31 Temmuz 2009 Cuma
Fenerbahçe 5-1 Honved F.C.
.
Emre geçtiğimiz sezonun ikinci devresinde çok iyi bir performans sergilemişti. Bu sezona bıraktığı yerden de değil, birkaç basamak üzerinden başlayacak gibi gözüküyor. Uzun süredir ilk kez sezon öncesi kampı yaptığını ve bunun kendisin çok olumlu etkileyeceğini sürekli söylüyordu, haklıymış. Presi başlatan, kaptığı topları olumlu kullanan ve takıma tempo kazandıran isim hep Emre oluyor. Cristian ile de iyi bir ikili olacaklar. Maldonado’nun biraz iyisi yakıştırmalarıyla gelen Brezilyalıyı ben beğendim, Emre’nin arkasını iyi toparlıyor, iyi yer tutuyor ve topu da bence çok iyi dağıtıyor. Savunma özelliklerini bu rakibe karşı göremedik ama toplu oyunda ben onu çok başarılı buldum.
Dün oyuna kenardan dahil olan isimler Deivid, Mehmet Topuz ve Deniz oldu. Daha Özer, Edu, Bekir, Wederson, Selçuk, Uğur ve Semih gibi isimler var. Geride bıraktığımız sezondan sonra buna sahip olabilmek çok önemli bir avantaj. Gecenin Fenerbahçe adına olumsuz görüntüsü ise beklendiği gibi savunma oldu. Honved gibi bir takımın pozisyon bulamaması lazımdı. Daum’un takımında oynayacak bir Önder’den çok umutluydum ama bu umudum yavaş yavaş tükeniyor. Savunma toparlanmadığı takdirde izlediğimiz kadarıyla gol bulmakta pek zorlanmayacak Fenerbahçe’nin gol yemesi de çok zor olmayacak.
30 Temmuz 2009 Perşembe
Efsane Olmak
Michael Schumacher
Formula 1 World Champion
1994-1995-2000-2001-2002-2003-2004
Elano Blumer ---> Galatasaray
Galatasaray bu sezonun en önemli transferine imza attı, bu çok açık ve net. Ağızlara sakız olan iki yönlü orta saha oyuncusu dedikleri Elano oluyor. Premier Lig’de düzenli olarak oynayan ve Brezilya milli takımında da forma giyen 28 yaşındaki bu adamı çok da makul bir maliyetle Türkiye’ye getirmek büyük başarıdır. Haldun Üstünel kısa sürede nasıl efsane yönetici olunabileceğini herkese gösterdi. Bir Fenerbahçe’li olarak Galatasaray’ın Deco’yu almasını tercih ederdim. Elano eldeki kadro yapısına ve Rijkaard’ın sistemine çok daha iyi uyum sağlayabilecek bir oyuncu. Avrupa futboluna en yatkın Brezilya’lı oyunculardan biri ve farklı mevkilerde de kullanma şansınız var.
Baros, Keita, Kewell, Arda ve Elano. Kağıt üstünde Galatasaray Avrupa’nın sayılı hücum hatlarından birine sahip oldu gibi gözüküyor. Bu beş ismin aynı anda sahada olması defansif sorunlar yaratacaktır ki kalite olarak ön taraf ile arka taraf arasında zaten dağlar kadar fark var. Mevcut yapıda kulübede daha fazla göreceğimiz isim büyük ihtimalle Kewell olacaktır. Kewell’ı kenarda oturtabilecek lükse sahip bir takımın savunma dörtlüsünde Gökhan Zan ve Sabri’nin yer alıyor olması ironik. Mesela ben Keita ve Elano transferlerinden önce bir stoper ve sağ bek düşünürdüm. Bu saydığımız hücumcuların hepsi büyük isimler, herhangi birinin transferine hayır diyen çıkmaz ama yine de bu isimlerden birinin yerine savunmaya alınacak bir yıldız takım için daha hayırlı olabilirdi gibime geliyor.
Bu kusursuz hücum hattının arkasını da düşünmek gerekiyor ki Rijkaard’ın bunu atladığını düşünmek saflık olur. Kafasında mutlaka bu bölgeye yönelik çözümler vardır. Oyuncu takviyesi de yapabilir, sorunu takım savunması ile de çözebilir. Transfer sezonu hala bitmedi ve bence ne olursa olsun Galatasaray’ın Gökhan Zan’dan beklentilerini düşük tutup (Emre Güngör sakatlanmadan tek devre oynayamıyor) bir stoper alması gerekiyor.
29 Temmuz 2009 Çarşamba
Zlatan Ibrahimović > --- < Samuel Eto'o
Özellikle Barcelona özelinde işlerin rayından çıkabileceğini düşünüyordum ama formayı Zlatan’ın üzerinde görünce bir garip oldum. Ona hep gamsız derim, özellikle geçtiğimiz sezon Old Trafford’da oynanan maçta tavırlarıyla beni çıldırtmıştı ama bu karakteri onun sıradışı bir oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Barcelona’da neler yapabileceğini göreceğiz, uzay takımının işi abarttığını düşünen de var kendi kuyusunu kazdığını düşünen de. Mutlaka bazı şeyler değişecektir, belki de bu sezon rakipler tarafından çözülmesi muhtemel sistem onun gelişiyle bambaşka bir hal alacaktır ve bu da hayırlı olacaktır. Chelsea serisinde olduğu gibi oyun kilitlendiğinde pozisyon bile yokken gol çıkartabilecek bir adam var artık kadroda, ileride top tutabilme yeteneği de kuşkusuz Kamerunludan daha fazla. Bu transfer sadece Real Madrid’in transferlerine karşılık vermek amacıyla yapılmadı, Guardiola ve Beguiristain’ın kafasında bundan çok daha fazlası olduğuna eminim.
Eto’o’nun ise bende yeri ayrıdır, onu hep çok sevdim. 2006’da Şampiyonlar Ligi kazanıldığında biraz da abartarak onun dünyanın en iyi forveti olduğunu iddia ediyordum. Sisteme maksimum derecede uyum sağlamış bir forveti yollama riskinin yanında bu kişisel sevgimin de etkisiyle Barcelona’dan ayrılmasını hiç istemiyordum. Serie A’da La Liga’da olduğu kadar rahat edemeyecek, o boş alanları bulamayacaktır. Arkasında oynayan isimlerde görmeye alıştığı yaratıcılığı Inter’de araması da kuvvetli bir ihtimal ama Mourinho da onun için büyük avantaj, iyi anlaşacaklar gibi görünüyor.
Eto’o’nun 5 sezonda 3 lig 2 Şampiyonlar Ligi kupası var, Zlatan ise 5 sezonda 5 şampiyonluk yaşadı. Oynadıkları yerde bu kadar başarılı olmuş adamları takaslamak ciddi risk ama aslında kulüplerin fazla bir şansı da yoktu. Bu takas hem Barcelona hem de Inter için bir tercihten öte bir zorunluluktu. Eto’o bu şartlarda gönderilmezdi diye düşünenlerin sayısı çok fazla ama o gönderilmedi, ona önerilen kontrat uzatma isteğini reddetti ve hatta ulaşılamaması medyada espri konusu bile oldu. İbrahimovic de farklı değil, hatta o belki biraz daha düzgün davrandı ve Moratti’ye ayrılmak istediğini söyledi. Geçtiğimiz sezon verdiği ayrılık sinyallerine tepki gösteren tribünlere de yeri geldiğinde giderini yaptı.
İki kulüp için de olabilecek en hayırlı tercih herhalde bu oldu. Inter gitmek isteyen oyuncusunu alabileceği en iyi forvetlerden biri ve üzerine aldığı büyük para ile değerlendirdi. Barcelona da takımda kalsa belki sıfır verim alabileceği ve sezon sonunda bedelsiz gidecek oyuncusunu kullanarak belki de dünyanın en iyi forvetini olması gerekenden daha az bir para harcayarak Nou Camp’a getirmiş oldu. Umarım iki takım da en az geçtiğimiz sezon kadar başarılı olur.
5,6,7,8,9
Şöyle bir bakındım da bloglarda, forumlarda herkes gülüyor, herkes çok neşeli. Dün gece ortaya çıkan skordan sonra birazını bekliyordum ama bu kadarı biraz abartı olmuş, Sivasspor daha doğrusu Bülent Uygun bünyelerde ciddi rahatsızlığa yol açmış. Normal bir insanın Bülent Uygun’u sevmesi pek mümkün değil kabul ediyorum ama insanın içi de biraz burulur. Pamukk maç yazısına yazdığı yorumda söylemiş, işin bir de futbolcular tarafı var. Şahsen ben de o hallerine üzüldüm.
Bloglarda, forumlarda ve hatta gazetelerde günün en popüler cümlesi ve yazı başlığı ise belli: “5 yeriz, 7 yeriz ama 6 yemeyiz. 7 yeriz, 9 yeriz ama 8 yemeyiz”. Tabii ki daha çok kullananlar Galatasaray ve Beşiktaş taraftarları, bu cümlenin direkt olarak kendilerini işaret ettiğini söylüyorlar. İlgili röportajı Maraton yapmıştı, link de burada. Soru Avrupa mücadelesi üzerine ve cevap da yine Avrupa’da alınan ve alınması muhtemel skorlar üzerineydi. Bülent’in o röportajda laf sokuşturduğu takım aslında Galatasaray’dan çok Avrupa’da yakın geçmişte 6 gol yemiş olan Fenerbahçe oluyordu. Kaliteli spor basını ise bu cümleyi manşetlere taşırken 8'i siyah beyaz, 6'yı ise sarı kırmızı kullandı, çünkü böylesi daha çok prim yapardı. Bu söylediklerim kullanılan cümlenin gereksizliğini, açıklamanın aptalca olmasını değiştirmiyor o ayrı ama var olan nefreti arttırmak için hedef değiştiren medyanın oyununa gelinmesi de canımı sıkıyor. Aslında oyuna da gelinmiyor, sadece ne istediğimizi biliyorlar ve ona göre haber yapıyorlar.
İşimize gelmediğinde basına kaptırmayı, küfür etmeyi çok seviyoruz ama böyle başa böyle tarak. Onlardan şikayet etmeye fazla hakkımız yok. Neticede Anderlecht 5-0 Sivasspor. Medya mutlu, blog alemi mutlu hatta ülkenin % 80-90’ı mutlu. Herkese hayırlı olsun.
Givanildo Vieira de Souza "Hulk"
RSC Anderlecht 5-0 Sivasspor
.
Anderlecht de Türkiye’nin lig ikincisi ile oynayacağı için çok iyi konsantre olmuş, hırs yapmış. Çok sevindiler, çok mutlu oldular. Herhalde kendi ülkesinde bile Sivasspor’a tur şansı verilmediğini bilmiyorlardı. Böylece tek maçta işi bitirdiler, Sivas’a hazırlık maçı oynamaya gelecekler. Bir de ufak not, Biglia beni çok etkiledi.
28 Temmuz 2009 Salı
Galatasaray 2009-2010 Sezonu Formaları
Parçalı formada renkler ters yerlere alınmış, Galatasaray logosu altında artık sarı var. Bence çok şey fark etmiyor. Geçtiğimiz sezondan farklı olarak kolları da aynı renk devam ettirmişler. Avea reklamları kırmızı üzerine beyaz, sarı üzerine de siyah ile yazılmış. Sarı ve kırmızı tercih edilse daha güzel olabilirmiş. Formayı bozan tek detay ise Türk Telekom reklamı, forma ile hiç uyumlu değil ve kullanılan fontlar da formayı kalitesiz gösteriyor. Bence geçtiğimiz sezonun parçalı forması bu formadan daha güzeldi, klasikler üzerinde fazla oynamaya gerek yok.
Beyaz forma için kötü denmez, rahatsız edici bir şey yok ama sanki biraz basit olmuş, antreman forması havası var. Avea ve Türk Telekom reklamları kırmızı kullanılmış ve forma ile uyumlu duruyor. Forma üzerine konuşulacak fazla bir şey yok, sade bir tasarım ama bence geçtiğimiz sezonun beyaz forması da bu formadan daha güzel bir tasarımdı.
Assolist olarak mor formayı sona bıraktık. Aslında çok da yorum yapmak istemiyorum çünkü yapacağım yorumlar biraz dalga geçmeye kaçabilir. Bu formayı beğenenler olmuştur, zevktir, bir şey diyemem ama ben de dalga geçmekten başka bir şey söyleyemem. Baros “sahada 11 kaleci gibi olacağız”, Rijkaard da “Bu forma ile rakiplerin kafasını karıştıracağız” demiş. Onlar bile sanırım biraz dalga geçmişler. Mor renk dışında bir şeyler söylemek gerekirse forma arkasındaki Ülker logosu da kendi renginde kalmış, Fenerbahçe formasında Ülker logosunu forma rengine uydurmuştu.
Forma ihtiyacı varsa mor harici iki forma alınabilir ama görür görmez “hemen gidip alayım” dedirten bir tasarım çıkmamış. Kol ve sırt reklamlarının kulübün renklerinden tercih edilmemesi ise büyük bir eksi. Geçtiğimiz sezonun eksik formalarını tamamlamak Galatasaray taraftarları için daha iyi bir seçenek olabilir. Herhalde outlet mağazaları şimdiye kadar hiç görmedikleri ilgiyi bu sezon görecek.
27 Temmuz 2009 Pazartesi
Hafta Sonundan
* Hafta sonuna benin açımdan damga vuran olay Massa’nın geçirdiği kaza oldu. Yaklaşık 270 km hızla giderken Barrichello’nun aracından kopan 800 gr. lık süspansiyon parçası Massa’nın kaskını delip kafatasını çatlattı. Hayati tehlikesi hala var ama durumu daha iyi. Massa’yı çok severim, F1’in en sempatik ve en sevilen pilotu. Acılı cümleler kurmayacağım ama çok üzüldüm, çok etkilendim. Umarım sağlığına bir an önce kavuşur ve en kısa sürede pistlere döner..
* Ne anlamı var bilmiyorum ama Formula 1 Macaristan yarışını Hamilton kazandı, Raikkonen ise 2. olarak kendi adına sezonun ilk kürsüsünü ve takımının en iyi derecesini yaptı. Tek bir yarış ile kesin konuşmak doğru değil ama Ferrari ve Mclaren arayı iyice kapattı ki aslında zaten son 2-3 yarıştır bu hissediliyordu.
* İbrahimovic-Eto’o takası hakkında yazmak için işin resmileşmesini bekliyordum, belki tanıtım sonrası daha uzun bir şeyler de yazarım ama şu aşamada mutlu değilim. Eto’o keşke kalabilseydi ama öyle ya da böyle gidecekti, hatta geçtiğimiz sezon kalması bile ekstra olmuştur. Barcelona da onu bir şekilde değerlendirmeye çalışıyor fakat Zlatan ne kadar iyi seçim tartışılır. Eto’o da Inter’de olmaz gibime geliyor. İki sevdiğim takım da bu transferden zararlı çıkacak gibime geliyor. Umarım yanılırım.
* Fenerbahçe Saraçoğlu’nda oynadığı hazırlık maçında Boluspor’u 5-1 yendi. Maça gidemedim, tekrarını ise ancak tek devre izleyebildim ve izlediğim bölüm beni memnun etti. Dos Santos beni etkiledi, Alex’in temposu şaşırttı. En büyük sürpriz ise benim için Kazım oldu, çok iyiydi. Eğer böyle devam ederse önemli süreler alır. Topuz’u Emre’nin yanına kaydırma ve Cristian’ı kenara alarak bir yabancı kullanma opsiyonu sağlar.
* Daum “Avrupa 2. planda” demiş ve herkes de bu cümlenin üzerine atlamış, hazırda beklettikleri vizyonlu cümleleri kullanmaya başlamışlar. Hafızam beni yanıltıyor olabilir ama ben şimdiye kadar “İlk hedefimiz Avrupa’dır, Süper Lig şampiyonluğu bizim için 2. planda yer alıyor” diyen bir teknik direktör hatırlamıyorum. Hatırlayan varsa hatırlatsın.
* Beşiktaş da Barış Kupasında Lyon ile oynadı ve maç 1-1 berabere bitti. Maçı izleyemedim, yorum yapmayacağım. Misafir olduğum yerde bir arkadaşım maçı Justin’den takip ediyordu, bir ara ben de baktım. Görüntünün yanında yer alan chat ekranı çok eğlenceli oluyormuş, muhteşem küfürleşmeler oluyor. Youtube yorumlarından daha başarılı.
23 Temmuz 2009 Perşembe
Sabri Sarıoğlu@FIFA 2009
Fenerbahçe 2009-2010 Sezonu Formaları
Formalar çok başarılı.
Çubuklu zaten klasik, bu sezon tek fark Avea reklamı için çizgilerin bölünmüyor olması ki ben bunu hep istiyordum. Bu şekilde tasarlandığına sevindim. Maçlar için en büyük isteğim ise çubuklu forma altına beyaz şort giyilmesi, Fenerbahçe forması budur.
Kuruluş forması da 1-2 ufak değişiklik ile 2007-2008 sezonunun formatına dönmüş. O forma benim şimdiye kadar en çok beğendiğim formalardan biri olmuştu. Bu sezon formayı yakalı yapmışlar ve yakaya da lacivert atmışlar. Yaka olmasa sanki daha iyi olurdu. Adidas üç bandının gözükmesini istedği için bantlar da lacivert yapılmış. Çubuklu formanın şeritlerinin arkada devam ediyor olması ise çok güzel, isimler için boşluk bırakılmamış. Bu formanın ense kısmında da geçmişe ithafen Sarı Kanaryalar yazıyormuş.
Fotoğraflardan anladığım kadarıyla arma forma şimdiye kadar bu ülkede yapılmış en güzel forma tasarımlardan biri, belki de en güzeli. Koyu füme gibi bir renk (antrasit deniyormuş) ve formanın üzerinde arka fon olarak kullanılan bir Fenerbahçe arması harika olmuş. Yazılar ise neon renk ile yazılıyor. Bu forma da yakalı tasarlanmış ama beni bunda rahatsız etmedi, hatta daha güzel olmuş bile diyebilirim. Arşivlik bir forma.
Bu sezon iki de kaleci forması satışa sunuluyor. Birinin arma formadan tek farkı yazılar için neon yerine turkuaz tercih edilmiş. Satın alırken karar vermek zor olacak, bu alternatifin yakasız olması kafa karıştırıcı. Diğer forma ise klasik lacivert forma.
Formaların ortak özelliklerinden biri ensedeki etiket. Bayrak şeklinde tasarlanmış ve üzerinde Fenerbahçe marşı yazıyor, Barcelona misali. Formalar hakkında eleştirelecek tek şey var ki bunu forma özelinde yorumlamak anlamsız, Ülker reklamları. Reklamların forma yazılarıyla aynı renkte yazılması teselli ama nereye kadar o ayrı. Dün Hayatım Fenerbahçe bloguna sormuştum, sağolsun cevap vermiş. Sırttaki Ülker reklamı daha dün belli olmuş ve bu yüzden şu an satıştaki formalarda daha reklam yok. Ben bu fırsatı kaçırmamak için birazdan Cevahir Fenerium’a doğru yola çıkacağım.
21 Temmuz 2009 Salı
Andre Santos & Cristian --> Fenerbahçe
Futbolcular hakkında ukalalık yapmayacağım ama transferler doğru mevkilere geldi. Ben sadece beklentisi artan taraftarı memnun etmek için yanlış bir transfer yapılmasından korkuyorum ama sanırım idari kadro bundan etkilenmemiş. Hedefi olmayan ama ismi olan oyuncuları almaktansa başarıya herkes kadar aç, kazanmayı daha fazla isteyecek bu yaşta iki oyuncuyu almayı tercih ederim. Fenerbahçe taraftarına bu transferleri beğendirmek zor o ayrı. Yıldız oyuncuyu savaşmayacağı için eleştirenler bu iki oyuncuyu da yıldız olmadıkları için eleştirecekler.Edu, Lugano, Deivid, Nobre gibi isimleri eleştirdikleri gibi.. Yine de keşke bu iki futbolcu çok daha önceden, basında bu kadar isim çıkmamışken alınıp kampa getirilseydi de taraftar bu kadar büyük beklentiler içine girmeseydi. Şimdi ikisi de Fenerbahçe kariyerlerine 1-0 geride başlayacaklar.
Andre Santos da bazı kaynaklarda sol bek olarak nitelendirilse de Uğur'un yerine yerleşecek gibi duruyor. Corinthians ile oynadığı 64 maçta 18 gol atmış. Santos'un Konfederasyon Kupasında Brezilya ile iyi maçlar çıkarması, sonrasında da adının Juventus ve Milan ile anılması taraftarın ondan biraz daha fazla şey beklemesine yol açacak. Öyle ya da böyle turnuvaya aslarıyla gelen Brezilya'da ilk 11 oynayan bir adamı talipleri de varken Fenerbahçe'ye almak önemli bir transfer hamlesidir.
20 Temmuz 2009 Pazartesi
Vedat Okyar / 1945 - 2009
Belki diyorduk ama olmamış, bu güzel insan da o lanet hastalığa yenik düşmüş.. Tanıma şansım olmadı, neticede benim için sadece bir Beşiktaş yazarıydı ama herhalde hiçbir spor yazarının hatta belki hiçbir gazetecinin vefatına da bundan fazla üzülmem..
17 Temmuz 2009 Cuma
Beşiktaş 2009-2010 Sezonu Formaları
Ön Eleme Kuraları
Sivasspor'u bir kenara koyarsak pek anlamı olmayan bir kura çekimiydi. Benim için tek anlamı Fenerbahçe'nin ilk maçı nerede oynayacağıydı, eğer deplasman olsaydı tatil sebebiyle Kadıköy'de oynanacak maçı kaçıracaktım ama yırttım. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın rakiplerini, oynayacağı maçları ya da bu turu yorumlamak gibi bir zevzeklik yapmayacağım. Fenerbahçe'nin çektiği Honved seneler önce adını duyuran bir takımmış, Galatasaray'ın muhtemel rakiplerinin adını ise hiç duymadım. "Rakipleri küçümsememek lazım" geyiklerine de gerek yok, bir sürpriz olursa 20 sene dalgası geçilir, en fazla bu yazı da bana kapak olur. Neticede bu maçlar benim için resmi hazırlık maçları olmaktan öteye gitmeyecek. İlk maçlar 30 Temmuz'da, rövanşlar ise 6 Ağustos'ta oynanacak.
Fenerbahçe - Honved
Tobol/Galatasaray - Sliema/Mac. Netanya
Anderlecht - Sivasspor
Sivasspor ise kötünün iyisini çekti. Herhalde Shakhtar, Celtic, Panathinaikos ve Sporting Lisbon yerine Anderlecht ile eşleşmeye kimsenin itirazı olmaz. Özellikle hazırlık maçlarında Sivasspor'un verdiği görüntüyü de düşünürsek favori Anderlecht ama Sivasspor'un bu turu geçmesi çok da büyük sürpriz olmaz. İlk maçı deplasmanda oynamaları da bir avantaj. Gruplara kalma ihtimalleri yok gibi ama en azından UEFA'da devam edebilmek de onlar için önemli bir adım olacaktır. İlk maçı 28 veya 29 Temmuz'da Belçika'da, rövanş ise 4 veya 5 Ağustos'ta Sivas'ta oynayacak.
.
16 Temmuz 2009 Perşembe
Transfer Piyasası
Avrupa’da transfer sanki biraz hareketlendi. Real Madrid bombaları ve ibrahimoviç, Eto’o gibi isimler hakkında çıkan transfer söylentileri ile hızlı bir tranfer dönemi geçireceğimizin sinyallerini almıştık ama daha sonra ortalık sakinleşmişti. Son 2-3 günde ise önemli transferler ile piyasa biraz hareketlendi.
* Tevez şehrin diğer yakasına geçti, herhalde bu transfere şaşıran çok olmamıştır. Robinho-Santa Cruz-Tevez üçlüsü korkutucu bir üçlü oldu. City orta sahayı da zaten toparlamıştı, savunmaya da 1-2 takviye gelirse Big Four’dan 1-2 takım geride bırakılabilir ama benim için Hughes hala bir soru işareti..
* Adebayor da Manchester City oyuncusu olacak gibi gözüküyor. Dün önce transferin kesin olarak bittiği haberleri çıktı ama oyuncunun menajeri başka şeyler de kovalıyormuş. Eğer olursa City için saçma sapan bir transfer olacak. Kadroda forvet olarak üstte yazdığım üçlü dışında Bellamy, Benjani ve Bojinov da var. Ayrıca ben Adebayor’un oynadığı takımı bir gömlek yukarı taşıyacak bir adam olduğunu da düşünmüyorum, gidişi Arsenal’i de yıkmayacaktır. Bakarsınız bu transfer sonrasında Tuncay’ı Wenger ile çalışırken görürüz..
.
.
.
.
.
10 Temmuz 2009 Cuma
10 vs 129
Galatasaray'da Arda Turan çok istediği ve bunu sık sık da dile getirdiği kaptanlık pazubandını sonunda aldı. Kaptanlıkla birlikte 10 numaralı formayı da önümüzdeki sezon Arda giyecek... An itibariyle bu durum Galatasaray'ın resmi sitesinde de güncellenmiş durumda.. 10 numaranın eski sahibi Lincoln'ün de forma numarasını belirlemişler, 129 olmuş.. :)
.
Hey gidi koşan Alex hey..
9 Temmuz 2009 Perşembe
Matteo Ferrari --> Beşiktaş
7 Temmuz 2009 Salı
Velez Sarsfield 1-0 Huracan
Velez Sarsfield - Huracan maçı muhteşem bir şampiyonluk mücadelesi oldu. Son haftaya Huracan'ın 1 puan gerisinde giren Velez Sarsfield 84. dakikada hakemin çalmadığı bir faul düdüğü sonrasında golü buldu ve şampiyon oldu. Herhalde bir maç içine ancak bu kadar şey sığabilir. Bunaltıcı bir Velez baskısıyla geçen ilk devre ama Huracan'ın ofsayt nedeniyle verilmeyen bir golü.. İnsan sağlığını tehdit edecek büyüklükte yağmaya başlayan dolu ve maça verilen ara.. Velez'in baskısı sonucu kazandığı penaltı ama bu penaltının kaçması maçı daha ilk devreden sıradışı bir hale getirmişti.
.
4 Temmuz 2009 Cumartesi
İbrahim Üzülmez vs Sergen Yalçın
İbrahim Üzülmez: Ben 9 yılda 450 maç oynadım, Sergen ise 20 yılda 350 maç..
Sergen Yalçın: "Oynamak" var, "oynamak" var..
3 Temmuz 2009 Cuma
Alper Öcal'dan Poltrona 36
Bilica meselesine ait birçok bilmediğim şey öğrendim Poltrona 36 meselesini araştırırken.
Abdul Kader Keïta --> Galatasaray
Haldun Üstünel yine bekleneni yaptı ve Galatasaray bir anda beklenmedik bir isimle anlaşma sağlandığını duyurdu. Biz de bloga notumuzu yoğun geçen Perşembe'den dolayı ancak düşebiliyoruz. Lyon'a zamanında önemli bir bedel karşılığında transfer yapan ve bekleneni veremeyen Keita Galatasaray'a geldi. Bu tip oyuncuları kovalamak akıllıca, hele ki ortada Kewell ve Baros gibi kariyeri düşüşte olan ama Galatasaray'da kendini bulan iki oyuncu varken, yüksek potansiyelini ve yeteneğini Lille günlerinde göstermiş Keita'nın transferi için ödenen bedel az olmamasına rağmen bu hamle kağıt üzerinde hiç mantıksız durmuyor.
Transferin yapıldığı mevki için ise aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Rijkaard'ın 4-3-3'ü için çok yerinde bir oyuncu olduğu ve her iki kanatta da oynayabilecek bir isim olduğundan dolayı takıma büyük katkı yapacağı söyleniyor. Evet doğru ama Galatasaray'ın transferdeki önceliği bu mu olmalıydı tartışılır. Ben olsam Kewell-Arda-Baros üçlüsünün götürebileceği bir hücum hattına takviye yapmayı ikinci plana atar, önceliği sağ bek ve stopere verirdim. Stoper seçeneği fazla gibi gözükse de "şu iki isim tüm sezonu götürür, takımın defansı bu ikilidir" diyebileceğiniz bir durum yok. Sağ bek sıkıntısı ise ortada, Uğur'a güvenmek şu an için büyük risk.
Tek forvet arkasında Kewell-Arda-Keita üçlüsü düşünülecekse iş daha mantıklı gibi oluyor ama savunma hattında olması muhtemel sıkıntı bu diziliş için de geçerli. Arda'nın ya da Kewell'ın Lincoln rolünde yabancılık çekme riski de hiç az değil.
Her şeye rağmen Türkiye'ye heyecan verici bir oyuncu geldi. Baros ve Kewell'da gördüğümüz terapi Keita'da da işe yararsa Galatasaray'a önemli katkılar sağlayacaktır ama Lyon'da izlenen Keita'yı görme ihtimalimiz de yok değil. "Ekonomik krizden hiçbir şekilde etkilenmeyecek kadar güçlü finansal yapılara sahip üç büyüklerimiz" belli ki önümüzdeki sene bize çok zevkli bir lig izlettirecekler, geçtiğimiz sezonun izlerini silecekler..
1 Temmuz 2009 Çarşamba
Transfer İshali
Fenerbahçe Nedir?
Madalyonun hep iki yüzü vardır derler. Eğer madalyon için söylenmiş olmasaydı; bu söz Fenerbahçe’ye yakışırdı. Yakışırdı, çünkü hep ikiliklerin, çelişkilerin, çatışmaların takımıdır Fenerbahçe. Seveni öldüresiye (Kill for You) sever, nefret edeni kin kusar; en çok Fener’i yenmek zevk verir, en acı Fener “yener”; beş atar dört yer. İyi ya da kötü, hakkında en fazla tezahürat üretilen takımdır Fenerbahçe. Zaten “Fenerlilik” de bu zıtlıklardan türer. İyi Fenerbahçe - kötü Fenerbahçe, güçlü Fenerbahçe - zayıf Fenerbahçe, en büyük Fener - i..e Fener, yıldızlar takımı - acıların takımı, efsane - kestane...
Fenerbahçeli olunmaz, doğulur denir, doğrudur. Ancak doğuştan gelen özelliklerle Fenerli olunur. Sonradan sempati göstermek çok zordur. Çünkü bir kez dışarıda kaldıysanız, çemberin içine girmek güçleşir. Çemberin içi dışarıya, dışı da içeriye sevecen bakmaz. “Dış görünüşüyle” yargılanmak en çok Fener’in kaderidir. Kendi ülkesinde, dışarıdan bu kadar itici görünen bir Real Madrid, bir de Bayern Munchen vardır. Oysa “içeriden” bakanlar, yani sevdalılar için her şey toz pembedir. Fener’den öteye hayat yoktur. Hatta başka bir takımı insan neden tutar, bu bile merak konusudur. Zaten içgüdüsel, gözü kapalı sevmek karasevdalılarla Fenerbahçelilere yakışır..
Fener’i sevmenin de sevmemenin de binbir zorluğu vardır. Çünkü Fenerbahçe eğlendirir. Ondan daha renkli bir takım yoktur, şaşaası, cümbüşü eksik olmaz, taraftarı sevinirken dozunu kaçıracak, zevkten bayılacak kadar abartır. Gole doymaz, 103 gol bile ancak tatmin eder, 4-0 biten ilk yarı Fenerli için en ideal maçtır. Ama Fenerbahçe ağlatır da: Büyükler içinde en “ağır” yenilgileri o alır, en komik durumlara o düşer, en kötü yönetim ondan çıkar, tribünde en çok cefayı Fener seyircisi çeker; Pendik faciası ya da Aydın acısı yüreklerde hâlâ yaradır.
Ama Fener seyircisi affedicidir; en aciz durumlarda bile, GS galibiyeti her şeyi unutturur, ortalık toz pembe/duman olur. Bir maça bu kadar anlam yükleyen başka hiçbir taraftar yoktur (belki bir de GS taraftarı). Bir önceki sezon Fener’e en ağır mağlubiyeti tattıran ayakların, bir sonraki sezon Fener forması giymesi adettendir (Hatırlayınız: İlker, Oğuz, Aykut, Kemal vb.). Ne de olsa affetmek erdemdir. Evet, ama kindarlık da yabana atılacak bir şey değildir!.. Şampiyonluğa mal olacak hata yapanı sokakta görse selam vermez (garibim Erol’un GS maçında yaptırdığı penaltı neler açtı başına hatırlayın), ligin ilk yarısında deplasmandaki maçta, kendisine sert giren rakibini Fenerli oyuncu unutur, taraftar unutmaz; acısını çıkarmak için bir sezon bekleyen bile vardır. Mazisini aklında tutan takımdır Fener; ama unutkandır da. En çok da bu huyundan vazgeçmez. En başarısız sezon bile bir sonraki sezon için kriter olmaz. Her sene, her şeye yeniden başlanır. En azından böyle olması istenir. “Bu maçı unuttuk, önümüzdeki maçlara bakıyoruz” en çok Fenerlinin ağzına yakışır. Sinyor Can Bartu’yu da unutur, Şeytan Rıdvan’ı da. Gelen ağamdır ama gidene paşam denmez kolay kolay. “Mazi kalbimde yaradır” ama unutursam geçer. Ali Şen’in, takımı kümede zor tuttuğu dönemleri bile unutur, “Ali Şen Başkan Fener Şampiyon”dur.
Yine de vefalıdır. Bordeaux zaferinin yaratıcıları Hüseyin, Selçuk, Şenol’u kimse unutmaz, Aykut hep “kocaman”dır, Lefter’i anmayana hain gözüyle bakılır. Vefanın üvey kardeşi nankörlükse, nankörlük de Fener’e yakışır. On sene takımın tüm yükünü taşıyan Oğuz Çetin Sakaryalı grubunun başıdır, bir önceki maç beş gol atan adamın en fazla iki pozisyon kaçırma lüksü vardır; üçüncüde yuhalanır. Geçen senenin şampiyon kadrosu üç maç kötü sonuç alsın dağıtılır vs...
Türkiye birinci futbol ligi tarihinin en başarılı takımıdır Fenerbahçe (boşuna kızmayın, bu böyledir). En çok şampiyon olan, en çok galibiyet alan, ezeli rakiplerini en çok yenen takımdır, en çok gol atarak şampiyon olmuştur. Bir Fenerli için her şey, hatta tek önemli şey olan şampiyonluk için, rakipleri bazen yıllarca beklese de, Fenerbahçeli'nin gönlü beş seneden fazlayı kaldırmaz. Sarı lacivert zeminden baktığınızda hikâye böyle gözükür ama (dedik ya) madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Son yirmi yılın en başarısız büyüğüdür Fener, Birinci Lig tarihinin en ağır yenilgilerini bu dönemde almıştır, şampiyon olmadığı neredeyse bütün senelerde taraftarını kahretmiştir, önce Karakartal sonra Cimbombomlu altın yıllara gıptayla bakmıştır, sistemli başarıya hasret kalmıştır...
Zaten Fenerbahçe ve sistem aynı cümlede ancak olumsuzluk ekiyle kullanılır. Birinci ligin 43-44 senelik tarihinde iki kez arka arkaya şampiyonluğa sadece üç kez ulaşmıştır. Fenerbahçe şampiyonluk sonrasında rehavetin dozunu kaçırır. Tek tabanca, nokta atışı varken makineli tüfeğe ne gerek vardır. Nadasa kalmış takımın ertesi seneki görüntüsü nasıl bu kadar içler acısıdır, anlaşılamaz; şaşkınlık en çok Fenerbahçe’ye yakışır.
Düşünüyorum da, kendisi dışında bir takım olsa Real Madrid, ülke olsa Brezilya, hakem olsa taraflı olurdu Fenerbahçe. Real Madrid, ama biraz eksik bir Real Madrid olurdu. Bu kadar zenginlik içinde yüzerken dahi altyapıya Fenerbahçe’ye göre daha çok önem veren, Avrupa başarıları ile dünyanın en büyük üç takımından biri olan ve dört bir yanda taraftarı bulunan Real Madrid’le Fener’in ilişkisi biraz abi - kardeş ilişkisi gibi ama kim benzerlikleri yadsıyabilir ki? Devletle içli dışlı olmak, lig tarihinde başarıya doymamak, en çok gole tapmak, su gibi para harcamak... Olamasa da hep Brezilya olmak istedi Fener. Onun gibi fiyakalı, onun gibi gözü doymak bilmeyen, onun gibi çalımcı, onun gibi karanlık, onun gibi sarı (kıskandıran), onun gibi lacivert (asil). Takım yıldızı değil yıldız takımı olmak yani... Ve tabii ki taraflı. Fener’den hakem olmaz; bu bahsi geçelim, karşı tarafa düdük çalan her hakem i..edir. Aksini iddia eden de öyle. Fenerli gelemez öyle şeye.
Futbolcu olsa kaleci, sistem olsa 2-3-5 olur, antrenör olsa kovulurdu Fenerbahçe... Kalecinin yalnızlığı ve sınırda duran hali dillere destandır. Hiçbir zaman Fevzi gibi bir kaleci olmayacaktır Fener ama Rüştü’den yukarısını bir kez tatmıştır; o da deli çıkmıştır (Schumacher). Rüştü’nün yediği ve kaleciliğine yakışmayan ne kadar gol varsa Fenerbahçe’de kulüp olarak bu golleri yer. Şampiyonlar ligine kalır, sıfır çeker; kupada final oynar kaybeder (tabii ki penaltılarla), son haftadan önce şampiyon olmasına pek az rastlanır, kaleci gibi son çizginin takımıdır. Kalecilere en çok 2-3-5 denen, şimdilerde kimsenin uygulamadığı mazide kalmış bir sistemde iş düşer. Fenerbahçe’de herkes gol atmak ister. Takım kötü giderken hep forvet arayışına gidilir. Takımı takım yapan unsurlar defans ve orta saha hep ikinci plandadır. Mümkün olsa hâlâ dört beş forvetle oynamak ister Fenerbahçe ama hiçbir antrenör bu riski almaz. Zaten Fenerbahçe'den antrenör olmaz. Olsa da hemen kovulur...
Öyle ya da böyle; peki nedir Fenerbahçe? Futbolda dolu dolu bir hayat vardır diyenlere sormak lazım bu soruyu. Bir takımdan öte bir şey olduğu kesin. Bir yaşam/varoluş biçimi mi? Böyle söylemek de biraz abartılı olur (bu raddede seven yok da değil hani!). Dünyanın en garip takımı mı? Bu da çok belirsiz. Yoksa her ikisi birden mi? Bir Fenerbahçe taraftarı olarak, benim yüreğim ortada bir yerde çarpıyor. Oysa, bıktırmak pahasına tekrarlayalım: Madalyonun iki yüzü vardır: Yazı mı, tura mı?
Bağış Erten - Tribün Dergi / Sayı 5 (Şubat 2002)