31 Temmuz 2009 Cuma

Bobby Robson..

.

'Sir' Robert William Robson
18.2.1933 - 31.7.2009

.

Fenerbahçe 5-1 Honved F.C.

Ölçü olmaz evet ama ben keyiflendim. Bazı temel şeylerin düzgün yapılması rakibin gücünden bağımsız olarak da yorumlanabilir. Ben dün sahada güzel bir “takım” gördüm. Böyle bir rakibe karşı özellikle Fenerbahçe gibi bir takımın ciddi oynaması çok olumlu bir nokta. Dün fark yakalanmışken bile rakip sahada yapılan presi, kanat değiştiren uzun pasları gördük. Durgun değil hareketli bir takım gördük. Arkadaşı ne yapacak diye izlemek yerine ona yardıma giden oyuncuları, bazen hızı biraz düşse de rakip sahada güzel bir pas trafiği gördük. Mücadele ve ciddiyet Fenerbahçe’li taraftarların bir süredir çok uzak olduğu iki kavram, bilet fiyatlarına rağmen tribünleri beklediğimden daha fazla dolduran taraftarlar Saraçoğlu’ndan mutlu ayrıldılar.
.
Güiza’nın gezginliği işe yarıyor. Boluspor maçında Deivid’in forvet oynamasıyla gördüğümüz birbirine yakın hatları bu maçta da gördük. İspanyol dün geçtiğimiz sezonun başındaki gibi istekli ve çalışkandı. Doğru yerlere gitti ve bu sayede kolay 3 gol attı. Roberto Carlos’un sakatlanması ise talihsizlik oldu. Andre Santos’un onun yerine sol beke, Santos’dan boşalan yere de Deivid’in geçmesi sol kanat etkinliğini çok azalttı. Oysa gole kadar geçen kısa zaman diliminde bu kanat çok iyi işliyordu. Deivid takımın en zayıf halkası gibi gözüktü, Andre Santos da bütün etkinliğini kaybetti.

Sol kanatın işlerliği azaldıktan sonra yük sağ kanat üzerine bindi. Kazım’da gerçekten bir ilerleme var, kendini biraz toparlamış. Gökhan ile o kanatta çok iyi iş yaptılar, keyif verdiler. Geçtiğimiz sezon Gökhan’ın sayısız deparını öldüren, varlığıyla onun performansını da düşüren Kazım Boluspor maçından sonra bu maçta da göz doldurdu. Geçtiğimiz sezon 50 metre depar atan Gökhan’ın önüne topu yuvarlamak yerine varyete peşinde koşardı, şimdi en azından önüne yuvarlıyor. Daha basit ve daha doğru işler yapıyor. Bu sayede dün bir gerçeği de tekrar görmüş olduk, Gökhan Gönül muhteşem bir oyuncu ve bence Emre ile birlikte dün takımın en iyisiydi.

Emre geçtiğimiz sezonun ikinci devresinde çok iyi bir performans sergilemişti. Bu sezona bıraktığı yerden de değil, birkaç basamak üzerinden başlayacak gibi gözüküyor. Uzun süredir ilk kez sezon öncesi kampı yaptığını ve bunun kendisin çok olumlu etkileyeceğini sürekli söylüyordu, haklıymış. Presi başlatan, kaptığı topları olumlu kullanan ve takıma tempo kazandıran isim hep Emre oluyor. Cristian ile de iyi bir ikili olacaklar. Maldonado’nun biraz iyisi yakıştırmalarıyla gelen Brezilyalıyı ben beğendim, Emre’nin arkasını iyi toparlıyor, iyi yer tutuyor ve topu da bence çok iyi dağıtıyor. Savunma özelliklerini bu rakibe karşı göremedik ama toplu oyunda ben onu çok başarılı buldum.


Dün oyuna kenardan dahil olan isimler Deivid, Mehmet Topuz ve Deniz oldu. Daha Özer, Edu, Bekir, Wederson, Selçuk, Uğur ve Semih gibi isimler var. Geride bıraktığımız sezondan sonra buna sahip olabilmek çok önemli bir avantaj. Gecenin Fenerbahçe adına olumsuz görüntüsü ise beklendiği gibi savunma oldu. Honved gibi bir takımın pozisyon bulamaması lazımdı. Daum’un takımında oynayacak bir Önder’den çok umutluydum ama bu umudum yavaş yavaş tükeniyor. Savunma toparlanmadığı takdirde izlediğimiz kadarıyla gol bulmakta pek zorlanmayacak Fenerbahçe’nin gol yemesi de çok zor olmayacak.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Efsane Olmak

"Her ne kadar Formula 1 defterini çok uzun bir süre önce kesin olarak kapatmış olsam da, takıma olan sadakatimden dolayı bu talihsiz durumda umursamaz davranamayacağım da bir gerçek. Aynı zamanda bir yarışçı olarak bu mücadele ile yüzleşmeyi de sabırsızlıkla bekliyorum"

Michael Schumacher
Formula 1 World Champion
1994-1995-2000-2001-2002-2003-2004

Elano Blumer ---> Galatasaray


Galatasaray bu sezonun en önemli transferine imza attı, bu çok açık ve net. Ağızlara sakız olan iki yönlü orta saha oyuncusu dedikleri Elano oluyor. Premier Lig’de düzenli olarak oynayan ve Brezilya milli takımında da forma giyen 28 yaşındaki bu adamı çok da makul bir maliyetle Türkiye’ye getirmek büyük başarıdır. Haldun Üstünel kısa sürede nasıl efsane yönetici olunabileceğini herkese gösterdi. Bir Fenerbahçe’li olarak Galatasaray’ın Deco’yu almasını tercih ederdim. Elano eldeki kadro yapısına ve Rijkaard’ın sistemine çok daha iyi uyum sağlayabilecek bir oyuncu. Avrupa futboluna en yatkın Brezilya’lı oyunculardan biri ve farklı mevkilerde de kullanma şansınız var.

Baros, Keita, Kewell, Arda ve Elano. Kağıt üstünde Galatasaray Avrupa’nın sayılı hücum hatlarından birine sahip oldu gibi gözüküyor. Bu beş ismin aynı anda sahada olması defansif sorunlar yaratacaktır ki kalite olarak ön taraf ile arka taraf arasında zaten dağlar kadar fark var. Mevcut yapıda kulübede daha fazla göreceğimiz isim büyük ihtimalle Kewell olacaktır. Kewell’ı kenarda oturtabilecek lükse sahip bir takımın savunma dörtlüsünde Gökhan Zan ve Sabri’nin yer alıyor olması ironik. Mesela ben Keita ve Elano transferlerinden önce bir stoper ve sağ bek düşünürdüm. Bu saydığımız hücumcuların hepsi büyük isimler, herhangi birinin transferine hayır diyen çıkmaz ama yine de bu isimlerden birinin yerine savunmaya alınacak bir yıldız takım için daha hayırlı olabilirdi gibime geliyor.

Bu kusursuz hücum hattının arkasını da düşünmek gerekiyor ki Rijkaard’ın bunu atladığını düşünmek saflık olur. Kafasında mutlaka bu bölgeye yönelik çözümler vardır. Oyuncu takviyesi de yapabilir, sorunu takım savunması ile de çözebilir. Transfer sezonu hala bitmedi ve bence ne olursa olsun Galatasaray’ın Gökhan Zan’dan beklentilerini düşük tutup (Emre Güngör sakatlanmadan tek devre oynayamıyor) bir stoper alması gerekiyor.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Zlatan Ibrahimović > --- < Samuel Eto'o

Transfer hakkında yazmak için formaları giymelerini bekliyordum. Formalar giyildi ama önceliği Sivasspor aldı, bu büyük transfere de sıra ancak geldi. İşin ekonomik tarafı çok bilinmeyenli bir denklem, o tarafa girmeyi hiç istemiyorum. Barcelona ve Inter, her iki takımı da çok severim. Desteklediğim iki takım iki sorunlu daha doğrusu ayrılmak isteyen iki 9 numarasını değişti. Söylentiler ilk çıktığında bu transfere karşıydım, pek iyi şeyler de hissetmiyordum ama şimdi aynı fikirde değilim.

Özellikle Barcelona özelinde işlerin rayından çıkabileceğini düşünüyordum ama formayı Zlatan’ın üzerinde görünce bir garip oldum. Ona hep gamsız derim, özellikle geçtiğimiz sezon Old Trafford’da oynanan maçta tavırlarıyla beni çıldırtmıştı ama bu karakteri onun sıradışı bir oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Barcelona’da neler yapabileceğini göreceğiz, uzay takımının işi abarttığını düşünen de var kendi kuyusunu kazdığını düşünen de. Mutlaka bazı şeyler değişecektir, belki de bu sezon rakipler tarafından çözülmesi muhtemel sistem onun gelişiyle bambaşka bir hal alacaktır ve bu da hayırlı olacaktır. Chelsea serisinde olduğu gibi oyun kilitlendiğinde pozisyon bile yokken gol çıkartabilecek bir adam var artık kadroda, ileride top tutabilme yeteneği de kuşkusuz Kamerunludan daha fazla. Bu transfer sadece Real Madrid’in transferlerine karşılık vermek amacıyla yapılmadı, Guardiola ve Beguiristain’ın kafasında bundan çok daha fazlası olduğuna eminim.

Eto’o’nun ise bende yeri ayrıdır, onu hep çok sevdim. 2006’da Şampiyonlar Ligi kazanıldığında biraz da abartarak onun dünyanın en iyi forveti olduğunu iddia ediyordum. Sisteme maksimum derecede uyum sağlamış bir forveti yollama riskinin yanında bu kişisel sevgimin de etkisiyle Barcelona’dan ayrılmasını hiç istemiyordum. Serie A’da La Liga’da olduğu kadar rahat edemeyecek, o boş alanları bulamayacaktır. Arkasında oynayan isimlerde görmeye alıştığı yaratıcılığı Inter’de araması da kuvvetli bir ihtimal ama Mourinho da onun için büyük avantaj, iyi anlaşacaklar gibi görünüyor.

Eto’o’nun 5 sezonda 3 lig 2 Şampiyonlar Ligi kupası var, Zlatan ise 5 sezonda 5 şampiyonluk yaşadı. Oynadıkları yerde bu kadar başarılı olmuş adamları takaslamak ciddi risk ama aslında kulüplerin fazla bir şansı da yoktu. Bu takas hem Barcelona hem de Inter için bir tercihten öte bir zorunluluktu. Eto’o bu şartlarda gönderilmezdi diye düşünenlerin sayısı çok fazla ama o gönderilmedi, ona önerilen kontrat uzatma isteğini reddetti ve hatta ulaşılamaması medyada espri konusu bile oldu. İbrahimovic de farklı değil, hatta o belki biraz daha düzgün davrandı ve Moratti’ye ayrılmak istediğini söyledi. Geçtiğimiz sezon verdiği ayrılık sinyallerine tepki gösteren tribünlere de yeri geldiğinde giderini yaptı.

İki kulüp için de olabilecek en hayırlı tercih herhalde bu oldu. Inter gitmek isteyen oyuncusunu alabileceği en iyi forvetlerden biri ve üzerine aldığı büyük para ile değerlendirdi. Barcelona da takımda kalsa belki sıfır verim alabileceği ve sezon sonunda bedelsiz gidecek oyuncusunu kullanarak belki de dünyanın en iyi forvetini olması gerekenden daha az bir para harcayarak Nou Camp’a getirmiş oldu. Umarım iki takım da en az geçtiğimiz sezon kadar başarılı olur.

5,6,7,8,9


Şöyle bir bakındım da bloglarda, forumlarda herkes gülüyor, herkes çok neşeli. Dün gece ortaya çıkan skordan sonra birazını bekliyordum ama bu kadarı biraz abartı olmuş, Sivasspor daha doğrusu Bülent Uygun bünyelerde ciddi rahatsızlığa yol açmış. Normal bir insanın Bülent Uygun’u sevmesi pek mümkün değil kabul ediyorum ama insanın içi de biraz burulur. Pamukk maç yazısına yazdığı yorumda söylemiş, işin bir de futbolcular tarafı var. Şahsen ben de o hallerine üzüldüm.

Bloglarda, forumlarda ve hatta gazetelerde günün en popüler cümlesi ve yazı başlığı ise belli: “5 yeriz, 7 yeriz ama 6 yemeyiz. 7 yeriz, 9 yeriz ama 8 yemeyiz”. Tabii ki daha çok kullananlar Galatasaray ve Beşiktaş taraftarları, bu cümlenin direkt olarak kendilerini işaret ettiğini söylüyorlar. İlgili röportajı Maraton yapmıştı, link de burada. Soru Avrupa mücadelesi üzerine ve cevap da yine Avrupa’da alınan ve alınması muhtemel skorlar üzerineydi. Bülent’in o röportajda laf sokuşturduğu takım aslında Galatasaray’dan çok Avrupa’da yakın geçmişte 6 gol yemiş olan Fenerbahçe oluyordu. Kaliteli spor basını ise bu cümleyi manşetlere taşırken 8'i siyah beyaz, 6'yı ise sarı kırmızı kullandı, çünkü böylesi daha çok prim yapardı. Bu söylediklerim kullanılan cümlenin gereksizliğini, açıklamanın aptalca olmasını değiştirmiyor o ayrı ama var olan nefreti arttırmak için hedef değiştiren medyanın oyununa gelinmesi de canımı sıkıyor. Aslında oyuna da gelinmiyor, sadece ne istediğimizi biliyorlar ve ona göre haber yapıyorlar.

İşimize gelmediğinde basına kaptırmayı, küfür etmeyi çok seviyoruz ama böyle başa böyle tarak. Onlardan şikayet etmeye fazla hakkımız yok. Neticede Anderlecht 5-0 Sivasspor. Medya mutlu, blog alemi mutlu hatta ülkenin % 80-90’ı mutlu. Herkese hayırlı olsun.

Givanildo Vieira de Souza "Hulk"


Dün Anderlecht-Sivasspor maçının devre arasında görebildim, Lyon’a karşı oynanan Barış Kupası maçında iki güzel gol atmış. Geçtiğimiz sezonun başında 6 milyon € karşılığında Japonya’dan transfer edilen 23 yaşındaki Hulk geldiği ilk sezonda bazı sinyaller vermişti. Hızlı ve çok iyi şut atıyor, çok da güçlü bir fiziği var. Muhtemelen Porto’nun 1-2 sene içinde satıp büyük paralar kazanacağı isim o olacak.



RSC Anderlecht 5-0 Sivasspor

Sivasspor gücünden kaybetti, geçtiğimiz sezonun seviyesinden uzaktalar bu çok ortada. Bülent Uygun takımını, özellikle defansını hala bir düzene sokamadı, haftalardır çalışıyor olmalarına rağmen verdikleri görüntü hazırlık kampına yeni başlamış bir takımı andırıyor. Önemli takımlarla oynanan hazırlık maçlarında da zaten hiç ışık vermemişlerdi, istenen transferler de yapılamadı. Anderlecht maçı öncesinde önemli eksiklerin olması ve Avrupa tecrübesi olan oyuncu sayısının azlığı tur şansını iyice azaltıyordu. Bütün bu saydıklarımıza rağmen ne olursa olsun bir takım maç boyunca bu kadar rezil ve utanç verici bir görüntü sergilememeliydi.
.
Üst üste 2-3 pas yapmayı geçtim, yanındaki arkadaşına topu geçiremediler. Taç bile atamadılar, sadece ara ara topu orta sahanın biraz ilerisine teptiler. Komik toplar kaybettiler, komik goller yediler. Bazen birbirlerine çarptılar, bazen kayıp düştüler. Liderlik yapması gereken takım kaptanı Hayrettin’in yüzünden korku akıyor gibiydi, kendisinden en çok şey beklenen isim Petkovic belki de gördüğüm en kötü maçlarından birini oynadı. Fark olacağı daha 3. dakikada belli olmuştu, bu kadarıyla kaldıkları için mutlu bile olmaları lazım.
.
Bu görüntü sadece kapasite, tecrübe, teknik, taktik gibi şeylerle açıklanamaz ki sahada çok da yanlış bir takım tercihi yoktu, ben sadece insanlar Ersen Martin’de ne bulur anlamam o kadar. Bunların ötesinde Bülent Uygun takımını mental olarak zerre hazırlayamamış. Kendisi de daha ilk golden sonra kulübede pek iyi bir görüntü sergilemiyordu. Neticede oynadıkları takım Barcelona, stad da Nou Camp değildi. Ellerin ayakların bu kadar titremesini, rakipten bu kadar korkulmasını anlamıyorum. Haydi maçın başında çekindin diyelim, en azından ikinci devre biraz toparlanmak, skor olarak çok geride olmanın rahatlığıyla fazla değil azıcık silkelenmek, ufak bir pozisyon yakalamak, hepsini geçtim biraz daha dik bir görüntü sergilemek imkansız değildi. Rakip ile arada belirgin bir güç farkı var tamam ama bu kadar da değil.
.
Anderlecht de Türkiye’nin lig ikincisi ile oynayacağı için çok iyi konsantre olmuş, hırs yapmış. Çok sevindiler, çok mutlu oldular. Herhalde kendi ülkesinde bile Sivasspor’a tur şansı verilmediğini bilmiyorlardı. Böylece tek maçta işi bitirdiler, Sivas’a hazırlık maçı oynamaya gelecekler. Bir de ufak not, Biglia beni çok etkiledi.
.
Takımını maça konsantre etmek, oyuncularını Avrupa maçlarına kafa olarak hazırlamak uğruna Bülent Uygun’un tek yaptığı medyaya garip demeçler vermekse bunun yetmediğini herhalde artık anlamıştır. Kendisi artık garip huylarından vazgeçmez ve kafası yerine çenesini çalıştırmaya devam ederse, Fatih Terim olacağım derken 2. Hikmet Karaman olacaktır.

28 Temmuz 2009 Salı

Galatasaray 2009-2010 Sezonu Formaları


Beşiktaş ve Fenerbahçe’den sonra Galatasaray da formalarını tanıttı. Öncelikle şunu söyleyeyim, ben olsam turuncuya devam ederdim. Geçtiğimiz sezon çok sade bir tasarım olmasına rağmen tutmuştu, bu sezon belki biraz siyah ile hareketlendirerek satışa çıkartılabilirdi ama tercih edilmemiş.

Parçalı formada renkler ters yerlere alınmış, Galatasaray logosu altında artık sarı var. Bence çok şey fark etmiyor. Geçtiğimiz sezondan farklı olarak kolları da aynı renk devam ettirmişler. Avea reklamları kırmızı üzerine beyaz, sarı üzerine de siyah ile yazılmış. Sarı ve kırmızı tercih edilse daha güzel olabilirmiş. Formayı bozan tek detay ise Türk Telekom reklamı, forma ile hiç uyumlu değil ve kullanılan fontlar da formayı kalitesiz gösteriyor. Bence geçtiğimiz sezonun parçalı forması bu formadan daha güzeldi, klasikler üzerinde fazla oynamaya gerek yok.

Beyaz forma için kötü denmez, rahatsız edici bir şey yok ama sanki biraz basit olmuş, antreman forması havası var. Avea ve Türk Telekom reklamları kırmızı kullanılmış ve forma ile uyumlu duruyor. Forma üzerine konuşulacak fazla bir şey yok, sade bir tasarım ama bence geçtiğimiz sezonun beyaz forması da bu formadan daha güzel bir tasarımdı.

Assolist olarak mor formayı sona bıraktık. Aslında çok da yorum yapmak istemiyorum çünkü yapacağım yorumlar biraz dalga geçmeye kaçabilir. Bu formayı beğenenler olmuştur, zevktir, bir şey diyemem ama ben de dalga geçmekten başka bir şey söyleyemem. Baros “sahada 11 kaleci gibi olacağız”, Rijkaard da “Bu forma ile rakiplerin kafasını karıştıracağız” demiş. Onlar bile sanırım biraz dalga geçmişler. Mor renk dışında bir şeyler söylemek gerekirse forma arkasındaki Ülker logosu da kendi renginde kalmış, Fenerbahçe formasında Ülker logosunu forma rengine uydurmuştu.

Forma ihtiyacı varsa mor harici iki forma alınabilir ama görür görmez “hemen gidip alayım” dedirten bir tasarım çıkmamış. Kol ve sırt reklamlarının kulübün renklerinden tercih edilmemesi ise büyük bir eksi. Geçtiğimiz sezonun eksik formalarını tamamlamak Galatasaray taraftarları için daha iyi bir seçenek olabilir. Herhalde outlet mağazaları şimdiye kadar hiç görmedikleri ilgiyi bu sezon görecek.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Hafta Sonundan


* Hafta sonuna benin açımdan damga vuran olay Massa’nın geçirdiği kaza oldu. Yaklaşık 270 km hızla giderken Barrichello’nun aracından kopan 800 gr. lık süspansiyon parçası Massa’nın kaskını delip kafatasını çatlattı. Hayati tehlikesi hala var ama durumu daha iyi. Massa’yı çok severim, F1’in en sempatik ve en sevilen pilotu. Acılı cümleler kurmayacağım ama çok üzüldüm, çok etkilendim. Umarım sağlığına bir an önce kavuşur ve en kısa sürede pistlere döner..


* Ne anlamı var bilmiyorum ama Formula 1 Macaristan yarışını Hamilton kazandı, Raikkonen ise 2. olarak kendi adına sezonun ilk kürsüsünü ve takımının en iyi derecesini yaptı. Tek bir yarış ile kesin konuşmak doğru değil ama Ferrari ve Mclaren arayı iyice kapattı ki aslında zaten son 2-3 yarıştır bu hissediliyordu.


* İbrahimovic-Eto’o takası hakkında yazmak için işin resmileşmesini bekliyordum, belki tanıtım sonrası daha uzun bir şeyler de yazarım ama şu aşamada mutlu değilim. Eto’o keşke kalabilseydi ama öyle ya da böyle gidecekti, hatta geçtiğimiz sezon kalması bile ekstra olmuştur. Barcelona da onu bir şekilde değerlendirmeye çalışıyor fakat Zlatan ne kadar iyi seçim tartışılır. Eto’o da Inter’de olmaz gibime geliyor. İki sevdiğim takım da bu transferden zararlı çıkacak gibime geliyor. Umarım yanılırım.


* Fenerbahçe Saraçoğlu’nda oynadığı hazırlık maçında Boluspor’u 5-1 yendi. Maça gidemedim, tekrarını ise ancak tek devre izleyebildim ve izlediğim bölüm beni memnun etti. Dos Santos beni etkiledi, Alex’in temposu şaşırttı. En büyük sürpriz ise benim için Kazım oldu, çok iyiydi. Eğer böyle devam ederse önemli süreler alır. Topuz’u Emre’nin yanına kaydırma ve Cristian’ı kenara alarak bir yabancı kullanma opsiyonu sağlar.


* Daum “Avrupa 2. planda” demiş ve herkes de bu cümlenin üzerine atlamış, hazırda beklettikleri vizyonlu cümleleri kullanmaya başlamışlar. Hafızam beni yanıltıyor olabilir ama ben şimdiye kadar “İlk hedefimiz Avrupa’dır, Süper Lig şampiyonluğu bizim için 2. planda yer alıyor” diyen bir teknik direktör hatırlamıyorum. Hatırlayan varsa hatırlatsın.


* Beşiktaş da Barış Kupasında Lyon ile oynadı ve maç 1-1 berabere bitti. Maçı izleyemedim, yorum yapmayacağım. Misafir olduğum yerde bir arkadaşım maçı Justin’den takip ediyordu, bir ara ben de baktım. Görüntünün yanında yer alan chat ekranı çok eğlenceli oluyormuş, muhteşem küfürleşmeler oluyor. Youtube yorumlarından daha başarılı.

Felipe Massa

Forza Felipe..

Siamo Con Te..

23 Temmuz 2009 Perşembe

Sabri Sarıoğlu@FIFA 2009



Belki eski ve çok bilinen bir videodur ama ben görmemiştim. Galatasaraylı bir arkadaşım paylaştı ve çok güldüm. Harika yapmışlar, blogda bir yeri hak etti..

Fenerbahçe 2009-2010 Sezonu Formaları


Formalar çok başarılı.

Çubuklu zaten klasik, bu sezon tek fark Avea reklamı için çizgilerin bölünmüyor olması ki ben bunu hep istiyordum. Bu şekilde tasarlandığına sevindim. Maçlar için en büyük isteğim ise çubuklu forma altına beyaz şort giyilmesi, Fenerbahçe forması budur.

Kuruluş forması da 1-2 ufak değişiklik ile 2007-2008 sezonunun formatına dönmüş. O forma benim şimdiye kadar en çok beğendiğim formalardan biri olmuştu. Bu sezon formayı yakalı yapmışlar ve yakaya da lacivert atmışlar. Yaka olmasa sanki daha iyi olurdu. Adidas üç bandının gözükmesini istedği için bantlar da lacivert yapılmış. Çubuklu formanın şeritlerinin arkada devam ediyor olması ise çok güzel, isimler için boşluk bırakılmamış. Bu formanın ense kısmında da geçmişe ithafen Sarı Kanaryalar yazıyormuş.

Fotoğraflardan anladığım kadarıyla arma forma şimdiye kadar bu ülkede yapılmış en güzel forma tasarımlardan biri, belki de en güzeli. Koyu füme gibi bir renk (antrasit deniyormuş) ve formanın üzerinde arka fon olarak kullanılan bir Fenerbahçe arması harika olmuş. Yazılar ise neon renk ile yazılıyor. Bu forma da yakalı tasarlanmış ama beni bunda rahatsız etmedi, hatta daha güzel olmuş bile diyebilirim. Arşivlik bir forma.

Bu sezon iki de kaleci forması satışa sunuluyor. Birinin arma formadan tek farkı yazılar için neon yerine turkuaz tercih edilmiş. Satın alırken karar vermek zor olacak, bu alternatifin yakasız olması kafa karıştırıcı. Diğer forma ise klasik lacivert forma.

Formaların ortak özelliklerinden biri ensedeki etiket. Bayrak şeklinde tasarlanmış ve üzerinde Fenerbahçe marşı yazıyor, Barcelona misali. Formalar hakkında eleştirelecek tek şey var ki bunu forma özelinde yorumlamak anlamsız, Ülker reklamları. Reklamların forma yazılarıyla aynı renkte yazılması teselli ama nereye kadar o ayrı. Dün Hayatım Fenerbahçe bloguna sormuştum, sağolsun cevap vermiş. Sırttaki Ülker reklamı daha dün belli olmuş ve bu yüzden şu an satıştaki formalarda daha reklam yok. Ben bu fırsatı kaçırmamak için birazdan Cevahir Fenerium’a doğru yola çıkacağım.
.
Hayırlı olsun..
.
Edit: Arma formayı aldım, muhteşem. Kaleci formasının da armalı olanı güzel ama sadece çocuk forması vardı, normal bedenler için Ülker reklamı yazılmasını bekliyorlarmış. Mecburen lacivert kaleci forması aldım. Sade ve güzel bir şey.
.
Kuruluş formasında arkada Sarı Kanaryalar yazmıyor, eskisi gibi Fenerbahçe var. Hayatım Fenerbahçe vazgeçildiğini söylüyordu, haklıymış. Formanın arkasında ise ne yazık ki isimler için boşluk bırakılmış.

21 Temmuz 2009 Salı

Andre Santos & Cristian --> Fenerbahçe

Beklenen transferler sonunda gerçekleşti ve Fenerbahçe Corinthians'dan sol kanat oyuncusu Andre Santos ile ön libero Cristian Oliveira'yı renklerine bağladı. Beklenen transferler derken direkt olarak iki futbolcudan bahsetmiyorum, beklenen Brezilya'dan iki transfer yapılmasıydı. İsimleri tanımıyorum, haberi görür görmez web'de iki futbolcu hakkında fikir edinmeye çalıştım ve tabii ki bir yandan da Lambuja'nın yazacaklarını bekledim.

Futbolcular hakkında ukalalık yapmayacağım ama transferler doğru mevkilere geldi. Ben sadece beklentisi artan taraftarı memnun etmek için yanlış bir transfer yapılmasından korkuyorum ama sanırım idari kadro bundan etkilenmemiş. Hedefi olmayan ama ismi olan oyuncuları almaktansa başarıya herkes kadar aç, kazanmayı daha fazla isteyecek bu yaşta iki oyuncuyu almayı tercih ederim. Fenerbahçe taraftarına bu transferleri beğendirmek zor o ayrı. Yıldız oyuncuyu savaşmayacağı için eleştirenler bu iki oyuncuyu da yıldız olmadıkları için eleştirecekler.Edu, Lugano, Deivid, Nobre gibi isimleri eleştirdikleri gibi.. Yine de keşke bu iki futbolcu çok daha önceden, basında bu kadar isim çıkmamışken alınıp kampa getirilseydi de taraftar bu kadar büyük beklentiler içine girmeseydi. Şimdi ikisi de Fenerbahçe kariyerlerine 1-0 geride başlayacaklar.
.
Bu sezon dizilişin 4-2-3-1 olacağı belli olmuştu ve ihtiyaç duyulan iki mevkinin ön libero ile sol kanat olduğu da çok ortadaydı. Cristian iyi şut atması haricinde savunma özellikleri ağırlıkta olan bir oyuncuymuş, bu Emre'nin hücumu biraz daha fazla düşünmesi anlamına geliyor. Lambuja'da biraz da sert ve çirkef olduğu söyleniyor. O mevkide oynayacak oyuncu da yumuşak olmasın zaten, tercihim ve beklendim bu söylenenin doğru olmasıdır. Cristian'ı araştırırken Bild'de çıkan ve Werder Bremen'in oyuncuyu takip ettiği, 6 milyon € karşılığında transferi bitireceğini yazan bir habere de rastladım. Bu ne kadar referans olabilir bilmiyorum ama adı duyulmayan her adamı boklamadan önce iki kez düşünmek lazım.

Andre Santos da bazı kaynaklarda sol bek olarak nitelendirilse de Uğur'un yerine yerleşecek gibi duruyor. Corinthians ile oynadığı 64 maçta 18 gol atmış. Santos'un Konfederasyon Kupasında Brezilya ile iyi maçlar çıkarması, sonrasında da adının Juventus ve Milan ile anılması taraftarın ondan biraz daha fazla şey beklemesine yol açacak. Öyle ya da böyle turnuvaya aslarıyla gelen Brezilya'da ilk 11 oynayan bir adamı talipleri de varken Fenerbahçe'ye almak önemli bir transfer hamlesidir.

Bundan sonra bir de stoper alınacak gibi duruyor, belki bir de sürpriz bir yerli hamlesi gelebilir. Büyük bir ihtimalle Edu gönderilecek. Dün gece İHA Lugano ile anlaşıldığını yazmıştı, o kalırsa transfer de bu iki Brezilyalı ile bitmiş olacak. Neticede Fenerbahçe iki yerinde transfer yapmış gibi görünüyor, en azından ben öyle hissediyorum. Artık top Daum'da ve bence elinde sadece Türkiye için değil her iki kulvarda da mücadele edebilecek iyi bir kadro var.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Vedat Okyar / 1945 - 2009


Belki diyorduk ama olmamış, bu güzel insan da o lanet hastalığa yenik düşmüş.. Tanıma şansım olmadı, neticede benim için sadece bir Beşiktaş yazarıydı ama herhalde hiçbir spor yazarının hatta belki hiçbir gazetecinin vefatına da bundan fazla üzülmem..
.
Allah rahmet eylesin, bu güzel insanın mekanı cennet olsun..

17 Temmuz 2009 Cuma

Beşiktaş 2009-2010 Sezonu Formaları


Yeni sezon formalarını ilk tanıtan takım Adidas ile birlikteliğine yeni başlayan Beşiktaş oldu. Aceleleri neymiş bilmiyorum ama keşke formalar üzerinde biraz daha çalışsalarmış. Çubuklu güzel olmuş, gerçi o formayı çirkinleştirme şansınız da yok. Nispeten kalın çizgiler güzel gözüküyor, ben beğendim. Diğer iki forma ise bence rezalet, özellikle baklavalı forma (damalı forma oluyormuş) hayatımda gördüğüm en kötü formalardan biri, Beşiktaş'ın daha kötü bir formasını hatırlamıyorum. Beyaz formanın önündeki çizgiler de meğer kartal pençesiymiş, söylemeseler anlamamın imkanı yok. 2-3 çizgi atıp bıraksalar belki kurtarırmış ama böyle hiç olmamış.
.
Adidas da şaşırttı, başka bir marka böyle şeyler deneyip ortaya şu formaları çıkarsa anlarım ama Adidas'ın bu formalar üzerine logosunu koyacağını beklemezdim.

Ön Eleme Kuraları


Sivasspor'u bir kenara koyarsak pek anlamı olmayan bir kura çekimiydi. Benim için tek anlamı Fenerbahçe'nin ilk maçı nerede oynayacağıydı, eğer deplasman olsaydı tatil sebebiyle Kadıköy'de oynanacak maçı kaçıracaktım ama yırttım. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın rakiplerini, oynayacağı maçları ya da bu turu yorumlamak gibi bir zevzeklik yapmayacağım. Fenerbahçe'nin çektiği Honved seneler önce adını duyuran bir takımmış, Galatasaray'ın muhtemel rakiplerinin adını ise hiç duymadım. "Rakipleri küçümsememek lazım" geyiklerine de gerek yok, bir sürpriz olursa 20 sene dalgası geçilir, en fazla bu yazı da bana kapak olur. Neticede bu maçlar benim için resmi hazırlık maçları olmaktan öteye gitmeyecek. İlk maçlar 30 Temmuz'da, rövanşlar ise 6 Ağustos'ta oynanacak.

Fenerbahçe - Honved
Tobol/Galatasaray - Sliema/Mac. Netanya
Anderlecht - Sivasspor

Sivasspor ise kötünün iyisini çekti. Herhalde Shakhtar, Celtic, Panathinaikos ve Sporting Lisbon yerine Anderlecht ile eşleşmeye kimsenin itirazı olmaz. Özellikle hazırlık maçlarında Sivasspor'un verdiği görüntüyü de düşünürsek favori Anderlecht ama Sivasspor'un bu turu geçmesi çok da büyük sürpriz olmaz. İlk maçı deplasmanda oynamaları da bir avantaj. Gruplara kalma ihtimalleri yok gibi ama en azından UEFA'da devam edebilmek de onlar için önemli bir adım olacaktır. İlk maçı 28 veya 29 Temmuz'da Belçika'da, rövanş ise 4 veya 5 Ağustos'ta Sivas'ta oynayacak.
.
.
Edit: Hem Fenerbahçe'nin hem Galatasaray'ın ilk maçlarnı İstanbul'da oynamaları mümkün değil, kararı UEFA verecek. Geçtiğimiz sezon benzer bir durum Beşiktaş ile Galatasaray için de olmuş ve Metalist Kharkiv ile eşleşen Beşiktaş'ın fikstürü değişmişti. UEFA'nın bunu da dikkate almasını ve ilk maçın yerini değiştireceği takım olarak geçtiğimiz sezon dokunmadığı Galatasaray'ı seçmesini diliyorum ki maça gidebileyim.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Transfer Piyasası


Avrupa’da transfer sanki biraz hareketlendi. Real Madrid bombaları ve ibrahimoviç, Eto’o gibi isimler hakkında çıkan transfer söylentileri ile hızlı bir tranfer dönemi geçireceğimizin sinyallerini almıştık ama daha sonra ortalık sakinleşmişti. Son 2-3 günde ise önemli transferler ile piyasa biraz hareketlendi.

* Tevez şehrin diğer yakasına geçti, herhalde bu transfere şaşıran çok olmamıştır. Robinho-Santa Cruz-Tevez üçlüsü korkutucu bir üçlü oldu. City orta sahayı da zaten toparlamıştı, savunmaya da 1-2 takviye gelirse Big Four’dan 1-2 takım geride bırakılabilir ama benim için Hughes hala bir soru işareti..
.
* Adebayor da Manchester City oyuncusu olacak gibi gözüküyor. Dün önce transferin kesin olarak bittiği haberleri çıktı ama oyuncunun menajeri başka şeyler de kovalıyormuş. Eğer olursa City için saçma sapan bir transfer olacak. Kadroda forvet olarak üstte yazdığım üçlü dışında Bellamy, Benjani ve Bojinov da var. Ayrıca ben Adebayor’un oynadığı takımı bir gömlek yukarı taşıyacak bir adam olduğunu da düşünmüyorum, gidişi Arsenal’i de yıkmayacaktır. Bakarsınız bu transfer sonrasında Tuncay’ı Wenger ile çalışırken görürüz..
.
* Inter’in Brezilya’lı sol beki Maxwell 4milyon € bonservis ücreti karşılığında Barcelona’ya geçti. Ekonomik açıdan harika bir transfer, teknik açıdan bakıldığında da gayet olumlu bir hamle. Abidal’i yedekleyebilecek ya da kesebilecek bir adam aranıyordu, Deportivo Filipe için istenen rakama inmeyince transfer olmamıştı. Maxwell Barcelona için akıllı bir tercih oldu.
.
* Felipe Melo’nun Juventus’a transferi daha önce açıklanmıştı, dün de resmiyet kazandı. Melo’yu Fiorentina Almeria’dan almıştı, bakındım 12 millyon € ödemişler. Bir sene oynat, bir güzel parlat, sezon sonunda da 5 senelik kontrat imzalatıp Marchionni + 20 milyon €’ya Juventus’a sat. Ticari başarı dedikleri bu olsa gerek. Melo’yu beğeniyorum, Juventus adına iyi bir transfer.
.
* Başarılı ticaret dendiğinde akıllara Porto ve Lyon geliyor. Lyon bu sezon biraz saçmalıyor ama Porto bildiğimiz Porto. Lisandro Lopez’den 24 milyon € kazandılar ki bence hayatta o paraların ödeneceği bir futbolcu değil, Lucho Gonzales de 18 milyon €’ya gitti. Lopez yerine River’dan Falcao’yu aldılar ki gideni aratacağını sanmıyorum. Daha önce de Lucho yerine Olympiakos’dan eski River’lı Belluschi’yi almışlardı. Planlı programlı olmak güzel şey.
.
* Beni en çok şaşırtan haber ise çok sevdiğim, hep istediğim Rodrigo Palacio’nun Genoa’ya transferi oldu. Şaşırdığım Genoa’ya gitmesi değil, bahsedilen rakamlar. Aceto Boca’ya 5 milyon € bonservis ödeneceğini ve daha da komiği Palacio’nun Genoa’dan yıllık 1.3 milyon USD alacağını yazmış. Adam daha 27 yaşında ve geçen sene onun için 15 milyon €’lar konuşuluyordu.
.
* Downing 12 milyon Sterlin karşılığında Aston Villa’ya transfer oldu kendini kurtardı, Premier League'e geri döndü. Bakalım Tuncay ne olacak, herhalde kesin olan tek şey olduğu yerde kalmayacağı.
.
* Enzo Maresca Olympiakos’a geçti. Ses getiren bir transfer değil ama benim çok beğendiğim bir oyuncu. Poulsen peşinde bu kadar koşturana kadar Maresca da düşünülebilirdi. Olympiakos’un onun için Sevilla’ya ödediği bedel 2 milyon € civarında..

10 Temmuz 2009 Cuma

10 vs 129


Galatasaray'da Arda Turan çok istediği ve bunu sık sık da dile getirdiği kaptanlık pazubandını sonunda aldı. Kaptanlıkla birlikte 10 numaralı formayı da önümüzdeki sezon Arda giyecek... An itibariyle bu durum Galatasaray'ın resmi sitesinde de güncellenmiş durumda.. 10 numaranın eski sahibi Lincoln'ün de forma numarasını belirlemişler, 129 olmuş.. :)
.
Hey gidi koşan Alex hey..

9 Temmuz 2009 Perşembe

Matteo Ferrari --> Beşiktaş

Matteo Ferrari için ödenen bonservis 4,5 milyon €, oyuncunun kendisine de 2,5 milyon € ödenecekmiş. Bu maliyete bir de Zapo'nun yıllık ücretini hatta belki bonservisini de ekleyebiliriz. Transfer yorumlarken ödenen paralardan bahsetmekten sıkıldım çünkü artık ipin ucu kaçtı. Bol keseden dağıtılan bu paraların acısı ileride kulüplerden nasıl çıkacak ya da çıkacak mı merak ediyorum.

Ferrari'nin geçtiğimiz sezona kadar olan kariyeri pek iç açıcı değil ama son sezonunda ligi 4. bitiren Genoa'da 30'un üzerinde maç oynamış olması onun için önemli bir gösterge. He Sivasspor'dan gelen Bilica'nın Fenerbahçe'nin oyun düzeninde yaşayabileceği sıkıntılar ile ilgili duyulan kaygılar Ferrari için de geçerli olabilir. Genoa'nın Beşiktaş kadar saldırgan bir futbol oynadığını sanmıyorum. Öyle ya da böyle neticede Beşiktaş savunmasına bir İtalyan eklendi. Konu savunma ise gelen oyuncunun memleket İtalya olunca bazı şeyleri fazla sorgulamaya gerek yok. Zaten ne yalan söyleyeyim oyuncuyu çok tanımıyorum, hakkında ukalalık yapamam ama Beşiktaş'ın yabancı kontenjanı düşünüldüğünde bu mevkiye bu maliyette bir yabancı oyuncuya ihtiyaç yoktu diyebilirim.

Elinizde İbrahim Toraman var ve stoperde iyi performans alıyorsunuz. Ekrem de sağ bekte sırıtmıyor, oynaması gereken 5 Türk'den biri o olabilir. Sivok yanına Ferrari ile savunmanın göbeği daha güvenli hale gelebilir ama Sivok-Toraman'ın rahatlıkla götürebileceği ve Zapo'nun da yedekleyebileceği bir hatta bu transferi yapmak benim tercihim olmazdı. Zapo gayet sorunsuz bir şekilde +2 kontenjandan biri olarak kulübede kalabilirdi. Beşiktaş Zapo olmadan ve ona ihtiyaç duymadan şampiyon oldu ama bir büyük transferini de sanki Zapo'nun yerine yapmış oldu.

Belki oyuncu çok iyi performans verecek ve "iyi ki alındı" dedirtecek, bu da mümkün ama sezon başı itibariyle Beşiktaş kadrosuna ve eldeki yabancılara baktığımda ben Ferrari transferi için "gerekliydi" diyemiyorum.

7 Temmuz 2009 Salı

Velez Sarsfield 1-0 Huracan

Herhangi bir sebeple yazmak için geç kalmış olsam da, başlığa baktıktan sonra okunmayacak da olsa aklımda kalanları bloga not etmeyi seviyorum. Madem buna günlük deniyor ve biz burada kendimize göre futbolun günlüğünü tutuyoruz, öncelik kendimizi tatmin etmede..

Velez Sarsfield - Huracan maçı muhteşem bir şampiyonluk mücadelesi oldu. Son haftaya Huracan'ın 1 puan gerisinde giren Velez Sarsfield 84. dakikada hakemin çalmadığı bir faul düdüğü sonrasında golü buldu ve şampiyon oldu. Herhalde bir maç içine ancak bu kadar şey sığabilir. Bunaltıcı bir Velez baskısıyla geçen ilk devre ama Huracan'ın ofsayt nedeniyle verilmeyen bir golü.. İnsan sağlığını tehdit edecek büyüklükte yağmaya başlayan dolu ve maça verilen ara.. Velez'in baskısı sonucu kazandığı penaltı ama bu penaltının kaçması maçı daha ilk devreden sıradışı bir hale getirmişti.
.
İkinci devre Velez biraz yoruldu, Huracan gol bulabilecek hissini vermeye başladı ama öncelik gol yememek olduğu için çok da zorlamadı. Ev sahibi takım gol atacak bir görüntü sergilemiyordu, ama savunma arasına atılan bir topta eski Huracan oyuncusu Larrivey'in genç kaleci Monzon'a yaptığı faul çalınmayınca dönen topu Moralez gole çevirdi. Golden sonra Moralez'in formasını çıkarması, 2. sarı kartı göreceği hatırlanınca takım arkadaşlarının telaşla ona formayı giydirmesi de yüzümüzü güldürdü. Golden önce de Huracan ceza sahasında olan ki bence penaltı çalınması gereken bir pozisyonda sinirler gerilmişti, golden sonra da tam olarak ne olduğunu anlayamadığım ama herhalde golden önceki hakem hatasından dolayı Huracan kulübesi etrafında olaylar çıktı ve yatışması da hiç kolay olmadı. Yaklaşık 10 dakikalık aradan sonra maça devam edildi. Huracan 10 kişi kalan Velez savunmasına yüklendi ama olmadı. Son saniyelerde yakaladıkları karambolden biraz da şanssızlıkla gol çıkartamayınca Velez Sarsfield 2009 yılı Clausura şampiyonu olarak kayıtlara geçti. Son düdük çaldığında futbolcular arasında çıkan gerginlik sebebiyle oyun yine durmuştu..
.
Maç sonunda Huracan takımı ağlarken ve taraftarlarını yaşlı gözlerle selamlarken stadın büyük bir kısmı yanıyor, Velez'li futbolcular kale direklerinin üzerinde taraftarlarıyla tezahurat yapıyordu. Her ülkede şampiyonlar çıkıyor, birileri sevinirken diğer taraf üzülüyor ama bu duyguların Arjantin'deki kadar yoğun yaşanması kolay görülmüyor..


4 Temmuz 2009 Cumartesi

İbrahim Üzülmez vs Sergen Yalçın


İbrahim Üzülmez: Ben 9 yılda 450 maç oynadım, Sergen ise 20 yılda 350 maç..

Sergen Yalçın: "Oynamak" var, "oynamak" var..

3 Temmuz 2009 Cuma

Alper Öcal'dan Poltrona 36


Cezasahası blogu bir süre önce yaptığı bir araştırmayı yayınlamış ve bu araştırma oldukça ses getirmişti. Yazıda Fenerbahçe'nin yeni transferi Bilica ile eski Galatasaray'lı Capone'nin yaşadığı iddia edilen bir eşcinsellik macerası anlatılıyordu. Bu araştırma o kadar çok ses getirdi ki sadece blog alemi değil spor medyamız da bu habere balıklama atladı, kopyala-yapıştır haberciliğinden güzel örnekler sergiledi. Hatta Google'da Bilica yazdığımda 3. sırada "Bilica Capone ile basıldı iddiası" başlığını görüyorum..

Konu Brezilya futbolu olunca Alper Öcal'a saygım çok fazla. Blogunda kendi araştırmasını yayınlamış. Araştırmanın tamamı burada, son paragrafını ise affına sığınarak kendi bloguma taşıyacağım. Hikayeyi bloglarına taşıyan arkadaşlar Alper Öcal'ın bu araştırmasına ne kadar ilgili gösterecekler ayrıca merak ediyorum.

Bilica meselesine ait birçok bilmediğim şey öğrendim Poltrona 36 meselesini araştırırken.
.
.
.
.

Abdul Kader Keïta --> Galatasaray

Haldun Üstünel yine bekleneni yaptı ve Galatasaray bir anda beklenmedik bir isimle anlaşma sağlandığını duyurdu. Biz de bloga notumuzu yoğun geçen Perşembe'den dolayı ancak düşebiliyoruz. Lyon'a zamanında önemli bir bedel karşılığında transfer yapan ve bekleneni veremeyen Keita Galatasaray'a geldi. Bu tip oyuncuları kovalamak akıllıca, hele ki ortada Kewell ve Baros gibi kariyeri düşüşte olan ama Galatasaray'da kendini bulan iki oyuncu varken, yüksek potansiyelini ve yeteneğini Lille günlerinde göstermiş Keita'nın transferi için ödenen bedel az olmamasına rağmen bu hamle kağıt üzerinde hiç mantıksız durmuyor.

Transferin yapıldığı mevki için ise aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Rijkaard'ın 4-3-3'ü için çok yerinde bir oyuncu olduğu ve her iki kanatta da oynayabilecek bir isim olduğundan dolayı takıma büyük katkı yapacağı söyleniyor. Evet doğru ama Galatasaray'ın transferdeki önceliği bu mu olmalıydı tartışılır. Ben olsam Kewell-Arda-Baros üçlüsünün götürebileceği bir hücum hattına takviye yapmayı ikinci plana atar, önceliği sağ bek ve stopere verirdim. Stoper seçeneği fazla gibi gözükse de "şu iki isim tüm sezonu götürür, takımın defansı bu ikilidir" diyebileceğiniz bir durum yok. Sağ bek sıkıntısı ise ortada, Uğur'a güvenmek şu an için büyük risk.

Tek forvet arkasında Kewell-Arda-Keita üçlüsü düşünülecekse iş daha mantıklı gibi oluyor ama savunma hattında olması muhtemel sıkıntı bu diziliş için de geçerli. Arda'nın ya da Kewell'ın Lincoln rolünde yabancılık çekme riski de hiç az değil.

Her şeye rağmen Türkiye'ye heyecan verici bir oyuncu geldi. Baros ve Kewell'da gördüğümüz terapi Keita'da da işe yararsa Galatasaray'a önemli katkılar sağlayacaktır ama Lyon'da izlenen Keita'yı görme ihtimalimiz de yok değil. "Ekonomik krizden hiçbir şekilde etkilenmeyecek kadar güçlü finansal yapılara sahip üç büyüklerimiz" belli ki önümüzdeki sene bize çok zevkli bir lig izlettirecekler, geçtiğimiz sezonun izlerini silecekler..

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Transfer İshali


Kaka için düzenlenen imza töreninden hemen sonra Benzema'yı da Real Madrid bitirmiş, Marca 35 milyon € diyor. İşin iyice cılkı çıktı, Arap'lara laf eterken Real Madrid onlardan beter işler yapıyor. Bu transfer sonrasında yurdum medyasında Huntelaar haberleri de herhalde hız kazanacaktır.
.
Kaka, Ronaldo, Benzema, Robben, Raul ve Higuain bir çırpıda yazılan 6 hücum oyuncusu. Pellegrini'nin işi zor, kimi nasıl oynatmayı düşünüyor acaba..
.
Herhalde artık La Liga'da en azından yeni sezonun en çok forma satan takımı olmaları kesinleşti ama ben en çok puan toplayan takım olabileceklerine inanmıyorum. Bu transferlerden sonra Real Madrid'den şampiyonluk almak Barcelona için önemli bir motivasyon olacaktır. Şahsen beni de geçtiğimiz sezondan daha fazla mutlu edecektir..

Fenerbahçe Nedir?

Evet yaw özledim ve evet kafam güzel, içimden geldi.. Yemişim transferini, tekniğini, taktiğini.. Bu güzel yazı da blog arşivine girsin, görmeyenler görsün, okumayanlar okusun.. Ellerine sağlık Bağış Erten..
.
***

Madalyonun hep iki yüzü vardır derler. Eğer madalyon için söylenmiş olmasaydı; bu söz Fenerbahçe’ye yakışırdı. Yakışırdı, çünkü hep ikiliklerin, çelişkilerin, çatışmaların takımıdır Fenerbahçe. Seveni öldüresiye (Kill for You) sever, nefret edeni kin kusar; en çok Fener’i yenmek zevk verir, en acı Fener “yener”; beş atar dört yer. İyi ya da kötü, hakkında en fazla tezahürat üretilen takımdır Fenerbahçe. Zaten “Fenerlilik” de bu zıtlıklardan türer. İyi Fenerbahçe - kötü Fenerbahçe, güçlü Fenerbahçe - zayıf Fenerbahçe, en büyük Fener - i..e Fener, yıldızlar takımı - acıların takımı, efsane - kestane...


Fenerbahçeli olunmaz, doğulur denir, doğrudur. Ancak doğuştan gelen özelliklerle Fenerli olunur. Sonradan sempati göstermek çok zordur. Çünkü bir kez dışarıda kaldıysanız, çemberin içine girmek güçleşir. Çemberin içi dışarıya, dışı da içeriye sevecen bakmaz. “Dış görünüşüyle” yargılanmak en çok Fener’in kaderidir. Kendi ülkesinde, dışarıdan bu kadar itici görünen bir Real Madrid, bir de Bayern Munchen vardır. Oysa “içeriden” bakanlar, yani sevdalılar için her şey toz pembedir. Fener’den öteye hayat yoktur. Hatta başka bir takımı insan neden tutar, bu bile merak konusudur. Zaten içgüdüsel, gözü kapalı sevmek karasevdalılarla Fenerbahçelilere yakışır..



Fener’i sevmenin de sevmemenin de binbir zorluğu vardır. Çünkü Fenerbahçe eğlendirir. Ondan daha renkli bir takım yoktur, şaşaası, cümbüşü eksik olmaz, taraftarı sevinirken dozunu kaçıracak, zevkten bayılacak kadar abartır. Gole doymaz, 103 gol bile ancak tatmin eder, 4-0 biten ilk yarı Fenerli için en ideal maçtır. Ama Fenerbahçe ağlatır da: Büyükler içinde en “ağır” yenilgileri o alır, en komik durumlara o düşer, en kötü yönetim ondan çıkar, tribünde en çok cefayı Fener seyircisi çeker; Pendik faciası ya da Aydın acısı yüreklerde hâlâ yaradır.


Ama Fener seyircisi affedicidir; en aciz durumlarda bile, GS galibiyeti her şeyi unutturur, ortalık toz pembe/duman olur. Bir maça bu kadar anlam yükleyen başka hiçbir taraftar yoktur (belki bir de GS taraftarı). Bir önceki sezon Fener’e en ağır mağlubiyeti tattıran ayakların, bir sonraki sezon Fener forması giymesi adettendir (Hatırlayınız: İlker, Oğuz, Aykut, Kemal vb.). Ne de olsa affetmek erdemdir. Evet, ama kindarlık da yabana atılacak bir şey değildir!.. Şampiyonluğa mal olacak hata yapanı sokakta görse selam vermez (garibim Erol’un GS maçında yaptırdığı penaltı neler açtı başına hatırlayın), ligin ilk yarısında deplasmandaki maçta, kendisine sert giren rakibini Fenerli oyuncu unutur, taraftar unutmaz; acısını çıkarmak için bir sezon bekleyen bile vardır. Mazisini aklında tutan takımdır Fener; ama unutkandır da. En çok da bu huyundan vazgeçmez. En başarısız sezon bile bir sonraki sezon için kriter olmaz. Her sene, her şeye yeniden başlanır. En azından böyle olması istenir. “Bu maçı unuttuk, önümüzdeki maçlara bakıyoruz” en çok Fenerlinin ağzına yakışır. Sinyor Can Bartu’yu da unutur, Şeytan Rıdvan’ı da. Gelen ağamdır ama gidene paşam denmez kolay kolay. “Mazi kalbimde yaradır” ama unutursam geçer. Ali Şen’in, takımı kümede zor tuttuğu dönemleri bile unutur, “Ali Şen Başkan Fener Şampiyon”dur.


Yine de vefalıdır. Bordeaux zaferinin yaratıcıları Hüseyin, Selçuk, Şenol’u kimse unutmaz, Aykut hep “kocaman”dır, Lefter’i anmayana hain gözüyle bakılır. Vefanın üvey kardeşi nankörlükse, nankörlük de Fener’e yakışır. On sene takımın tüm yükünü taşıyan Oğuz Çetin Sakaryalı grubunun başıdır, bir önceki maç beş gol atan adamın en fazla iki pozisyon kaçırma lüksü vardır; üçüncüde yuhalanır. Geçen senenin şampiyon kadrosu üç maç kötü sonuç alsın dağıtılır vs...


Türkiye birinci futbol ligi tarihinin en başarılı takımıdır Fenerbahçe (boşuna kızmayın, bu böyledir). En çok şampiyon olan, en çok galibiyet alan, ezeli rakiplerini en çok yenen takımdır, en çok gol atarak şampiyon olmuştur. Bir Fenerli için her şey, hatta tek önemli şey olan şampiyonluk için, rakipleri bazen yıllarca beklese de, Fenerbahçeli'nin gönlü beş seneden fazlayı kaldırmaz. Sarı lacivert zeminden baktığınızda hikâye böyle gözükür ama (dedik ya) madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Son yirmi yılın en başarısız büyüğüdür Fener, Birinci Lig tarihinin en ağır yenilgilerini bu dönemde almıştır, şampiyon olmadığı neredeyse bütün senelerde taraftarını kahretmiştir, önce Karakartal sonra Cimbombomlu altın yıllara gıptayla bakmıştır, sistemli başarıya hasret kalmıştır...


Zaten Fenerbahçe ve sistem aynı cümlede ancak olumsuzluk ekiyle kullanılır. Birinci ligin 43-44 senelik tarihinde iki kez arka arkaya şampiyonluğa sadece üç kez ulaşmıştır. Fenerbahçe şampiyonluk sonrasında rehavetin dozunu kaçırır. Tek tabanca, nokta atışı varken makineli tüfeğe ne gerek vardır. Nadasa kalmış takımın ertesi seneki görüntüsü nasıl bu kadar içler acısıdır, anlaşılamaz; şaşkınlık en çok Fenerbahçe’ye yakışır.

Sarı Lacivert renkler en çok Fenerbahçe’ye gider. Evet Fener zıtlıkları sever, ama siyah beyazı yutar. Fenerbahçe’nin Lacivert’i asilliği, Sarı’sı rakiplerin gıpta ve kıskançlığını simgeler derler (en azından armadaki renklere verilen anlam bu). Ama Sarı’yla Lacivert’i karıştırırsanız yeşil çıkar ve yeşil Fenerbahçe için sadece ve sadece başarıyı simgeler (bakınız yine arma). Başarı dindir imandır, tevazu anlamsızdır, galibiyet tek yoldur, tersini söyleyenler (ne acı ki) hep azınlıkta kalır. “Tamam şampiyon olmayalım ama en iyi topu biz oynayalım” lafı bir Fenerli’nin verebileceği tavizin sınırıdır. Şan, şöhret, para, pul varken tevazudan bahsetmek ayıptır. Gündüz gibidir Fenerbahçe... Sevenlerin içini açar, iş yoğunluğu tadında sevgi ister, bazen gözünüzü kamaştırır...

Fenerbahçeli takımını hep gündüz gözüyle görür. Sürekli sever, her güzelliği ona atfeder. Her şeyi iyiye yorar, ama bir yere kadar. Yüreğine gece karanlığı çökerse bir anda değişir, dönüşür. Öfkesi taşar, her şey burasına gelmiştir, yakar yıkar. Kendi kalecisini döver, kulübü basar, yönetimden hesap sorar, kısacası zıvanadan çıkar. Fenerlinin zıvanası yarı açıktır zaten. Çıkmaya biraz da bahane arar. Soğukkanlılığın anlamı yoktur, hatta değil sıcak olan, kaynamayan kandan şüphe edilir. Fenerbahçeli şüphelenmeye bayılır. Hakemler, rakip, federasyon hepsi onun arkasından bir dolap çevirir. Ama oyuna gelmez. Esas oğlan sonunda mutlaka, herkese ve her şeye rağmen kazanacaktır. Kazanamamışsa bir oyuna gelmiştir; bunun hesabı gelecek sezonda sorulur.


Düşünüyorum da, kendisi dışında bir takım olsa Real Madrid, ülke olsa Brezilya, hakem olsa taraflı olurdu Fenerbahçe. Real Madrid, ama biraz eksik bir Real Madrid olurdu. Bu kadar zenginlik içinde yüzerken dahi altyapıya Fenerbahçe’ye göre daha çok önem veren, Avrupa başarıları ile dünyanın en büyük üç takımından biri olan ve dört bir yanda taraftarı bulunan Real Madrid’le Fener’in ilişkisi biraz abi - kardeş ilişkisi gibi ama kim benzerlikleri yadsıyabilir ki? Devletle içli dışlı olmak, lig tarihinde başarıya doymamak, en çok gole tapmak, su gibi para harcamak... Olamasa da hep Brezilya olmak istedi Fener. Onun gibi fiyakalı, onun gibi gözü doymak bilmeyen, onun gibi çalımcı, onun gibi karanlık, onun gibi sarı (kıskandıran), onun gibi lacivert (asil). Takım yıldızı değil yıldız takımı olmak yani... Ve tabii ki taraflı. Fener’den hakem olmaz; bu bahsi geçelim, karşı tarafa düdük çalan her hakem i..edir. Aksini iddia eden de öyle. Fenerli gelemez öyle şeye.


Futbolcu olsa kaleci, sistem olsa 2-3-5 olur, antrenör olsa kovulurdu Fenerbahçe... Kalecinin yalnızlığı ve sınırda duran hali dillere destandır. Hiçbir zaman Fevzi gibi bir kaleci olmayacaktır Fener ama Rüştü’den yukarısını bir kez tatmıştır; o da deli çıkmıştır (Schumacher). Rüştü’nün yediği ve kaleciliğine yakışmayan ne kadar gol varsa Fenerbahçe’de kulüp olarak bu golleri yer. Şampiyonlar ligine kalır, sıfır çeker; kupada final oynar kaybeder (tabii ki penaltılarla), son haftadan önce şampiyon olmasına pek az rastlanır, kaleci gibi son çizginin takımıdır. Kalecilere en çok 2-3-5 denen, şimdilerde kimsenin uygulamadığı mazide kalmış bir sistemde iş düşer. Fenerbahçe’de herkes gol atmak ister. Takım kötü giderken hep forvet arayışına gidilir. Takımı takım yapan unsurlar defans ve orta saha hep ikinci plandadır. Mümkün olsa hâlâ dört beş forvetle oynamak ister Fenerbahçe ama hiçbir antrenör bu riski almaz. Zaten Fenerbahçe'den antrenör olmaz. Olsa da hemen kovulur...

Ama en önemlisi haber olsa asparagas olurdu Fenerbahçe... Attığı her adım, söylediği her söz haber olur ama yalan haber olur. Bir takımdan bu kadar haber çıkabileceğine bir tek İtalyanlar inanır. Fenerbahçe basının göz bebeğidir, ekmek kapısıdır. Fenerbahçe'de yaprak kımıldamasa neden kımıldamadığı haber olur, hatta bundan iki Siyaset Meydanı bir Bizim Stadyum çıkar. Fenerbahçe kulübü kapansa basındaki işsizler ordusu ortalığı Arjantin’e çevirir, ama Fener Brezilya’yı sever ve onları yüzüstü bırakmaz. Nasıl ki, asparagas, sırf yalan ve uydurma olduğundan hiçbir anlamı yoktur, Fener basını da Fener’e hiçbir katkıda bulunmaz. Zaten hepsi lanet basındır. Fenerbahçe düşmanıdır.


Öyle ya da böyle; peki nedir Fenerbahçe? Futbolda dolu dolu bir hayat vardır diyenlere sormak lazım bu soruyu. Bir takımdan öte bir şey olduğu kesin. Bir yaşam/varoluş biçimi mi? Böyle söylemek de biraz abartılı olur (bu raddede seven yok da değil hani!). Dünyanın en garip takımı mı? Bu da çok belirsiz. Yoksa her ikisi birden mi? Bir Fenerbahçe taraftarı olarak, benim yüreğim ortada bir yerde çarpıyor. Oysa, bıktırmak pahasına tekrarlayalım: Madalyonun iki yüzü vardır: Yazı mı, tura mı?

Bağış Erten - Tribün Dergi / Sayı 5 (Şubat 2002)