Dünkü maçı seyredip de hala Ayhan üzerinden kadro eleştirisi yapan herkese;
İlk yarıda takıma bakıyorum, 2 tane futbolcu var bizim formalı. Biri ışık veren (ve golde de hatalı olan malesef) İnsua, diğeri de tanımayan birinin "bu adam heralde gençliğinde üst düzey top oynamış" diyeceği Ayhan Akman. Sev sevme kardeşim bana ne, de, pozisyon bilgisi, oyunu okuma, teknik kapasite olarak 18 numaranın takıma yetmediğini söyleme. Çünkü o zaman Aydın'ı, Barış'ı, Balta'yı filan nerene sokacağını şaşıracaksın. "Dışarıda taraftar var mı" demesinin dışında bir nedene dayandıramayacağın nefretini unutmadan Serveeet diye bağıran da sensin işte kabul et.
Sonra, yukarıda adı geçenlerle birlikte asıl listeyi yapalım madem.
Serdar Özkan'ın tribünlerce ve teknik yönetim tarafından sezon sonuna kadar hırpalanmasını istiyordum ama o kadar bile kredi yaratamadı kendine. GÜLE GÜLE demenin gülme kısmını şimdi daha iyi anlıyorum gidişiyle.
Ali Turan konusunda hiçbir zaman ciddi bir sıkıntım olmamıştı benim. Stoper olduğunu ve kanımca Zan'dan iyi olduğunu yeniden not düşelim. Kendine gelmesi büyük ihtimal gelecek sezonu bulur ama apar topar kovulmasındansa neden kiralanmadı anlayabilmiş değilim.
Barış Özbek en iyi maçında 10 üzerinden 7 oynamıştır, koşar moşar da dağınıktır, savruktur, üzerine plan yapılması zor bir oyuncu, şayet plan kaosu alevlendirmek değilse. Olup olabileceğini oldu artık, hiçbir yanıyla da matah değil. Ayhan'ı gözü kapalı bir sezon daha kadroda tutarım da Barış'a bir kuruş vermem, ben.
Aydın Yılmaz. Bir cümle bile yazasım yok gerçi, daha önce söylenmemiş birşey de yok kafamda. Yolu açık olsun, haa daha gitmedi di mi? Gitsin artık madem.
Hakan Balta, Servet Çetin ve Gökhan Zan. Bursaspor'da olsalar alabilmek için bir taraflarımızı yırtıyor olacaktık değil mi? İşte onlar da gelebilmek için aynı yerlerini yırtıyor olacaklardı büyük ihtimal. Yırtmadıkları sürece vasat altı adamlar, milli takımmış, uyuyor işte. O milli takımın da hallerini gördük. Almanya'ya kök söktürüp defansı beceremediği için yenilen, Malta'da diş çektirircesine kaybeden milli takımın defansı işte. Kalsınlar mı kalmasınlar mı birşey diyemiyorum, Gökhan'ın aldığı yıllık ücrete küfretmekden gayrı. Kalsınlar belki, ama bir veya iki sağlam yabancı stoper de alınsın. Öyle olur.
Mustafa Sarp da heralde sezon sonu yolcudur, yaşı da futbolu da müsait değil artık bu formaya. Aykut Erçetin de yeterin artık, tartışmaya bile gerek yok. Kewell herhalde tamam diyecek sezon sonu, ama sanırım herkes bir yıl daha (maç başına anlaşılarak) kalmasını ister. Neill da aynı şekil.
O o şekil, bu şu şekil derken gelelim özgürlükler, kelepçeler bi'dir Kazım'a. Son dönemde Meira, Lincoln, Misimoviç hikayeleri dönmeseydi, Türk oyuncularla yabancılar arasında çifte standart vaziyetleri, bölünmüşlükler filan ortaya çıkmasaydı bambaşka konuşurduk belki de kendisini. Hiç cevaplan(a)mayan sorular olmassaydı son 3-5 seneye dair başka açılardan görmeye çalışırdık belki. Herşeyi bir yana bırakıp da salt futbol olarak bakarsak Serdar Özkan'la Aydın Yılmaz'ın toplamından fazlası vardır diyebiliriz. Sadece dün attığı gol ile bile Pino'dan daha fazla merkez hücumcudur da diyebiliriz. Bir de üstelik Türk pasaportundan dem vururuz. Lakin yukarıdaki tablonun sonuna eklendiğinde yutamadık işte kolay kolay. İki gol daha atsın, hazımsızlığın ha'sı kalmayacağı gibi, 2 hafta üstüste o meşhur vurdumduymazlığını göstersin, kendisine ve onu alanlara edilecek küfürün de haddi hesabı olmaz.
Culio ile ilgili ise konuşmak için erken. Tekniği, ayağı daha iyi bir Mustafa Sarp'a dönüşmesinden tırsıyorum ben biraz. Asıl Hakan Şükür'ün ne kadar övdüğüne şaşırdım kaldım ben dün. İsimsiz ya, maliyeti nispeten düşük ya, kramponundan şıra içecekti neredeyse. Nasıl bir ego sıkıntısıdır kardeşim anlamadım gitti.
Son olarak Arda'ya değinmem lazım. Sanırım Arda hayatında ilk kez futbol olarak bu kadar geriye gitti sakatlık makatlık derken. Eski haline dönmesi onun için yepyeni ve zorlu bir süreç olacak. İlk yükseliş başka, düştükten sonra aynı yere çıkmak başkadır, bu da futboldan ziyade hayatla alakalı. Umarım ülkecek üzerine çok gidip mundar etmeyiz kendisini. Tugay'a şimdi çok saygı duyanların vaktinde benzer durumda ona nasıl davrandığını unutmam, o kendini kurtardı, Arda da kaçarak kurtulmak zorunda kalmamalı.
12 Ocak 2011 Çarşamba
Çetiiiiiin....
Serveeeeeettt...
Ulan ne devler devirdik beea diye diye gel şu stadın son gününe, ondan sonra Beypazarı Şekerspor'a karşı yenilerek veda etme kabusunu gör, ondan sonra da o kadar adam içinden 76 numara gelip rövaşatayla kurtarsın seni. Sonra, Serveeeett...
Sktrolgit çeken taraftarın şukunu vereyim hemen. Öte yandan ne olursa olsun, kim olursa olsun konu, önemli olan üstündeki forma işte ne yaparsın. Hagi'nin nasıl sevindiğini gördünüz mü gollerden sonra? Kupada yola devam etmek midir sebebi, ya da kendi kariyeriyle filan mı alakalıdır? Hayır. Gecenin asıl anlamının yarattığı sorumluluktur bence. Serveeeeettt de öyle birşey işte.
Labels:
Galatasaray,
Şen Şef
0
comments
Son damlalar
Çılgın sellerden geriye damlalar kaldı, tek tük, saf damlalar. Bir de promosyonel, profesyonel, kurgusal hisler, klipler ve şiirler. Üzülmeliyiz, kahrolmalıyız filan demiyorum, ya da *ruh*, *endüstriyel*, *175TL* filan kullanmıyorum bu yazıda. Sadece kendi hayatımızın, anılarımızın kapanan bir odası olmasıyla önemli, başka birşey değil. Tugay ağlarken hepimizi ağlattı ya, işte aslında o da, biz de, kendimize ağlıyoruz; zamanın geçmesiyle ilgili bir yüzleşmenin yoğunluğudur işin aslı. İnsan nasıl cenazede ölen kişiye değil de kendisinin onsuzluğuna ağlarsa, işte öyle birşey.
Ben şahsen "bu işlerin bittiğine", yani "endüstri"nin, pahalı biletlerin, locaların taraftarlığı öldürdüğüne, (artık neyse o) *duruş*umuzu yok ettiğine filan inanmıyorum.
Öncelikle ne duruş, ne benzeri yakıştırmalar öyle pek gerçek şeyler değil, konu Türkiye'de taraftarlıksa. Her dönemde iyi ve kötü örnekleri vardır ve önemli olan şehir efsanelerine ve camiaların kendi kendilerini böbürlemelerine fazla takılmamak. Sonrası daha kolay yemin ederim. Amanın da şöyleydi o zamanlar, böyleydik şu zamanlar diye anlatılan dönemlerde yığınla maça gittim. Herşeyin iyi gittiği zamanlarda, akıllı, tavırlı, tek-ses tribünlerin, işler kötü giderken sabırsız, vefasız, ahlaksız ve her-kafadan-ayrı-ses olduğuınu da gördüm. Defalarca hiddetlendim renkdaş taraftarıma, kendimi zor tuttum bir yığın insana gider yapıp linç edilmemek için. Yalnızdım zira çoğu zaman, benimle aynı düşünen çok kişi ağzını açmadı çünkü, destek olmak bir yana. Ama bazen de karışmışlığın, umutsuzluğun içinde bir anda (hem de) numaralıdan yükselip bir anda stadı kavrayan "Rerere Rarara"yla maçların döndüğünü de tüylerim diken diken hatırlamaz mıyım?
O yüzden hatırlamakta fayda var, veda edilen sonuçta mimari bir yapıdır, ne ruh, ne de sevgilidir. O ruh da, ruhsuzluk da, akıl da, aptallık da, sevgi de, sinir de, hepsi bizimle beraber Seyrantepe'ye gelecektir, içiniz rahat olsun. Nasıl şampiyonluklar ve hüsranları gördüysek Mecidiyeköy'de, nasıl Trömsö'ye elenip Manchester'ı elediysek, nasıl 40 senede 3 farklı santrforunu neredeyse 40 gole taşıdıysa bir sezonda, o ateş de bizimle beraber yeni mabedde yanacaktır. İlk kez bu stada ayak basışımı anlatmıştım ilk postlarımdan birinde. Buraya yazdım mı hatırlamıyorum ama, arkadaşlarımla kavgasını da yapmışlığım vardır, çünkü evet modern şartlarda maç seyretmeyi hak ederiz, ama bu herşeyden önemli değildir. "Kendi evin duygusu"ndan mesela. Aldığı sonuçlara bakmadan o formanın evine gitme duygusundan. Ülkenin, dünyanın dört bir tarafında bir kez göremediği için kahrolan Galatasaraylının duygusundan bağımsız olarak düşünülemez çünkü o eve gitmek...
Aslında çok üzülmemek gerek derken ne kadar üzüldüğümü ele verdiğimi de fark etmiyorum sanmayın, ama Ali Sami Yen Stadı nasıl bizimle var olduysa Seyrantepe TT Arena da olacaktır demek istiyorum.
Son olarak her yerde kendi kendimize anlattıklarımızı bir de UEFA'nın sitesinden link geçelim (onlar söylemeden inanmıyoruz ya bazen, mazallah :) ). Elveda Sami Yen, seni çok sevdik, asla unutlmayacaksın...
Labels:
Galatasaray,
Şen Şef,
Tribün
0
comments
5 Ocak 2011 Çarşamba
O stad kapanır
UA filan da coştu, Kazım Prens Ferdinand olabilir. Açılışta olay çıkabilir, Sivas maçı yeni stadda sessiz oynanır. Ya da bu işte başka bir iş var.
Labels:
Galatasaray,
Şen Şef
1 comments
4 Ocak 2011 Salı
Necati ve Kazım ve Kazım ve Kazım Zım Zım zımzmzmzzzzz....
Tekelsever bloggerlardan BiraSigaraFutbolcular, Galiba Necati'ye ihtiyacımız var demiş. Mantıklı geldi okuyunca. Tita'yı da kabul edebilirim ben aynı mantıkla. Öte yandan Kazım Kazım gerçekten gelirse TT filan yalan benim için ne kombine ne bireysel. Bu kez de yine pek sevdiğim Chao'ya veriyorum mikrofonu: O bahsettiğiniz karakter buysa, ta karakterinizi sikeyim ben sizin.
Labels:
Galatasaray,
Şen Şef
0
comments
Cipolla Not Out !
Arkhe kardeşimiz yeminini etti, dağıtım vakti geldi neredeyse, ben daha bir post atmadım. Yazıklar olsun bana. Kendisi kahraman bir jandarma olarak Trakya bölgesini savunuyor, içiniz rahat olsun. Ayrıca Fenerli balı (!) olarak kimilerinin lanse ettiği üzere, dağıtımı İstanbul'a çıkması kuvvetle muhtemel olan Arkhemiz umarız bir Brian Steel Nielsen tadında "çok iyi adamdı yea keşke kalsaydı biraz daha" duyguları yaşatarak tamamlar vatani görevini...
Sivil hayata dönersek, Galatasaray'ın artık umursamamaya alışmaya başladığımız rezalet durumu, futbol ile olan alışverişimi minimum düzeylere indirdi. Okuduğum blog sayısı, seyrettiğim futbol süresine paralel olarak düştü. Gene de Galatasaray maçlarını izliyorum tabi yanlış anlaşılmasın, ama boş bakan gözler ve tutkusuz yüz ifadem için birşey diyemem. Bu kadarı geliyor içimden. Yine de ev halkı memnundur heralde evin haftasonları bağırış çağırış, küfür kafir dolmamasından. Ve hala internette e-mailimden sonraki ilk adresim bir spor sayfası, üstelik hiç istemediğim transferler olmuş mu diye bakmak için.
Evet, herkes hemfikir neredeyse, Galatasaray'ın hazır, gelir gelmez oynayacak 3-4 transfere ihtiyacı var. En azından kupayı kazanmak ve "düşüyonuz lan ehehe" geyiğinden sıyrılmak için. Necati, Formica ve de biri daha bekleniyor. Çok umurumda. Fazla para harcamasınlar yeter ki. Ali Turan'ı sallamışız bile, sanki Necati gelmese bile yolcu gibi duruyor. Misimoviç'i de kakalamaya çalışıyoruz biryere zorla. Elano gitti, Arda-Baroş daha dönmedi, Neill-Kewell bir süre yok falan filan.
Ben ise gerçekten karışık duygulardayım. Bu adamların ne daha fazla para harcamasını, ne de kadronun geleceğiyle ilgili kararlar vermesini istiyorum çünkü. Bugünün kurtulmasını da istemiyorum o kadar çok. İyice yansın, şöyle bir pisliği gitsin gibi karanlık hislerim var bütün TTArena gazına rağmen. Yönetimde, ama daha ziyade futbol şubesinde, taraftarda, kadroda bulunan pislik iyice yansın kabarsın da spatulayla kazıyalım. Hayal tabi. Benim futbol ve Galatasaray kümelerinin kesişiminde yürüttüğüm bütün akıllar da hayal zaten. Galatasaray'ı tutmanın çocukluktan beri bana salgılattığı adrenalin de endorfin de hayal kurabilmekle iligi ayrıca. (Şimdi burada gidilecek yollar var yazı olarak da ben onların ışıklı-gülümsemeli-nostaljik sokaklarına girmiyorum)
*******************************************
Başka yerlerde, Beşiktaş'ın yeni yabancıları bazılarını etkilemedi (bkz Arkhe - "daha iyisini gördük" dedi, GS'ın son 3 sezondaki flaş isimlerini kast ederek). Bendeyse ohannes tepkisi yaratmadı desem yalan olur. Hangi 5 Türk oyanayacağı ise daha önemli konu Beşiktaş'ta. Güzel top oynasınlar, ciğerimi yesinler, taraftar da sakin olsun kötü sonuçlarda, bu seneki soğukkanlılıkları sürsün biraz daha. Olursa seneye müthiş bir sezon, olmazsa ekim-kasım gibi Schuster-Mehmet Özdilek değişikliği bekliyor onları kanımca. O değilde forma çok kötü lan.
********************************************
Son olarak, son dönemde takip ettiğim bazı bloglarda dikkatimi çeken, beğendiğim veya konuşmaya değer bulduğum birkaç şeyi buraya taşımak istiyorum bugün. (Copy-paste'le ödev dolduran öğrenci gibi hissettim bir an kendimi)
- Kaçıranlara: Bundesliga uzmanı ve pek şahane futboldan anlayan kişisi Borges'ten Hugo Almeida.
- Yine Borges'ten Misimoviç'le alakalı hislerime tercüman olmanın ötesine geçen yazısı.
- Maç Yazıları çok başarılı bir projeydi bence ama eminim sürdürmek kolay değil. Keşke devam etseler. Şu an için önemli olduğu kadar, gelecekte arşiv olarak çok önemli olurdu sanki. Zira gazetelerin maç yazılarından çok daha iyi işlerdi bunlar, online, etiketli bir biçimde biriktirilseler, arama yapınca bulunsalar kolay kolay, çok da güzel iyi olur taam mı?
- Nadir Galatasaray sığınaklarımdan SorosçuAslanlar.com döktürmeye devam ediyor. Tükenişin Kronolojisi I, II ve III yakın geçmişte olan biteni güzel özetleyen bir üçleme örneğin. Yabancı oyuncu fetiş ve sorunsalı üzerine, vizyon muhabbetlerine, takım dinamiklerine yaptıkları ciddi, komik, realist veya ütopik giderleri beğenerek izliyorum.
Labels:
Arkhe,
Beşiktaş,
Galatasaray,
Şen Şef
1 comments
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)