30 Ekim 2010 Cumartesi

Bursaspor 1-1 Fenerbahçe


Bu hafta hala inanamadığım Iverson transferi, mükemmel geçen Formula 1 Kore GP, Beşiktaş'ın üst üste 3. mağlubiyeti ve Trabzonspor gibi yazmak istediğim çok şey oldu ama ayıptır söylemesi 3-4 günlüğüne Ölüdeniz' kaçtım, orada da bu işler hiç umrumda olmadı. Bu maçın da ilk yarısını havalimanında ayakta, ikinci yarısını ise kayıttan izleyebildim. Futbol adına her şeyin olduğu mükemmel bir maç olmuş ve bu maç bir Fenerbahçeli olarak beni ayrıca keyiflendirdi.

Fenerbahçe deplasmanda son şampiyon Bursaspor karşısında 3 puanı kaçırdı ama 1 puanı da kurtardı. Ben dün izlediğim takımı çok beğendim. Niang, Dia ve Lugano gibi isimlerin yokluğunda sahaya çıkan kadro çok doğruydu. Hatta bu yapıdaki bir kadro Galatasaray maçında da sahada olmalıymış. Aykut Kocaman'ı o seçimi için çok suçlamıyorum, çoğunluğumuz onunla aynı fikirdeydik. Alex-Niang-Dia-Stoch dörtlüsünün büyüsüne kapılmıştık. Zorluk derecesi yüksek maçlarda ise Bursa deplasmanında gördüğümüz yapıda bir kadro olmalı, Emre-Mehmet ikilisi yetemeyebiliyor. Biz Galatasaray maçını zorluk derecesi yüksek maçlar arasında saymayarak hataların en büyüğünü yaptık. Dün akşam ise sahada doğrular vardı, Bursaspor deplasmanında böyle bir orta saha olmalıydı. Fenerbahçe eksiklerine rağmen maçta üstün olan taraftı. Her iki devrenin de büyük bölümünde oyuna hükmetti, son yarım saat Bursaspor'u büyük ölçüde sahasına kapattı. Bu kadar tempolu bir Fenerbahçe'yi görmeyeli çok olmuş. Beşiktaş ve Galatasaray maçlarından sonra üzgündüm, bu maçta galibiyetin kaçmasına da üzüldüm ama Fenerbahçe'nin oynadığı futbol üzüntümü hafifletti.

Fenerbahçe 16. dakikada Semih ile öne geçtikten sonra devamının geleceği hissediliyordu. Bursaspor geride olmasına rağmen oyuna hükmedemiyordu ve savunmada da eksik yakalanacak gibiydiler. Fenerbahçe ise özellikle son 15 dakika rakibine ceza sahası çevresinden çok fazla duran top imkanı verdi ve ikinci devre de bu şekilde başladı. Bursaspor atarsa duran toptan atacak gibiydi ve öyle de oldu, Fenerbahçe kornerden pis bir gol yedi. Golü yedikten sonra ise takım kazanmak için elinden geleni yaptı. Aykut Kocaman'ın oyuncu değişiklikleri de bence iyiydi. Fenerbahçe Bursaspor üzerinde baskı kurmaya başlamıştı ve Stoch açık alan bulamayacaktı. Oyundan da biraz düşmüştü. Andre Santos en kötü haliyle bile ayağı iyi top yapan bir adam, o girdikten sonra Fenerbahçe topa iyice sahip olmaya başladı. Dia olsaydı Stoch yerine o da güzel bir hamle alternatifi olabilirdi. Cristian-Kazım değişikliği ise çok büyük olmasa da maçı kazanmak adına alınmış bir riskti. Bu oyun anlayışının karşılığında kalesinde iki net gol pozisyonu da gördü ve çok iyi oynadığı bu maçı neredeyse kaybediyordu.


Fenerbahçeli futbolcuların form durumlarında genel bir yükselme olduğu çok açık, hepsi sezon başına göre çok daha ilerideler ama Mehmet Topuz ve Emre bir başka ilerledi. Her ikisi de Fenerbahçe'ye geldiklerinden beri en iyi dönemlerini geçiriyor olabilirler. Emre'nin yaptığı iyi işler zaten belli, bunların yanında artık onu daha fazla ön tarafta görmeye başladık ve etkili de oluyor. Mehmet Topuz da o ürkekliğini, acemiliğini sonunda attı. Kendine daha çok güveniyor, artık sahada varlığını hissettiriyor.

Kim ne derse desin ben Caner'den de memnunum, Fenerbahçe onun sayesinde 5 yabancı ile oynayabiliyor. Galatasaray günlerine göre ileride nispeten daha az gözüküyor ama işin savunma tarafında çok konsantre ve elinden geleni ciddi bir şekilde yapıyor. Dün Volkan Şen'in adını çok az duyduysak bunda Caner'in de payı var. Zamanında Uğur Boral'dan beklediğim ama göremediğim şeyleri o yapıyor. Yeteneği zaten var, ciddiyeti elden bırakmayıp bu şekilde ilerlemeye devam ederse çok iyi bir sol bek olabilir.

Kaptanı beyaz ayakkabılar ile gördüğümü pek hatırlamıyorum ama yakışmış. Dün Alex de bir farklıydı, sanki o da oyununu bir üst seviyeye taşımıştı. Takımıın en iyilerinden biriydi. Maçın son dakikasına kadar çok aktifti ve hep oyunun içindeydi. Onu böyle istekli görmek çok güzel..

Maç sonunda yaptıkları ve yapamadıklarıyla ön plana daha çok Sercan çıktı. Son dakikalarda girdiği iki net pozisyondan birini atsa kral olacaktı ama işi bitiremedi. Gerçi Volkan'ın da hakkını vermek lazım, her iki pozisyonda da maçtan kopmadığını gösterdi. Sercan kaçırdıklarıyla öne çıktı ama bence maçın Bursaspor adına en iyi oyuncusu Turgay'dı. Çok güçlü ve hiç durmuyor. Rakip savunmayı tek başına dağıtıyor, her şeyi yapıyor. Bursaspor kontra ataklar dışında ileride ne kadar gözüktüyse bu Turgay sayesinde oldu.


Tabii bu skordan sonra Fenerbahçe'nin önemli maçları kazanamıyor olmasına yapılan vurgular arttı ama katılmıyorum. Kadıköy'de oynanan iki derbide alınan beraberlikler önemli kayıplar tamam ama diğer üç maç da çok zor deplasmanlardı. Bursaspor ve Galatasaray maçlarından önce oynanan maçlarda da takım sancılı bir dönemin ortasındaydı, kendine gelmeye çalışıyordu. Yani kısaca Fenerbahçe'nin önemli maçlarda kazanamamış olmasını sabit bir sorun haline getirecek kadar abartmamak lazım.

Fenerbahçe için kalan 8 maçta 20 puan hedeflediğimi yazmıştım. O hesapta Bursaspor deplasmanı karşılığında 1 puan vardı. Şimdi kaldı 7 maç. Sezon başında olanları, bugüne kadar yaşananları şöyle bir düşününce an itibariyle Fenerbahçe iyi bir yerde diyebilirim. Puan hesaplarından da önemlisi Fenerbahçe iyi top oynuyor. Sezon başına göre takım her hattıyla çok ilerledi ve gün geçtikçe daha çok zevk veren bir takım haline geliyor. Yavaş yavaş Aykut Kocaman'ın yapabildikleri ortaya çıkıyor. Yani kısaca Fenerbahçe iyiye gidiyor..

25 Ekim 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 0-0 Galatasaray

Maç öncesinde çekiniyordum. Galatasaray’ın durumu kötüydü, Fenerbahçe normal olarak maçın favorisiydi ama aslında abartıldığı kadar da favori değildi. Sezona kötü başlayan takım yeni yeni toparlanıyordu ama hala oturmamış bazı şeyler vardı. İleride Stoch-Niang-Dia üçlüsü ile birlikte Alex’in ve orta sahada Emre-Mehmet Topuz ikilisinin zorluk derecesi yüksek maçlarda neler yapabileceği belirsizdi. Saha dışında ise durum net olarak Fenerbahçe’nin aleyhineydi. Medyada yaratılan ortam, bahis oranları, Fenerium’da çıkan o aptal t-shirt ve Fenerbahçelilerin tavrı bu maçı mucizevi bir sürprize açık bir hale getirmişti. O klasik maç öncesi gerginliği de yoktu ve Fenerbahçe’yi uzun süredir ilk defa derbiye bu kadar az motive olmuş bir şekilde gördüm. Bunun olmasından korkuyordum ama Aykut Kocaman’ın böyle bir şeye izin vermeyeceğini düşünüyordum. Yanıldım. Aykut Kocaman’ı bu maç özelinde eleştirdiğim şey de budur.

Galatasaray çalkantılı bir hafta geçirdi, önemli değişiklikler oldu. Hafta sonu derbi olmasaydı neler olacaktı bilemeyiz ama alınan kararların birçoğunda derbinin de etkisi vardı. Durum onlar için iyi gözükmüyordu ama aslında içinde oldukları psikoloji bu maçı tam onların kazanabileceği bir maç haline getirmişti. Yeni bir teknik direktörleri vardı ve bu teknik adam kim olursa olsun ilk maçında bir sıçrama yaratacaktı. Fenerbahçe’ye Kadıköy’de kaybetmemek çok önemliydi ve hedeflerine ulaştılar.
.

Galatasaray’ın sahaya çıkartabileceği kadro alternatiflerini gördükçe çekincelerim artıyordu. Çok da fazla bir alternatif yoktu, muhtemelen kalsaydı Rijkaard da buna benzer bir kadro tercih edecekti. Arda, Baros ve Kewell’ın yokluğunda her ihtimalde sahada savunmacı ve dirençli bir takım olacaktı. Bir anlamda eksik oyuncular Galatasaray’ın avantajı oldu. Sahaya sağlam bir orta saha ile çıktılar, önlerine de süratli Pino’yu saldılar. Mehmet Topuz-Emre ikilisi birçok maçta Fenerbahçe için yeterli olabilir ama böyle maçlarda, hele ki rakip orta sahada sayısal bir üstünlük de kuruyorsa sıkıntı yaratabilirdi. Stoch ve Dia kanatlara yapışınca 5 kişilik Galatasaray orta sahasına haliyle 2 kişi karşı koymakta zorlandı. Ben Cristian’ı oynatıp Mehmet Topuz’u sağa atmayı tercih ederdim ama kazanan ve beğeni toplayan takımı bozmaya cesaret edebilir miydim bilmiyorum. O yüzden Aykut Kocaman’ı da, Cristian konusundaki tavrını da ayrıca takdir ettiğim için bu noktada suçlamıyorum.

Fenerbahçe ilk yarı Galatasaray’ın hakemin müsade etmesiyle birlikte gelen sert oyunu ve orta sahadaki sayısal üstünlüğü karşısında pasifize oldu. Oyun planı Dia ve Stoch üzerinden gelişecek kanat akınlarına bağlanmıştı ama bu iki isim de top her aldıklarında karşılarında bazen iki bazen de üç oyuncu buldular. Buna rağmen kanatlarına yapışıp kaldılar, ortaya girip buradaki iki oyuncuya yardım etmediler. Galatasaray ön tarafta baskı yaparak Fenerbahçe’nin rahat oyun kurmasına müsade etmedi. Böyle olunca Fenerbahçe’nin ön ve arka tarafı arasındaki bağlantı tamamen koptu. Kısa oyuncular yüksek topları da alamadı, dönen toplar da kalabalık Galatasaray orta sahası tarafından toplandı. İlk devre Galatasaray daha iyi gözüktü ama Pino’nun yakaladığı net pozisyon ve ceza sahası dışından vurduğu şutlar dışında kısır bir ilk yarı geçirdi.

Fenerbahçe maç başında kuramadığı baskıyı ikinci devre ile birlikte kurdu ve rakip kalede daha fazla gözükmeye başladı ama ileride çoğalamayınca iyi kapanan Galatasaray karşısında istediği sayıda pozisyon bulamadı. Aykut Kocaman Semih-Alex ve Dia-Kazım hamlelerini yaptı ama beklediği etkiyi yaratamadı. Fenerbahçe zorladı, Galatasaray direndi ve hayalini kurduğu beraberliği alarak evine döndü. Fenerbahçe adına ikinci yarıdaki oyundan memnunum diyebilirim ama belki de ilk devre üzerinde nispeten daha etkili bir Fenerbahçe izlediğim için böyle düşünüyorum. Galatasaray ise planını tam olarak sahaya yansıtabildi. Sert oynadılar, Fenerbahçe’ye alan bırakmayarak özellikle ilk devre etkisiz kıldılar. Kapasitesinin altında oynayan Fenerbahçe karşısında kapasitelerinin üzerine çıktılar.

Fenerbahçe adına maçın en iyisi bence tartışmasız Yobo’dur. Bir savunma oyuncusunu izlemekten keyif alacağımı düşünmüyordum ama belki de Bilica etkisiyle Yobo bana büyük keyif veriyor. Şimdiye kadar kusursuz bir performans sergiledi. Yobo dışında orta sahada oynayan ikili, Mehmet ve Emre de ellerinden geleni yaptılar. Galatasaray’ın kalabalık orta sahasına karşı iyi mücadele ettiler, bu bölgeyi tamamen Galatasaray’a bırakmadılar. Mehmet Topuz’un Konyaspor maçından sonra bu maçta da iyi oynaması beni ayrıca sevindirdi.

Hakem Bülent Yıldırım maçı çok kötü yönetti, hatta bence maçın sonucuna da etki etti ama fazla tartışılmıyor. Neill’ın sert, hatta sertlikten de öte adi futboluna fazlasıyla müsade etti. Sami Yen’de böyle oynamayı geçiyorum, Kadıköy’de Fenerbahçe bu sertlikle oynayıp maçı 11 kişi bitirseydi bile neler söylenirdi tahmin edebiliyorum. Şu maçın sonunda Fenerbahçe fazla sakat vermediği için şanslı sayılmalı. Neill’a çıkmayan ikinci sarı kart rezillik, kartı olmasaydı eminim o pozisyonda sarı kart görürdü ama kırmızıya döneceği için Bülent Yıldırım kartsız geçiştirdi. Artı çoğumuzun gülüp eğlendiği Sabri pozisyonu var ki bence o pozisyon penaltı ama penaltıyı geçtim endirek vuruş bile verilmedi. Niang’ın hatalı bir ofsayt bayrağı ile kesilen önemli pozisyonu da atlamamak lazım, o taraftaki yan hakem de kötüydü. Bülent Yıldırım’ın art niyetli olduğunu sanmıyorum ama yanlış bir şey yapmaktan, özellikle Fenerbahçe lehine bir hata yapmaktan çok korkuyordu. 6 oyuncu değişikliği olmuşken maçı sadece 3 dakika uzatması da bunun bir göstergesi, maçı bir an önce bitirip evine gitmek istiyordu.

Kadıköy’deki galibiyet serisi bir gün bitecekti, mağlubiyet ile değil de beraberlik ile bitmesi iyi oldu. Şimdi devam etmesi gereken yeni bir seri var, Kadıköy’de Galatasaray’ın maç kazanamaması. Bizim tarafta Galatasaray’ın beraberliğe sevinmesi ile dalga geçiliyor, Galatasaray tarafı ise farklı kazanmaktan bahsedenlerin tedirginlik içinde maç seyretmesi ile. Karşı taraf gibi düşünmeye çalıştığımda bu sevinci bir yere kadar anlayabiliyorum. 10 yıl boyunca rakip sahada puan alamamışken, takım kötüyken, bahis oranları takımıma bir Anadolu takımı yapmışken, bütün hafta rakip takım taraftarları dalga geçmişken ve birçok sakat oyuncum varken sahada kafa kafaya bir oyun sergileyip çıkardığım beraberlik ile rakibin hevesini kursağında bıraksaydım ben de çok sevinirdim. Hatta belki ben de futbolcumu tribüne çağırıp onunla birlikte tezahurat yapardım. Ama meşaleler ile kutlama yapanlardan ve tesislerde futbolcu karşılayan taraftarlarımdan utanırdım..

Aslında bu sonuç iki takıma da yaramadı. Sahasında iki puan kaybettiği ve psikolojik olarak da etkilendiği için daha zararlı çıkan taraf Fenerbahçe ama lidere nispeten daha yakın olan ve üç derbisi ile birlikte Kayserispor deplasmanını geride bırakan taraf da Fenerbahçe. Konyaspor maçından sonra Galatasaray karşısında sonuç ne olursa olsun bu takım hakkında düşündüklerimin değişmeyeceğini söylemiştim çünkü ben bu takımda ışık görüyorum. Tabii ki eksikler var, dün Galatasaray karşısında özellikle ilk devre etkisiz kalmak da bir eksik ama bunların hepsi çözülebilecek sorunlar. Derbi maçlarında henüz galibiyet alınamamış olması da bir sorun. Gerçi 3 senedir derbilerde büyük üstünlük kurduk da ne oldu, o da ayrı. Şampiyon olduktan sonra derbi kazanamamış olmak herhalde kimsenin umrunda olmaz. Benim bu takım için koyduğum hedef ilk devrenin kalan sekiz maçında minimum 20 puan alması ve ben bu hedefe ulaşabileceklerine inanıyorum.

22 Ekim 2010 Cuma

Formula 1 Kore GP Öncesi

Blogda Formula 1 yazılarını sürekli hale getiremedim ama hala yakından takip ediyorum. Bu hafta sonu sürücüler yeni bir piste çıkıyorlar. Kısa bir süre öncesine kadar yarışa yetişip yetişmeyeceği belli olmayan Kore GP Pazar sabahı 09.00’da başlayacak.

Her ne kadar fazla yer vermesem de Formula 1 2010 sezonu mükemmel geçiyor. Son üç yarış öncesinde yukarıdaki fotoğrafta yer alan 3 ayrı takımdan 5 pilotun da şampiyonluk şansı var. Kazanan pilotun 25 puan aldığı sistemde 5 pilotun sezonun son bölümüne sadece 31 puan aralığında girmesi kolay kolay görebileceğimiz bir şey değil. Bir daha ne zaman böyle çekişmeli bir sezon izlenir bilinmez.

Bu spora azıcık ilgisi olanlara Kore yarışını kaçırmamalarını tavsiye ederim. Pilotlar bu piste ilk kez çıkıyorlar ve yarış sonunda her türlü sonuç çıkabilir. Sanırım çok heyecanlı bir hafta sonu olacak.
.
.
Mark Webber - 220 p.
Fernando Alonso - 206 p.
Sebastian Vettel - 206 p.
Lewis Hamilton - 192 p.
Jenson Button - 189 p.

Siftah


Bu maçı izleyebilmek ve öncelikle bu maçı yazabilmek isterdim ama ne yazık ki ancak Twitter'dan takip edebildim. Fenerbahçe Galatasaray'ı çok rahat bir oyundan sonra farklı yenerek 18. Cumhurbaşkanlığı Kupasını kazandı. Skor için baktığımda Fenerbahçe son çeyreğe kadar genelde Galatasaray'ı ikiye katlıyordu.

Herhalde kimse olaysız bir maç olmasını beklemiyordu. Fark açıldıktan sonra oyunun devam etmesine müsade etmeyen Galatasaray taraftarları salondan çıkarıldı, muhtemelen çok uzun bir süre daha salon sporlarında deplasman seyircisi olmayacak.

Kızlara tebrikler ve teşekkürler. Siftahı yaptılar, Euroleague şampiyonluğu ile noktayı koymalarını diliyoruz.

Beşiktaş 1-3 F.C. Porto

Beşiktaş’da cicim ayları bitti. Dün oynanan Porto maçı mağlubiyet serisini üçe çıkardı ve Beşiktaş bu 3 maçta 7 gol yemiş oldu. Beşiktaş çok eksik bir kadro ile sahaya çıktı, zaten çoğunluk da maçı Porto’nun kazanacağını düşünüyordu. Takımda bu kadar eksik oyuncu varken “şu oynasaydı, bu oynasaydı” diyerek Schuster’e yüklenecek bir durum yok, belki sadece İsmail düşünülebilirdi. Schuster’e yüklenenlerin asıl dayanak noktası ise Hakan tercihi ki çok da haksız sayılmazlar. Hakan’ın durumuna ben bile üzülüyorum, sahaya çıkarken ayaklarının titrediğini hissedebiliyorsunuz ama olmuyor işte. Yetersiz ve gelişmiyor.

Beşiktaş maça ev sahibi takım agresifliği ile başlamadı ki bu bir tercihse bence yanlış bir tercih değil. Üzerine gelen Beşiktaş’ı Porto çok daha erken cezalandırabilirdi. Gole kadar topa daha çok Porto hakimdi, durgun tribünler önünde istediklerini yaptılar ama Beşiktaş’a pozisyon da verdiler. Gerçi maçın başında önce Nihat’ın sonra da Bobo’nun gol yapamadığı pozisyonda Beşiktaş skor avantajını eline geçirseydi de maçı kazanması çok zordu. Çünkü Beşiktaş’ın çok kötü bir savunması var. Herkes Schuster’in Beşiktaş’ını Mustafa Denizli’nin takımına tercih eder tamam ama geçen sezon izlediğimiz savunma özelliğinin bu kadar çabuk ortadan kaybolması da şaşırtıcı. O takımı tamamen çöpe atmak yerine bu yeni takım ile harmanlamak bence daha doğru olacaktı. Beşiktaş çok kolay gol yiyen bir takım ve bu golleri çıkartacak kadar da skorer değil.
.
Dün Quaresma ve Guti olsaydı da Beşiktaş’ın maçı kazanması çok zordu, neticede bu iki yıldız takımın gol yemesini engellemiyor. Bu maçta kabak ağırlıkla Hakan ve Zapo’nun başına patladı ama bence bu sezon İbrahim Toraman da çok kötü oynuyor. Yenen 3 golde de hatası var, sayılmayan Porto golünde de Hulk’a paspas oldu.

Sezonu erken açan Beşiktaş’ın bu dönemlerde düşüşe geçeceğini tahmin ediyordum ama sonuç anlamında beklediğimden de sert bir düşüş yaşadılar. Bu hafta Kayseri deplasmanı var ve oradan 3 puanla dönmeleri hiç kolay olmayacak. Malum, dengesiz bir milletiz. İyi giden şeyleri abartmayı çok seviyoruz, işler kötü gitmeye başlayınca da eleştirinin cılkını çıkartıyoruz. 1 ay öncesine kadar fazlasıyla göklere çıkartılan Schuster 3 maç ile bu kadar eleştiriliyorsa Kayserispor karşısında alınacak bir mağlubiyet işleri onun için iyice zorlaştıracaktır.

Son cümle Hulk için olsun. O iki senedir hayalini kurduğum forvet.

21 Ekim 2010 Perşembe

Insert manager here -->





Aslında herkesin yazdığı şeyleri yeniden ele almanın bir anlamı yok. Kime kızacağımızı tahlil etmekten sıkıldık artık, hayal kırıklığına da alıştığımız için sakiniz. Kim olacak biz, Galatasaraylılar. Hislerimiz zirve yapmıyor artık, ne yüksek ne alçak. Bir tiksinme ifadesiyle seyrediyoruz ama isyan edecek hal yok. Çaresizce Rijkaard istifa diye bağıran birkaç yüz kişiyle tek tek konuşulsa "abi aslında adamın yok bi günahı da, bu halde de kalsın mı diyeceğiz" gibi bir ortak paydada bulaşacaklarını tahmin ediyorum. Ha ayrıca, evet kalmasın. Faydası değil zararı artacak günden güne, bu belli. Çok şeyler var söylenmesi gereken "bi adam gelsin bizi kurtarsın" kültürümüze dair. Bi adam. Gelsin, devrim yapsın, kazansın, öğretsin ve geleceğe teslim etsin. Bi adam. Gelsin bizi daha iyi yapsın. Nitekim bi adam yapamadı mı o adama kızarız, kellesini alırız, hastalığımıza yeni teşhis koyup bi adam daha çağırırız. O bakımdan, konu Galatasaray özelinde gibi görünse de bu hafta itibariyle, bu dramanın bir diğer müptelası Fenerbahçe'de de Aykut yine o adam yapıldı, "devrim" filan oldu. Birileri "şans verilsin, zaman tanınsın" diyecek, kimi diğerlerinden daha uzun dayanacak. Diğerleri ise "bu ne lan, asalım keselim" demeye başlayacak, ve sayıları zaman içinde artacak. Fark etmez neresi olduğu. Niye getirilir Del Bosque, ve niye Rıza Çalımbay için kovulur? Eğer gerçekten bi sokak kedisi bile çalıştırsa ilk 4'e giriyorsa bu takımlar, neden teknik direktör transferi önemli? Mantalite mi, altyapı mı, nedir derdimiz? İyi futbol VE şampiyonluk derdimiz. Peki bunu uygulatabilen kişi karizmatik olmasa da olur mu? Meşhur olmasa? Oyuncular takar mı kamuoyunun takmadığı adamı? Neyse kaybediyorum odağımı. Futbolcu da bu düzenin içindedir demek istediğim. Onlar için de bir kelledir teknik direktör. Rijkaard öncesi Laudrup lafı dolanıyordu, bir arkadaşım da acayip mutlu, umutlu... Dedim ki, adam dünyanın en iyi klüplerinde, en iyi hoca ve futbolcularla, planlı programlı yöneticilerle çalıştı son 25 yıldır. Üstelik akıllı, efendi, soğukkanlı bir Danimarkalı. Bizimkiler onu çıtır çıtır yerler.

Ahmet Çakar ya da Tanburacı gibi oldu, veya Erman biliyorum. Gurur da duymuyorum bu söylediğimden ama gerçekten böyle düşünüyorum. Futbolcusu, medyası, yöneticisi ve seyircisiyle sabırsız, disiplinsiz, vizyonsuz ve bunların getirdiği yorgunluklardan olacak çokça da tembel bir futbol ülkesiyiz. Ama en iyisini en kısa sürede hakettiğimize olan inancımız tam. Harika. Neyse, adamların 100 yıldır oynadığı maçlara kırk yılda bir dahil olup tarih yazıyoruz ya. Küçük ülke, sesi soluğu pek çıkmıyor diye kendimizi mesela Belçika'dan çok acayip önde görüyoruz ya. İsmini daha önce duymadık diye eski Sovyet topraklarının yeni sermaye takımlarını aşağılıyoruz ya. İşte öyle birşey. Sadece pata küte savaşıp topu Mehmet Yıldız'a şişiren Sivas'ı 3 senedir yenemeyen bir takım Karpati'ye neden elenmesin ki sen adını duymadın diye?

Dağınık gidiyorum ama malum bendeniz severely lacking match practice.

Adnan Sezgin'e sallayan bol şu ara, ben de, ben de... Next post

Fena Geliyor..

Ryan Giggs'den sonra bir başka Cardiff doğumlu solak Avrupa futboluna damga vurmaya hazırlanıyor..

Gareth Bale dünyanın en iyi sol kanat oyuncusu olma yolunda büyük bir hızla ilerliyor..

20 Ekim 2010 Çarşamba

Film Gibi


Galatasaray'da çok acaip şeyler oluyor. Gerçekte neyin ne olduğunu, şu 3 günde olayların nasıl geliştiğini belki bundan yıllar sonra öğreneceğiz ama olsun, yine de çok heyecanlı.

İlgiyle izliyoruz.

Bakalım daha neler olacak..

19 Ekim 2010 Salı

Özer..


Gün içinde ara ara aklıma geliyordu, kontrollerin sonrasında yapılacak açıklamaya bakınıyordum. Ne yazık ki kötü haber geldi, Özer Hurmacı'nın daha önce kırılan sol ayak tarak kemiği bu kez de aldığı darbe sonucu çatlamış.. Alex'in Twitter'dan söylediğine göre de dönüşü 3 ayı bulacak..

Ziya Doğan için daha fazla bir şey söylemek istemiyorum çünkü blogda küfür etmemeye çalışıyorum ama o müdaheleyi yapan Konyasporlu futbolcunun sakatlanarak en az Özer kadar sahalardan uzak kalmasını canı gönülden diliyorum..

Şans bir türlü Özer'in yüzüne gülmüyor. Ayağı kırıldı, 2 ameliyat oldu. Omuzundan sakatlandı, sezonu büyük fedakarlık yaparak o şekilde bitirdi ve sonrasında bir ameliyat daha oldu. Sezon başı kampını kaçırdı, tam toparlanma zamanı gelmişken ve Konyaspor maçında Alex'in yokluğu onun büyük şansı olmuşken bu kez de maçın başında ciddi şekilde sakatlandı. Güçsüz ya da kendine bakmıyor diyemem, hepsi darbeye bağlı sakatlıklardı. Gerçekten büyük kısmetsizlik, çok üzgünüm..

Özer'e büyük geçmiş olsun, umarım bir an önce eskisinden de sağlam olarak geri döner. Bir yandan korkuyorum ama ona hala inanıyorum..

Konyaspor 1-4 Fenerbahçe

Fenerbahçe’nin iyi futbolunu, organize ataklarını ve güzel gollerini izledik ama maçın sonunda bu güzel futbol kadar Konyaspor takımının attığı tekmeler konuşuluyor. Maç boyunca Ziya Doğan’a okuduğum bedduanın haddi hesabı yok, böyle adamlara iş verilmemesi lazım. Bu karakterler futboldan para kazanamamalı. Rakibi sakatlamak pahasına tekme atmayı oyun taktiğinin bir parçası haline getiren bu takıma maçı yöneten Abdullah Yılmaz da çok müsade etti. Caner’e faul olduğu bile tartışılacak pozisyonda sarı kart çıkartırken gösterdiği hassasiyeti Konyaspor için de gösterseydi rakibin bu maçı 11 kişi bitirmesi imkansız olurdu. Özer’in sakatlanıp oyundan çıktığı pozisyonda kartı geçtim faul bile çalmadı. Ayrıca Fenerbahçe’nin net 2 ama bence 3 penaltısını da vermedi. Şanslıymış ki maç net bir skorla bitti, üzerine çok gidilmeyecektir.

Maçtan önce ilk kez beraber oynayacak Dia-Stoch-Niang üçlüsünün neler yapabileceğini herkes gibi ben de çok merak ediyordum ama en az bunun kadar merak ettiğim bir diğer bölge de orta sahaydı. Mehmet Topuz’un orta sahanın ortasında neler yapabileceğini görmek istiyordum, bu geçen sezondan beri olmasını istediğim bir denemeydi. Fenerbahçe’de Emre’nin yokluğu bir kez tam olarak doldurulabildi, Mehmet Topuz tarafından Sami Yen’de kazanılan Galatasaray maçında. Mehmet Topuz’dan o bölgede verim alabilmek Fenerbahçe için çok önemliydi ve dün Mehmet herhalde geldiğinden beri en iyi futbolunu oynadı. Oyunun iki tarafında da etkiliydi, Emre’yi de çok rahatlattı. Neredeyse kusursuzdu. Bu futbolu oynamaya devam edebilirse Fenerbahçe’nin iki tane imrenilecek oyuncuyla doldurduğu üst seviye bir orta sahası olacak.
Maça genel olarak baktığımızda Fenerbahçe adına kötü oynayan bir oyuncu bulmak zor. Tabii Alex’in olmadığı takım böyle iyi oynayınca anti-Alex’cilere de gün doğuyor. Dün oynayan takımda Alex’in yerini Özer ve daha sonra da Semih doldurdu. Alex’i direkt olarak bu takımın içine girebilir ve dün gördüğümüz mücadeleci, hareketli, oyuncuların sorumluluk aldığı ve birbirleriyle yardımlaştığı futbol Alex’in de performansını arttırabilir.

Caner’in oynaması önemli ve çok ekstra işler yapmasa da yerini dolduruyor, göze batmıyor. O oynayınca yabancı kontenjanı da büyük esneklik kazanıyor. Yobo da Bilica’dan sonra insanı ayrı bir etkiliyor, sanki onun takıma girişi sadece savunmayı değil Fenerbahçe takımını bir gömlek yukarı taşıdı. Stoch formasından bir süredir uzak olmasına rağmen bunu hissettirmedi, Dia ise üst üste 4. maçında da etkiliydi. Niang ile beraber ileride bu üçlü beraber oynadığı sürece Fenerbahçe belki başka bölgelerde sıkıntı çekebilir ama gol bulmakta pek zorlanmayacak gibi gözüküyor. Semih’i de eski günlerine yakın görmek güzeldi. Futbolcularla birlikte Aykut Kocaman da iyi bir maç çıkardı, çok doğru oyuncu değişiklikleri yaptı.

Fenerbahçe’nin adam gibi bir hazırlık dönemi geçiremediğini ve bunun olumsuz etkilerini çok ağır bir şekilde hissettiğini sıkça söyledik. Dün sahaya çıkan kadroda olanlardan sezona tam anlamıyla sadece Caner, Volkan belki de biraz Stoch hazırlanabildi, kalanlar ise ya takıma geç katıldı ya da sakatlıklar ile boğuştu. Takım yeni yeni kendine geliyor, taşlar yerine oturuyor. 8 maçta atılan 24 gol var ve savunma da Yobo’nun gelişi ile beraber iyiye gidiyor.

Haftaya derbi ne olur bilinmez, neticede derbidir. 50 sene boyunca Fenerbahçe’nin kazanacak hali yok, sonunda o seri de bir gün bitecek. Belki o hafta bu haftadır ama o maç nasıl biterse bitsin, benim için oradan çıkacak sonuçtan önemlisi takımda bu akşam ilk kez ışık görmüş olmamdır..

16 Ekim 2010 Cumartesi

Orgazm..


O an hissetiklerimi daha iyi bir kelime ile anlatamam..

13 Ekim 2010 Çarşamba

Azerbaycan 1-0 Türkiye


5 sene boyunca gıkını çıkaramayanlar şimdi gelip bu adamı vergi kaçakçısı yapabiliyorlar, ona 2. adam diyorlar, emeklilik ikramiyesi peşinde koşturuyorlar.. Guus Hiddink'i de mundar ediyorlar..

Böyle adamlar bu ülkeye fazla, bir türlü olmuyor.. Fatih Terim geri gelsin de herkes rahatlasın..

1 Ekim 2010 Cuma

Yine Ara


Yine iş, yine evden, ofisten ve hatta şehirden ayrılış, yine futboldan ve hayattan kopuş.. 10 günden önce dönebileceğimi sanmıyorum.. Bakalım döndüğümde neler olmuş olacak..