31 Ekim 2009 Cumartesi

Derbi Sonrası Tatil Dönüşü


Derbi sonrası İstanbul’da değildim, direkt kısa bir tatile gittim. Bütün o yaygaradan uzakta galibiyetin keyfini çıkardım. Sözlükte gezindim, bloglara bakındım ama hiçbir şey yazmadım. En düzgün kalemlerden çıkan şaşırtıcı yazıları tebessüm ederek okudum, hiç de sinirlenmedim. Tatilin sonu geldi, keyif de kaçmaya başladı. Üzerine cezalar açıklandı, Haldun Üstünel de komik bir basın toplantısı yaptı. Haliyle ben de düşündüklerimi yazmazsam rahat edemez hale geldim.
.
.

* En sondan başlayalım. Haldun Üstünel’in basın toplantısı diye kişiselleştirmek doğru değil, belli ki açıklamalar Galatasaray Yönetimin Kurulunun görüşlerini yansıtıyor. Amaç kısa vadede Fenerbahçe’ye verilen cezada bir indirime gidilmesini engellemek, uzun vadeli hedef ise hakemleri ve federasyonu etki altına almak. Çok eleştirmiyorum, bu ülkede işler bu şekilde yürüyor ama bir yönetici, özellikle Haldun Üstünel gibi güya yeni model bir yönetici söylediklerinin altını doldurabilmeli. Aksi takdirde komik duruma düşüyor. 19 Mayıs 2007’de oynanan maç ile geçtiğimiz Pazar günü Kadıköy’de oynanan maçı aynı kefeye koymuş, gerçekten inanamıyorum. Galatasaray’ın Fenerbahçe karşısında 9 gol atıp 5 gol yediği ve 4 maç kazandığı 9 maçlık Sami Yen performansını da, aynı dönemde Fenerbahçe’nin Galatasaray karşısında 24 gol atıp 4 gol yediği 9 maçlık galibiyet serisi ile aynı kefeye koymuş. Çok komik. Yine de muhtemelen kısa vadeli hedefine ulaşacak ve Fenerbahçe’nin aldığı cezada bir indirime gidilmeyecek ama bundan sonra Haldun Üstünel kim tarafından ne kadar adam yerine konacak, ne kadar ciddiye alınacak bilemem.
.
* Buradan diğer olaylara geçelim, hem basın toplantısında geçen hem de hafta boyunca konuşulan tartışılan mevzulara. Önce şu maçın oynatılmasından bahsedelim. Karar kesinlikle doğru, orada hakeme yönelik bir eylem yoktu. Avrupa’da bu işler böyle olmuyor diyenler için sözlükte gerekli cevaplar verilmiş, emsaller burada ve burada var. Maç öncesi abartılı tribün olayları olmamıştır, saha içinde olan bir gerginlikten dolayı tribünler galeyana gelmiş ve atılan bir madde şans eseri hakeme isabet etmiştir. “Sadece hakeme isabet edince mi olay sayılıyor” diyenlere Samet’e atılan kanyak şişesi ile, 19 Mayıs 2007’deki rezaleti de değil 2006’da oynanan maçın raporunu hatırlatırım.
.
* Maçın hakemi Bünyamin Gezer etki altında kalıp taraflı bir yönetim değil, kötü bir yönetim göstermiştir. Mesela yan hakem tam görmesinin imkansız olduğu ve devamında gol olan bir pozisyonda aut kararı verirken ne kadar etki altında kalmışsa ilk goldeki ince ofsaytı kaçırırken de o kadar etki altında kalmıştır. Bünyamin Gezer kimilerine göre Alex için ucuz bir penaltı çalmıştır ama etki altında kalan bir hakem Kazım’ın iki gol olabilecek pozisyonunu da komik faul kararlarıyla kesmez. Faul kararlarında takdir haklarını Fenerbahçe lehine kullanan bir hakem Servet’in Lugano’ya yaptığı harekete penaltı verir.
.
* Keita tam bir sahtekarmış. Tribünden atılan madde gözünü kör edebilirmiş. Bu kadar ciddi bir isabet alan adam nasıl birden ayağa kalkıp saha kenarına o deparı atar anlaşılmaz. Roberto Carlos’a attığı kroşeden sonra sergilediği şaşkın görüntü “Ben ne yaptım ki?” tavrı ise tek kişilik bir komedi. Ben bu ülkeye gözümü kaybetmeye gelmedim demiş ama bu ülkenin adam geçemeyince rakibine yumruk atabileceğin bir ülke olmadığını da biri ona anlatsın.
.
* Rijkaard’ın da şiraze kaymış, maçtan sonra “Burada inanılmaz bir atmosfer var. Herkes burada oynamak ister.” diyen adam tesislerine girince “Kadıköy’de futbolu kirleten görüntüler yaşandı. Stattaki atmosferin çok gergindi. Futbolcuların sakin kalmaları zordu.” demiş. Yakışmamış.
.
* Cezalar açıklandı. Bilica hakkını aldı, söyleyecek bir şey yok. Keita'nın cezası ise bence hafif kaçmış, en basitinden Bobo bile 4 maç ceza almıştı. Cristian’ın Arda’yı itişi çok ani ve sert değil. Maç içinde olsa sarı kart bile çıkmaz, ceza ağır olurdu. Arda’nın yakalanan bir küfürü yoksa ona ceza gelmemesi de bence normal ama Hakan Balta ve Nonda’nın Fenerbahçe tribünlerine yapmış oldukları hareketler gözden kaçmış. Fenerli medya işte, bunları gündeme getirmeyi unutmuş.
.
* Fenerbahçe’ye verilen 2 maçlık ceza ise saçmalık. Adaletsizlik. Çok eskilere gitmeyeceğim ama çok yakında aynı federasyonun verdiği kararlar ortada. Diyarbakır’da oynadığımız maç hala akıllarda ve Diyarbakırspor’un o maçtan dolayı aldığı ceza bile Fenerbahçe’ye verilen cezadan az. Daha da başka örnek vermeye gerek yok. Bütün hafta çıkartılan gürültünün sonucu budur, Federasyon etki altında kalmıştır. Bu kararı etkileyen en büyük güç ise o “Fenerli Medya” dedikleri medyadır.
.
* O yabancı maddeleri sahaya atanları Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın. Pis herifler. Onların yüzünden takımımdan uzak kalacağım.
.
* Derbi sonrası olayları yazmadım ama yazılanları okudum demiştim. Papazın Çayırı bu dönemde ne dediyse imzamı atarım. Peralta da burada çok güzel yazmış.
.
* Di Massimo Talento yapılan harika koreografinin bir videosunu burada paylaşmış. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.
.
* He bir de Borges geri dönmüş, hoşgelmiş. İyi ki de gelmiş, sevindim.
.
* Derbi hakkında elimden gelirse bir daha yazmayacağım. Çok beğendiğim bir yazının linki ile bitirelim; Gel Güzel Kardeşim, Bırak Platini'yi de Gel Biz Baba Gündüz'e Soralım

26 Ekim 2009 Pazartesi

Fenerbahçe 3-1 Galatasaray

Ne yalan söyleyeyim maçın bu kadar rahat geçeceğini tahmin etmiyordum. Çekincelerim yok değildi, psikolojik üstünlüğün hem taraftara hem de futbolcuya kendine aşırı güven olarak yansımasından ve yeterince konsantre olamamaktan korkuyordum. Maç öncesi son 2-3 sezondan daha farklıydı. Önce Kalamış’a gittim, Kazancılar Kebapçısı sanki şampiyonluk maçı öncesini andırıyordu. Oradan Nazlı’ya bakındım, uzun zamandır görmediğim bir coşku vardı. Fazla alkol alınmıştı, tehlikeli sayılabilecek bir ortam vardı. Yoldan geçen arabalara gidecek şekilde havaya bira şişeleri atılıyordu. Çekinmiştim. Aşırı alkol kendini maçta da gösterdi. Tribünler tezahurat anlamında bu sezonun belki de en vasat performansını gösterirken atılan maddeler de stadın muhtemelen bir maç kapanmasına yol açtı. Anlamsız ve aptalca. Evet, maç öncesi tahrik vardı. Galatasaray takımı zararı kendi görecek olmasına rağmen ısınmaya çıktığı anda ortamı germek istedi. Keita’nın Fenerbahçe tribünlerini hedefleyen yumruk şovu, Arda’nın takımı tribüne götürürken yaptığı hareketler alkol sonrası kontrol kaybettirebiliyor ama yine de kabul edemiyorum. Ben de kendimi kaybediyorum, rakip futbolcuyu elime geçirsem saldıracak duruma ben de geliyorum ama sahaya su atmanın mantığını anlayamıyorum. Cezasını geçtim, maçtan sonra olayları konuşma fırsatı vermemize de üzülüyorum.
.
Kadroları öğrendiğimde çekincelerim azaldı. Wederson doğruluğu tartışılmaz bir tercihti. Hafta boyunca sakatlıkla uğraşan Güiza ve Semih yerine Kazım’ın oynayacak olmasına da sevinmiştim, Galatasaray’ın iki stoperine bela olacağı belliydi. Fenerbahçe maça özellikle sol kanatı etkili kullanarak iyi başladı, Wederson ve Roberto Carlos gole kadar o tarafı çok hırpaladılar ve gol de buradan geldi. Öne geçtikten sonra Fenerbahçe beklendiği gibi disiplinli bir şekilde kapanmaya başladı ama bu ezbere bir kapanma değildi. Önde Kazım Galatasaray savunmasını sürekli rahatsız etti. Hücum hattının arkasına dizilen Wederson- Emre-Cristian-Topuz dörtlüsü ile zaten mücadele gücü çok yüksek bir orta saha kurulmuştu, bu isimler de Galatasaray orta sahasına rahat oynama şansı hiç vermediler. Ayhan ve Mustafa Sarp her topu alışlarında karşılarında 2-3 Fenerbahçe’li gördüler. Keita ve Arda kanatlarda hareket edecek alan bile bulamadılar. Fenerbahçe taraftarının korktuğu, Galatasaray taraftarının büyük umutlar bağladığı Keita, en iyi maçlarından birini oynayan Carlos’u bir kez bile geçemedi. Galatasaray topa sahip olan taraf gibi gözükse de ofsaytta olan Nonda’nın vuramadığı yan top dışında ilk devre boyunca Fenerbahçe ceza sahasına giremediler. Fenerbahçe ise sakin ve tedbirli oyunuyla 2-3 farkı yakalayabilecek pozisyonları buldu.

İkinci devre de farklı başlamadı, Fenerbahçe yine daha iyi olan taraftı. Kazım Galatasaray stoperlerini sürekli zorlamanın ödülünü devre başında kaleyi yokladığı pozisyonlarda alamadı ama yaptığı pres Fenerbahçe’ye bir penaltı kazandırdı. Golden sonra farkın büyüyebileceğini düşündüm ama Galatasaray golü erken geldi. Bu gol ile Galatasaray cesaretlendi. Kazım haklı olarak yorulmaya başlamıştı ve ileride top kalmaz oldu. Galatasaray maç boyunca sadece bu dakikalarda rakibinden daha iyiydi. Taraftarlar Carlos’a vurduğu için Keita adına tezahuratlar yazabilirler ama o belki de dönebilecek bir maça yaptığı hareketle son noktayı koydu. Aslında sonunun böyle olacağı da belliydi. Kırmızı karttan sonra oyun yine Fenerbahçe’ye döndü. Kalan dakikalarda sadece bir gol geldi ama çok daha fazlası olabilirdi. Fenerbahçe’de kötü oynadı diyebileceğimiz bir oyuncu yoktu, sadece biraz öne çıkanlar oldu. Alex Alex’dir, onu geçiyorum. Ben Wederson, Cristian ve Kazım’ı çok beğendim. Gökhan Gönül eski çizgisine dönmüş gözüktü, Mehmet ile orada iyi oluyorlar. Emre’nin çizgisi zaten belli, savunma ikilisi ise standartını oynadı ve maçı hatasız bitirdi.


Galatasaraylılar Bünyamin Gezer’e yükleniyorlar, bence normal. Bu maçı Fenerbahçe kazanamasaydı hakeme yüklenen taraf biz olacaktık. İki takımın da ortaya dökebileceği çok pozisyon var, ben bir tarafı kayırdığına inanmıyorum. Aklıma kalan pozisyonları yazayım. Emre’nin Baros’a yaptığı hareket sarı kartlıktı, maç başı olduğu için güme gitti ama “Kasap Emre Baros’un ayağını kırdı” söylemleri komik kaçıyor. Fenerbahçe’nin attığı golde ince ve yakalanması kolay olmayan bir ofsayt var, sayılmayan golde ise karara saygı duymaktan başka yapacak bir şey yok. Lig Tv piero’sunu konuşturduysa bilemem.

Beni tribünde çıldırtan Kazım’a çalınan fauller oldu. Eve geldiğimde izledim, özellikle iki tanesinin faul ile uzaktan yakından alakası yok ve ikisi de gol olabilecek pozisyonlar. Servet’in Lugano’ya yaptığı hareket ise bence net penaltı. Keita ve Carlos’a çıkan kartların tartışılacak bir yanı yok ama daha sonra yine Emre’nin Ayhan’a yaptığı harekette sarı kartı atladı. Penaltı pozisyonunda bence doğru karar verdi, penaltıyı vermeseydi olay olurdu ama kırmızı kartı gösteremeyince bir anlamda verdiği kararın arkasında duramamış oldu. İlk goldeki ofsaytı söylemiştik, Güiza ve Kazım için kalkan iki de hatalı ofsayt bayrağı var. Fenerbahçe hakem sayesinde kazandı diyecek kadar kendini kaybetmiş taraftarlar var mıdır bilemiyorum ama Bünyamin Gezer bence taraflı bir yönetim sergilemedi. Sadece kötü yönetti.


Kazanan Daum oldu ve seri 10 maça çıktı. Bu 10 maçlık yenilmemezlik serisi değil, Fenerbahçe 10 sezondur kazanıyor. Dün de iyi konsantre olan, maçı kazanmayı daha çok isteyen ve sakin kalan taraf Fenerbahçe oldu. Maçı da rakibinden çok üstün oynayarak kazandı. Galatasaray hiçbir varlık gösteremedi, bu kafayla devam ettiği sürece de gösteremez. Takımın kaptanı kaç kelime Türkçe bildiği şüpheli Cristian’ın üzerine “adam ol” diyerek gidip reislik oynarsa, tüm umutların bağlandığı yıldızı maç öncesinden şova başlayıp daha maçın ilk devresinde kendini kaybederse Kadıköy’den hiçbir zaman çıkamazlar.
.
Galatasaray’ı 10 sezondur Kadıköy’de yeniyoruz, bu büyük bir olay değil ama kazandığımız 10 sezonun sadece dördünde Fenerbahçe şampiyon oldu. Kadıköy’de Galatasaray’ı yenmek güzeldir, eğlencelidir, keyif verir ama aslolan şampiyonluktur. Bunu akıllardan çıkarmamak, işin eğlence kısmını taraftara bırakıp aynı ciddiyetle yürüyüşe devam etmek gerekiyor. Maç sonu görüntüler, çocuk gibi eğlenmeleri, aralarındaki o dostluk çok güzeldi ama unutulmamalı ki en güzeli sezon sonunda hep beraber sevinmek olacak..

Devam..



....

25 Ekim 2009 Pazar

Fenerbahçe - Galatasaray


Derbi öncesindeki geceyi evde geçirmek güzel oluyor. Daha diri kalıyorum, sabah sadece derbiye uyanmış oluyorum. Biraz eski maçlara bakıp evden çıkıyorum. Bugün de güzel bir derbi günü olacak. Hava çok güzel, maç öncesi de keyifli geçecek.

Fenerbahçe maç öncesi kendinden emin ve çoğunluğa göre maçın da favorisi. Olayın kendine güveni aşıp da “Nasıl olsa kazanırız” şekline dönmesinden çekiniyorum. Fenerbahçe’nin Kadıköy’de her zaman favori olduğu bir gerçek ama daha sahaya çıkmadan galip ilan edilmesi de abartı oluyor.

Galatasaray ise bence rahat geliyor. Galibiyet inançlarını özellikle taraftarında fazla görmüyorum.Maç öncesi hep gördüğümüz o photoshop’lar sanki daha az, biraz daha umutsuzca “Belki kazanırız, o sene bu sene olabilir” sesleri çıkıyor.

Sanırım bu noktada geçtiğimiz sezon baya belirleyici oldu. Belki de en iyi Galatasaray kadrosu geliyordu, “çıldırtmaya geliyoruz” t-shirt’leri bile hazırlanmıştı ama o kötü Fenerbahçe’den yine bir tokat gelmişti. Bugün gelen kadro daha kötü bir kadro değil, başında da önemli bir teknik ekip var ama galibiyet inançları sanki geçen sene daha fazlaydı.

Umutlu olanlar Kadıköy baskısını hissetmeyecek bir kadroları olduğunu söylüyorlar. Kaybetmek Galatasaray için büyük bir olay olmayacak, en fazla seriye bir sene daha yazılacak.Kazanmaları halinde kendileri adına büyük bir iş başarmış olacaklar, bu önemli bir motivasyon.

Ama Kadıköy’de belirleyici olan taraf Fenerbahçe’dir. Galatasaray maçlarında o stada gelen taraftar da futbolcu da değişir, bambaşka bir kimliğe bürünürler. Rakip üzerine çökerler, onu boğarlar. Konsantre olurlar ve kazanırlar.

Bugün de aynı şeyler olursa, taraftarından futbolcusuna ve teknik kadrosuna kadar herkes Galatasaray’ı ciddiye alıp tüm gücüyle savaşırsa rakibin bugün galip gelmesi mümkün değildir.

İpler Fenerbahçe’nin elindedir..

Çünkü orası Kadıköy’dür..

23 Ekim 2009 Cuma

Neden Umuyorsun?


G.Saray, D.Bükreş karşısındaki oyunun bir benzerini F.Bahçe karşısında sergilerse ağır bir yenilgi alabilir. Özellikle Alex oynarsa G.Saray’ın işi çok zor olur. Çünkü Alex savunma arkasındaki açıkları çok iyi gören ve arkadaşlarını o açıklara pasla sokan bir oyuncu. Rijkard’ın bu sistemi Alex’i bir kez daha yıldız yapar. Umarım Hollandalı hoca bunun farkındadır.

Sergen Yalçın / Vatan

Tv'de Futbol / 23-25 Ekim


23 Ekim Cuma
20:00 Trabzonspor - Kayserispor / Lig Tv
21:30 Leverkusen - Dortmund / Trt 3

24 Ekim Cumartesi
14:45 Wolves - Aston Villa / Spormax
16:00 Bursaspor - İstanbul BB / Lig Tv
16:30 Bayern Münih - E. Frankfurt / Trt 3
17:00 Tottenham - Stoke City / Spormax
18:00 Honduras U17 - Arjantin U17 / Eurosport
19:30 Chelsea - Blackburn / Spormax
20:00 Eskişehirspor - Beşiktaş / Lig Tv
20:00 Bordeaux - Le Mans veya Nice - Lyon / Kanal A
21:00 Sporting Gijon-Real Madrid / Ntv
21:00 Nijerya U17 - Almanya U17 / Eurosport
21:45 Internazionale - Catania / Ntv Spor
22:00 Rennes - Montpellier / Kanal A

25 Ekim Pazar
00:30 Atlético MG - Vitoria / Spormax
13:00 CSKA Moscow - FC Moscow / Spormax
16:00 Türkiye U17 - Burkina Faso U17 / Trt 3
16:00 Liverpool - Manchester United / Spormax
16:00 Siena-Juventus / Ntv Spor
18:00 Auxerre - Lille veya Lens - Toulouse / Kanal A
18:15 West Ham Utd. - Arsenal / Spormax
18:35 Schalke 04 - Hamburg / Trt 3
20:00 Fenerbahçe - Galatasaray / Lig Tv
21:15 River Plate - Boca Juniors / Ntv Spor
22:00 Marsilya - Paris Saint Germain / Kanal A
22:00 Barcelona - Real Zaragoza / Ntv Spor
22:00 Internacional - Gremio / Spormax

Steaua Bükreş 0-1 Fenerbahçe

Dsmart-Digitürk ikilisi hakkında bir şey söylemek istemiyorum, zaten bütün maç küfür ettim. Saat de geç oldu, artık rahatladım. Sadece yasalar ve kurallar bu kadar mı anlaşılmaz ki iki kuruluş da ayrı telden çalabiliyor, birinden biri kafasına göre iş yapabiliyor anlayamıyorum. Bir şekilde ses yükseltmek lazım, tepki vermek lazım. Aptal yerine konmak da bir yere kadar. Neyse yine darlanıyorum, bunu geçtim..

Aslında oyun ne kadar farklı gelişse de çok zor bir maçtı. Kritik eksikler var ve daha da önemlisi hafta sonu bir Galatasaray maçı var. Ben bile Bükreş maçı bir an önce geçsin de Pazar günü gelsin diye düşünüyordum, bütün hafta aklım oradaydı. Bir futbolcu da ne kadar profesyonel olursa olsun buna benzer şeyler düşünür. Hiçbir şey olmasa mücadeleden kaçar, sakatlanmaktan çekinir. Bu açıdan baktığımda Bükreş deplasmanında oynanan futbol beni fazlasıyla mutlu etti.
.
Fenerbahçe’nin geniş bir kadrosu var, bence Türkiye’nin en geniş kadrosu. Alex, Güiza, Semih ve Deivid oynamıyorken sahaya çıkan kadro yine de oldukça kaliteliydi. Kalitenin yanında aynı zamanda mücadele gücü de yüksek bir takım vardı. Maçın başlamasıyla birlikte oyunun kontrolü Fenerbahçe’ye geçti ve pozisyonlar da geldi. Top hep Fenerbahçe’de kaldı, kaybedildiğinde de takım halinde pres yapıldı. Steaua Bükreş Volkan’ı ilk devre hiç rahatsız edemedi.
İki forvetin sakatlığında en uca Kazım geçmişti. Bu takıma ilk geldiğinden beri forvette çok daha verimli olacağını düşünüyorum. Fiziği iyi, süratli, şutu var, dripling yapıyor ve adam eksiltebiliyor. Orada istedği kadar çalım denesin, topla gitsin ya da şut atsın fark etmez. O mevkinin gerekleri zaten bunlar ama sağ kanatta aynı işleri yapınca olmuyor. Forvetlerin şımarmasına izin var ama orta sahada yapamaz. Bu akşam da gayet faydalı oynadı. Topu sakladı, pas dağıttı ve golünü de attı. Kazım’ın forvete geçmesi ile sağ kanata Mehmet Topuz geçti. Bu da takımı çok olumlu etkiliyor. Mehmet yeri gelince ortayı üçleyip Cristian-Emre ikilisiyle pres yapıyor ve bu da ortaya pres gücü çok yüksek bir takım çıkartıyor. Arkasında Gökhan Gönül’ün de olduğunu düşünürsek bu ikilinin karşısında sol kanat oynamak hiç kolay değil. Gökhan’ı da toparlamış gördüm, Kazım’ın önünden çekilmesi onu rahatlatmıştı. Hücuma iyi çıktı, iyi savunma yaptı. Diri ve konsantreydi. Mesela çok önemli bir müdahelesi vardı, net bir gol pozisyonunu kesti. Rakip oyuncuyu çok geriden gelerek yakaladı ve topu kornere attı.
.

Dün akşam sahada Özer’i gördüğü için galibiyet kadar mutlu olan çok Fenerbahçe taraftarı vardır. Özer de ilk sınavı geçti. Atılan gol muhteşem ve en büyük pay Özer’in. Ondan fazla bahsetmek istemiyorum, nazar değmesinden korkuyorum ama tek bir şey söyleyeyim, 20 numara ona çok yakışıyor.. Golden sonra kısa bir süreliğine Steaua Bükreş iyi geldi, tüm güçleriyle Fenerbahçe’yi zorladılar ama fazla pozisyon bulamadılar. Bu kısa süreyi atlattıktan sonra kontrolü tekrar Fenerbahçe aldı ve maç da böyle bitti. Rahat demek doğru değil ama rakipten çok üstün oynarak kazanılan bir maç olduğunu söyleyebiliriz. Maç sonu istatistiklere baktım, topa sahip olma oranında üstünlük 64-36 ile Fenerbahçe’deydi. Takım rakibin iki katı pas yapmış, iki katından fazla şut çekmiş ve daha da önemlisi iki kat fazla top çalmıştı.

Herkes skordan ve oynanan futboldan memnun, üzerine bir de liderlik geldi. En sonunda Steaua Bükreş maçı da geçti ve şimdi sıra gönül rahatlığıyla Pazar gününü düşünmeye geldi..

22 Ekim 2009 Perşembe

Beddua


Allah belanızı versin.

TNT @ Digitürk ?


Dün evde değildim, ben görmedim ama Digitürk kullanıcılarının ekranına bir mesaj gelmiş ve TNT'nin 54. kanaldan yayına başladığı yazıyormuş. Test yayını diyorlar. Kanal sadece sinema, süper, mega süper ve mega gold paketlerinde olacakmış fakat UEFA maçlarında tüm üyelere açılacakmış.

Dün maçta Ertem Şener sanki "Fenerbahçe maçında uydu ve Dsmart dışındaki digital platformlarda şifreleme olacak" gibi bir şeyler diyordu ama postun görselini de TNT'nin kendi web sayfasından aldım. Digitürk müşteri hizmetlerinin ise zaten kendine hayrı yok, her arayana başka bir cevap veriyorlarmış.

Şüphelenmemek elde değil, maç başlarken bir anda şifre girilirse şaşırmam. Evdeki kutulara TNT geldi mi bilmiyorum. Gelmediyse kanal kurulumu yaptığımda çıkar mı emin değilim. Kablolu ise sadece mutfaktaki ufak televizyonda var, orada da maç falan izlenmez. Hiç risk almayıp dışarıda izlemek de var ama hiç zevk almıyorum. Konu hakkında bilgisi olan varsa paylaşsın lütfen ama her ihtimalde ufak bir anten, olmadı en azından aliminyum folyo edinmekte fayda var. Ben çatalı anten girişine tutturamıyorum da..

Şampiyonlar Ligi'nde Çarşamba'dan Kalanlar


Şampiyonlar Liginde Salı gollü geçmişti, Çarşamba da bol kartlı geçti. Biri Beşiktaş maçında olmak üzere sekiz maçta 6 kırmızı kart gösterildi, bunların ikisi Bordeaux – Bayern Münich maçında çıktı. Ev sahibi iki de penaltı kaçırdı, Ciani ilk golü kendi kalesine attıktan sonra beraberliği getiren isim olmuş. Grupta namağlup lider Bordeaux, Bayern Münich’in işi iyice zorlaştı.

Manchester United Beşiktaş’a çalıştı. Maçı izleyemedim ama özetlerden anladığım kadarıyla İnönü’deki maça benzer bir mücadele olmuş. Valencia’nın golü güzel ama benim aklımda daha çok yer eden pozisyon ise aynı oyuncunun direkten dönen şutu oldu. Öncesinde harika bir paslaşma var, videosunu bulursam bloga koyarım.

Gecenin bombası Bernabeu’da patladı, Milan geri düşmesine rağmen maçı Pato’nun son anlarda attığı golle kazandı. Dida’nın yediği ilk gol çok komik, jenerik olur. Casillas da ıslak zemini hesaplayamayınca boşa çıkıp hatalı bir gol yedi. Milan’ın bir de verilmeyen golü var, o pozisyon sonrası Raul’un yaptıkları ona pek yakışmamış. Maçı da Milan orta sahası çekip almış, Seedorf ve özellikle Ambrosini’nin gol paslarını bir kez daha izleyin. Muhteşem. Pirlo’nun golüne ise yorum yapmaya zaten gerek yok, sadece o golün Casillas gibi bir kaleciye atıldığını tekrar vurgulamak gerekiyor.

Chelsea Atletico Madrid’i çok rahat geçti, Lampard da attığı golle kulüp tarihinin en golcü 5 oyuncusu arasına girmiş. Kalou inanılmaz goller kaçırmış, hele boş kaleye auta attığı bir top var ki o da jenerik olabilir. Yine de ilk iki golü atıp maçı çözen isim de o olmuş.

Hulk hayallerimin Fenerbahçe forveti. Blogda daha önce kısaca ondan bahsetmiştik, bu adamı çok beğeniyorum. Dün de iki gol attı, goller dışında özetlerde gördüğüm her Porto hücumunda da onun imzası vardı.

VFL Wolfsburg 0-0 Beşiktaş


Volkswagen Arena zor bir deplasman ve Wolfsburg etkileyici bir takım. Buradan alınan bir puan başarı ve en azından üçüncülük için önemli bir adım. Mustafa Denizli de bunun bilinciyle sahaya bence doğru bir kadro çıkarmıştı. Her şeyi geçtim, Fink-Ernst ikilisinin yan yana olması takımı bir gömlek yukarı taşıyacak bir tercihti. Fink – Ernst kadar önemli bir diğer seçimi daha vardı, Bobo – Nihat ikilisi ile oynayıp belki de Beşiktaş’ın en son oynayacağı sistem olan 4-3-3’den vazgeçmişti.
.
Wolfsburg beni etkiledi, öne oynama arzusu bu kadar yüksek bir takımı uzun süredir izlememiştim. İlk devre fazla net pozisyonlar yakalamasalar da Beşiktaş’ı bence baya hırpaladılar. Hatta auta giden bir yan top sonrası Rüştü’nün reklam panolarına tutunurken nefes nefese olduğunu gördüm. Beşiktaş pozisyon vermemek için iyi direndi, başta Ferrari daha sonra Sivok, Rüştü ve hatta iki İbrahim çok mücadele etti. Beşiktaş da hiç çıkmadı değil, ilk devre kaleyi yokladıkları 4-5 pozisyon var.
.
İkinci devrenin ilk 15 dakikası ise Beşiktaş taraftarı olsam benim için kabus olurdu. Wolfsburg inanılmaz saldırdı, Beşiktaş’ı çıkarmamaya başladı. Bu baskının karşılığını pozisyon olarak alamadılar, bunda tabii ki en önemli pay Ferrari’ye ait. Herhalde herkes dün sahanın en iyisi olduğunda hemfikirdir. Gol gelmedikçe Wolfsburg’da sinirler biraz yıprandı, 1-2 pozisyonda kolay top kayıpları yaptılar ve gereksiz şutlar çektiler. Tam bu dakikalarda Beşiktaş taraftarının bilinçsiz ama takıma çok faydalı bir haraketi oldu, meşaleler yandı. Oyun bir süre durdu ve tekrar başladıktan sonra Beşiktaş dengeyi sağlamıştı. Wolfsburg baskısı azaldı, top biraz daha Beşiktaş’da kalmaya başladı.


Grafite’nin kırmızı kartı Beşiktaş için büyük bir şanstı, bir Türk takımı lehine Almanya’da o kararın verilmesi kolay değil. Şahsi fikrim kırmızı kartın ağır olduğu, herhalde sarı kart gösterilse de fazla gürültü çıkmazdı. İbrahim Kaş için sahtekar demeyelim de iyi yedirdi diyelim. Kırmızı karta çok şaşırdığını söyleyen Beşiktaş’lı arkadaşlarım da var. Wolfsburg eksilmeseydi son 10 dakika Beşiktaş için çok zor geçebilirdi. Bir de penaltı pozisyonu vardı, Nihat’ın yerde kaldığı. Verilebilirdi ama Nihat maç boyunca kendini birkaç pozisyonda o kadar komik ve gereksiz yere bıraktı ki belki de hak ettiği penaltıyı bu yüzden alamadı.

Wolfsburg 10 kişi kaldıktan sonra Denizli’nin yaptığı oyuncu değişiklikleri Fink-Uğur tercihi dışında bence yerindeydi ama biraz daha erken gelebilirdi. 10 kişi kalan rakibe karşı bu sezonun hastalığı aynen devam etti. Beşiktaş hücumda organize olamadı, eksik takıma karşı bilinçli ve düzenli hücum edemedi. İttire, kaktıra girilen 1-2 pozisyon var ama gol gelmedi. Bu maç sonrasında 3 puanın kaçtığı söylenemez ama alınabilirdi de. Alınsaydı çok ekstra olacaktı, 1 puanı riske atmaya gerek yoktu ve Beşiktaş istediğini alarak döndü.



Ferrari’nin sahanın en iyisi olduğunu söyledik, Sivok da ona eşlik etti. Rüştü’ye sürekli top gelmesi onu hep diri ve konsantre tuttu, iyi bir maç çıkardı. Savunma hattı haricinde benim gözüme çarpan bir diğer isim de Ekrem oldu. Çok koştu, çok mücadele etti. Nihat’ı biraz daha diri gördüm, iki forvet onun çok işine geliyor ama topa da bu kadar vurulmaz.. Ben uzaktan şutla attığı son golü hatırlamıyorum ama o ısrarla mesafe tanımadan vurmaya devam ediyor.

Bu puan bence üçüncülük için önemli. Wolfsburg’da ikinci maçta Grafite yok ama ellerinde bir de Martins var. İnönü’de kazanmaları benim için sürpriz olmayacak, hatta favorim de onlar. Beşiktaş’ın bu grupta ancak 3. olabileceğini düşünüyorum. İnönü’de alınacak 4 puan onları da UEFA Avrupa Ligi’ne getirecektir.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Gece Güzel Geçmiş..


Çalkantılı bir Şampiyonlar Ligi gecesi geride kaldı. 8 maçta atılan 31 gol var, en önemlisi ise Nou Camp'da Gökdeniz'den. Inter yine kazanamadı, Liverpool sahasında belki de turu bıraktı. Fiorentina Macaristan deplasmanından 4-3 ile döndü, Rangers ilginç bir şekilde sahasında Unirea'dan 4 gol yedi. Alkmaar sahasında Arsenal'den 1 puanı son dakika golüyle kaptı, Sevilla yoluna aynı hızla devam etti.

Kablolum ve Digitürk'üm var, şu maçlardan birini bile izleyemedim. Özetlerle idare edeceğiz ki alıştık zaten. Heves kalırsa belki biraz daha detay düşeriz..

20 Ekim 2009 Salı

"Zeki" Star Tv


Mümkünse bu coğrafyadan hiçbir takım Şampiyonlar Ligi'ne katılmasın, katılıyorsa da tez zamanda elensin. Çünkü bu "zeki" Star Tv bu ülkeler sayesinde elimizden bir Şampiyonlar Ligi gecesini alıyor.

Tırnak içindeki zeki kelimesi yerine ben çok güzel kelimeler kullanıyorum. Arzu eden o tırnağın içine istediği kelimeyi koysun.

Şampiyon Ross Brawn


Formula 1 2009 sezonunda takım ve pilotlarda zirve Brezilya’da belli oldu. Her ne kadar kağıt üzerinde en üstte gözüken pilot Jenson Button olsa da, şampiyonluğunda onda bile daha çok payı olan Ross Brawn benim gözümde sezonun tek şampiyonu oldu.

Brawn GP ortaya çıkardığı üstün araç ile sezonun ilk yarısında rakiplerine büyük bir üstünlük sağlamıştı. Bu dönemde Jenson Button 7 yarışın 6’sını kazandı ve sonra kelimenin tam anlamıyla savunmaya geçti. Bunu başarmak da tabii ki önemli bir iş. Bir yerde okudum ne kadar doğru bilmiyorum ama sanırım Button bu sezon sadece start ve pit stoplarda geçilmiş, pist üzerinde değil. Yine de sezonun ikinci yarısında hiç yarış kazanamayıp sadece bir kez podyuma çıkan bir sürücünün şampiyonluğu çok da tat vermedi. Bu yüzden tebriklerin tamamını olmasa da çoğunu Button değil Ross Brawn hak ediyor.

Barrichello’nun şampiyon olmasını tercih ederdim. Takım içinde biraz Button’ın kollandığı hissediliyordu, Barrichello da bunun sinyallerini sezon içinde vermişti ama yine de Brezilya sonrasında Button şampiyonluğu kutlamak için ülkesine çabuk dönebilsin diye özel uçağını ona tahsis etmiş. Güzel bir insan, sevmeyeni herhalde yoktur.

McLaren son yarış öncesinde Ferrari’nin 1 puan önüne geçti. Ferrari araç gelişimini çok uzun süre önce durdurmuş ve bütün gücünü 2010 sezonuna vermeye başlamıştı. Buna rağmen alınan puanlar ve gösterilen direnç tatminkar, araç üzerinde sezon boyunca çalışan McLaren daha yeni öne geçebildi. Belki son yarışta Ferrari tekrar öne geçecek.

Fisichella ise üzdü, bir şeyler başarabileceğini düşünmüştüm. Demek Luca Badoer’e boşuna kaptırmışız, bu işler o kadar kolay değilmiş. En azından Fisichella Abu Dhabi’de 1 puan alsa da Ferrari kariyeri 0 puan ile bitmese.

Bir an önce 2010 sezonu başlasın. Formula 1 izlemeyi özledim.

PES 2010


Dün ilk kez oynadım ve çok beğendim. Tabii ki her yeni PES’de olduğu gibi başta zor geliyor ama ilk oynayışımda bu kadar net beğendiğim bir PES daha önce hiç olmamıştı. Kale, zemin ve oyunculardaki grafik gelişimin yanı sıra özellikle pas ve şutlardaki reaksiyon zamanının biraz geç olması oyunu çok gerçekçi bir hale getirmiş.

Topu alıp 60 metre gitmek kolay değil, hızlı koşmak hareket kabiliyetini çok daha fazla kısıtlıyor. Hızlı oyuncularla topu alıp yardırmayı sevenler bu oyunda zorlanacak. Pas atmak eskisinden çok daha zor, zamanlamayı çok iyi ayarlamak gerekiyor. Kafa toplarında da adamı topun düşeceği yere götürmeniz gerekebiliyor, topa vurmak için ise yine zamanlama çok önemli. 4 saat falan oynadık, herhalde 8-10 maç yapmışızdır ve bir kırmızı kart bile çıkmadı. Hakemler sertliğe daha fazla müsade ediyorlar ki ben sevindim ama bazen abartabiliyorlar.

4 kişiydik, hepimiz oyunu çok beğendik. Belli ki bol bol sabahlayacağız.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Gaziantepspor 2-1 Fenerbahçe

İş nedeniyle futboldan uzak kaldım. Milli maçlar zaten ilgi çekmiyordu, Beşiktaş maçını da yoğunluktan izleyemedim. Dün normale döndüm, Antep mağlubiyeti ile futbola ve Fenerbahçe’ye merhaba dedim. Hafta sonunun bir “büyük” spor olayı da Avrasya Maratonuydu. Yeşilköy’den Harbiye’ye 2 saatte gelmeme sebep olan organizasyon.. 2. köprü varken 1. köprüyü bu “çok büyük” organizasyon için kullananlara, Bakırköy’e kadar sahil yolunu kapama gereği duyanlara ve maraton 11.00 gibi bitmesine rağmen yolları 14.00’de açanlara “selam olsun”.

Konu Fenerbahçe olunca Polyanna olmayı tercih ederim, olumsuzlukları herkes hırsla yazarken ben olumlu şeyleri bulmaya çalışırım. Antep’den alınacak 3 puan benim için ekstra olacaktı, mesela maça bahis yapacak olsam Antep galibiyetini denerdim. Bu takımın sonsuza kadar kazanacak hali yoktu ve bana hangi maçta kaybetmek istediğimi sorsalar “Galatasaray maçı öncesi oynacağımız maç” cevabını verirdim. Maç öncesinde sohbet ederken “belki Daum da böyle düşünüyor” diyordum. Deivid ve Güiza sakatken, Alex riske edilmek istenmiyordu ve yorgun Dos Santos ile Lugano da sahada yoktu. Fenerbahçe kazansaydı forma şansı bulan yedekler için büyük bir doping olacaktı, kaybedildiği takdirde ise sadece eksik takım çok zor bir deplasmanda puan kaybetmiş olacak ve Galatasaray maçı öncesi belki de gelmesi gereken bir uyarı alınmış olacaktı.


Fenerbahçe maça herkesin beklediğinden daha iyi başladı. Özellikle sol kanat çok iyi işledi ve gol de göstere göstere bu kanattan geldi. İkinci devre takımın oyunu tutacağını tahmin ediyordum ama Güiza’nın yokluğunda kontra atak sorunu da yaşayacağımızı düşünüyordum. Böyle de oldu. Fenerbahçe fizik olarak da düştükten sonra Gaziantepspor oyunun kontrolünü iyice eline aldı. Fazla pozisyon bulamıyorlardı ama özellikle Beto ve Erman’ın girişinden sonra gol geliyorum demeye başlamıştı. Daum’un eleştirilmesi çok normal, oyuna yaptığı müdaheleleri kabullenmek kolay değil. Gökhan tarafı çok aksıyordu ama ben olsam onu kenara almak yerine Kazım’ı çıkartıp Mehmet Topuz’u öne alırdım. Kazım’a dayanmak bazen gerçekten çok zor oluyor. Benim takımımda Wederson yerine kenara gelecek isim Carlos olurdu, oyuna da Uğur girerdi. Lugano’yu yorgunluktan dolayı kadroya almayan Daum’un milli maç öncesi bile bitkin olan Dos Santos’u tercih etmesi de ilginç. Mağlubiyeti bu değişikliklerin getirdiğini ne kadar doğru olur bilmiyorum ama Daum’un oyunun gidişatını değiştiremediği ve Gaziantep kenar yönetiminin hamlelerine karşılık veremediği de ortada.

Bu Fenerbahçe’nin en zor deplasmanıydı, galibiyet serisi ve rekor Fenerbahçe’yi hedef takım yapmıştı. İbrahim Kızıl-Aziz Yıldırım gerginliği de Antep’li futbolculara daha büyük primlerin vaad edilmesini beraberinde getirmiştir diye tahmin ediyorum. Böyle zor bir deplasmanda 3 puana bu kadar da yaklaşmışken almayı tabii ki isterdim ama Polyanna kimliğim bu maçın kazanılması halinde derbinin Fenerbahçe için çok daha zor bir hale geleceğini söylüyor. Olası bir Galatasaray galibiyetinde 10 yıllık serinin bitmesi ile beraber galibiyet serisi ve namağlup takım gibi ünvanların kaybedilme riski de takıma büyük bir yük olacaktı. Tokat doğru zamanda geldi, takımı nasıl etkilediğini önce Bükreş deplasmanında göreceğiz. Sonra da Pazar 20:00 için geri sayıma başlayacağız. Bir Galatasaray derbisi öncesi Fenerbahçe maç kaybetti, heyecanlanmamak mümkün değil..

14 Ekim 2009 Çarşamba

Büyük Başkan..

.
"Son zamanlarda Beşiktaş'ın yanlış yönetildiğine dair ifadeler var. Bunlar yanlış ve yanlı açıklamalardır. Bu tribünler temizlenmeli. Bu tribünleri hep beraber temizleyeceğiz."
.
Yıldırım Demirören



13 Ekim 2009 Salı

Rezilliğin Sonu Yok


Rezilliği daha önce buraya sık sık taşımıştık. Hatta bir yerden sonra ipin ucunu da kaçırdık. Yoğun iş temposu arasında duyduğum haber bana bu rezilliğin sonu olmadığını gösterdi.

Noat Samisa burada her şeyin kuralına uygun yapıldığını ve verilen kararın doğru olduğunu çok açık bir şekilde anlatmıştı. Benim yorumuma göre ise iş kalıbına uydurulmuştu. Muhtemelen bugün gerçekleşen transferler de kurallara uygundur, kağıt üzerinde bir sakıncası yoktur.

Ankaraspor'lu Baki Mercimek, Adem Koçak, Bilal Kısa ve Özgür Çek bugün Ankaragücü ile sözleşme imzalamış. Bu iki kulüp arasında transfer olmasına hala nasıl izin verilir inanamıyorum. Ayıp artık. Adamlar resmen hepimizle dalga geçiyorlar.

Ve ne yazık ki bu pis heriflerin icraatlerini küfür ederek izlemekten başka yapacak bir şey yok..
.
.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Güney Afrika Öncesi Son Viraj


Milli Takım ile ilgili Şen Şef yazmış. Altına imzamı atarım, üzerine de bir şey söylemem. Türkiye ile birlikte dünyanın dört bir yanında birçok farklı ülke aynı hedef için mücadele etti, bazıları Çarşamba da bu mücadeleye devam edecek. Özetlerde gördüğüm kadarıyla diğer maçlarda olan bitenden biraz bahsedelim.

Belki de en heyecanlı mücadele 1. gruptaydı. Danimarka işi şansa bırakmak istemiyordu, bir önceki maçta Arnavutluk’a puan kaybetmiş olmaları da İsveç’in şanssızlığı oldu. Danimarka tek golle kazandı, Macaristan’ı yenen Portekiz de İsveç’in önünde ikinciliğe yükseldi.

Yunanistan 2. gruptaki avantajını Eylül ayında kaybetmişti, İsrail de sahasında Letonya’ya 3 puan verince ikinci sırada kalmayı başarmışlardı. Beklendiği gibi 3 takım da maçlarını kazandı ama Yunanistan zorlandı. Letonya bir şok yaşatıp son maçları çok acaip bir duruma getirebilirmiş.Yunanistan’ın attığı ilk gol ofsayt, 2. golün geldiği penaltı ise bana çok yalan geldi. Pozisyon Ali Aydın’ın Ahmed Hassan için çaldığı o olay penaltıyı hatırlatıyor. Bu penaltıyı veren de Chelsea-Barcelona maçının olay hakemi Norveçli Ovrebo. Bu sonuçlarla iş yine Çarşamba’ya kaldı ama İsviçre’ye liderlik için 1 puan yetiyor.

3. grupta sürpriz var. Slovenya deplasmanda Slovakya’yı yenerek liderlik için umutlandı, Çek Cumhuriyeti’nin ikincilik umutlarını da bitirdi. 4. grupta ise Rusya liderlik için sahasında Almanya karşısına çıktı ama son 20 dakikayı 10 kişi oynayan rakibi karşısında tek golle kaybetti.Öne geçecek pozisyonları bulmuşlar, mağlup duruma düştükten sonra da beraberlik için çok bastırmışlar ama gol gelmemiş. Bana göre verilmeyen bir de penaltıları var. Almanya’nın golü de hazırlanış olarak çok güzel, asist de Mesut’dan. Özetlerden izlediğim kadarıyla Mesut sanki iyi oynamış, her pozisyonun içindeydi. Direkten dışarı giden çok da güzel bir şutu var.

Bizim grupta İspanya süpürmeye devam ediyor, 6. grupta ise İngiltere’nin serisi son buldu. Bu maç sonrasında İngiltere’de neler konuşuldu, Hırvatistan cephesinden neler söylendi hiç bakamadım ama çok merak ediyorum. Ukrayna kazandı, Hırvatistan’ın umutları -30 averajla 0 puanı olan Andorra’ya kaldı. İngiltere 75 dakika 10 kişi oynamış, Shevchenko penaltı kaçırmış. Hırvatistan’dan alınacak bir intikam için İngiltere’nin mağlup olduğu düşüncesi saçmalık, kırmızı kart çok erken gelmiş ama yine de Hırvatistan’ın o efsane maçta Wembley’de ortaya koyduğu duruşun bu maçta İngiltere’de görülmediği ortada.

7. grupta iki maç 5-0 bitti. Fransa’nın 5 golü için normal denebilir, gerçi ben bu Fransa’nın tek farkla kazanmasına da şaşırmazdım. Sırbistan’ın ise Romanya’yı bu kadar ezeceğini tahmin etmiyordum. Liderliği garantilediler, bu gruba damgalarını vurdular. 8. grupta ise iki namağlup takım karşılaştı, İtalya ile İrlanda Cumhuriyeti berabere kaldı. Avrupa’da taraf olduğum takım İtalya’dır ama bu maçta İrlanda’ya da yazık olmuş, biraz kaleci kurbanı olmuşlar. 86. dakikada öne geçip maçtan bir puan ile ayrıldılar. İtalya bu sonuçla Güney Afrika’ya gitmeyi garantiledi. Son şampiyonun play-off oynaması yakışık almazdı.

3. grup haricinde liderler belli oldu, play-off’a katılmak için mücadele Çarşamba günü devam edecek. Kuzey Amerika’dan kimlerin geldiğini bile bilmiyorum, hiç ilgimi çekmedi. Maradona ve Arjantin’in damga vurduğu Güney Amerika elemelerinde ise nokta Çarşamba günü konacak. Arjantin-Peru maçını hafif alkollü bir şekilde yarım yamalak izleyebildim, son 10 dakikayı ise kaçırdım. Meğer tarihe geçen bir maç kaçırıyormuşum da haberim yokmuş, Tanrı Maradona’ya elini tekrar uzatmış. Ekvador da Forlan’dan son dakikada yediği penaltı golüyle umutlarını Uruguay’a devretti. Çarşamba günü bu iki takımdan yine tarihe geçecek bir maç çıkabilir..

11 Ekim 2009 Pazar

Vasat bir takım mıyız? Evet. Şaşırmalı mıyız peki?



Belki yeterince futbol izlemediğimiz için. Çok sert bir giriş oldu değil mi? Biz de futbol izlemiyorsak yeterince kim ne yapsın? Türkiye'deki kadar şifresiz futbol yayınlanan kaç ülke vardır ki? Bütün ligler önümüzde. İddaa yüzünden cayır cayır takip edilen komik ligler, takımlar bir yana, önemli liglerin önemli maçlarını kumar harici de seyreden ciddi bir insan topluluğu olduğunu düşünüyorum. Ve evet, hakikaten futbolla yatıp kalkan bir toplumuz. Geyiğiyle desek belki daha doğru olur, neyse. Konuşmasını, atıp tutmasını seviyoruz, bloglar kuruyoruz, sms gönderiyoruz saçma sapan proglarımın altında ticker box'tan geçsin diye. Beden derslerinden önce birbirimize giriyoruz şu şöyledir bu böyledir diye. Tost yaptırdığımız amcayla ayak üstü iki yönlü orta saha oyuncusu muhabbeti yapıyoruz.

Belki yeterince futbol oynamadığımız için. Yuh. Bütün o sokaklar, halı sahalar, okul bahçelerinde ne oynanıyor peki, kriket değil heralde. Gazete kağıtlarını sıkıştırıp koli bandıyla top haline getirip salonda cam çerçeve indiren bizim çocukluklarımız değil miydi? İki metrekare çim görünce 50 yaşındaki abilerimiz hemen rövaşata çekmiyor mu? Kaçan topun arkasından "abi top top aabi topu atsana" çağrısına cevap veren abi, ayağındaki mokasenleri unutup da, topu yan bahçeye ayakkabısının sağını da üçüncü kata fırlatmıyor mu heyecandan? Veya bir diğer abi yoldan geçerken "at bakıyım bi, at göğsüme" diye eliyle göğsüne pıt pıt vurup, atılan topu düzeltip müthiş bir ilk dokunuşun ardından İlhan Mansız hareketi yapmıyor mu, elindeki yoğurt, ekmek ve cola şişesi olan torbayla?

Hani diyeceğim ki, nizami futbol sahasında oynama şansını çok azımız buluyor, futbolun takım sporu olmasıyla alakalı tecrübemiz az. Antrenmanından, saha içi organizasyonundan uzağız. Tamam ama bu mesleğin içinden gelen yorumculara ne diyebiliriz ki? Kamuoyuna yön veren bu tecrübeli abiler hergün başka yorum yapabiliyorlar zaten. Aslında sadece talep ediyorlar onlar, veya hesap soruyorlar kabaca özetlersek. Taraftar gibi.

Peki bütün bunları neden yazdım? Milli takımın durumu çok konuşulacak şimdi. Fatih Terim'in gitmesi gerektiği konuşulacakı, gerek kalmadı, kimin gelmesi gerektiği konuşulacak. Del Bosque'nin yaka paça kovulup Rıza Çalımbay'a görev verilen bir ülkedeyiz öte yandan. Neyse kötü örnek emsal değildir diyelim buna geçelim. Bu elemelerde aldığımız sonuçlar sağlam bir tokattır hepimize. Ama sanki ihtiyacımız vardı be dostlar. Euro 08 yarı finalinin etkisi anca dağıldı. O turnuvaydı ki son maça kadar hiç beğenmedim, Almanya maçında şaşkına döndüm sadece. Bir kez ve sadece elenirken top oynamıştı takımımız. İsviçre maçından önce bile galibiyet beklemiyordum oysa. 4-3-3 oynayacağımızı duyurdulardı turnuva öncesi. Hangi santrforla? Nihat. Anca belki Semih'le olur diyorduk da, ne anlamı vardı böyle birşeyi zorlamanın bilemiyorduk. Meğer zorlamakmış asıl strateji, taktik. O gün (Almanya maçı) bugündür de doğru dürüst tek maçımız yok milli takım olarak. Peki ondan önce? Hamit'in son dakika şutlarını yumurtlayan Norveç kalecisi kimdi yahu, veya Nikopolidis'in kariyerindeki en kötü maçı neredeydi? Bu takımın oynadığı oyun eridikçe eridi senelerdir. Zaten 90'ların sonuna kadar hiç yoktu neredeyse. Eee? Kadro kalitemiz, potansiyelimiz nedir gerçekten yahu?


Şudur; bir futbol mantalitesi benimsenir ve istikrarlı olarak üstüne gidilir, bu mantaliteyi tamamamen özümsemiş vasatüstü belli bir oyuncu sayısı yakalanır. Takım içi bütünleşmeyle taraftar desteği bir olur, yeri gelir İspanya'dan 5 yenir ama Malta'yla berabere kalınmaz, yeri gelir Almanya'yla berabere kalınır ama Costa Rica geçilir. Olup olacağı da odur. Ha daha fazlası denilecekse de Türk futbol altyapısının tesis ve antrenörleri sorgulanır. 20 yaşından sonra kimsenin (istisnalar kaideyi bozmaz) neden kendini geliştirmeye merakı kalmaması konuşulur.

Toparlamak gerekirse, ortalama bir kadromuz olduğunu ve aldığımız sonuçların normal olduğunu düşünüyorum. Teknik direktörümüz de fevkalade kötüydü bu son dönem, kadro tercihleri ile, belli bir mantalite tutturamamasıyla, kısaca her haliyle istikrarsız; üstelik siniriyle ve negatif insan ilişkileriyle antipatik. Tabi Fatih Terim'in resimden çıkmasıyla da bu kadronun vasat olduğu gerçeği değişmeyecek. Lakin, bu kadronun daha iyi bir takım olabilmesi umudu geri gelecek. İşte o umudun gözlerimizi kör etmesine izin vermeden, futbolcu havuzumuzun da yerini doğru analiz edebilmemiz için, dahası, akıl-sinir ve ruh sağlığımız için, bir fırsat var önümüzde. Temiz defterler alına, 4 ortalı en az, kaplana kırmızı kaplama kağıtlarıyla...

9 Ekim 2009 Cuma

Tv'de Futbol / 10-11 Ekim


10 Ekim Cumartesi
19:00 Karşıyaka - Konyaspor / D Spor
19:00 Rusya - Almanya / Futbol Smart
19:00 Estonya - Bosna Hersek / Fox Tv
19:15 Ukrayna - İngiltere / Trt 1
21:45 Belçika - Türkiye / Fox Tv
22:10 Flamengo - Sao Paulo / Spormax
.
11 Ekim Pazar
01:00 Arjantin - Peru / Ntv Spor
15:00 Orduspor - Bucaspor / D Spor
23:00 Bolivya - Brezilya / Ntv Spor

6 Ekim 2009 Salı

"Kaptan" #9


"O futbolcu olmak isteyen çocuklar için bir ilham kaynağıdır."
Alex Ferguson

.
Ryan Joseph Giggs
Manchester United / 1987
814 maç / 150 gol
.
.
"Kaptan" #8
"Kaptan" #7
"Kaptan" #6
"Kaptan" #5
"Kaptan" #4
"Kaptan" #3
"Kaptan" #2
"Kaptan" #1

Fernando Alonso & Kimi Räikkonen


Ferrari taraftarı olan kimse Fernando Alonso’yu sevdiğini içine sindirerek söyleyemez, bu bir gerçek. Ben nefretimden dolayı iyi bir pilot olduğunu da kabul etmezdim ama bu düşüncem onu izlemeye devam ettikçe değişti. Sık sık “sanırım bu adam en iyisi” diyordum. “Sevmiyorum ama o kadar da nefret etmiyorum” diyebilmem ise McLaren’in hırsızlık davası ile başladı. Her şeyin ortaya çıkmasında onun da payı büyüktü. O eski itici hareketlerinden ve terbiyesizliklerinden de vazgeçmişti.

Alonso’nun aksine Kimi Raikkonen’i ise Ferrari sevenler arasında herhalde sevmeyen yoktur. Ben de çok severim. Ferrari öncesinde de severdim, McLaren için yarışırken de nefret etmedim. Kazandığı efsanevi şampiyonluktan sonra beni sık sık hayal kırıklığına uğrattı, pek iyi sezonlar geçirdiği söylenemez. Konsantrasyonunu kaybetmiş gibiydi, sanki onu zorla yarıştırıyorlardı. Gitmesinin Ferrari için de kendisi için de daha iyi olduğunu düşünmeye başlamıştım ama yine de “gitsin bu takımdan” diyemiyordum. Raikkonen’i önümüzdeki sezon kırmızıların içinde göremeyecek olmak üzücü ama sanırım takımdaki misyonunu tamamlamıştı. Umarım gelecek sezon Mclaren ile değil de kazanmasını isteyebileceğim bir takımda yarışır.

Bu imzanın maddi boyutunu tartışmanın pek anlamı yok, belli ki Ferrari işin o tarafından kendisine büyük fayda sağlayarak çıkıyor. Takımın ekonomisi ile ilgilinecek kadar da taraftarı değilim, ben sadece piste bakıyorum ve bence Fernando Alonso’nun transferi işin bu tarafında da Ferrari’ye çok şey kazandıracak. Neticede dünyanın en iyi pilotu gelecek sezon dünyanın en iyi takımında yarışacak.

Hoşgeldin koca kafa, güle güle buz adam..

5 Ekim 2009 Pazartesi

Fenerbahçe 3-0 Gençlerbirliği

4 gündür çok çalışıyorum, evde geçirdiğim zaman çok az. Dün de maça iş yüzünden gidemedim, Digiplus sağolsun gecenin köründe eve geldikten sonra izleyebildim ama belki de tribüne en çok keyif veren maçı kaçırmış oldum. Sahada maç boyunca koşan ve mücadele eden takım tribünleri de hareketlendirmiş, dün Kadıköy’de çok keyifli bir 90 dakika geçmiş.

İlk devre az pozisyon olmasına rağmen iki takımın oynadığı futbol da izleyenlere keyif verdi. Gençlerbirliği gerçekten iyi bir takım ki düne kadar aldıkları sonuçlar da bunu gösteriyordu. Bu takım geçtiğimiz hafta maçın başında iki farklı geriye düştükten sonra Trabzonspor’u zor durumlara düşürmüş ve bir puanı kurtarmıştı. Pozisyonsuz geçen ilk devrede Fenerbahçe Güiza’nın asistine Alex’in yaptığı net vuruş ile öne geçti ve devre de böyle sona erdi. İkinci yarı Gençlerbirliği iyice öne çıkmaya başladı, Fenerbahçe de pozisyon vermemeyi öncelik kabul ederek ama mücadeleyi bir an bile bırakmayarak rakibini bekledi. Plan yine tuttu, rakibe yine fazla pozisyon vermeden iki gol daha buldu.
.
Bana göre dünün en iyi ismi Cristian’dı, muhteşem oynadı. Burada çok önce “sanırım Aurelio’yu unutacağım” demiştim, Cristian unutturuyor. Fenerbahçe’ye gelen her yabancı sıfır kredi ile başlar ve hep ondan önce mevkisinde oynayanlar ile karşılaştırılır. Andre Santos ile Cristian aynı anda geldiler. Santos’un bir avantajı milli olma etiketiydi ve ondan önce mevkisinde Uğur Boral oynuyordu. Gollerle de başlayınca kredisi iyice arttı ama 3-4 haftadır çok kötü oynuyor ve kredisi de bitiyor. Artık ara ara tribünden homurdanmalar da duyar olduk. Kötü oynadığının farkında ve çıkarken de çok üzgündü. Sıfır kredili Cristian ise üzerinde Aurelio gölgesi olmasına ve mevkisi itibariyle gol atma şansı da az olmasına rağmen futboluyla öne fırladı.


Bilica da 3-4 maçtır harika oynuyor. Daum’un yeni Luciano’su da o oldu. Belli ki direktif verilmiş, Volkan bile topu aldığında önündeki Luganoya vermiyor, Bilica’yı arıyor ve ona veriyor. Fenerbahçe’nin merkez ikilileri gün geçtikçe ve alışkanlıkları arttıkça daha iyi oluyor. Bilica-Lugano ve Emre-Cristian gerçekten harika bir omurga. Takımda şu an tek sorun Güiza ve Andre Santos’un formsuzlukları. Güiza için Kadıköy zaten çok zor, deplasmanlarda daha rahat. Formsuz da diyemiyorum, çok olumlu işler de yapıyor. Sanki yetenekleri kısıtlanmış gibi, topa hükmedemiyor ama çok koşuyor ve oyunu hiç bırakmıyor.

Dün mücadele gücünü arttıran isimlerden biri de Mehmet Topuz’du. Ben beğendim, çok istekliydi ve inanılmaz koştı. Mevkisi yüzünden belki çok efektif olamadı ama içeri kat ettiği her an Fenerbahçe’nin hücumda tehlike yaratma şansı da artıyor. Kazım ise sağ kanatta belki hücum adına çok daha efektif oynuyor ama benim tercihim Mehmet Topuz olur. Fenerbahçe’nin bir taktiği var, bazen bir anda inanılmaz bir çok pres yapıyorlar. Bu Emre’ye has bir özellikti ama dün ona Cristian ve Mehmet Topuz da eşlik etti. Dün bazen rakip ceza sahasında önünde bu üç isimden ikisinin rakip savunmaya bastığı pozisyonlar oldu.



Volkan bu sezon futbola çok konsantre. Çok ciddi oynuyor ve artık profesyonel görüntüsü veriyor.Unutmayayım, Özer’i de görmek çok güzeldi. Sanırım sesimizi duyurduk. Alex mi? Ben artık onu anlatmaktan yoruldum.

Fenerbahçe dördü deplasmanda olmak üzere 8 maça çıktı ve 24 puan topladı. Bu maçlarda 17 gol attı ve sadece 3 (üç) gol yedi. Kim ne anlatırsa anlatsın ben oynanan dengeli ve olgun futboldan memnunum. Bu takıma da az takviye yapılmadı, böyle bir başlangıç yapmak hiç kolay değil. En azından ben hayal bile edemezdim. 8 haftadır izlediğimiz bu takım belki Türkiye Ligi’nin en iyi takımı olmayabilir ama şu an ki görüntüsüyle Türkiye Ligi’ne en iyi takım Fenerbahçe.

2 Ekim 2009 Cuma

İmparator..


Bu kez de tombaladan Ceyhun Eriş ve Yusuf Şimşek çıktı. Hatta belki Rüştü’yü de sayabiliriz.

Fatih Terim gerçekten bir imparator. Dalga geçmiyorum, ülkenin milli takımını bir imparatorun ülkesini yönettiği gibi yönetiyor. Futbolun en güçlü ismi o, hatta onun gibisini hiç görmedik. Ne isterse yapar ve kimse ağzını açamaz. Kimse ondan hesap soramaz ve onu sorgulayamaz..

1 Ekim 2009 Perşembe

FC Sheriff 0-1 Fenerbahçe


Üzerine çok konuşulacak bir maç değil, tam böyle geçmesini bekliyordum. Golü yedikten sonraki dakikalar hariç..

Konrtol hep Fenerbahçe’de kaldı. Belki çok pozisyon gelmedi ama bir ara bir şekilde gol bulacağımız belliydi. İkinci devreye gol atmak için daha istekli başlayan takım golü de buldu..

Sonrası ise can sıkıcı. Yetenekleri kısıtlı bir takıma karşı bütün maç elinde tuttuğun kontrolü öne geçtikten sonra kaybediyorsun. Topa sahip olup maçı rahat rahat bitirmek varken anlamsız bir şekilde rakibe gelme şansı veriyorsun. Çok bir şey yapacak güçleri yok ama futbol bu, salak bir şut birine çarpıp gol olur, sonra da çıkarmak için uğraşırsın. Şu maçın son dakikaları tırnak yiyerek geçmemeliydi. Neyse, neticede kazanmak güzel..
.
Şimdiye kadar pek Daum eleştirisi yapmadım. Kendisinden de dile getirmeye değecek bir memnuniyetsizliğim yok ama bir şeyi de artık söylemeden geçemeyeceğim..
.
Özer yahu!

CSKA Moskova 2-1 Beşiktaş


Beşiktaş’lı arkadaşları çok iyi anlıyorum. Fenerbahçe’nin sıfır çektiği seneyi aklıma getiriyorum da, her kaybedilen maçın böyle bir hikayesi vardı. Lyon’u Kadıköy’de, Leverkusen’i ise hem içeride hem dışarıda yenebilirdik. Barcelona deplasmanında 1 puan da son dakikada kaçmıştı. Demek ki Mustafa Denizli ile hep böyle oluyor. Maç sonlarında “Şu şöyle olsaydı, bu böyle olsaydı kazanırdık” gibi cümleler kurulurken bir anda 6 maç geçip gidiyor.

Maçı 2-1 kazanan CSKA’nın Beşiktaş’ın yakaladığı gol pozisyonları kadar net olan bir pozisyonu yok. Bu söylediğime goller de dahil. Sürekli topun arkasında kaldılar ve çok koştular, tek yaptıkları belki de buydu. Uzaktan atılan çok güzel bir şut ve bir de Rüştü hatasıyla 3 puanı aldılar. Beşiktaş vasat bir takıma karşı kazanabileceği bir maçı kaybetti.

Neden Rüştü oynar, Serdar Özkan belki de kariyerinin en iyi döneminde kenarda oturur bilinmez. Fink-Ernst ikilisinin bozulmasındaki mantık nedir, Yusuf tercih edilecekse Tabata neden alınmıştır anlaşılmaz. Ekrem’i bek oynatmak varken İbrahim Kaş nasıl gelir gelmez sanki yerli Cafu’ymuş gibi forması en garanti isim olur herkes merak eder. Bu soruların cevapları Mustafa Denizli’de ama Beşiktaş’lılar bile bunları tekrar tekrar sorgulamaktan sıkılmış durumdayken benim aynı şeyleri yazmaya niyetim yok.

Gruptan çıkmak ya da UEFA hedefini devam ettirmek için Wolfsburg deplasmanından en az bir puan almak gerekiyor. Beşiktaş bunu yapabilir mi? Kağıt üzerinde evet mümkün ama.. Aması var işte..