12 Aralık 2010 Pazar
Ve Arkhe Gider
8 Aralık 2010 Çarşamba
Akatlar'da Iverson
7 Aralık 2010 Salı
Eren Güngör..
Beşiktaş-Bursaspor
Fenerbahçe 2-1 Karabükspor
2 Aralık 2010 Perşembe
Zafer
Çok acaip bir dönem geçiriyorum o ayrı ama bu zaferi bloga yazamayacak gibi de bir durumum yoktu. Ama gerek maç öncesinde, gerekse maç sonrasında sürüp giden anlamsız tartışmalar yüzünden hiçbir şey yazasım gelmedi. İnsanı şu büyük ve güzel mücadeleden bile soğuttular.
Kimseye bir şey ispatlamak zorunda değilim, bilen zaten biliyor ama blogdaki ilk postum da burada. 90'ların başından beri Barcelona'nın yeri bende ayrıdır ve o günden bugüne oynadıkları, beni de kendilerine aşık eden futbol nasıl değişmediyse Barcelona'nın da yeri bende değişmemiştir. İşte benim yıllar önce, futbola çok da aklımın ermediği günlerde "tık tık, çok güzel oynuyorlar" diyerek sevdiğim takım Pazartesi akşamı uzun süre unutamayacağım bir galibiyete imza attı.
.
.
2018 & 2022
29 Kasım 2010 Pazartesi
İki Derbinin Sonrasında
Benim için yoğun bir hafta sonuydu. Aslında maçları yazmak için dün zamanım oldu ama Haydarpaşa yangınından çok etkilendim, futbol yazmak falan içimden gelmedi. Haydarpaşa'nın birçokları için neler ifade ettiğini yazamayacağım ama kısaca benim ne hissettiğimi söylemem gerekirse dün canlı canlı yanışını izlerken gözlerim doldu, şu an kafamı pencereden dışarı çevirip ortası boşalmış iki kuleyi görünce de içim yanıyor. Aksine inanmam zaten çok zor ama eğer gerçekten bu iş kasıtlı yapıldıysa, azıcık bile payı olan herkesin cayır cayır yanmasını diliyorum.
Herkesin derbisi kendine büyük, benim için de bu haftanın en önemli derbisi Cumartesi günü Olimpiyat Stadı'nda oynandı ve Fenerbahçe çok zor bir deplasmandan çok önemli 3 puanı alarak evine döndü. O stadda istekli bir futbol oynamak zor ve Fenerbahçe de ligin en iyi 4-5 takımından biri olan İBB karşısında maç başında bunu başaramadı. İlk 10 dakika sıkıntı çekti ve rakibe pozisyon da verdi ama daha sonra özellikle Cristian'ın kıpırdanmasıyla ve Gökay'ın da ona eşlik etmesiyle toparlandı. Fenerbahçe iyi pas yaparak topa sahip olmaya, top rakipteyken de önde basmaya başladı. Böylece İBB'nin gol tehditi azaldı, Fenerbahçe golünün geleceği ise belli oldu. O gol de önde basma mentalitesi ile, Cristian'ın kazandığı top sonucunda Alex'in ayağından geldi.
İkinci devre son 10 dakikaya kadar Fenerbahçe'nin oynadığı futboldan ben memnun kaldım. Takımın pas trafiği çok başarılıydı, maçın bazı anlarında beni özellikle çok etkiledi. Geçmiş maçların aksine penaltı kaçana kadar Fenerbahçe geri yaslanmadı. Bu sebeple pozisyon bulurken rakibe de gol pozisyonları verdi ama penaltı kaçtıktan sonra eksik kalan rakip karşısında yine psikolojik sorunlar kendini gösterdi. İkinci golün bir türlü gelmemesi, penaltının kaçması ve İBB karşısında son 3 deplasmandan puansız dönülmüş olması takımı kendi kalesine doğru itti. Fenerbahçe gayet iyi oynadığı bir maçta iki puanı kaybedebilirdi.
İBB karşısında Fenerbahçe orta sahası çok iyiydi. Özellikle Cristian çok farklıydı, onu beğendiğim dönemdeki futbolunu izletti ama bu şekilde ne kadar devam edebilir bilemiyorum. Ona eşlik eden Gökay'dan bahsetmezsem haksızlık olur, bence yine kendi ölçütlerinde mükemmel bir maç çıkardı. Fiziği şu an yetersiz ama mental olarak hiç 18 yaşındaymış gibi değil. İyi pas trafiğinde onun da payı çok büyüktü, elinden geldiğince de mücadelesini etti. Bu iki oyuncunun yanına Mehmet Topuz'u da eklemek lazım. Çok güçlü ve çok mücadeleci. Belki hücumda fazla etkinlik gösteremiyor ama maçın hiçbir anında, hangi mevkide oynasa da oyundan düşmüyor. Nazar değmesin, ben ondan bu sezon çok memnunum.
Kötü isim söylemem gerekirse de Niang ve Caner diyebilirim. Niang'ı geçiyorum, gününde değildi. Golcülerin böyle günleri olabilir, Niang'ı çok dert etmiyorum ama Caner'in durumu düşündürücü. Beni yanıltıyor, beklentilerimi karşılayamıyor. Çok yanlış yapıyor, büyük bir şansı değerlendiremiyor. İBB onun kanadını maç boyunca koridor yaptı.
İlk devre sonu hedefime doğru takım emin adımlarla ilerliyor, hesaplarımda tek şaşan Antep karşısında fazladan kaybedilen 1 puan oldu. Şimdi kazanılması gereken 3 maç var ve ben takıma güveniyorum.
Derbi tahminim beraberlikti. Her ne kadar kağıt üzerinde beraberlik iki takıma da yaramıyor gibi gözükse de psikolojik olarak derbiyi zararsız atlatmak demekti. Kaybetmekten korkarak ürkek bir futbol oynayacaklarını düşünüyordum ama maçın başındaki penaltı oyunun gidişatını değiştirdi.
Galatasaraylıların Hagi kredisini anlayabiliyorum ama dışarıdan bakınca şu ana kadar gösterdiği performans hiç iyi değil. Hakan Balta tercihini kabul ediyorum ama şu maça hala Ali Turan ile başlamak bence çok yanlış. Aslında Galatasaray'ın öyle abartıldığı kadar da kötü bir kadrosu olduğunu düşünmüyorum. Sabri-Servet-Neill-Hakan Balta dörtlüsü önünde oynayacak Cana-Ayhan ikilisi ortalamanın üzerinde bir arka taraf oluşturuyorlar. Ön taraf için kalan 4 oyunculuk yer için ise Kewell, Pino, Elano, Misimoviç, Mehmet Batdal ve Baros ile Arda düşünülünce ortaya hiç de fena bir takım çıkmıyor. Ama işte sakatlar ve Hagi'nin tercihleri ile ortaya bu sonuçlar çıkıyor.
Beşiktaş tarafında ise tercih yapılabilecek fazla bir alternatif yoktu. Kenarda ilk 11'de düşünülebilecek sadece İbrahim Üzülmez ve Necip alternatifleri vardı. Solda tercih İsmail olmuştu ve Beşiktaş ilk devrede bu kanatta önemli sıkıntılar yaşadı. İsmail'e yakın oynayan Ersan da çok kötü bir gününde olunca madenden yararlanmak için Kewell da bir ara o tarafa geçti. Galatasaray mağlup duruma düştükten sonra Beşiktaş üzerinde büyük bir baskı kurdu, pozisyonlara da girdi. Cenk'in iyi performansı, Galatasaraylıların beceriksizliği ve biraz da şansın yardımıyla, penaltı pozisyonu dışında rakip kaleye pek gidemeyen Beşiktaş ilk devreyi tek farklı önde kapadı.
İkinci devre Galatasaray'da oyuna Mehmet Batdal girdi, Sabri de sağ beke geçti. Bu devrenin ilk bölümünde yine Galatasaray baskısı vardı ama bu baskı golü getirmedi. Servet'in yerine Barış oyuna girdikten ve Cana stopere geçtikten sonra ise Galatasaray baskısı yavaş yavaş kayboldu. Cana'nın olmadığı orta sahada bana kalırsa maçın o anlara kadar kötü isimlerinden Guti ortaya çıkmaya başladı. Bir gol bir de asist ile oynayan Guti'nin algıyı değiştirmesi normal ama ben çok iyi oynadığını düşünmüyorum. Hatta ilk devre yaptığı bir basit top kaybı Galatasaray adıne net bir gol pozisyonu oldu. Ne zaman ki Galatasaray orta sahasında boşluklar oluşmaya başladı, Guti de sahneye çıktı. Maçın Beşiktaş adına bence en iyi oyuncusu Aurelio idi. Fenerbahçe günlerini hatırlatan bir futbol sergiledi.
Beşiktaş gidişatının hiç de bu sonucu işaret etmediği bir maçta çok önemli bir 3 puan kazandı ve böylece üst tarafa tutunmuş oldu. Galatasaray ise her ne kadar bu ligde her şeyin olabileceğini, 5 maç üst üste kazananın çok farklı yerlere gelebileceğini düşünsem de bir anlamda lige veda etti. Kalan haftalar onlar için çok zor olacak. Beşiktaş ise bu galibiyetin bir anlam kazanması için haftaya Bursaspor karşısına çıkacak.
26 Kasım 2010 Cuma
Lucescu'dan
‘Schuster'in sözü normal'
“Beşiktaş'ın teknik direktörü Bernd Schuster'in, ‘Türkiye'de 1960'lı yılların futbolu oynanıyor' sözünü doğal buluyorum. Her yerde benzer şeyler yaşanıyor. Daha altta yer alan takımlar direnir ve kapanırlar. Sonuçta amaç puan alarak yenilmeden sahadan ayrılmaktır. 10 sene önce de durum farklı değildi. Şimdi de o yüzden gerilere gitmeye yok."
Aklı başında herhangi birimizin diyeceğini, dediğini söylemiş büyük usta. Schuster'e zaman verilsin, sabredilsin, eyvallah. Ama sırf yabancı biri söylüyor diye saldırmamalıysak, aynı şekilde hemfikir olmak zorunluluğu da hissetmeye gerek yok.
Budur
Gurur
25 Kasım 2010 Perşembe
Havaya Girerken
24 Kasım 2010 Çarşamba
Bu saatten sonra (ah'lar vah'lar 2)
Daha çok hücumcuyla daha çok hücum edilmez. Takımın en iyi defansçısı en ileride oynayan olmalıdır. İki yönlü orta saha oyuncusu lüks değil şarttır. Vee son olarak hücumcuya defans öğretirsiniz de savunmacıya hücum öğretemezsiniz. Hayır, bu yazı "bunlar ne salak klişelerdir" yorumu içermeyecek. Ve lakin, bu kadronun bu saatten sonra neler yapabileceği ile ilgili beyin jimnastiği içerecek. Bunu yaparken de keşke gündemdeki 'modern vs. 60lar futbolu' muhabbetine de değdirsem diye düşünmüyor değilim.
Her maç değil elbet, ve her zaman da başarılı olmadan, bittabi. Fakat, Parreira'dan bu yana Fenerbahçe kontrollü oyunun istikrarına inanmışken Galatasaray aslında çok uzun bir süre ligde saldırgan hücum futbolunun posteriydi. Lig ile Avrupa arasındaki ayrımın dersini de 1989'da geçmişti bu ekol. Ve haliyle zaman içerisinde Monaco karşısında kale çizgisinde 7 kişiyle duran takım daha dinamik ve kontraatakla Manchester'ı eleyen takıma dönüştü. Ama ligde kalabalık hücum eden takım kimliği değişmedi. Başarılarda da başarısızlıklarda da bu böyleydi.
Peki yukarıda örneklerini verdiğim kadroların karşısına çıkan rakipler katı savunma yapmıyorlar mıydı? Saftig'i hatırlayanlar vardır aranızda. Samsun-Antep-Antalya 3'lüsünü? Hepsi katı savunma artı 1-2 kişiyle hızlı kontrataklar sonucu yenmiş 5 gole karşılık Kubilay-Saffet-Hakan-Arif gibi hücum hattıyla atılan sıfır golle kaybolan sezonu? Tam da bu yazıda açmaya çalıştığım konunun kötü örneği, ağızlarda bıraktığı kötü tat. Peki ya aynı sezonu Falco-Stumpf-Bülent 3'lüsüyle geçirmiş olsak, kalede Hayrettin yerine birisi olsa üst üste 3. şampiyonluk gelir, Daum'un Türkiye macerası 1.5 yılda bitebilir miydi? Belki de.
O, o zamandı diyenlerin elinden tutup gelirim 2005-2006 sezonuna. Gerets'e gelirim. Hasan Şaş - İliç - Necati - Hakan Şükür (Ümit Karan)'a gelirim. 4 senede mi değişti herşey? Diziliş ve oyuncu seçimi kadar taktik de önemli değil midir? Rıza Çalımbay, Ali Sami Yen'e Mehmet Yılmaz - Ümit Karan - Serdar - Youla'yla çıktı mı? Çıktı. Takım savunmasını gene de doğru yaptı mı? Evet. Başarılı oldu mı? Evet.
Evet bir ideal olmalı. Daha dengeli, daha rakip farketmeksizin efektif olabilen bir takım yaratılmaya çalışılmalıdır. Bununla bir sorunum yok. Ama eğer söz konusu takım 13. hafta sonunda -3 averajla onuncu sıradaysa illa da şart değildir belki bunu diyorum sadece. Hagi'nin seneye de kalacağını çok tahmin etmediğimden de kaynaklanıyor belki bu tutum biraz. Yani bir kadro ve sistem oturtup, seneye de olmuşun üstüne koyarak gider gibi gelmiyor bana. İnanmıyorum pek. Hele Adnan'lara rağmen.
O zaman ben de şunu diyorum bir kez daha: 2 beraberlik bile fazladır bundan sonra. 1'i oldu bile. Kötü bir Kayserispor önünde çok da kötü değildi pazar günkü futbol ama daha fazla hücum etmesinin önünde bir engel yoktu Galatasaray'ın. O bir puan ne işe yaradı ki? Önümüzdeki maç Beşiktaş karşısında da aynı oyunla iyi bir sonuç alınması da mümkün. Gene de benim durduğum yer aynı olacak. Yetenekli hücumcularını topyekün kullanmalı Galatasaray bugünden sonra. Dizilişi 4-1-3-2, parolası saldır. Evet Song-Tomas gibi bir ikiliyi çok arar Galatasaray bu anlayışta. Varsın olsun, herşeyi tam ve doğru yapalım derken yapılan hatalar da aynı sonucu getiriyor nasıl olsa. Geriye de dönen, defansta yardımlaşan takım olabildiğini görüyoruz Galatasaray'ın ama hücum edebildiğini? Defansta kalabalıkken yediğimiz goller de az değil. Gol atamadan yemek ile gol atamadan yememek arasında bir takımız. Kaybedilecek birşey kalmayan şu ortamda beni çıldırtıyor bu. Hızlı, kaotik, dengesiz bir ofans takımı istiyorum ben, evet, çağdışı, evet gerçek eski model(!) Pısırık, kısır, umutsuz, en yetenekli oyuncularına sırt çeviren bir takım değil.
4'lüyü nasıl yaparsan yap, çıkar ileriye. Önlerine Cana'yı koy, tek defansif orta saha. Sağda Elano, solda Arda, ortada Misi. Önlerine Pino'yla Baroş'u koy, Kewell'la Batdal yedeklesin bu ikiliyi. Antrenmanlarda hızlı çıkmayı baz alan setler çalış boyuna. Derdin gol atmak olsun, gol yememek değil. Alınan sonuç da, yenilen kontraatak golleri de umurumda olmayacak. Ama iddia ediyorum hissiyat değişecek takımda, tribünde, bende (evet ben taraftarım, ve evet hisiyat işidir takım tutmak) ve belki de en önemlisi rakiplerde. Arda gitmeden, Baroş'la Kewell tamamen bitmeden, Misimoviç'le Elano aforoz edilmeden döktürseler, 3-5 kere bile olsa müthiş maçlar çıkarsalar fena mı olur? 3 sezondur plansızlık, vizyonsuzluk, istikrarsızlıktan, hayal kırıklığından başka birşey vermedikleri şu taraftara en azından böyle bir hediye verseler ne olur sahi? Alex Ferguson hani bir takımın herşeyini daha iyi yapmaya çalışırken hepsinde birden başarısız olmakla ilgili demiştir ya, güçlü olan yanını sivriltmek bazen daha önemlidir. Eğer konu Galatasaray ise ben de diyorum ki sivrilteceğin hücum olmalı. Uzun vadede, doğru dürüst yöneticiler ve teknik rehberlik ışığında şekillenecek takım da bu temelin üstüne yapılacak modifikasyonlarla kurulmalı.
Bugüne dönersek, yukarıda verdiğim kadroyu Feldkamp oynatabilir miydi? Teoride de olsa (o da yabancıların başına gelebilecekler yüzünden) bence evet. Arda'nın Feldkamp öncesinde 60. dakikada bitmesi sendromunu hatırlayalım. Ve sonrasını. Bu baklavadaki Arda ve Elano da çok efektif pres yapamasalar bile topun arkasına geçecek kadar atletlik yapabilir. Pino ileride eski Necati misali takılsa da geriye gelip göbekte Misimoviç'in yanına girebilir top rakipteyken. Velhasıl-ı kelam "if there is a will, there is a way" derler Anglo'lar, ama burada da "niyeti namazda olmayanın kulağı ezanda olmazmış" diyorlar. Hagi, gel dönelim bu yoldan, vazgeç şu defansı "sağlam" takımdan, şu "dengeli" maçlardan.
Sakatlık hikayesini pas geçmiyorum. Bu isimlerinin hepsinin bir arada sağlam olmalarını kimse gibi bende beklemiyorum. Ama alternatifleri de yine hücumcu olmalıdır bunların. Yani kanatlar için Sabri-Barış-Ayhan değil Emre-Serdar ilk alternatiftir. Misimoviç'in yedeği de Mustafa değildir, Elano'dur Arda'dır. Ortaya kayanın yerine kanatlarda çocuklar oynar yine.
Bitirirken, çok kısa da olsa, önümüzdeki sezonlara bir bakış atayım diyordum ama ayrı bir posta dönüştürsem iyi olur herhalde, zira beklemediğim kadar uzadı bu yazı.
Jose'nin Oyunu
23 Kasım 2010 Salı
Fenerbahçe 5-2 Bucaspor
Bir diğer çözüm bulunması gereken sorun da çok açık bir şekilde gözüküyor ve hepimizin de zaten dilinde, savunma problemleri. Sıkıntı sadece savunma oyuncularından kaynaklanmıyor, takım savunmasında sıkıntılar var. Eskiden takım fazla adamla çıkılan hücumların dönüşünde pozisyon verirdi ama artık yerleşik durumdayken bile problem yaşanıyor. Fenerbahçe alan daraltamıyor, savunmaya yerleştiğinde oyunu sıkıştıramıyor. Şu anda orta sahada oynayan isimlerin yapısı böyle bir şeye müsade etmiyor. İyi bir Selçuk bile bu noktada çok faydalı olacaktır ki zaten devre arasında orta sahaya bir takviye gelecek gibi duruyor.
Tribünlerin Bilica’dan sonra bu haftaki hedefleri de Cristian ve Andre Santos oldu. Bence oyunculara homurdananlardan bir çoğu bunu kendi gördükleri ışığında yapmıyorlar. Rıdvan da dahil olmak üzere Fenerbahçe medyası kimi hedefe koyuyorsa ona yükleniyorlar. Hedefe konan isim ne yaparsa batıyor, oyuncunun özellikle hatası kovalanıyor. Bu taraftar medya güdümüyle Alex’i bile yuhaladı, daha ötesi yok. Şimdi de aynı gaz ile Brezilyalılara karşı bir tavır var. Benim de memnuniyetsizliğim var ama 5 gol atılan bir maçta oyuncu ıslıklayacak kadar nefret dolu değilim. Cristian ıslığı yediğinde daha arkadaki bir arkadaşına pas vermişti çünkü önünde top atabileceği kimse yoktu. Geriye oynamak her zaman yanlış değildir, herkes de Alex gibi en görülmeyecek noktaları görüp en imkansız pasları atamaz. Ama işte yeri geldiğinde Cristian Alex olamadığı için, kimi zaman da Alex bir ön liberonun yaptığı işleri yapamadığı için tepki görebiliyor. Ama Cristian düz adam, Alex de koşmuyor zaten.
Cristian’ın şiddetli bir savunucusu değilim ama mesela geçen sezon da herkes kadar tepki dolu değildim. Dün de kötü oynamadığını düşünüyorum, ilk golün pası da ondan geldi. Her şeye rağmen devre arasında ayrılması iki taraf için de daha hayırlı olacaktır, artık ömrünü doldurdu. Hatta Andre Santos bile iyi bir teklif gelirse yeri doldurulmak şartıyla bırakılabilir. Ne yazık ki bu ıslıklar ancak böyle kesilecek gibi duruyor. Santos ile Cristian’ı geçiyorum bu ıslıklar her oyuncuyu etkiler. Mesela dün ben Gökay’ı düşündüm, belki Saraçoğlu’nda oynadığı ilk maçta doğru bir geri pas yapmaktan korkacak ve top kaptıracak. Belki sahada ürkek oynayacak, ayakları titreyecek. Saraçoğlu’nu Fenerbahçeli futbolcu için de zor bir hale getirmenin cezasını yine Fenerbahçe çekecek.
Bir de Semih’e değinmeden geçemeyeceğim. Bu adamda acaip şeyler var, en kötü haliyle bile bir şekilde golü çekiyor. Dün oyuna girdikten sonra 10 dakika içinde 1 gol ve 1 asist yaptı. Ligdeki gol sayısını da 7’ye çıkardı.
Fenerbahçe’nin önünde oynayacağı çok önemli 4 maç ve alınması gereken 12 puan var. Bu 4 maçın en önemlisi ve en zoru ise Cumartesi günü Olimpiyat Stadı’nda oynanacak. O maçtan çıkacak 3 puan ve kazanılacak ivme ile devamının gelmesi durumunda Fenerbahçe ilk devreyi sezon başındaki şartlar düşünülünce çok iyi bir yerde bitirecektir.
Alex ve 3000. gol mü? Camia olarak hepimiz o golü onun atmasını çok istedik ve oldu. Sanırım olacağını biz de biliyorduk, o da biliyordu. Maçtan bir önceki gece Twitter’da “yarın 3000. golü......” yazmıştı. Benim artık onu anlatacak bir kelimem kalmadı. Onu canlı olarak izleyebildiğim için ne kadar şanslı olduğumu çok iyi biliyorum ve artık sadece onunla geçen her anın keyfini çıkarmaya çalışıyorum.
19 Kasım 2010 Cuma
Ah Cimbom Vah Galatasaray 1
Öncelikle, neden bu kadar nadir yazdığımla başlayayım. Abidik gubidik akla ilk gelen şeyi yazmaktansa, biraz bekleyip düşünmeyi severim. Ama gel gör ki, tam ve geniş kapsamlı bir fikir oluşturana dek konuyla ilgili şartlar değişiveriyor buralarda. Oluşturmaya çalıştığın fikrin daha hafta sonu gelmeden çöpe gittiği bir ortamda nasıl uzun vadeli çalışma yapılır, yapılsa da sürecin tamamlanmasına imkan olur mu? Çok güzel, pek harika 3-4 yıllık planlar yapıp bir-iki ayda bir değiştirdiğiniz sürece ne olur? Evet bu Galatasaray, ama değil sadece sporudur, futboludur, kötü niyetli planlar dışında bu bütün ülke değil midir? Herneyse, boyumu geçen sulara açılmadan hiç olmazsa, sabır... sabır... diye diye biriktirdiğim görüşlerimi sıralayayım sarı kırmızılarla ilgili. Az buz değil galiba. Madde madde sıralarken bütünleştiririm umarım.
Manisa maçındaki tribün tepkisine göre gidelim. Önce Ali Turan'a patladı taraftar. Bu adamın sağbek değil de stoper olduğunu Filipinlerdeki 14 yaşındaki FMciler bile biliyor. Sağbekte zorunluluktan oynadığını da. Dahası Türk seyircisi bu adamın Galatasaray'da oynamak için (!!) 6 ay futbol oynamadığını da biliyor üstelik. En formda dönemlerinde bile bazen sağ bek oynarken rakibin önünü kesebilen ve hızlı bir adam olarak (Kayseri'deki gibi düşük beklentiler önünde üstelik) vasatı aşamayan bu adamı ıslıklamak ve yuhalamak, mağlubiyeti, kötü futbolu onun üstünden doğru eleştirmek boş iş. Geçelim. Ortada stoper bölgesinin yedeğidir. Gökhan Zan'dan da iyidir bence.
Gelelim banko ve maç başına 1 asistle oynayan Servet'e. Manisa maçında gol yedirmesi de, top kayıpları da bildiğimiz Servet. Hangisi, iki Servet'ten kötü olanı. Bir ekstra Servet vardır, nasıl bu kadar iyi oynadığına inanamadığımız. Garip olan, şu ana kadar kariyerinde heralde 30-40 maç gördüğümüz bu ekstra Servet'in varlığı aslında. Çoğu Feldkamp döneminde, bir kısmı Sivas'ta, bir kısmı da Skibbe döneminde gördüğümüz Servet bu. Diğeri, son dönemde sık sık gördüğümüz, Fenerbahçelilerin gayet iyi tanıdığı Servet ise, aslında normal Servet'tir. Fenerlilerin "al bak size diyorduk" demek için zevkle parmak kaldırdığı Servet. Abimin ve birçok diğer Galatasaraylının daha gelirken öngördüğü, inanmadığı Servet. Hani "bana inanılan yerde..." gibi cıvık laflar etti ya. Aslında tam tersi. Kimsenin ona inanmadığı dönemlerde kendini ispat etmeye çalışan Servet'in futboluyla "beni ne Marsilyalar istedi de babam vermedi" Servet'in futbolu arasındaki farkı gördük. Son olarak Song ve Tomas da gol yedirirdi bu takıma, Popescu'yla Bülent de. Ama kimse akıllarının ve gönüllerinin konumundan şüphe etmedi, midesi bulanmadı. O Song ki mesela, Afrikalı bütün oyuncular kendisine kaptan ve baba olarak bakar, asla kendisiyle Galatasaray klubü arasındaki ilişkiyi yanlış yorumlayacak bir ego gösterisine girmedi, girmez. Kimse de Song'u yıllar sonra yavaş kaldığı pozisyonlarla, ıskaladığı hava toplarıyla filan hatırlamayacak. Ha neden bahsettiğimi bilmeyen varsa (bu bloga nerden yolu düşmüş bilinmez), son dönemde en aklı başında Galatasaray seslerini okuduğum Sorosçu Aslanlar'daki ilgili entry herşeyi açıklar sanırım.
Neyse ağzımızdaki acılığı biraz atalım da Cana'dan bahsedelim. Göklere çıkaracak, "işte bu uleeayn" filan diye gazlayacak değilim. Sakatlanmasın yeter. Ayrıca çok NET söylüyorum (fazla iddialı oldu bile) tek önlibero oynar, hele bu saatten sonra. Takımın kalan sezonda ne yapması gerektiğine dair keseceğim ahkamlar daha sonra. Ama Cana yanına Mustafa, Ayhan veya Barış olmadan da oynar. Baklava olur yani. Bekleri hücuma çok çıkarmadan ve evet pek modern zodern olmayan bir taktikte oynamalı takım. Neyse...
Genel olarak sıkça gözlemlendiği üzere kadroda belli bir kalite istikrarsızlığı, bir yedek sorunsalı bence de mühim. Bu sebeple belli bir 14-15-16 kişinin sürekli olarak birlikte oynadığını, birbirine alıştığını ve kaynaştığını görmedik şu başarısız 3 senede (ya da 10?). Mutlaka olmalı mıdır? Rotasyon gerçeği yok mudur? Vardır elbet, ama bir de kadronun temeli olur, hocanın oyun anlayışını taşıyıp, yanına yeni oyuncuları entegre ettiğin. Yok mudur yani? Birşey aradığım için mi böyle düşünüyorum? Peki şöyle baksak, (bize fazlasıyla uzay örneği olacak ama) ManU kalkıp da Giggs'in, Scholes'un, Neville'ın daha genç, daha trendy çocuklar alamaz mıydı ilk başarısızlıkta? Veya Lyon Juninho'yu yedek medek de olsa kadroda tutsa fena mı olurdu? Bilmiyorum, önemli de değil, yani bu yazının amacı da değil, beyin jimnastiği sadece..
"Gençleri oynatsın aabi!"
Tabi. Mutlaka. Lakin kim onlar? -Fark etmez aabi, bundan kötü mü olacaklar? Peki. Emre Çolak zaman alsın zaten, tamam. Bunu yaparken bir yandan da Serdar Özkan'a şıkır şıkır paracıkları vermeyeydik iyiydi ama neyse. Geçelim. Başka? Aydın Yılmaz mı? Hahayt, şaka heralde. Fener'de küfür kıyamet kariyerini devam ettirmeye çalışan Uğur Boral'ın yarısı eder mi? Genç takımlardaki başarılarının hatrına Abdullah Avcı'ya en az 1.5 sezonluğuna, mümkünse 2.5 seneliğine kiralık gitsin. 2-3 maç değil 20-25 maç ilk 11 oynasın da görelim 1. lig topçusu mu (bizde oynar mı demiyorum bile). 25 yaşındaki Mehme Batdal da genç oyuncu filan değil bu arada, medyada unutuluyor asıl yaşı. Cumhur'du, Anıl'dı, Cem Sultan'dı filan ben pek tanımıyorum. İyi şeyler yazıldığını gördüm arada bir bu oyuncular için. Ama kime göre, kimin karşısında iyiler kimse bilmiyor. Yani şunu diyeceğim bu konuda: Mehmet Güven. Övüle övüle bitmeyen Mehmet, sarı kırmızı formayı hiç bir alışında taşıyamadı ama Manisa'da belli bir standartta bir oyuncu işte. 10-15 maç iyi oynasa, kalkıp geri getirsek kendisini takıma, beklentim yine öncekinden fazla olmaz. Bu kim? Arda'nın "ben dahil jenerasyonun en iyi futbolcusudur" dediği Mehmet Güven. Demek ki bu kadar basit değil "gençleri oynatmak aabi", yanlış mı?
Daha önemli konuya gelelim benim gözümde. Bundan sonra, en azından bu sezon kaybedecek birşey kalmamışken, dizilişi, taktiği ve sistemi oyunculara göre basitleştirmek hikayesi bitsin. Onu oynayamıyorlar çünkü kalitesi yetmiyor takımın, o zaman daha yavaş oynayalım, bunu oynayamıyorlar çünkü pozisyon bilgileri sınırlı daha kalabalık olalım, şunu oynayamıyorlar çünkü geriye yardım etmiyorlar, giden gelemiyor, gelen gidemiyor. Eee, o aman 5-4-1 oynayalım, liberolu miberolu. Var mı ötesi? Takıma verilecek en güzel ceza, aynı oyuncuları yapamadıkları, beceremedikleri taktikte maç üstüne maç oynatmaktır. Yenilsin, yuhalansın, kahrolsunlar. Rezil olmamak için düzelmek, çalışmak, birbirine yardım etmek ve inanmak zorunda kalsınlar. Tek başlarına bir hiç olduklarını, sadece birarada herhangi birşey olabileceklerini ağlaya ağlaya anlasınlar. Şimdi düşününce kadro dışı bırakmaya prensip olarak karşı olan Rijkaard'ın da yaptığı buydu sanırım. Ama nerede o karakter, nerede o özeleştiri yapacak ego? Takım en iyi hücum futbolunu oynarken "bu ne yea geberdik, defansı kalabalıklaştırmak lazım" diyen gumbaklar varken. (Garibim, kıvırcığım stoper istedi durdu. Yahu en azından bu yaz kesin emindim, Neill'ın yanına sağlam bir adam alırlar dedim. Olmadı Ali Turan var, Hakan Balta var dedim de şu haliye Servet'in her maç 11 olacağını tahmin edemedim. Neyse Servet hikayesi değil bu.) Bu aslında "bu hoca da taktı bize" edasıyla kendini geliştirmek şöyle dursun geriye giden arka sıra öğrencilerinin hikayesi. Takım dediğinin bal gibi bir karakteri olur. Çirkefliğe de ulaşabildiği için Galatasaray'lı olmayanların gıcık kolduğu "o dönemlerde" takımın kazanan bir hırsı, bir takım bütünleşmesi veya ortak kavgası vardı. Sonuçlar ne olursa olsun Galatasaraylıyı üzen işte bunu görememektir. Yok Lincoln'ün iyi oynadığı 2-3 maçta, ya da 2008 şampiyonluğunda filan beni heyecanlandırmayan, umutlandırmayan, yarım sevinmeme yol açan da bu resimdir.
Olacak şey değil ya, yukarıdaki fantazimin (kimsenin maçası yemez bu camianın bugününde) amacı da budur. Bu karakteri kazanmak. Niye büyük futbolcu olduklarını ispat etmek zorunda kalsın, kurtarılmasınlar. Sen 350 gramlık yıldızsın, ben yarım kiloluk tartışmaları yerini 'nasıl takım olarak bu maçı kazanırız'a dönse, olgunlaşılsa egolardan sıyrılınıp. Kaynaşılsa, dostluklar gelişse. İyileşme süreci annem. "Hepsi gitsin doğru dürüst adamlar alalım, bu yabancılar hep isteksiz, sektürün gidün" takımı değil çünkü Galatasaray. Ya da değildi, eskiden. Vasat bir paralı Anadolu takımı gibi yönetilirseniz böyle Siirt Jet-Pa gibi, Uzan'ın İstanbulspor'u gibi de sonuçlar alırsınız. Florya'nın havasının bile formayı giyen topçuya kupa kazandırdığı günlerden geldiğimiz noktaya bak. 2000'lerdeki 3 şampiyonluk (ki zararları faydalarından çok olmuştur belki bunların) dışında 10 yılda 1 Türkiye 1 Süper Kupa var. İnanılmaz.
El netice, devre arası kesinlikle transfer yapılmasın. Tabi minik bir-iki tavsiyem var naçizane. Bir, Servet haliyle derhal bırakılmalı. Maliyet, gelir, fiyat düşünülmeden. Rıdvan Hazretleri ve diğer sanırım birçokları için milli takımın bankosu, bölgesinin en iyisi. Tamam, peki. Gitsin oynasın. Nerede isterse. Fener'e gitsin bize gol atsın, atıyorum Shakhtar'a gitsin, döktürsün, herkes birbirine "görüyor musun" desin. Umurumda değil. Uzatmak istemiyorum, lakin Servet'i alana yanında Gökhan Zan'ı da eşantiyon olarak versek, kofre accık daha pahalıya satılır, şahane olur.
Serdar Özkan'ın ise biraz kalıp Hagi tarafından tartaklanması taraftarıyım. Sıça döküle, azar yiye yiye oynasın bi 10-15 maç ak köt kara köt çıksın ortaya. Mustafa Sarp da sezon sonuna dek kalacaktır. Ne kadar az süre alırsa o kadar iyi. Hakan Balta stoper, Insua sol bek oynasın. Balta'nın yedeği de Ali Turan'dır.
Evet şu halde bile sadece Baroş oynayabiliyor olsa çok şey farkeder. Ama yoksa da Mehmet Batdal oynasın. Ne kaybederiz babuş? Pino ne kadar santrfor? Oyunu forse etmediğimiz Fener maçında 2-3 şut çekti diye oynatmaya devam edip de kalabalık savunma içinde tamamen kaybolduğunu gördüğümüz Pino'dan kötü olmaz Mehmet Batdal. Haa, ama Hagi illa da "bu ne lan" diye bakacaksa Batdal'a, genç ucuz ve hızlı bir yabancı oyuncu kassınlar devre arasında. Aynı ölçüde, Allah izin verir de Servet'le Gökhan'ı da yollarsak devre arasında, yaşlı bile olsa fark etmez, düzgün bir stopere para ayrılsa çok iyi olur tabi ama sezon hedefleri itibariyle olsa da olur olmasa da olur. Hatta transferi kimin yapacağına göre hiç olmasa daha da iyi olabilir.
Aslında bu yazının ana fikri tam da Misimoviç'in kadro dışı bırakılmaması denilebilir. Tekrar edip duruyorum ama kaybedecek birşeyi kalmadı takımın bu sezon. En azından senede 2-3 milyon kazanan adamlarını herşey tamamen berraklaşıncaya kadar oynatmaktır 20-25 maç. (Servet'i neden bir yana ayırdığımı bir daha nlatmama gerek yoktur herhalde). Hatta sonra da değineceğim üzere deli saçma bir hücum futbolu oynamaktır. Farklı galibiyetler, mağlubiyetler alınan, ama 1-0 yenip yenilinen, beraberlik alınan değil. 2 beraberlik bile fazladır kalan sürede (son anda beraberliği yakalayan biz olduğumuz senaryolar hariç). Önümüzdeki sezonun takımını oturtmaya çalışmadan, önce çok para verilen hücum oyuncularının neler yapıp yapamadığını en azından görecek kadar. Şu andan sonra koşuyor diye Barış'ı Elano'ya Sarp'ı Misimoviç'e tercih ederek hiç ama HİÇ kazanılacak şey yoktur.
Şimdilik bu postu burada kesiyorum ama elimde 2-3 posta daha yetecek notlar var. Onları da farklı başlıklarda toplayayım diye düşünüyorum. Şimdiden anons edeyim de fiyakalı olsun. Bundan sonra sırayla; kalan sezon boyun oynanmasını umduğum sistem ve mantalite, Adnanlar ve yönetim, 2011-2012 ile başlayacak Aslantepe'nin takımı, ve son olarak da tribün ve taraftar üzerine düşüncelerimi paylaşacağım.