29 Kasım 2010 Pazartesi

İki Derbinin Sonrasında


Benim için yoğun bir hafta sonuydu. Aslında maçları yazmak için dün zamanım oldu ama Haydarpaşa yangınından çok etkilendim, futbol yazmak falan içimden gelmedi. Haydarpaşa'nın birçokları için neler ifade ettiğini yazamayacağım ama kısaca benim ne hissettiğimi söylemem gerekirse dün canlı canlı yanışını izlerken gözlerim doldu, şu an kafamı pencereden dışarı çevirip ortası boşalmış iki kuleyi görünce de içim yanıyor. Aksine inanmam zaten çok zor ama eğer gerçekten bu iş kasıtlı yapıldıysa, azıcık bile payı olan herkesin cayır cayır yanmasını diliyorum.



Herkesin derbisi kendine büyük, benim için de bu haftanın en önemli derbisi Cumartesi günü Olimpiyat Stadı'nda oynandı ve Fenerbahçe çok zor bir deplasmandan çok önemli 3 puanı alarak evine döndü. O stadda istekli bir futbol oynamak zor ve Fenerbahçe de ligin en iyi 4-5 takımından biri olan İBB karşısında maç başında bunu başaramadı. İlk 10 dakika sıkıntı çekti ve rakibe pozisyon da verdi ama daha sonra özellikle Cristian'ın kıpırdanmasıyla ve Gökay'ın da ona eşlik etmesiyle toparlandı. Fenerbahçe iyi pas yaparak topa sahip olmaya, top rakipteyken de önde basmaya başladı. Böylece İBB'nin gol tehditi azaldı, Fenerbahçe golünün geleceği ise belli oldu. O gol de önde basma mentalitesi ile, Cristian'ın kazandığı top sonucunda Alex'in ayağından geldi.

İkinci devre son 10 dakikaya kadar Fenerbahçe'nin oynadığı futboldan ben memnun kaldım. Takımın pas trafiği çok başarılıydı, maçın bazı anlarında beni özellikle çok etkiledi. Geçmiş maçların aksine penaltı kaçana kadar Fenerbahçe geri yaslanmadı. Bu sebeple pozisyon bulurken rakibe de gol pozisyonları verdi ama penaltı kaçtıktan sonra eksik kalan rakip karşısında yine psikolojik sorunlar kendini gösterdi. İkinci golün bir türlü gelmemesi, penaltının kaçması ve İBB karşısında son 3 deplasmandan puansız dönülmüş olması takımı kendi kalesine doğru itti. Fenerbahçe gayet iyi oynadığı bir maçta iki puanı kaybedebilirdi.


İBB karşısında Fenerbahçe orta sahası çok iyiydi. Özellikle Cristian çok farklıydı, onu beğendiğim dönemdeki futbolunu izletti ama bu şekilde ne kadar devam edebilir bilemiyorum. Ona eşlik eden Gökay'dan bahsetmezsem haksızlık olur, bence yine kendi ölçütlerinde mükemmel bir maç çıkardı. Fiziği şu an yetersiz ama mental olarak hiç 18 yaşındaymış gibi değil. İyi pas trafiğinde onun da payı çok büyüktü, elinden geldiğince de mücadelesini etti. Bu iki oyuncunun yanına Mehmet Topuz'u da eklemek lazım. Çok güçlü ve çok mücadeleci. Belki hücumda fazla etkinlik gösteremiyor ama maçın hiçbir anında, hangi mevkide oynasa da oyundan düşmüyor. Nazar değmesin, ben ondan bu sezon çok memnunum.

Kötü isim söylemem gerekirse de Niang ve Caner diyebilirim. Niang'ı geçiyorum, gününde değildi. Golcülerin böyle günleri olabilir, Niang'ı çok dert etmiyorum ama Caner'in durumu düşündürücü. Beni yanıltıyor, beklentilerimi karşılayamıyor. Çok yanlış yapıyor, büyük bir şansı değerlendiremiyor. İBB onun kanadını maç boyunca koridor yaptı.

İlk devre sonu hedefime doğru takım emin adımlarla ilerliyor, hesaplarımda tek şaşan Antep karşısında fazladan kaybedilen 1 puan oldu. Şimdi kazanılması gereken 3 maç var ve ben takıma güveniyorum.



Derbi tahminim beraberlikti. Her ne kadar kağıt üzerinde beraberlik iki takıma da yaramıyor gibi gözükse de psikolojik olarak derbiyi zararsız atlatmak demekti. Kaybetmekten korkarak ürkek bir futbol oynayacaklarını düşünüyordum ama maçın başındaki penaltı oyunun gidişatını değiştirdi.

Galatasaraylıların Hagi kredisini anlayabiliyorum ama dışarıdan bakınca şu ana kadar gösterdiği performans hiç iyi değil. Hakan Balta tercihini kabul ediyorum ama şu maça hala Ali Turan ile başlamak bence çok yanlış. Aslında Galatasaray'ın öyle abartıldığı kadar da kötü bir kadrosu olduğunu düşünmüyorum. Sabri-Servet-Neill-Hakan Balta dörtlüsü önünde oynayacak Cana-Ayhan ikilisi ortalamanın üzerinde bir arka taraf oluşturuyorlar. Ön taraf için kalan 4 oyunculuk yer için ise Kewell, Pino, Elano, Misimoviç, Mehmet Batdal ve Baros ile Arda düşünülünce ortaya hiç de fena bir takım çıkmıyor. Ama işte sakatlar ve Hagi'nin tercihleri ile ortaya bu sonuçlar çıkıyor.

Beşiktaş tarafında ise tercih yapılabilecek fazla bir alternatif yoktu. Kenarda ilk 11'de düşünülebilecek sadece İbrahim Üzülmez ve Necip alternatifleri vardı. Solda tercih İsmail olmuştu ve Beşiktaş ilk devrede bu kanatta önemli sıkıntılar yaşadı. İsmail'e yakın oynayan Ersan da çok kötü bir gününde olunca madenden yararlanmak için Kewell da bir ara o tarafa geçti. Galatasaray mağlup duruma düştükten sonra Beşiktaş üzerinde büyük bir baskı kurdu, pozisyonlara da girdi. Cenk'in iyi performansı, Galatasaraylıların beceriksizliği ve biraz da şansın yardımıyla, penaltı pozisyonu dışında rakip kaleye pek gidemeyen Beşiktaş ilk devreyi tek farklı önde kapadı.


İkinci devre Galatasaray'da oyuna Mehmet Batdal girdi, Sabri de sağ beke geçti. Bu devrenin ilk bölümünde yine Galatasaray baskısı vardı ama bu baskı golü getirmedi. Servet'in yerine Barış oyuna girdikten ve Cana stopere geçtikten sonra ise Galatasaray baskısı yavaş yavaş kayboldu. Cana'nın olmadığı orta sahada bana kalırsa maçın o anlara kadar kötü isimlerinden Guti ortaya çıkmaya başladı. Bir gol bir de asist ile oynayan Guti'nin algıyı değiştirmesi normal ama ben çok iyi oynadığını düşünmüyorum. Hatta ilk devre yaptığı bir basit top kaybı Galatasaray adıne net bir gol pozisyonu oldu. Ne zaman ki Galatasaray orta sahasında boşluklar oluşmaya başladı, Guti de sahneye çıktı. Maçın Beşiktaş adına bence en iyi oyuncusu Aurelio idi. Fenerbahçe günlerini hatırlatan bir futbol sergiledi.

Beşiktaş gidişatının hiç de bu sonucu işaret etmediği bir maçta çok önemli bir 3 puan kazandı ve böylece üst tarafa tutunmuş oldu. Galatasaray ise her ne kadar bu ligde her şeyin olabileceğini, 5 maç üst üste kazananın çok farklı yerlere gelebileceğini düşünsem de bir anlamda lige veda etti. Kalan haftalar onlar için çok zor olacak. Beşiktaş ise bu galibiyetin bir anlam kazanması için haftaya Bursaspor karşısına çıkacak.

26 Kasım 2010 Cuma

Lucescu'dan

Aynıı, kaynımda var...


‘Schuster'in sözü normal'
“Beşiktaş'ın teknik direktörü
Bernd Schuster'in, ‘Türkiye'de 1960'lı yılların futbolu oynanıyor' sözünü doğal buluyorum. Her yerde benzer şeyler yaşanıyor. Daha altta yer alan takımlar direnir ve kapanırlar. Sonuçta amaç puan alarak yenilmeden sahadan ayrılmaktır. 10 sene önce de durum farklı değildi. Şimdi de o yüzden gerilere gitmeye yok."

Aklı başında herhangi birimizin diyeceğini, dediğini söylemiş büyük usta. Schuster'e zaman verilsin, sabredilsin, eyvallah. Ama sırf yabancı biri söylüyor diye saldırmamalıysak, aynı şekilde hemfikir olmak zorunluluğu da hissetmeye gerek yok.

Budur


"Alex bu takımda oyuncuların gelişmesinde en önemli etkenlerden biri. Alex bir başka oynuyor, doğaçlama biliyor ne yapacağını. O Fenerbahçeli genç oyuncular için bir şanstır. Ben burada olduğum sürece Alex'in takımda olması bana rahatsızlık değil, güç verir. Alex bu kadar önemli biri."

Aykut Kocaman

Gurur


Bayan Basketbol
UMMC Ekateringburg 67-73 Fenerbahçe

Erkek Basketbol
Lietuvos Rytas 75-81 Fenerbahçe Ülker

Bayan Voleybol
Fenerbahçe Acıbadem 3-0 N.F. Bergamo

Erkek Voleybol
Tours VB 1-3 Fenerbahçe

25 Kasım 2010 Perşembe

Havaya Girerken


Mourinho sağolsun ilk defa bir El Clasico öncesinde gaza gelmiş durumdayım, Barcelona'nın kazanmasını daha önce hiç bu kadar istememiş ve iki takımın bir maçını hiç bu kadar hırslı beklememiştim. Umarım içimde patlamaz.

Maç öncesinde yapılacak koreografiyi Barcelona resmi sitesinden açıkladı, görsel de yukarıda. Takımlar sahaya çıkarken 45.000 kırmızı, 35.000 mavi ve 20.000 sarı karton aynı anda havaya kalkacak ve ortaya bu görüntü çıkacak.

Çıkış tünelinin karşısındaki tribünde ise "T'estimo Barça" yazıyor olacakmış.

Anlamı ise "Seni Seviyorum Barça".

24 Kasım 2010 Çarşamba

Bu saatten sonra (ah'lar vah'lar 2)


Daha çok hücumcuyla daha çok hücum edilmez. Takımın en iyi defansçısı en ileride oynayan olmalıdır. İki yönlü orta saha oyuncusu lüks değil şarttır. Vee son olarak hücumcuya defans öğretirsiniz de savunmacıya hücum öğretemezsiniz. Hayır, bu yazı "bunlar ne salak klişelerdir" yorumu içermeyecek. Ve lakin, bu kadronun bu saatten sonra neler yapabileceği ile ilgili beyin jimnastiği içerecek. Bunu yaparken de keşke gündemdeki 'modern vs. 60lar futbolu' muhabbetine de değdirsem diye düşünmüyor değilim.

"Defansçı" Lucescu ligde Ümit Karan (Serkan Aykut) - Arif - Sergen'i aynı anda oynatabilmiş, Nouma (Ahmet Dursun) - İlhan Mansız - Pancu - Sergen'i coşturmuştu. Galatasaray'da daha önce Arif-Hakan-Hagi-Ilie aynı anda sahaya çıkabilmiş, arkalarında Tugay, Emre, Ergün gibi ilk özelliği defans olmayan çift yönlü adamlarla kabus gibi yardırabilmişti.




Her maç değil elbet, ve her zaman da başarılı olmadan, bittabi. Fakat, Parreira'dan bu yana Fenerbahçe kontrollü oyunun istikrarına inanmışken Galatasaray aslında çok uzun bir süre ligde saldırgan hücum futbolunun posteriydi. Lig ile Avrupa arasındaki ayrımın dersini de 1989'da geçmişti bu ekol. Ve haliyle zaman içerisinde Monaco karşısında kale çizgisinde 7 kişiyle duran takım daha dinamik ve kontraatakla Manchester'ı eleyen takıma dönüştü. Ama ligde kalabalık hücum eden takım kimliği değişmedi. Başarılarda da başarısızlıklarda da bu böyleydi.

Futbol değişti, gelişti, elbette. Bu gelişimin özü de takım defansı ve iki yönlü oyuncular değil mi? (Schuster'in yorumu da bu yönde patlamıyor mu zaten? Takım halinde defans yapmayı futboldaki diğer herşeyin üstüne koyuyor gibi gördüğümüz Ziya Doğan'a darılmış ama böyle bir takımdan iki gol yemesine daha çok bozulmuştur sanırım. Veselinoviç takımı mı eski model acaba Ziya Doğan takımı mı? Ya da zaten, eskiden tek bir model mi vardı sanki? 60larda catenaccio vardı da WM yok muydu? 8 kişiyle defans yapıp 8 gol yediğimiz milli maçlar da hatırlarım, 5-4-1'le Euro 96'ya katıldığımızı da)

Peki yukarıda örneklerini verdiğim kadroların karşısına çıkan rakipler katı savunma yapmıyorlar mıydı? Saftig'i hatırlayanlar vardır aranızda. Samsun-Antep-Antalya 3'lüsünü? Hepsi katı savunma artı 1-2 kişiyle hızlı kontrataklar sonucu yenmiş 5 gole karşılık Kubilay-Saffet-Hakan-Arif gibi hücum hattıyla atılan sıfır golle kaybolan sezonu? Tam da bu yazıda açmaya çalıştığım konunun kötü örneği, ağızlarda bıraktığı kötü tat. Peki ya aynı sezonu Falco-Stumpf-Bülent 3'lüsüyle geçirmiş olsak, kalede Hayrettin yerine birisi olsa üst üste 3. şampiyonluk gelir, Daum'un Türkiye macerası 1.5 yılda bitebilir miydi? Belki de.



O, o zamandı diyenlerin elinden tutup gelirim 2005-2006 sezonuna. Gerets'e gelirim. Hasan Şaş - İliç - Necati - Hakan Şükür (Ümit Karan)'a gelirim. 4 senede mi değişti herşey? Diziliş ve oyuncu seçimi kadar taktik de önemli değil midir? Rıza Çalımbay, Ali Sami Yen'e Mehmet Yılmaz - Ümit Karan - Serdar - Youla'yla çıktı mı? Çıktı. Takım savunmasını gene de doğru yaptı mı? Evet. Başarılı oldu mı? Evet.



Evet bir ideal olmalı. Daha dengeli, daha rakip farketmeksizin efektif olabilen bir takım yaratılmaya çalışılmalıdır. Bununla bir sorunum yok. Ama eğer söz konusu takım 13. hafta sonunda -3 averajla onuncu sıradaysa illa da şart değildir belki bunu diyorum sadece. Hagi'nin seneye de kalacağını çok tahmin etmediğimden de kaynaklanıyor belki bu tutum biraz. Yani bir kadro ve sistem oturtup, seneye de olmuşun üstüne koyarak gider gibi gelmiyor bana. İnanmıyorum pek. Hele Adnan'lara rağmen.


O zaman ben de şunu diyorum bir kez daha: 2 beraberlik bile fazladır bundan sonra. 1'i oldu bile. Kötü bir Kayserispor önünde çok da kötü değildi pazar günkü futbol ama daha fazla hücum etmesinin önünde bir engel yoktu Galatasaray'ın. O bir puan ne işe yaradı ki? Önümüzdeki maç Beşiktaş karşısında da aynı oyunla iyi bir sonuç alınması da mümkün. Gene de benim durduğum yer aynı olacak. Yetenekli hücumcularını topyekün kullanmalı Galatasaray bugünden sonra. Dizilişi 4-1-3-2, parolası saldır. Evet Song-Tomas gibi bir ikiliyi çok arar Galatasaray bu anlayışta. Varsın olsun, herşeyi tam ve doğru yapalım derken yapılan hatalar da aynı sonucu getiriyor nasıl olsa. Geriye de dönen, defansta yardımlaşan takım olabildiğini görüyoruz Galatasaray'ın ama hücum edebildiğini? Defansta kalabalıkken yediğimiz goller de az değil. Gol atamadan yemek ile gol atamadan yememek arasında bir takımız. Kaybedilecek birşey kalmayan şu ortamda beni çıldırtıyor bu. Hızlı, kaotik, dengesiz bir ofans takımı istiyorum ben, evet, çağdışı, evet gerçek eski model(!) Pısırık, kısır, umutsuz, en yetenekli oyuncularına sırt çeviren bir takım değil.

4'lüyü nasıl yaparsan yap, çıkar ileriye. Önlerine Cana'yı koy, tek defansif orta saha. Sağda Elano, solda Arda, ortada Misi. Önlerine Pino'yla Baroş'u koy, Kewell'la Batdal yedeklesin bu ikiliyi. Antrenmanlarda hızlı çıkmayı baz alan setler çalış boyuna. Derdin gol atmak olsun, gol yememek değil. Alınan sonuç da, yenilen kontraatak golleri de umurumda olmayacak. Ama iddia ediyorum hissiyat değişecek takımda, tribünde, bende (evet ben taraftarım, ve evet hisiyat işidir takım tutmak) ve belki de en önemlisi rakiplerde. Arda gitmeden, Baroş'la Kewell tamamen bitmeden, Misimoviç'le Elano aforoz edilmeden döktürseler, 3-5 kere bile olsa müthiş maçlar çıkarsalar fena mı olur? 3 sezondur plansızlık, vizyonsuzluk, istikrarsızlıktan, hayal kırıklığından başka birşey vermedikleri şu taraftara en azından böyle bir hediye verseler ne olur sahi? Alex Ferguson hani bir takımın herşeyini daha iyi yapmaya çalışırken hepsinde birden başarısız olmakla ilgili demiştir ya, güçlü olan yanını sivriltmek bazen daha önemlidir. Eğer konu Galatasaray ise ben de diyorum ki sivrilteceğin hücum olmalı. Uzun vadede, doğru dürüst yöneticiler ve teknik rehberlik ışığında şekillenecek takım da bu temelin üstüne yapılacak modifikasyonlarla kurulmalı.

Bugüne dönersek, yukarıda verdiğim kadroyu Feldkamp oynatabilir miydi? Teoride de olsa (o da yabancıların başına gelebilecekler yüzünden) bence evet. Arda'nın Feldkamp öncesinde 60. dakikada bitmesi sendromunu hatırlayalım. Ve sonrasını. Bu baklavadaki Arda ve Elano da çok efektif pres yapamasalar bile topun arkasına geçecek kadar atletlik yapabilir. Pino ileride eski Necati misali takılsa da geriye gelip göbekte Misimoviç'in yanına girebilir top rakipteyken. Velhasıl-ı kelam "if there is a will, there is a way" derler Anglo'lar, ama burada da "niyeti namazda olmayanın kulağı ezanda olmazmış" diyorlar. Hagi, gel dönelim bu yoldan, vazgeç şu defansı "sağlam" takımdan, şu "dengeli" maçlardan.

Sakatlık hikayesini pas geçmiyorum. Bu isimlerinin hepsinin bir arada sağlam olmalarını kimse gibi bende beklemiyorum. Ama alternatifleri de yine hücumcu olmalıdır bunların. Yani kanatlar için Sabri-Barış-Ayhan değil Emre-Serdar ilk alternatiftir. Misimoviç'in yedeği de Mustafa değildir, Elano'dur Arda'dır. Ortaya kayanın yerine kanatlarda çocuklar oynar yine.

Bitirirken, çok kısa da olsa, önümüzdeki sezonlara bir bakış atayım diyordum ama ayrı bir posta dönüştürsem iyi olur herhalde, zira beklemediğim kadar uzadı bu yazı.

Jose'nin Oyunu

Maç skorlarını internetten takip ederken son dakikalarda Ajax karşısında Real Madrid'den iki oyuncuya kırmızı kart çıktığını gördüm. Kavga çıkmıştır diye tahmin ettim ama Ramos da Xabi Alonso da ikinci sarı kartlarını görerek oyun dışında kalmışlardı. Tam anlayamadığım olayın ne olduğunu özetlerde gördüm. İki oyuncu kenardan gelen direktif sonrasında bilerek birer sarı kart daha görerek oyun dışına çıkmışlardı. Görüntüleri burada görebilirsiniz. Böylece sonraki maçlar için sarı kart cezalısı durumuna düşme risklerini azalttılar, birer sarı kartı silmiş oldular.

Çok şaşırtıcı değil. Hele ki ilgili takım Real Madrid ve tepedeki adam da Mourinho olunca hiç şaşırtıcı değil. Mourinho bir de utanmadan maç sonunda "böyle rahat bir maçta kırmızı kartlar çok gereksizdi" gibilerinden bir şeyler söylemiş.

"Bunda ne var? Kendini yere atmak ile aynı şey" diye düşünüp bu olayı önemsemeden geçenler olabilir. Saygı duyarım ama ben öyle düşünmüyorum. Daha önce de bilerek kart görenler oldu, bunun benzerlerini ülkemizde de gördük ama iki oyuncunun arka arkaya dalga geçer gibi kart görmesi ve bunu daha ufak hesaplar peşinde koşarken yapmaları beni rahatsız etti.

Benim rahatsız olmamda işin içinde Real Madrid ve Mourinho'nun olmasının da mutlaka payı vardır ama Kopenhag maçında Barcelona yedek kalecisi aptal Pinto, rakip oyuncu ofsayt düdüğü sanıp da topu bıraksın diye ıslık çaldığında da ceza alması gerektiğini düşünüyordum. İnsanları aptal yerine koyup da avantaj elde edenlerin cezalandırılması gerekir.

Bu sarı kartlık hareketleri hakem çözememiş olabilir ama maç sonunda işin aslının ne olduğu ortaya çıkmışken UEFA'nın bu olaya gereken cezayı vereceğini umuyorum. Çıkan haberlere göre de soruşturma başlatmaya hazırlanıyorlarmış. Umarım kasıtlı olarak görülen bu kartları centilmenliğe aykırı olarak değerlendirirler ve fazladan birer maç ile daha cezalandırıp bu zeki arkadaşlara gereken dersi verirler.


23 Kasım 2010 Salı

Fenerbahçe 5-2 Bucaspor

Fenerbahçe’nin devre arasına kadar sürdürmesi gereken galibiyet serisinin ilk maçıydı ve herhalde kimsenin galibiyetten şüphesi yoktu. Oyun bir süre berabere devam etseydi maçı daha farklı ve uzun yorumlamak gerekebilirdi ama Fenerbahçe maça 1-0 önde başlayınca işler değişti. 10 dakika sonra fark ikiye çıkınca da maç orada bitti.
.
Sahaya çıkan kadroya bir itirazım yok, Gökay’ı ilk 11’de görmek herhalde her Fenerbahçeliyi memnun etmiştir. Ben dün oynadığı futboldan memnun kaldım. Sinip kalmadı, korkmadan top aldı ve rakibe bastı. Fiziği haliyle şu an yetersiz ama güçlenecektir. Boyunun kısa olması biraz sıkıntı yaratacaktır ama neticede ismini onunla beraber andığımız Emre de 1.80 değil. Gökay bana umut verdi ama daha çok yolu var. Kadodaki Caner-Andre Santos değişikliği de bence mantıklıydı. Caner Antep deplasmanında kötüydü, bu maçta da oynasaydı formasının garanti olduğu gibi bir düşünceye girebilirdi. Andre Santos’un bu sezon sergilediği performans hiçbirimizi memnun etmiyor ama bir anda üzeri çizilecek bir futbolcu olmadığını düşünüyorum. Ona birkaç son şans verilebilir. İlki Bucaspor karşısında verildi ve muhtemelen milli maç yolculuğunun da etkileriyle çok kötü oynadı.
.
Fenerbahçe’nin takım olarak maç içinde yaşadığı iniş ve çıkışlara artık bir çözüm bulmak gerekiyor. Dün ilk 35 dakika ile son 20-25 dakikada oynanan futbol ile arada kalan bölüm arasında çok büyük farklar var. Aynı temponun 90 dakika devam etmesini isteyecek kadar doyumsuz değilim ama tempoyu düşürüp aktif dinlenmek ile ipleri tamamen rakibin eline vermekte fark var. Fenerbahçe dün anlamsız bir şekilde ikinci devrenin başlaması ile birlikte oyunun kontrolünü Bucaspor’a verdi. Golü yedikten kısa bir süre sonra ise hakemin ve Bucaspor’lı bazı oyuncuların dürtmesiyle devre başından beri uyuyan takım tribünlerle birlikte tekrar ayaklandı ve iki gol daha buldu. Bu kadar keskin değişiklikleri aynı 90 dakika içinde yaşamak kabul edilemez. O kötü 20 dakika Bucaspor’a karşı telafi edilebiliyor ama daha kuvvetli takımlar karşısında puan kaybına neden oluyor. Aykut Kocaman mutlaka kafasını bu probleme yoruyordur ve umarım çözümünü bulacak.

Bir diğer çözüm bulunması gereken sorun da çok açık bir şekilde gözüküyor ve hepimizin de zaten dilinde, savunma problemleri. Sıkıntı sadece savunma oyuncularından kaynaklanmıyor, takım savunmasında sıkıntılar var. Eskiden takım fazla adamla çıkılan hücumların dönüşünde pozisyon verirdi ama artık yerleşik durumdayken bile problem yaşanıyor. Fenerbahçe alan daraltamıyor, savunmaya yerleştiğinde oyunu sıkıştıramıyor. Şu anda orta sahada oynayan isimlerin yapısı böyle bir şeye müsade etmiyor. İyi bir Selçuk bile bu noktada çok faydalı olacaktır ki zaten devre arasında orta sahaya bir takviye gelecek gibi duruyor.

Tribünlerin Bilica’dan sonra bu haftaki hedefleri de Cristian ve Andre Santos oldu. Bence oyunculara homurdananlardan bir çoğu bunu kendi gördükleri ışığında yapmıyorlar. Rıdvan da dahil olmak üzere Fenerbahçe medyası kimi hedefe koyuyorsa ona yükleniyorlar. Hedefe konan isim ne yaparsa batıyor, oyuncunun özellikle hatası kovalanıyor. Bu taraftar medya güdümüyle Alex’i bile yuhaladı, daha ötesi yok. Şimdi de aynı gaz ile Brezilyalılara karşı bir tavır var. Benim de memnuniyetsizliğim var ama 5 gol atılan bir maçta oyuncu ıslıklayacak kadar nefret dolu değilim. Cristian ıslığı yediğinde daha arkadaki bir arkadaşına pas vermişti çünkü önünde top atabileceği kimse yoktu. Geriye oynamak her zaman yanlış değildir, herkes de Alex gibi en görülmeyecek noktaları görüp en imkansız pasları atamaz. Ama işte yeri geldiğinde Cristian Alex olamadığı için, kimi zaman da Alex bir ön liberonun yaptığı işleri yapamadığı için tepki görebiliyor. Ama Cristian düz adam, Alex de koşmuyor zaten.

Cristian’ın şiddetli bir savunucusu değilim ama mesela geçen sezon da herkes kadar tepki dolu değildim. Dün de kötü oynamadığını düşünüyorum, ilk golün pası da ondan geldi. Her şeye rağmen devre arasında ayrılması iki taraf için de daha hayırlı olacaktır, artık ömrünü doldurdu. Hatta Andre Santos bile iyi bir teklif gelirse yeri doldurulmak şartıyla bırakılabilir. Ne yazık ki bu ıslıklar ancak böyle kesilecek gibi duruyor. Santos ile Cristian’ı geçiyorum bu ıslıklar her oyuncuyu etkiler. Mesela dün ben Gökay’ı düşündüm, belki Saraçoğlu’nda oynadığı ilk maçta doğru bir geri pas yapmaktan korkacak ve top kaptıracak. Belki sahada ürkek oynayacak, ayakları titreyecek. Saraçoğlu’nu Fenerbahçeli futbolcu için de zor bir hale getirmenin cezasını yine Fenerbahçe çekecek.

Bir de Semih’e değinmeden geçemeyeceğim. Bu adamda acaip şeyler var, en kötü haliyle bile bir şekilde golü çekiyor. Dün oyuna girdikten sonra 10 dakika içinde 1 gol ve 1 asist yaptı. Ligdeki gol sayısını da 7’ye çıkardı.

Fenerbahçe’nin önünde oynayacağı çok önemli 4 maç ve alınması gereken 12 puan var. Bu 4 maçın en önemlisi ve en zoru ise Cumartesi günü Olimpiyat Stadı’nda oynanacak. O maçtan çıkacak 3 puan ve kazanılacak ivme ile devamının gelmesi durumunda Fenerbahçe ilk devreyi sezon başındaki şartlar düşünülünce çok iyi bir yerde bitirecektir.

Alex ve 3000. gol mü? Camia olarak hepimiz o golü onun atmasını çok istedik ve oldu. Sanırım olacağını biz de biliyorduk, o da biliyordu. Maçtan bir önceki gece Twitter’da “yarın 3000. golü......” yazmıştı. Benim artık onu anlatacak bir kelimem kalmadı. Onu canlı olarak izleyebildiğim için ne kadar şanslı olduğumu çok iyi biliyorum ve artık sadece onunla geçen her anın keyfini çıkarmaya çalışıyorum.

19 Kasım 2010 Cuma

Ah Cimbom Vah Galatasaray 1


Öncelikle, neden bu kadar nadir yazdığımla başlayayım. Abidik gubidik akla ilk gelen şeyi yazmaktansa, biraz bekleyip düşünmeyi severim. Ama gel gör ki, tam ve geniş kapsamlı bir fikir oluşturana dek konuyla ilgili şartlar değişiveriyor buralarda. Oluşturmaya çalıştığın fikrin daha hafta sonu gelmeden çöpe gittiği bir ortamda nasıl uzun vadeli çalışma yapılır, yapılsa da sürecin tamamlanmasına imkan olur mu? Çok güzel, pek harika 3-4 yıllık planlar yapıp bir-iki ayda bir değiştirdiğiniz sürece ne olur? Evet bu Galatasaray, ama değil sadece sporudur, futboludur, kötü niyetli planlar dışında bu bütün ülke değil midir? Herneyse, boyumu geçen sulara açılmadan hiç olmazsa, sabır... sabır... diye diye biriktirdiğim görüşlerimi sıralayayım sarı kırmızılarla ilgili. Az buz değil galiba. Madde madde sıralarken bütünleştiririm umarım.


Manisa maçındaki tribün tepkisine göre gidelim. Önce Ali Turan'a patladı taraftar. Bu adamın sağbek değil de stoper olduğunu Filipinlerdeki 14 yaşındaki FMciler bile biliyor. Sağbekte zorunluluktan oynadığını da. Dahası Türk seyircisi bu adamın Galatasaray'da oynamak için (!!) 6 ay futbol oynamadığını da biliyor üstelik. En formda dönemlerinde bile bazen sağ bek oynarken rakibin önünü kesebilen ve hızlı bir adam olarak (Kayseri'deki gibi düşük beklentiler önünde üstelik) vasatı aşamayan bu adamı ıslıklamak ve yuhalamak, mağlubiyeti, kötü futbolu onun üstünden doğru eleştirmek boş iş. Geçelim. Ortada stoper bölgesinin yedeğidir. Gökhan Zan'dan da iyidir bence.


Gelelim banko ve maç başına 1 asistle oynayan Servet'e. Manisa maçında gol yedirmesi de, top kayıpları da bildiğimiz Servet. Hangisi, iki Servet'ten kötü olanı. Bir ekstra Servet vardır, nasıl bu kadar iyi oynadığına inanamadığımız. Garip olan, şu ana kadar kariyerinde heralde 30-40 maç gördüğümüz bu ekstra Servet'in varlığı aslında. Çoğu Feldkamp döneminde, bir kısmı Sivas'ta, bir kısmı da Skibbe döneminde gördüğümüz Servet bu. Diğeri, son dönemde sık sık gördüğümüz, Fenerbahçelilerin gayet iyi tanıdığı Servet ise, aslında normal Servet'tir. Fenerlilerin "al bak size diyorduk" demek için zevkle parmak kaldırdığı Servet. Abimin ve birçok diğer Galatasaraylının daha gelirken öngördüğü, inanmadığı Servet. Hani "bana inanılan yerde..." gibi cıvık laflar etti ya. Aslında tam tersi. Kimsenin ona inanmadığı dönemlerde kendini ispat etmeye çalışan Servet'in futboluyla "beni ne Marsilyalar istedi de babam vermedi" Servet'in futbolu arasındaki farkı gördük. Son olarak Song ve Tomas da gol yedirirdi bu takıma, Popescu'yla Bülent de. Ama kimse akıllarının ve gönüllerinin konumundan şüphe etmedi, midesi bulanmadı. O Song ki mesela, Afrikalı bütün oyuncular kendisine kaptan ve baba olarak bakar, asla kendisiyle Galatasaray klubü arasındaki ilişkiyi yanlış yorumlayacak bir ego gösterisine girmedi, girmez. Kimse de Song'u yıllar sonra yavaş kaldığı pozisyonlarla, ıskaladığı hava toplarıyla filan hatırlamayacak. Ha neden bahsettiğimi bilmeyen varsa (bu bloga nerden yolu düşmüş bilinmez), son dönemde en aklı başında Galatasaray seslerini okuduğum Sorosçu Aslanlar'daki ilgili entry herşeyi açıklar sanırım.


Neyse ağzımızdaki acılığı biraz atalım da Cana'dan bahsedelim. Göklere çıkaracak, "işte bu uleeayn" filan diye gazlayacak değilim. Sakatlanmasın yeter. Ayrıca çok NET söylüyorum (fazla iddialı oldu bile) tek önlibero oynar, hele bu saatten sonra. Takımın kalan sezonda ne yapması gerektiğine dair keseceğim ahkamlar daha sonra. Ama Cana yanına Mustafa, Ayhan veya Barış olmadan da oynar. Baklava olur yani. Bekleri hücuma çok çıkarmadan ve evet pek modern zodern olmayan bir taktikte oynamalı takım. Neyse...

Genel olarak sıkça gözlemlendiği üzere kadroda belli bir kalite istikrarsızlığı, bir yedek sorunsalı bence de mühim. Bu sebeple belli bir 14-15-16 kişinin sürekli olarak birlikte oynadığını, birbirine alıştığını ve kaynaştığını görmedik şu başarısız 3 senede (ya da 10?). Mutlaka olmalı mıdır? Rotasyon gerçeği yok mudur? Vardır elbet, ama bir de kadronun temeli olur, hocanın oyun anlayışını taşıyıp, yanına yeni oyuncuları entegre ettiğin. Yok mudur yani? Birşey aradığım için mi böyle düşünüyorum? Peki şöyle baksak, (bize fazlasıyla uzay örneği olacak ama) ManU kalkıp da Giggs'in, Scholes'un, Neville'ın daha genç, daha trendy çocuklar alamaz mıydı ilk başarısızlıkta? Veya Lyon Juninho'yu yedek medek de olsa kadroda tutsa fena mı olurdu? Bilmiyorum, önemli de değil, yani bu yazının amacı da değil, beyin jimnastiği sadece..


"Gençleri oynatsın aabi!"
Tabi. Mutlaka. Lakin kim onlar? -Fark etmez aabi, bundan kötü mü olacaklar? Peki. Emre Çolak zaman alsın zaten, tamam. Bunu yaparken bir yandan da Serdar Özkan'a şıkır şıkır paracıkları vermeyeydik iyiydi ama neyse. Geçelim. Başka? Aydın Yılmaz mı? Hahayt, şaka heralde. Fener'de küfür kıyamet kariyerini devam ettirmeye çalışan Uğur Boral'ın yarısı eder mi? Genç takımlardaki başarılarının hatrına Abdullah Avcı'ya en az 1.5 sezonluğuna, mümkünse 2.5 seneliğine kiralık gitsin. 2-3 maç değil 20-25 maç ilk 11 oynasın da görelim 1. lig topçusu mu (bizde oynar mı demiyorum bile). 25 yaşındaki Mehme Batdal da genç oyuncu filan değil bu arada, medyada unutuluyor asıl yaşı. Cumhur'du, Anıl'dı, Cem Sultan'dı filan ben pek tanımıyorum. İyi şeyler yazıldığını gördüm arada bir bu oyuncular için. Ama kime göre, kimin karşısında iyiler kimse bilmiyor. Yani şunu diyeceğim bu konuda: Mehmet Güven. Övüle övüle bitmeyen Mehmet, sarı kırmızı formayı hiç bir alışında taşıyamadı ama Manisa'da belli bir standartta bir oyuncu işte. 10-15 maç iyi oynasa, kalkıp geri getirsek kendisini takıma, beklentim yine öncekinden fazla olmaz. Bu kim? Arda'nın "ben dahil jenerasyonun en iyi futbolcusudur" dediği Mehmet Güven. Demek ki bu kadar basit değil "gençleri oynatmak aabi", yanlış mı?

Daha önemli konuya gelelim benim gözümde. Bundan sonra, en azından bu sezon kaybedecek birşey kalmamışken, dizilişi, taktiği ve sistemi oyunculara göre basitleştirmek hikayesi bitsin. Onu oynayamıyorlar çünkü kalitesi yetmiyor takımın, o zaman daha yavaş oynayalım, bunu oynayamıyorlar çünkü pozisyon bilgileri sınırlı daha kalabalık olalım, şunu oynayamıyorlar çünkü geriye yardım etmiyorlar, giden gelemiyor, gelen gidemiyor. Eee, o aman 5-4-1 oynayalım, liberolu miberolu. Var mı ötesi? Takıma verilecek en güzel ceza, aynı oyuncuları yapamadıkları, beceremedikleri taktikte maç üstüne maç oynatmaktır. Yenilsin, yuhalansın, kahrolsunlar. Rezil olmamak için düzelmek, çalışmak, birbirine yardım etmek ve inanmak zorunda kalsınlar. Tek başlarına bir hiç olduklarını, sadece birarada herhangi birşey olabileceklerini ağlaya ağlaya anlasınlar. Şimdi düşününce kadro dışı bırakmaya prensip olarak karşı olan Rijkaard'ın da yaptığı buydu sanırım. Ama nerede o karakter, nerede o özeleştiri yapacak ego? Takım en iyi hücum futbolunu oynarken "bu ne yea geberdik, defansı kalabalıklaştırmak lazım" diyen gumbaklar varken. (Garibim, kıvırcığım stoper istedi durdu. Yahu en azından bu yaz kesin emindim, Neill'ın yanına sağlam bir adam alırlar dedim. Olmadı Ali Turan var, Hakan Balta var dedim de şu haliye Servet'in her maç 11 olacağını tahmin edemedim. Neyse Servet hikayesi değil bu.) Bu aslında "bu hoca da taktı bize" edasıyla kendini geliştirmek şöyle dursun geriye giden arka sıra öğrencilerinin hikayesi. Takım dediğinin bal gibi bir karakteri olur. Çirkefliğe de ulaşabildiği için Galatasaray'lı olmayanların gıcık kolduğu "o dönemlerde" takımın kazanan bir hırsı, bir takım bütünleşmesi veya ortak kavgası vardı. Sonuçlar ne olursa olsun Galatasaraylıyı üzen işte bunu görememektir. Yok Lincoln'ün iyi oynadığı 2-3 maçta, ya da 2008 şampiyonluğunda filan beni heyecanlandırmayan, umutlandırmayan, yarım sevinmeme yol açan da bu resimdir.

Olacak şey değil ya, yukarıdaki fantazimin (kimsenin maçası yemez bu camianın bugününde) amacı da budur. Bu karakteri kazanmak. Niye büyük futbolcu olduklarını ispat etmek zorunda kalsın, kurtarılmasınlar. Sen 350 gramlık yıldızsın, ben yarım kiloluk tartışmaları yerini 'nasıl takım olarak bu maçı kazanırız'a dönse, olgunlaşılsa egolardan sıyrılınıp. Kaynaşılsa, dostluklar gelişse. İyileşme süreci annem. "Hepsi gitsin doğru dürüst adamlar alalım, bu yabancılar hep isteksiz, sektürün gidün" takımı değil çünkü Galatasaray. Ya da değildi, eskiden. Vasat bir paralı Anadolu takımı gibi yönetilirseniz böyle Siirt Jet-Pa gibi, Uzan'ın İstanbulspor'u gibi de sonuçlar alırsınız. Florya'nın havasının bile formayı giyen topçuya kupa kazandırdığı günlerden geldiğimiz noktaya bak. 2000'lerdeki 3 şampiyonluk (ki zararları faydalarından çok olmuştur belki bunların) dışında 10 yılda 1 Türkiye 1 Süper Kupa var. İnanılmaz.

El netice, devre arası kesinlikle transfer yapılmasın. Tabi minik bir-iki tavsiyem var naçizane. Bir, Servet haliyle derhal bırakılmalı. Maliyet, gelir, fiyat düşünülmeden. Rıdvan Hazretleri ve diğer sanırım birçokları için milli takımın bankosu, bölgesinin en iyisi. Tamam, peki. Gitsin oynasın. Nerede isterse. Fener'e gitsin bize gol atsın, atıyorum Shakhtar'a gitsin, döktürsün, herkes birbirine "görüyor musun" desin. Umurumda değil. Uzatmak istemiyorum, lakin Servet'i alana yanında Gökhan Zan'ı da eşantiyon olarak versek, kofre accık daha pahalıya satılır, şahane olur.


Serdar Özkan'ın ise biraz kalıp Hagi tarafından tartaklanması taraftarıyım. Sıça döküle, azar yiye yiye oynasın bi 10-15 maç ak köt kara köt çıksın ortaya. Mustafa Sarp da sezon sonuna dek kalacaktır. Ne kadar az süre alırsa o kadar iyi. Hakan Balta stoper, Insua sol bek oynasın. Balta'nın yedeği de Ali Turan'dır.

Evet şu halde bile sadece Baroş oynayabiliyor olsa çok şey farkeder. Ama yoksa da Mehmet Batdal oynasın. Ne kaybederiz babuş? Pino ne kadar santrfor? Oyunu forse etmediğimiz Fener maçında 2-3 şut çekti diye oynatmaya devam edip de kalabalık savunma içinde tamamen kaybolduğunu gördüğümüz Pino'dan kötü olmaz Mehmet Batdal. Haa, ama Hagi illa da "bu ne lan" diye bakacaksa Batdal'a, genç ucuz ve hızlı bir yabancı oyuncu kassınlar devre arasında. Aynı ölçüde, Allah izin verir de Servet'le Gökhan'ı da yollarsak devre arasında, yaşlı bile olsa fark etmez, düzgün bir stopere para ayrılsa çok iyi olur tabi ama sezon hedefleri itibariyle olsa da olur olmasa da olur. Hatta transferi kimin yapacağına göre hiç olmasa daha da iyi olabilir.



Aslında bu yazının ana fikri tam da Misimoviç'in kadro dışı bırakılmaması denilebilir. Tekrar edip duruyorum ama kaybedecek birşeyi kalmadı takımın bu sezon. En azından senede 2-3 milyon kazanan adamlarını herşey tamamen berraklaşıncaya kadar oynatmaktır 20-25 maç. (Servet'i neden bir yana ayırdığımı bir daha nlatmama gerek yoktur herhalde). Hatta sonra da değineceğim üzere deli saçma bir hücum futbolu oynamaktır. Farklı galibiyetler, mağlubiyetler alınan, ama 1-0 yenip yenilinen, beraberlik alınan değil. 2 beraberlik bile fazladır kalan sürede (son anda beraberliği yakalayan biz olduğumuz senaryolar hariç). Önümüzdeki sezonun takımını oturtmaya çalışmadan, önce çok para verilen hücum oyuncularının neler yapıp yapamadığını en azından görecek kadar. Şu andan sonra koşuyor diye Barış'ı Elano'ya Sarp'ı Misimoviç'e tercih ederek hiç ama HİÇ kazanılacak şey yoktur.

Şimdilik bu postu burada kesiyorum ama elimde 2-3 posta daha yetecek notlar var. Onları da farklı başlıklarda toplayayım diye düşünüyorum. Şimdiden anons edeyim de fiyakalı olsun. Bundan sonra sırayla; kalan sezon boyun oynanmasını umduğum sistem ve mantalite, Adnanlar ve yönetim, 2011-2012 ile başlayacak Aslantepe'nin takımı, ve son olarak da tribün ve taraftar üzerine düşüncelerimi paylaşacağım.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Formula 1 Abu Dhabi GP / Yas Marina

Hafta sonu sportif anlamda kötü geçti ve bloga sadece Vettel’in şampiyon olduğunu not edebildim, fazlası içimden gelmedi. Ferrari’nin son yarışa pilotlar şampiyonası lideri ile girmesi beklenmedik bir şeydi, Alonso’nun şampiyon olması da çok büyük bir başarı olacaktı. Ama daha iyi olan takımın pilotu ve en hızlı araç sezonu zirvede bitirdi. Red Bull markalar klasmanındaki şampiyonluğundan sonra Sebastian Vettel ile duble yapmış oldu.
.
İlginç bir yarış oldu. Alonso yarışa üçüncü sırada başlıyordu ve en büyük rakibi Webber ile arasına da bir pilot koymuştu. Webber saf dışı kalmış sayılırdı, Vettel’in yarışı kazanması halinde ise Alonso’ya 4. olmak bile yetecekti. İyi start alan Button üçüncülüğe yükselince Alonso ve Ferrari biraz stres altına girdi, yarışın henüz başıydı ve sağlam bir Webber baskısı yiyecekti. Henüz ilk turun ortalarındayken yarışın ve şampiyonanın kaderi çizildi. Schumacher’in basit hatası sonrasında olan kaza ve güvenlik aracının girmesi ilk başta o kadar önemli bir olay gibi gözükmüyordu ama turlar ilerledikçe bu güvenlik aracı periyodunda Rosberg ve Petrov’un yaptığı pit stopların işleri ne kadar değiştireceği ortaya çıktı. Belki de Schumacher’in bu kazası vatandaşı Vettel’i dünya şampiyonu yaparken Ferrari’yi üzüntüye boğdu.

Her şeyi bu basit kazaya bağlamak olmaz, gerizekalı Domenicali bizi şaşırtıp da biraz akıllı davranabilseydi o kaza yarışa bu kadar etki edemeyecekti. Önce Webber erken bir pit stop yaptı. Ferrari tüm dikkatini Webber’e vermişti ve stratejisini de yarışı 5. sırada götüren pilota göre yapıyordu. Önce Massa’yı pite alarak Webber’in önüne geçirmeye çalıştılar ama başarılı olamadılar. Kısa bir süre sonra da Alonso’yı pite aldılar. Alonso yarışa beklendiği gibi Webber’in önünde döndü ama işte hesaplamadıkları bir şey vardı. Güvenlik aracı periyodunda pit stop yapan pilotlar Alonso’nun önüne geçmiş ve İspanyol pilotu 7. sıraya itmiş oluyorlardı. Yarış sonuna kadar da bu heyecanı izledik. İki Renault pilotu Kubica ve Petrov, Hamilton ve Alonso’yu arkalarında tutarak tüm yarış boyunca Red Bull’a çalışmış oldular. Düzlüklerde Petrov’u yakalayamayan Alonso atak şansı bulamadı ve yarışı 7. sırada tamamladı. Onun yarışı bitirmesiyle birlikte de Sebastian Vettel Formula 1 tarihinin en genç şampiyonu oldu ve biz de onun gözyaşları içinde yaptığı telsiz konuşmalarını dinlemeye başladık.

Sebastian Vettel çok yetenekli ve iyi bir pilot ama bu şampiyonluktaki en büyük faktör altındaki mükemmel araçtı. Hatalar yaptı, şampiyonluk yarışında geride kaldı ama mücadeleyi bırakmadı ve son 4 yarıştaki performansı ile hak ettiği bir şampiyonluk aldı.

Üzüldüm, ekran karşısında bir süre taş oldum. Ferrari Massa’dan sonra Alonso ile de son yarışta trajik bir şekilde şampiyonluk kaybetti. Yine de Vettel’in şampiyon olmuş olması üzüntüyü biraz hafifletti, Hamilton falan olsaydı yıkılırdım.

Alonso bu sezon boyunca çok iyi bir iş çıkarmıştır. Red Bull’dan çok daha yavaş, hatta sezonun büyük bölümünde McLaren’den de daha yavaş bir araç ile “Domenicali’ye rağmen!” son yarışa kadar şampiyonluğu kovalamıştır. Red Bull ile yarışıyor olsaydı belki de bitime 7-8 yarış kala şampiyonluğu ilan edebilirdi. İticidir, zaman zaman çirkeftir ama bence bireysel performans olarak baktığımızda bu sezonun en iyi pilotu Fernando Alonso’dur. Son yarışa kadar harika bir şekilde gelip takımının yaptığı taktik hata sebebi ile de şampiyonluğu kaybetmiştir. Tüm çabaları aptal bir karar ile boşa gitmiştir.

Ferrari başkanı Luca di Montezemolo’nun açıklamasını gördüm, bir yerinde “Domenicali bu sezon harika bir iş çıkardı” gibi bir cümle geçiyordu. Domenicali’de başarılı olduklarına dair bir şeyler söylemiş. Bu ikisi arasındaki ilişki Galatasaray’daki Adnan’ların ilişkisini andırıyor. Ferrari’nin şampiyon olmadığı bir sezon nasıl başarılı sayılabilir anlamıyorum. Bu takım geçen sezonu 2010’a hazırlanma gerekçesiyle çok gerilerde bitirdi ve buna rağmen ortaya yine vasat bir araç çıktı. Mesela Massa’nın hali araç hakkında daha iyi bir değerlendirme imkanı verebilir. Sadece Alonso sayesinde başarılı gözüktüler. Son yarışta Alonso 7. Massa da 10. olunca markalar şampiyonasında ancak üçüncü olabildiler. Domenicali bu başarısız sezonun içine bir de eline yüzüne bulaştırdığı takım emri olayını karıştırdı ve bu adam için hala başarılı diyebiliyorlar. Takımdan kovulmadığı sürece Ferrari’nin iyi işler yapabileceğine inanmıyorum, pilotların yaratacağı mucizelerle ne kadar olacaksa en fazla o kadar olur. Ross Brawn ve Jean Todt’u çok özlüyoruz.

Ferrari başarısız oldu, çok istememe rağmen Schumacher’i de podyumda göremedim ama bunlara rağmen F1 2010 sezonu çok keyif aldığım ve heyecanlandığım bir sezon oldu. Bu arada başta Serhan Acar olmak üzere TRT’ye de teşekkür etmek lazım, ben bu sezon yaptıkları yayıncılıktan memnun kaldım. Özellikle son yarışta bir kez bile reklama gitmeyerek bizi çok sevindirdiler.

Önümüzdeki sezon için öncelikli dileğim İstanbul Park için hayırlı haberler duymak ve tabii ki Domenicali’siz bir Ferrari..

Gaziantepspor 2-1 Fenerbahçe

Fenerbahçe için Galatasaray maçı sonrasında koyduğum 8 maç-20 puan hedefinde Bursa deplasmanı ile beraber Antep deplasmanı için de 1 puan yazıyordu. Ve bu hesaplar yapılırken Özer, Selçuk gibi sakat isimlere eklenen Niang, Lugano ve Emre’nin yokluğu düşünülmemişti. Bu yüzden çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamadım, maç sonrası ağır eleştiriler yapanlar kadar da sinirlenmedim. Üzüldüm çünkü ciddi eksiklere rağmen hesaplarımdan 2 puan fazlasını alabileceğimiz bir maçtı ama olmadı.

Aykut Kocaman’ın Bekir tercihi mantıklıydı, sahaya çıkan 11’e benim bir itirazım yoktu. Fenerbahçe maça da kötü başlamadı ve çok güzel hazırlanmış pozisyonda büyük kaptan, efsane insan, benim futbol peygamberim Alex de Souza’nın harika vuruşuyla öne de geçti. Alex sadece Fenerbahçe forması alında attığı 100. gol ile değil oynadığı futbol ile de ilk devreye damgasını vurdu. Birkaç kez gözlerin pasını aldı, hele ki Caner’in oralardan alıp da iki kişiyi geçerek takımı atağa çıkardığı pozisyon onu izlediğim için ne kadar şanslı olduğumuzu bir kez daha hatırlattı. Ve işin diğer tarafında da herhalde Cristian’dan daha çok mücadele etti, savunmasına daha çok yardım etti. Gaziantepspor ise ilk yarıda sadece uzaktan atılan şutlar ile tehlike yaratabildi ama bunlarda da Volkan başarılıydı.
.
Semih’in gol attığını ama oyun olarak eski halinden uzak olduğunu ve takıma gollerden başka katkı sağlayamadığını daha önce de yazmıştık. İkinci devreye başlaması kabul edilebilir ama o oyunda kaldığı sürece Fenerbahçe’nin rakibi fazla tehdit edemeyeceği ve oyunu tek farkla önde götüren bir deplasman takımı olarak eninde sonunda ev sahibi takımdan baskı yiyeceği belliydi. Aykut Kocaman’ın doğru Semih-Dia tercihi daha önce yapılmalıydı. Böylece rakip daha fazla tehdit edilebilecek ve baskı kurması engellenebilecekti. Herhalde Gaziantepspor pozisyon bulamadığı için Aykut Kocaman takıma müdahele etmek istemedi ama değişiklik yapıldığında da ev sahibi takımın baskısı başlamıştı. Oyuncu değişikliğinden kısa bir süre sonra bir atak dönüşünde takım savunmada eksik yakalandı, Serdar Kurtuluş da harika bir gol atarak maça beraberliği getirdi.
.

Golden sonra ne sağ kanatta ne de forvette hiçbir şey yapmayan Kazım’ın yerine Niang oyuna dahil oldu. Bu maç için Aykut Kocaman’a getireceğim en büyük eleştiri de Kazım’ın oynamasıdır. Eskişehirspor maçındaki elinden geleni yapmayan, işini ciddiye almayan oyuncunun formaya bir süre uzak kalacağını düşünüyordum ama Aykut onu ilk 11’de sahaya sürerek biraz da kendisiyle çelişti. Niang oyuna dahil olduktan sonra Fenerbahçe rakip üzerine gitmeye başlıyordu ki yine bir kontra atakta Olcan’ın ayağından kalesinde golü gördü ve Antep’den puansız döndü.

Aykut Kocaman’ın mağlubiyetten sonra eleştirilmesi normal. Ön tarafta tehdit yaratmadığı için ben de eleştiriyorum. Antep baskısının başlamasına izin vermeden işi bitirebilirdi ama o baskı başladıktan sonra yapabilecek fazla bir şeyi yoktu. Kulübede orta saha üstünlüğünü Fenerbahçe’ye getirecek, baskıyı kırabilecek ve savunmaya da yardım edebilecek bir isim yoktu. Oyundaki en kritik bölgeden Selçuk, Özer ve Emre’yi kaybetmiş olmak hocanın elini kolunu bağlamıştı.

Geçtiğimiz sezon Cristian için yapılan eleştirelere fazla katılmıyordum. Ondan Alex’in yaptığı işleri yapmasını beklemek saçmalıktı, ben Cristian’ın teknik direktörünün ondan istediklerini yaptığını düşünüyordum ve ondan çok da şikayetçi değildim. Ama bu sezon çok farklı. Ona geçen sezon da kaptıranlar ekstra bir değişiklik olmadığını söyleyebilirler ama ben katılmıyorum. Bu sene çok daha rezil bir görüntü sergiliyor. Devre arasında gönderilecek isimler arasında adı geçmesine rağmen sakatlıklar sebebiyle ayağına kadar gelen şansı değerlendiremiyor. Belki de değerlendirmiyor demek daha doğru olur, verdiği görüntü bu. İyice fişi çekmiş, “ben artık buralardan gideyim” der gibi bir hali var. Twitter’da görmüştüm, Ortega da burada paylaşmış. O videoyu izleyen ne demek istediğimi daha iyi anlar. Cristian belki iyi oyuncu değildi ama bu videodaki gibi de bir oyuncu değildi.

Puan farkı lider ile 8 oldu ama ben çok karamsar değilim. Bu ligde daha çok şey olur, çok şey değişir. Kalan maçlar arasında İBB deplasmanı yine problem olacak ama Fenerbahçe’nin 5 maçta 15 puan alması durumunda ilk devreyi tahmin edilenden çok daha iyi bir yerde bitireceğini düşünüyorum.

Son olarak şunu ekleyelim ve bu kötü maçın yazısını güzel bitirelim. İyi ki varsın Alex de Souza, iyi ki bizimlesin. Ve umarım hep bizimle kalırsın. Seni seviyoruz, seninle gurur duyuyoruz.

14 Kasım 2010 Pazar

Dünya Şampiyonu


Sebastian Vettel..

Bu mükemmel sezona yakışan, çok acaip bir son oldu. Alonso ilk dörde giremeyince yarışı kazanan bu genç Alman zirveye çıktı..

Adam o kadar sempatik ki insan Ferrari'nin geride kalmasına olması gerekenden daha az üzülüyor..

13 Kasım 2010 Cumartesi

Ve Son..

Formula 1'de Kore yarışı öncesindeki duruma yer vermiştik. Tahmin ettiğimiz gibi çok heyecanlı ve sıradışı bir yarış olmuştu. İki Red Bull pilotu yarış dışı kalınca 25 puanı alan isim Fernando Alonso olmuş ve mükemmel geçen sezonun bitimine iki yarış kala şampiyona liderliğine yükselmişti.

Geçtiğimiz hafta düzenlenen Brezilya GP'de ise Red Bull takımlar klasmanında şampiyonluğunu ilan etti. Son yarış öncesinde pilotların fazla risk alma şansları yoktu, özellikle ilk üç pilot için öncelik yarışı bitirmekti. Bu yüzden belki Kore GP kadar atraksiyonlu geçmedi ama yine de heyecanlı ve her an bir aksilik olacak diye diken üzerinde izlediğimiz bir yarış oldu.

Ve artık son yarışa geldik, bu hafta sonu Abu Dhabi'de bir dünya şampiyonu çıkacak. Pist çok acaip, çok güzel. Para ile yapılabilecek hiçbir şey eksik değil. Yarış sırasında gerçek anlamda şampiyonluk için mücadele eden 3 pilot olacak. 246 puanlı Fernando Alonso, 238 puanlı Mark Webber ve 231 puanlı Sebastian Vettel. Hamilton'ın işi ise mucizelere kalmış durumda, hatta ben rahatça ve keyifle "hiç şansı yok" diyebilirim.

Birçok ince hesap yapılıyor, bu hafta içinde çok şey konuşuldu. Özellikle iki takım arkadaşının, Webber ve Vettel'in nasıl bir yarış geçireceği çok merak ediliyor. Yarışı Vettel'in kazanması halinde Alonso'ya 4. olmak bile yetecek, Webber kazandığı takdirde ise 2. olmak İspanyol pilotu dünya şampiyonu yapacak. Kısacası işler baya karışık. Her şey olabilir, her sonuca hazırlıklı olmak lazım.

Sonuç ne olursa olsun 2010 Abu Dhabi GP mükemmel bir yarış olacak ve bu sezon kolay kolay unutulmayacak.

Ve umarım Pazar akşamı zirvede kırmızı araba olacak..




Formula 1 Abu Dhabi Grand Prix
Yas Marina
Sıralama: 13 Kasım 2010 / 15:00
Yarış: 14 Kasım 2010 / 15:00
TRT 3

Not: Yarışın gün ışığında başlayıp spot ışıklar altında biteceğini de hatırlatalım..

Sen Dönersin Pippo..


Malum, ben de Inzaghi'yi sevmeyenelerdendim. Sebepler klasik, en başta AC Milan için oynaması, çirkeflik derecesinde itirazları, vücut dili ve tabii ki çok basit gollerden sonra dünyanın en güzel golünü atmış gibi sevinmesi, vs.. Ondan hiç haz etmeyen bir arkadaşım daha var. Nereden çıkardıysak Inzaghi'ye her daim "sünepe" deriz. PES için toplanılan gecelere de damgasını vurmuştur, karşımda oynuyorsa mutlaka onun ayağından gol yerim. "Al işte, yedik yine sünepeden" tepkisi bizde artık bir klasik haline gelmiştir.

Ama Real Madrid maçı ile beraber bu adama çok daha fazla saygı duymaya başladım ve hatta bir taraftan ona karşı hafif bir sempatim olduğunu da fark ettim . Adamın sürekli o çirkin gollerden atması, Playstation'da bile boş geçmiyor olması beni tebessüm ettiriyordu. Ve bu adam sürekli gol atmaya devam ederken 37 yaşını bitirmiş, 38'e doğru yol alıyordu.

Sakatlandığı yeni duydum, çok üzüldüm. Sezonu kapatmış, 37 yaşındaki bir oyuncunun böyle büyük bir diz sakatlığından sonra geri dönmesi normal şartlarda çok zor ama bu adam normal değil, bu adamda çok acaip bir hırs var. Geri dönebilmesini çok istiyorum. Dönsün de boş kaleye ofsayttan bir gol atıp deliler gibi sevinsin ve beni yine çıldırtsın.

Yapar mı? Bence yapar..

***

Hayat ve futbol birbirine benzer. Bir dakika önce topu kazanmak için mücadele ederken, biraz sonra yerde ellerinizle dizlerinizi tutuyor olabilirsiniz. Kulübüm, hocam, takım arkadaşlarım ve taraftarlarımız. Bu kötü günümde bana herkes destek oluyor. En kısa sürede sahalara geri dönerek bu sevgiyi karşılıksız bırakmayacağım.

Pes etmeyeceğim. Bu macera henüz bitmedi.

Filippo Inzaghi

10 Kasım 2010 Çarşamba

Farkı Nedir?


Gündemde olması gerektiğinden az yer bulan menajer skandalına karışan isimlerin cezaları açıklandı. PFDK bu pisliğe bulaşan isimlerden Bülent Uygun'a 8 maç, diğer isimlere ise 4 maç ceza verdi.

Normal olarak ben de cezaları çok az buldum. Bizler uzun süreli hatta belki de sürekli bir lisans iptali beklerken PFDK sanki saha içinde kavga etmişler gibi bir cezayı uygun görmüştü. Ceza metinlerine bakmak için TFF web sayfasına girdiğimde ise bir kişi hariç tüm isimlere verilen cezaların devamının gelebileceğine dair bir cümle gördüm.

"İhlalin devam eder nitelikte eylem olmasından dolayı dosyanın gereği için TFF başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir."

Bu sanırım cezaların devamının gelebileceğini gösteriyor ve bu cümle 4 maç ceza alan futbolcular Koray Avcı, Murat Şahin, Ümit Karan, Volkan Arslan, Mehmet Sedef, Serdar Özkan, Mehmet Tahtaişleyen ve 8 maç ceza alan Fenerköyüspor antrenörü Tekin Aslıhan için kullanılıyor.

Soruşturulan tüm isimlerden farklı olarak sadece Bülent Uygun'un ceza metninde bu cümle geçmiyor. O bu işten sadece 8 maç ceza ile yırtmış gözüküyor, sebebini ise bilemiyoruz. Tüm isimler için ihlalin devam eder nitelikte olduğuna karar verilirken Bülent Uygun dışarıda bırakılmış.

Artık ağır abiler mi müdahele etti, yoksa daha yukarılardan mı bir emir geldi ya da gerçekten Bülent Uygun'un işlediği suçun niteliği diğerlerinden farklı mı bilemiyorum ama ona tüm isimlerden farklı bir ceza verilmiş olması insanın midesini bulandırıyor.

Bu basitçe geçiştirilecek, öyle birkaç maç ceza vererek kapanacak bir olay değil. Futbol Federasyonu dosya tamamen karara bağlandıktan sonra detaylı bir açıklama yapmak zorundadır. Belki biz de Bülent Uygun'un diğer isimlerden farkını o zaman anlarız.

Ankaragücü 4-2 Fenerbahçe


Maçı izlemedim çünkü maç olduğunu geç öğrenmiştim ve rakı programım vardı. Golleri hala görmedim, düzgün bir yorum bile okumadım ki zaten üzerine çok bir şey de yazılmamış.

İşte Türkiye Kupası grup maçları bu..

9 Kasım 2010 Salı

Givanildo Vieira de Souza



Adam neredeyse birebir aynıymış, o lakabı boşuna almamış.. Yuh..

Beşiktaş 1-1 Kasımpaşa

Bu maçtan beklentiler çok farklıydı. Goller erken gelecek, Beşiktaş farka gidecek ve son dakikalar belki de Iverson tezahuratlarıyla neşe içinde geçecekti ama hem maç, hem de Beşiktaş’ın futbolu beklentilerin çok uzağında kaldı.

Beşiktaş ritmini kaybetti, oyuncuların form durumlarında büyük bir düşüş var. Sezonu erken açmanın bedelinin bir yerde ödeneceğini tahmin ediyorduk ama bu kadar sert bir düşüşü beklemiyorduk. Takımın düşüşe geçtiği bu dönemde sakatlıkların da üst üste gelmesi Beşiktaş’ın tüm dengesini bozdu. Schuster’in rotasyon anlayışı da fayda etmedi. Rotasyon iyi güzel ama ben Beşiktaş’da oyuncuları rotasyona sokacak olsam ilk önce yaş ortalaması 33 civarında olan Aurelio-Guti-Ernst üçlüsüne bakarım ama Schuster bu bölgeye müdahele ederken rotasyona en ihtiyacı olmayan adamı, Necip’i kenara alıyor.

İlk devre ortada futbol adına hiçbir şey yoktu, bir ara baya uykum geldi. Beşiktaş’ın en azından maçın başında fizik olarak da düşmemişken Kasımpaşa’yı bunaltmasını bekliyordum ama ne maçın başında, ne de devrenin geri kalan bölümünde Kasımpaşa’yı zorlayacak bir baskı olmadı. Beşiktaş’ın 3 hücumcusu çok etkisiz kaldı. Holosko ve Nihat’un durumları zaten ortada ama Bobo da takım ile birlikte düşüyor. Dün formsuz zamanlarındaki o bilindik ağır haline geri dönmüştü. Bunun görev aldığı yer ile de ilgisi var, Nihat ortada oynarken Bobo’nun sola kaymasına ben de anlam veremiyorum ama yine de onda bir fiziksel düşüş olduğu görülebiliyor.


Devre arasında Schuster’in müdahelesi geldi, bence çok yanlış bir hamleyle Aurelio yerine oyuna Quaresma girdi. Ernst orta sahada tek başına kaldı ve normal olarak o biyonik halini devam ettiremediği için tek başına yetmedi. Bu değişiklik sonrasında ilk devre rakibini tehdit edemeyen Kasımpaşa gelmeye başladı. Çok hücumcuyla çok pozisyon bulunacak diye bir şey yok, Beşiktaş rakip üzerine daha fazla gitmek bir yana rakibi kalesinde görmeye başladı. 65. dakikada ekrana yansıyan istatistiklerde Kasımpaşa’nın 9 şutuna karşılık Beşiktaş’ın sadece 3 şutu vardı. Kasımpaşa’da hala Cenk İşler forma giyiyor olsaydı gol daha erken gelebilirdi. Cenk yoktu ama son 15 dakikaya girilirken Rüştü faktörü ortaya çıktı. Sezonun başlarında kaleci sıkıntısı yaşamaya en uzak takım olarak gösterilen Beşiktaş son maçlarda sık gördüğümüz gibi yine bir kaleci hatasından mağlup duruma düştü.

Bitime 15 dakika kalmasına rağmen Kasımpaşa’nın maçın sonuna kadar direnebileceğini sanmıyordum. Beşiktaş’ın bir şekilde golü bulacağını ve hatta öne bile geçebileceğini düşünüyordum. Yıldız oyunculardan biri çıkıp da bir sihir yaratabilirdi ama olacağı da en fazla bu işte. Yıldızlar sihir yaratırsa oluyor, aksi takdirde Beşiktaş galip gelmekte zorlanıyor. Bu kez ortaya çıkan bir yıldız değil şans faktörü oldu. Beşiktaş İsmail ile beraberliği yakaladı ve bizi çok acaip bir 10 dakikanın içine soktu. Ben golün neden iptal edildiğini anlamamıştım, penaltı pozisyonda da Nihat kendini yere bırakmış gibi geldi. Maç sonrasını fazla izlemedim ama duydum ki her iki karar da doğruymuş. Neticede Guti kötü bir penaltı kullandı. Fenerbahçe maçında çıkmayan top bu maçta kaleci tarafından kurtarıldı ve Beşiktaş iki puanı İnönü’de bıraktı.

Fikstürün iyi denk geldiği bu dönem Beşiktaş’ın toparlanabilmesi için önemli bir fırsattı ama Kasımpaşa karşısında bu fırsat kaçtı. Şimdi Galatasaray maçı öncesinde mutlaka alınması gereken 6 puan var, sonrasında da Galatasaray ve Bursaspor maçları üst üste gelecek. Yanlış hesaplamadıysam sıralamada üzerinde yer alan 7 takım ile de toplam 32 puanlık bir fark var. Kapanır mı? Çok net kapanabilir, bu ligde her şey olabilir ama Schuster’in hem kendisinde hem de takımında bazı şeyleri değiştirmesi gerekiyor. Maç sonrası açıklamalarını izlememiştim ama duydum ve pek iyi bir görüntü vermemiş. Devre arasına minimum hasarla girmeleri gerekiyor. Beşiktaş yeni yapılanan bir takım ve puan olarak geride kalması normal şartlarda kabul edilebilir ama Guti ve Quaresma isimlerinden sonra Beşiktaş taraftarına bazı şeyleri kabul ettirmek hiç de kolay olmayacaktır.