya alacak futbolcuları bile özgürce seçtiğinden şüpheliyim. Mesela Sivok ve Zapo transferleri sonrasında çıkan Olgun Peker söylentileri hatırlıyorum. Fahri’yi ya da Koray’ı gönderen Sağlam olmayabilir. Holosko’yu, Tello’yu alan da o olmayabilir. Bobo’yu belki sezon başında satmak istemiştir ama yönetim kalsın demiştir. Bunların gerçek olması kimseyi şaşırtmaz herhalde. E o zaman bu şartlar altında Ertuğrul Sağlam nasıl suçlanabilir ki? Benim suçladığım tek nokta var, ben bu istifanın çok daha önce gelmesini beklerdim hatta zorla Ali Gültiken yerine Sinan Engin getirildiğinde ayrılmasını dilerdim ama sonuçta adam Beşiktaş’lı, gitmek istememesini de anlayabilirim.
Neticede Süper Ligde oynayan her takımı eleyebilecek Metalist Kharkiv karşısında alınan mağlubiyet, her türlü sürprizin normal sayılabileceği Olimpiyat stadında alınan İBB beraberliği ile ligde rakiplerinden çok daha iyi durumda olan Beşiktaş’ın teknik direktörü taraftarın da isteğiyle yönetimi tarafından istifaya zorlandı ve bu sene de bence çöpe gitti. Bu sene çöpe gitmese de şampiyonluk gelse ne fark eder, Beşiktaş hızla kaybettiği değerlerinden büyük bir parçayı daha kaybetti. Sinan Engin o kulüpten maaş almaya devam ederken Ertuğrul Sağlam veda etti.
Basın toplantısında ağır konuşmasını, herkesin ne mal olduğunu ortaya dökmesini isterdim ama adam olduğu için bunu yapmamış, sadece anlayana güzel mesajlar vermiş. İki cümle de “Beşiktaş’ın cesur kalbi” için etseymiş fena olmazmış ya neyse..
Umarım bundan sonra çok iyi bir teknik direktör kariyeri yapar.
Ne de olsa hayat devam ediyor..
UEFA Kupası Grupları 08/09
.
.
Ertuğrul Sağlam
6 Ekim 2008 Pazartesi
Fenerbahçe 1-4 Kayserispor
Bu insanlar hiç sıkılmadan her sene orada burada bize tekme atarak oynamayı adet haline getiren Kayserispor lehine tezahurat yaptılar, önce 3. sonra da 5. golü istediler. Skor 2-1 olduktan sonra hakem Uğur'a yapılan faulü atlamasa, o baskıdan beraberlik gelse ve maç dönse yine aynı adamlar en büyük payı kendilerine alacaklardı. Maçın sonuna doğru bir de utanmadan "I love you Zico" diye bağırdılar. Alkmaar maçında "Yönetim bu takım senin eserin" ile birlikte "Zico istifa" tezahuratlarını başlatanlar da aynı çakallardı, o zaman da aradıkları fırsatın ellerine geçtiğine inanmışlardı. Ne yazık ki yine bu çakalların istediği oluyor, takım kötü gidiyor ve taraftar da bu adamlara destek vermeye başlıyor. Bu iş buradan dönerse hangi yüzle o stada gelecekler merak ediyorum.
Dün akşam çakallar Kayserispor ile birlikte 3 puan daha aldılar. Kazanırlarsa ve başkan giderse bir devir kapanacak. Bir dönemin kapanmasının faydalı olup olmayacağı tartışılır ama eğer kapanacaksa da bu şekilde nankörce kapanmasını ben sindiremiyorum. Bir tarafım "Başkan istifa et" diyor, o gittikten sonra arkasından yakılan ağıtları göreyim istiyorum. Diğer tarafım ise inadına hemen bugün seçimlerde adaylığını açıklasın istiyor.
Bir insan kendi taraftarından nefret eder mi? Ben ediyorum. Aslında taraftardan değil de o taraftar görünümlü çakallardan nefret ediyorum..
4 Ekim 2008 Cumartesi
Aktütün
3 Ekim 2008 Cuma
Tv'de Futbol
UEFA Kupası Grup Kuraları - 08/09
NEC Nijmegen
Jackson ve Gueye
Metalist Kharkiv'de benim ve çevremdekilerin dikkatini özellikle iki oyuncu çekti, 30 numaralı defans oyuncusu Papa Gueye ve 50 numaralı Jackson Coelho.
Papa Gueye 1984 doğumlu ve 1.92 boyunda, iki maçta da harika oynadı. Çok güçlü bir adam, fiziğine bakınca hava toplarına hakim olması normal ama aynı zamanda ayaklarına da hakim. Wikipedia'ya bir göz attım, "Papa is able to do everything, just give the time" gibi bir söylem var. Jackson Coelho ise 1986 doğumlu ve 1.89 boyunda. İlk maçta çok beğenmiştim, dün de 40 metreden inanılmaz bir gol attı.
Gueye Metalist'e yine bir Ukrayna takımından gelmiş, öncesi Senegal. Jackson'ın ise genelde kirada geçen daha hareketli bir geçmişi var ama o da çok parlayamamış. Pek tanınmayan takımlardan bu tip oyuncular çıktığında bizim medyada ve taraftarlarda genelde hep aynı muhabbetler döner, "bak adamlar nasıl bulmuş, biz ona buna milyon Eurolar verelim" diye kendi takımlarını eleştirirler ama buna asıl kendilerinin sebep olduklarının farkında değiller.
Fenerbahçe sezon başında bu iki oyuncuyu transfer etseydi neler konuşulurdu çok belli, "Bu adamları nereden buldular! Millet Baros'ları alırken biz adı sanı duyulmamış iki adam alıyoruz!". Mesela Kiev maçından sonra "Mehmet Yıldız bizde olsaydı bu maçı kazanırdık." diyenler var ama kulüplerinin böyle transferler yapmasını mümkün kılmayanlar da onlar. Eleştirirken Avrupa'dan örnekler vermeyi çok seviyoruz ama yönetimlerin o şekilde davranmasına da müsade etmiyoruz.
Türk futbol seyircisinin çok eleştirdiği Türk medyasıyla hiç farkı yok, aslında belki de medya bizim aynamız olmuş..