Şen Şef etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şen Şef etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2011 Çarşamba

Milan Baros


Daha yeni yazdım gelecek sezon fikirlerimi. 9 numaraya da kendisini koydum tereddütsüz. Sözleşmesi de var daha. Yalnız acaba mantıklı mıdır Baros tercihi? Meziyetlerine hiç birşey demek mümkün değil. Çıplak gözle seyrettiğim en iyi santrforlardan biridir. 3 maç arka arkaya oynayınca goller de atmaya başlıyor. Bütün bunlar tamam, ama geride kalan 2.5+ sezonda oynadığı maç sayısı? Sezonda 30 maç oynamayan adam üznden kadro planlamasına gitmek doğru mudur? Hiç kimsenin sakatlanmayacağını garanti edemezsin ama Baros'a da bakınca önümüzdeki iki sene ne değişecek diye düşünüyor insan. Aldığı parada maç başı ayarı yapmak ve aynı özelliklere sahip (!!!) bir alternatifini de kulübeye çekmek bir tercihtir, senelerden beri söylediğimiz bu aslında. Lakin bir tercih daha olabilir. Baros hala para ederken okutmak ve yeni bir birinci-tercih-santrfora güvenmek de artık düşünülmelidir Galatasaray adına. Onun da alternatifini almak mecburi, o ayrı :) Ama burası İngiltere değil "3-4 tane doldur, hangileri sağlamsa/formdaysa oynasın" yapamıyoruz henüz, zaten yerli-yabancı karın ağrısı var. Yapılmaz veya kimse yapmıyor demiyorum da biz yapamıyoruz işte...

Better luck next year

Şubat 2011


  • Serkan Kurtuluş yerine Sabri'nin sağ beke geçmesi heralde yakındır. Bu konuda daha eveleyip gevelemeye gerek yok. Merkez oyuncusu olmayacak Sabri'den, üstelik Serkan'dan daha iyi bir sağbek.
  • Cana ve Neill'ın yerleri değişebilir, ama Cana'yı sevmem için çok sebebim olmasına rağmen her iki pozisyonda da Neill daha iyi sanki. Ayrıca sağbekte de çok iyi, normal şartlar altında orada oynatırdım
  • Hakan Balta'dan bıkmayan yok heralde. Insua veya Çağlar hiç olmazsa kredilerni tüketmediler. Yabancı kontenjanı durumuna göre biri veya diğeri
  • Sabri'den boşalan yerde Barış Hagi'nin ilk seçimi olur heralde. Yoksa Yekta'yı orada oynatmasını isteyenler çoğunlukta. Bana göre de kaybedecek birşeyin olmadığı bu tip zamanlar, Yekta'nın o mevkiye alışması ve kendini geliştirmesi için fırsattır. Culio'nun yedeğine de ihtiyaç olacak ileride. Boşuna BAM'ı hortlatmaya gerek yok artık ortalarda.
  • Kewell ve Baros bir gidip bir geldiklerinden hücum setleri oturmuyor. Arda yok zaten. Kazım çok sık sakatlanmadığından (fiziksel olarak en azından) sağ açık onun. Stancu da banko 11. Geri kalan kişiyi form durumuna göre seçmek icap ediyor



2011/2012 Şen Şef Yapılanması altında


Yeri garanti olan tek oyuncu 8 no.lu pozisyonda Culio. Diğer pozisyonları eldeki alternatifler ve transfer olasılıkları hesabıyla yazalım, arkasından oyun taktiğini açmaya çalışalım.

  1. Zapata'nın sezon sonuna kadar şansı var. Şu an verdiğimiz değerden fazlasını hakedecek bir kaleci olabilir, şu on onbeş maçı da görelim kesin birşey söylemeden. Ancak 6 yabancı hakkından birini kaleye kullandığınızda, hele bu bütçelerle, gönül rahatlığı beklemek hakkıdır taraftarın. Ufuk kalır, A2 kalecisi 3. kaleci olur, Aykut da gider artık bi zahmet bir yerlerde kendini kanıtlar.
  2. Sabri, olmadı Serkan, olmadı Neill. Ya da transfer durumlarına göre Neill ilk 11'in sağbeki olabilir çoğu rakibe karşı. Yine de normali Sabri Reyiz.
  3. Insua'nın sezon sonu dönme ihtimali yüksek. Hakan Balta belli. Çağlar da malesef sakatlık makatlık derken bir türlü kapamadı formayı. Buraya transfer mecburi, yerli pazarı belli. Gurbetçi çocuklardan iyi olanlarını zaten Anadolu klüpleri kapıyor. Muallakta yani 3 numara
  4. Servet, Balta, Gökhan veya yapılacak bir yerli stoper transferi. Galatasaray'ın yazılmamış kuralı gibidir. İlla defans göbeğinde bir Türk olur. Emre Güngör ve Ali Turan'ı çok kolay salladık ama buraya yerli transfer yine yapılır. Biraz işbilen birileri yapabilse transferi, düzgün, aşama kaydedebilecek genç oyuncular bulunabilir.
  5. Neill veya yabancı stoper transferi. Neill'ı ne kadar beğensem de stoper olarak üst seviye olduğunu söylemek zor, zeka olarak evet ama fizik, hava topu ve top kapma becerisi bakımından değil işte napçen. Artık aklı da dışarıda heralde. O yüzden buraya ciddi bir transfer bekliyor, umuyorum.
  6. Beklentim yerli transfer. Selçuk İnan veya Murat Ceylan çok çok iyi olur mesela. Ceyhun Gülselam tipi bir adam ise formasyonu bozar örneğin. Şimdilerde çok övülmeye başlanan Mehmet Güven yuvaya dönse bile heralde o pozisyonun yedeği olur ancak. Hagi'nin ilk dönemindeki Flavio Conceiçao - Ergün Penbe ikilisine denk bir ikili olması lazım buranın. Culio Ergün'ün iyi zamanları gibi, o bakımdan nokta bir transferle çok yol kateder takım.
  7. Burada oynayacak oyuncu yeterli. Pino, Kazım, Stancu, Yekta, hatta çok darda kalındığında Arda ve Kewell.
  8. Culio. Yedeği olarak Ayhan kalır bir sene daha.
  9. Baros tabi de, bir var üç yok olduğundan alternatiflerini de yazalım. Benim beklentim yukarıdaki 9-10 no.lu pozisyonları önlü arkalı bir şekilde oynaması takımın. O bakımdan Stancu sanki ilk yedek olmamalı Baros'a. Buraya da yerli bir transfer bekliyorum. Cenk Tosun Baros'u bile kesebilecek, önümüzdeki yıllarda banko 9 numara olabilecek oyuncuymuş galiba. Tabi huyunu suyunu, karakterini bilmem, 2 ay sonra kaybolur gider bilemem. Neticede genç potansiyeli olan fizik gücü yüksek bir adam alınır istenirse.
  10. Stancu. Necati-Hakan Şükür ikilsi dönemindeki Necati gibi. Hem markaj dışı uzak forvet olarak, hem şut tehlikesi içererek, hem de tek pas, hızlı oyun içgüdüleriyle tehlikeli bir "9.5" Stancu. Bir de oyun diiplini ve takım savunmasına yardım durumu var ki, bu işte gerektiğinde göbeği kapatırken, gerektiğinde ceza alanında çoğalırken faydalı olacak bir durum. Bu da oyun içinde rakibe göre klasik 442'ye, ya da 433 veya 451'e geçebilmek demek. Yedeği de Yekta olur, Kewell olur, hatta Culio olur gerekirse. Arda? Belki.
  11. Arda, Stancu, Kewell. 3'ü de kalırsa takımda transfere gerek olmayabilir. Yekta da oynar, Culio da, Pino da.
Gözden çıkarılanlar
  • Aykut
  • Barış
  • Aydın
  • Mustafa Sarp
  • Gökhan
Gitse de olur kalsa da
  • Neill
  • Kewell
  • Hakan Balta
  • Cana
  • Insua

Transfer İhtiyaçları
  • Kaleci (Büyük ihtimalle yabancı)
  • Stoper (Tercihen bir genç Türk, bir üst düzey yabancı)
  • Solbek (Giden/kalana göre şekillenir)
  • Merkez orta saha (Yerli ama bonservise kıyılacak)
  • Santrfor (genç, yerli/yabancı)

5-6 transferle, kadro derinliği tamamlanabilir. Bunların 3'ü mutlaka çok çok net transferler olmalı: kaleci, stoper ve 6 numara. Yabancı sayısı filan da öyle aman aman bir sıkıntı yaratmıyor Galatasaray'da.

Oyun, takım yapısı itibariyle Hagi'nin 2005 modeline bu sezonki Trabzonspor'un Türk tikitaka'sının eklenmesi gibi birşey bekliyorum. Dengeli ama hücumu düşünen, takım halinde oynayabilen ve futbolun birçok basit doğrusunu ezberlemiş, otomatikleştirmiş bir takım bekliyorum. Tabi belki de en önemlisi yıllardır sabahtan akşama kadar aralarında olup da maçı seyrederken "hoca ipleri kaçırmış" diyecek pişkinlikte olmayan bir sorumlu istiyorum. Menejer mi olur, yönetici mi, ağabey mi başkan mı bilmem. Ondan sonra hocanın insan ilişkileri zayıftı, disiplinsizdi, veya buraya alışamadı gibi bahanelerle kendi boklarını kamufle eden demeçler duymak da istemiyorum. Yönetici yönetir, teknik direktör teknik direktördür.

5 Şubat 2011 Cumartesi

BJK:1 KDK:1


Bildiğiniz üzere blogumuzda Beşiktaşlı yazar yok. Ama ikimizin de Beşiktaş'la öyle veya böyle harcadığımız zaman oluyor. Kısa kısa geçeceğim bu maçla ilgili yorumlarımı.

Mustafa Kamil Abitoğlu, dünyada kaç tane senden kötü hakem buluruz acaba? Hani bütün amatör ve altyapı hakemlerini de katsak 10'u geçmez tahminimce. Senin deeee, seni hakem yapanın daaa... Yazıklar olsun.

Emenike muhteşem bir santrfor. Kapalı defanslara karşı ne yapar ne yapmaz belki tartışılır ama bence değil 3 büyükler filan, rahat Premier League topçusu.

Fernandez'den nefret ettim ben. Ne ön libero olabilir bu yumuşaklıkla, ne de oyun kurucu olabilir bu kararsızlıkla. Üstelik saklandı, gereksiz topla oynadı aldığında, bir de yetmezmiş gibi hiç mücadele filan etmedi. Necip'ten çalınan tek bir dakikaya bile yazık. Ernst de iyi değildi, kabul, ama yine de Fernandez'e ultra gıcık oldum.

Nobre top kapması, mücadelesi, basit oynaması, 3-4 kere kafayla gole çok yaklaşmasıyla koskoca bir HELAL OLSUN aldı benden. Öte taraftan Hugo Almeida da fena değil, galibiyet golünü de attı aslında ama en azından son 15 dakika yerini Bobo'ya bıraksa heralde iyi olurdu.

Sonra, Simao-Q7 maç içerisinde yer değiştirmeli daha sık. Hilbert sağ açıkta değil de sağ bekte oynamalı, ama mutlaka gerekli. E diyorsan ki yabancı sayısı, Necip'in, Aurelio'nun veya mecburiyetten Ekrem'in veya başka birinin orta sahaya sokulması gerekir. Öyle ya da böyle Hilbert sağ bek oynatılır.

El netice, iyi takım, güzel transferler filan tamam da, yerli oyuncu pazarını zorlamadan olmayacak bu iş, gurbetçilerden olur başka çözüm olur bilmem. Ama kaç sezondur aynı hikaye.

Bu arada Karabükspor da, Yücel İldiz de, up up up up... Ah bi de Cernat sakatlanmayaydı...

Son olarak, yeni açık kombinesini satmak isteyen birisini tanıyorsanız, talibim :)

p.s. Mustafa Kamil, yatacak yerin yok. Çok uzaklara git lan. ÇOK!

12 Ocak 2011 Çarşamba

Kadro vesaire

Dünkü maçı seyredip de hala Ayhan üzerinden kadro eleştirisi yapan herkese;
İlk yarıda takıma bakıyorum, 2 tane futbolcu var bizim formalı. Biri ışık veren (ve golde de hatalı olan malesef) İnsua, diğeri de tanımayan birinin "bu adam heralde gençliğinde üst düzey top oynamış" diyeceği Ayhan Akman. Sev sevme kardeşim bana ne, de, pozisyon bilgisi, oyunu okuma, teknik kapasite olarak 18 numaranın takıma yetmediğini söyleme. Çünkü o zaman Aydın'ı, Barış'ı, Balta'yı filan nerene sokacağını şaşıracaksın. "Dışarıda taraftar var mı" demesinin dışında bir nedene dayandıramayacağın nefretini unutmadan Serveeet diye bağıran da sensin işte kabul et.

Sonra, yukarıda adı geçenlerle birlikte asıl listeyi yapalım madem.

Serdar Özkan'ın tribünlerce ve teknik yönetim tarafından sezon sonuna kadar hırpalanmasını istiyordum ama o kadar bile kredi yaratamadı kendine. GÜLE GÜLE demenin gülme kısmını şimdi daha iyi anlıyorum gidişiyle.

Ali Turan konusunda hiçbir zaman ciddi bir sıkıntım olmamıştı benim. Stoper olduğunu ve kanımca Zan'dan iyi olduğunu yeniden not düşelim. Kendine gelmesi büyük ihtimal gelecek sezonu bulur ama apar topar kovulmasındansa neden kiralanmadı anlayabilmiş değilim.

Barış Özbek en iyi maçında 10 üzerinden 7 oynamıştır, koşar moşar da dağınıktır, savruktur, üzerine plan yapılması zor bir oyuncu, şayet plan kaosu alevlendirmek değilse. Olup olabileceğini oldu artık, hiçbir yanıyla da matah değil. Ayhan'ı gözü kapalı bir sezon daha kadroda tutarım da Barış'a bir kuruş vermem, ben.

Aydın Yılmaz. Bir cümle bile yazasım yok gerçi, daha önce söylenmemiş birşey de yok kafamda. Yolu açık olsun, haa daha gitmedi di mi? Gitsin artık madem.

Hakan Balta, Servet Çetin ve Gökhan Zan. Bursaspor'da olsalar alabilmek için bir taraflarımızı yırtıyor olacaktık değil mi? İşte onlar da gelebilmek için aynı yerlerini yırtıyor olacaklardı büyük ihtimal. Yırtmadıkları sürece vasat altı adamlar, milli takımmış, uyuyor işte. O milli takımın da hallerini gördük. Almanya'ya kök söktürüp defansı beceremediği için yenilen, Malta'da diş çektirircesine kaybeden milli takımın defansı işte. Kalsınlar mı kalmasınlar mı birşey diyemiyorum, Gökhan'ın aldığı yıllık ücrete küfretmekden gayrı. Kalsınlar belki, ama bir veya iki sağlam yabancı stoper de alınsın. Öyle olur.

Mustafa Sarp da heralde sezon sonu yolcudur, yaşı da futbolu da müsait değil artık bu formaya. Aykut Erçetin de yeterin artık, tartışmaya bile gerek yok. Kewell herhalde tamam diyecek sezon sonu, ama sanırım herkes bir yıl daha (maç başına anlaşılarak) kalmasını ister. Neill da aynı şekil.


O o şekil, bu şu şekil derken gelelim özgürlükler, kelepçeler bi'dir Kazım'a. Son dönemde Meira, Lincoln, Misimoviç hikayeleri dönmeseydi, Türk oyuncularla yabancılar arasında çifte standart vaziyetleri, bölünmüşlükler filan ortaya çıkmasaydı bambaşka konuşurduk belki de kendisini. Hiç cevaplan(a)mayan sorular olmassaydı son 3-5 seneye dair başka açılardan görmeye çalışırdık belki. Herşeyi bir yana bırakıp da salt futbol olarak bakarsak Serdar Özkan'la Aydın Yılmaz'ın toplamından fazlası vardır diyebiliriz. Sadece dün attığı gol ile bile Pino'dan daha fazla merkez hücumcudur da diyebiliriz. Bir de üstelik Türk pasaportundan dem vururuz. Lakin yukarıdaki tablonun sonuna eklendiğinde yutamadık işte kolay kolay. İki gol daha atsın, hazımsızlığın ha'sı kalmayacağı gibi, 2 hafta üstüste o meşhur vurdumduymazlığını göstersin, kendisine ve onu alanlara edilecek küfürün de haddi hesabı olmaz.

Culio ile ilgili ise konuşmak için erken. Tekniği, ayağı daha iyi bir Mustafa Sarp'a dönüşmesinden tırsıyorum ben biraz. Asıl Hakan Şükür'ün ne kadar övdüğüne şaşırdım kaldım ben dün. İsimsiz ya, maliyeti nispeten düşük ya, kramponundan şıra içecekti neredeyse. Nasıl bir ego sıkıntısıdır kardeşim anlamadım gitti.


Son olarak Arda'ya değinmem lazım. Sanırım Arda hayatında ilk kez futbol olarak bu kadar geriye gitti sakatlık makatlık derken. Eski haline dönmesi onun için yepyeni ve zorlu bir süreç olacak. İlk yükseliş başka, düştükten sonra aynı yere çıkmak başkadır, bu da futboldan ziyade hayatla alakalı. Umarım ülkecek üzerine çok gidip mundar etmeyiz kendisini. Tugay'a şimdi çok saygı duyanların vaktinde benzer durumda ona nasıl davrandığını unutmam, o kendini kurtardı, Arda da kaçarak kurtulmak zorunda kalmamalı.

Çetiiiiiin....





Serveeeeeettt...

Ulan ne devler devirdik beea diye diye gel şu stadın son gününe, ondan sonra Beypazarı Şekerspor'a karşı yenilerek veda etme kabusunu gör, ondan sonra da o kadar adam içinden 76 numara gelip rövaşatayla kurtarsın seni. Sonra, Serveeeett...

Sktrolgit çeken taraftarın şukunu vereyim hemen. Öte yandan ne olursa olsun, kim olursa olsun konu, önemli olan üstündeki forma işte ne yaparsın. Hagi'nin nasıl sevindiğini gördünüz mü gollerden sonra? Kupada yola devam etmek midir sebebi, ya da kendi kariyeriyle filan mı alakalıdır? Hayır. Gecenin asıl anlamının yarattığı sorumluluktur bence. Serveeeeettt de öyle birşey işte.

Son damlalar



Çılgın sellerden geriye damlalar kaldı, tek tük, saf damlalar. Bir de promosyonel, profesyonel, kurgusal hisler, klipler ve şiirler. Üzülmeliyiz, kahrolmalıyız filan demiyorum, ya da *ruh*, *endüstriyel*, *175TL* filan kullanmıyorum bu yazıda. Sadece kendi hayatımızın, anılarımızın kapanan bir odası olmasıyla önemli, başka birşey değil. Tugay ağlarken hepimizi ağlattı ya, işte aslında o da, biz de, kendimize ağlıyoruz; zamanın geçmesiyle ilgili bir yüzleşmenin yoğunluğudur işin aslı. İnsan nasıl cenazede ölen kişiye değil de kendisinin onsuzluğuna ağlarsa, işte öyle birşey.



Ben şahsen "bu işlerin bittiğine", yani "endüstri"nin, pahalı biletlerin, locaların taraftarlığı öldürdüğüne, (artık neyse o) *duruş*umuzu yok ettiğine filan inanmıyorum.



Öncelikle ne duruş, ne benzeri yakıştırmalar öyle pek gerçek şeyler değil, konu Türkiye'de taraftarlıksa. Her dönemde iyi ve kötü örnekleri vardır ve önemli olan şehir efsanelerine ve camiaların kendi kendilerini böbürlemelerine fazla takılmamak. Sonrası daha kolay yemin ederim. Amanın da şöyleydi o zamanlar, böyleydik şu zamanlar diye anlatılan dönemlerde yığınla maça gittim. Herşeyin iyi gittiği zamanlarda, akıllı, tavırlı, tek-ses tribünlerin, işler kötü giderken sabırsız, vefasız, ahlaksız ve her-kafadan-ayrı-ses olduğuınu da gördüm. Defalarca hiddetlendim renkdaş taraftarıma, kendimi zor tuttum bir yığın insana gider yapıp linç edilmemek için. Yalnızdım zira çoğu zaman, benimle aynı düşünen çok kişi ağzını açmadı çünkü, destek olmak bir yana. Ama bazen de karışmışlığın, umutsuzluğun içinde bir anda (hem de) numaralıdan yükselip bir anda stadı kavrayan "Rerere Rarara"yla maçların döndüğünü de tüylerim diken diken hatırlamaz mıyım?



O yüzden hatırlamakta fayda var, veda edilen sonuçta mimari bir yapıdır, ne ruh, ne de sevgilidir. O ruh da, ruhsuzluk da, akıl da, aptallık da, sevgi de, sinir de, hepsi bizimle beraber Seyrantepe'ye gelecektir, içiniz rahat olsun. Nasıl şampiyonluklar ve hüsranları gördüysek Mecidiyeköy'de, nasıl Trömsö'ye elenip Manchester'ı elediysek, nasıl 40 senede 3 farklı santrforunu neredeyse 40 gole taşıdıysa bir sezonda, o ateş de bizimle beraber yeni mabedde yanacaktır. İlk kez bu stada ayak basışımı anlatmıştım ilk postlarımdan birinde. Buraya yazdım mı hatırlamıyorum ama, arkadaşlarımla kavgasını da yapmışlığım vardır, çünkü evet modern şartlarda maç seyretmeyi hak ederiz, ama bu herşeyden önemli değildir. "Kendi evin duygusu"ndan mesela. Aldığı sonuçlara bakmadan o formanın evine gitme duygusundan. Ülkenin, dünyanın dört bir tarafında bir kez göremediği için kahrolan Galatasaraylının duygusundan bağımsız olarak düşünülemez çünkü o eve gitmek...

Aslında çok üzülmemek gerek derken ne kadar üzüldüğümü ele verdiğimi de fark etmiyorum sanmayın, ama Ali Sami Yen Stadı nasıl bizimle var olduysa Seyrantepe TT Arena da olacaktır demek istiyorum.





Son olarak her yerde kendi kendimize anlattıklarımızı bir de UEFA'nın sitesinden link geçelim (onlar söylemeden inanmıyoruz ya bazen, mazallah :) ). Elveda Sami Yen, seni çok sevdik, asla unutlmayacaksın...

5 Ocak 2011 Çarşamba

O stad kapanır



UA filan da coştu, Kazım Prens Ferdinand olabilir. Açılışta olay çıkabilir, Sivas maçı yeni stadda sessiz oynanır. Ya da bu işte başka bir iş var.

4 Ocak 2011 Salı

Necati ve Kazım ve Kazım ve Kazım Zım Zım zımzmzmzzzzz....




Tekelsever bloggerlardan BiraSigaraFutbolcular, Galiba Necati'ye ihtiyacımız var demiş. Mantıklı geldi okuyunca. Tita'yı da kabul edebilirim ben aynı mantıkla. Öte yandan Kazım Kazım gerçekten gelirse TT filan yalan benim için ne kombine ne bireysel. Bu kez de yine pek sevdiğim Chao'ya veriyorum mikrofonu: O bahsettiğiniz karakter buysa, ta karakterinizi sikeyim ben sizin.

Cipolla Not Out !





Arkhe kardeşimiz yeminini etti, dağıtım vakti geldi neredeyse, ben daha bir post atmadım. Yazıklar olsun bana. Kendisi kahraman bir jandarma olarak Trakya bölgesini savunuyor, içiniz rahat olsun. Ayrıca Fenerli balı (!) olarak kimilerinin lanse ettiği üzere, dağıtımı İstanbul'a çıkması kuvvetle muhtemel olan Arkhemiz umarız bir Brian Steel Nielsen tadında "çok iyi adamdı yea keşke kalsaydı biraz daha" duyguları yaşatarak tamamlar vatani görevini...

Sivil hayata dönersek, Galatasaray'ın artık umursamamaya alışmaya başladığımız rezalet durumu, futbol ile olan alışverişimi minimum düzeylere indirdi. Okuduğum blog sayısı, seyrettiğim futbol süresine paralel olarak düştü. Gene de Galatasaray maçlarını izliyorum tabi yanlış anlaşılmasın, ama boş bakan gözler ve tutkusuz yüz ifadem için birşey diyemem. Bu kadarı geliyor içimden. Yine de ev halkı memnundur heralde evin haftasonları bağırış çağırış, küfür kafir dolmamasından. Ve hala internette e-mailimden sonraki ilk adresim bir spor sayfası, üstelik hiç istemediğim transferler olmuş mu diye bakmak için.

Evet, herkes hemfikir neredeyse, Galatasaray'ın hazır, gelir gelmez oynayacak 3-4 transfere ihtiyacı var. En azından kupayı kazanmak ve "düşüyonuz lan ehehe" geyiğinden sıyrılmak için. Necati, Formica ve de biri daha bekleniyor. Çok umurumda. Fazla para harcamasınlar yeter ki. Ali Turan'ı sallamışız bile, sanki Necati gelmese bile yolcu gibi duruyor. Misimoviç'i de kakalamaya çalışıyoruz biryere zorla. Elano gitti, Arda-Baroş daha dönmedi, Neill-Kewell bir süre yok falan filan.

Ben ise gerçekten karışık duygulardayım. Bu adamların ne daha fazla para harcamasını, ne de kadronun geleceğiyle ilgili kararlar vermesini istiyorum çünkü. Bugünün kurtulmasını da istemiyorum o kadar çok. İyice yansın, şöyle bir pisliği gitsin gibi karanlık hislerim var bütün TTArena gazına rağmen. Yönetimde, ama daha ziyade futbol şubesinde, taraftarda, kadroda bulunan pislik iyice yansın kabarsın da spatulayla kazıyalım. Hayal tabi. Benim futbol ve Galatasaray kümelerinin kesişiminde yürüttüğüm bütün akıllar da hayal zaten. Galatasaray'ı tutmanın çocukluktan beri bana salgılattığı adrenalin de endorfin de hayal kurabilmekle iligi ayrıca. (Şimdi burada gidilecek yollar var yazı olarak da ben onların ışıklı-gülümsemeli-nostaljik sokaklarına girmiyorum)

*******************************************

Başka yerlerde, Beşiktaş'ın yeni yabancıları bazılarını etkilemedi (bkz Arkhe - "daha iyisini gördük" dedi, GS'ın son 3 sezondaki flaş isimlerini kast ederek). Bendeyse ohannes tepkisi yaratmadı desem yalan olur. Hangi 5 Türk oyanayacağı ise daha önemli konu Beşiktaş'ta. Güzel top oynasınlar, ciğerimi yesinler, taraftar da sakin olsun kötü sonuçlarda, bu seneki soğukkanlılıkları sürsün biraz daha. Olursa seneye müthiş bir sezon, olmazsa ekim-kasım gibi Schuster-Mehmet Özdilek değişikliği bekliyor onları kanımca. O değilde forma çok kötü lan.


********************************************

Son olarak, son dönemde takip ettiğim bazı bloglarda dikkatimi çeken, beğendiğim veya konuşmaya değer bulduğum birkaç şeyi buraya taşımak istiyorum bugün. (Copy-paste'le ödev dolduran öğrenci gibi hissettim bir an kendimi)

  • Kaçıranlara: Bundesliga uzmanı ve pek şahane futboldan anlayan kişisi Borges'ten Hugo Almeida.
  • Yine Borges'ten Misimoviç'le alakalı hislerime tercüman olmanın ötesine geçen yazısı.
  • Maç Yazıları çok başarılı bir projeydi bence ama eminim sürdürmek kolay değil. Keşke devam etseler. Şu an için önemli olduğu kadar, gelecekte arşiv olarak çok önemli olurdu sanki. Zira gazetelerin maç yazılarından çok daha iyi işlerdi bunlar, online, etiketli bir biçimde biriktirilseler, arama yapınca bulunsalar kolay kolay, çok da güzel iyi olur taam mı?
  • Nadir Galatasaray sığınaklarımdan SorosçuAslanlar.com döktürmeye devam ediyor. Tükenişin Kronolojisi I, II ve III yakın geçmişte olan biteni güzel özetleyen bir üçleme örneğin. Yabancı oyuncu fetiş ve sorunsalı üzerine, vizyon muhabbetlerine, takım dinamiklerine yaptıkları ciddi, komik, realist veya ütopik giderleri beğenerek izliyorum.

26 Kasım 2010 Cuma

Lucescu'dan

Aynıı, kaynımda var...


‘Schuster'in sözü normal'
“Beşiktaş'ın teknik direktörü
Bernd Schuster'in, ‘Türkiye'de 1960'lı yılların futbolu oynanıyor' sözünü doğal buluyorum. Her yerde benzer şeyler yaşanıyor. Daha altta yer alan takımlar direnir ve kapanırlar. Sonuçta amaç puan alarak yenilmeden sahadan ayrılmaktır. 10 sene önce de durum farklı değildi. Şimdi de o yüzden gerilere gitmeye yok."

Aklı başında herhangi birimizin diyeceğini, dediğini söylemiş büyük usta. Schuster'e zaman verilsin, sabredilsin, eyvallah. Ama sırf yabancı biri söylüyor diye saldırmamalıysak, aynı şekilde hemfikir olmak zorunluluğu da hissetmeye gerek yok.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Bu saatten sonra (ah'lar vah'lar 2)


Daha çok hücumcuyla daha çok hücum edilmez. Takımın en iyi defansçısı en ileride oynayan olmalıdır. İki yönlü orta saha oyuncusu lüks değil şarttır. Vee son olarak hücumcuya defans öğretirsiniz de savunmacıya hücum öğretemezsiniz. Hayır, bu yazı "bunlar ne salak klişelerdir" yorumu içermeyecek. Ve lakin, bu kadronun bu saatten sonra neler yapabileceği ile ilgili beyin jimnastiği içerecek. Bunu yaparken de keşke gündemdeki 'modern vs. 60lar futbolu' muhabbetine de değdirsem diye düşünmüyor değilim.

"Defansçı" Lucescu ligde Ümit Karan (Serkan Aykut) - Arif - Sergen'i aynı anda oynatabilmiş, Nouma (Ahmet Dursun) - İlhan Mansız - Pancu - Sergen'i coşturmuştu. Galatasaray'da daha önce Arif-Hakan-Hagi-Ilie aynı anda sahaya çıkabilmiş, arkalarında Tugay, Emre, Ergün gibi ilk özelliği defans olmayan çift yönlü adamlarla kabus gibi yardırabilmişti.




Her maç değil elbet, ve her zaman da başarılı olmadan, bittabi. Fakat, Parreira'dan bu yana Fenerbahçe kontrollü oyunun istikrarına inanmışken Galatasaray aslında çok uzun bir süre ligde saldırgan hücum futbolunun posteriydi. Lig ile Avrupa arasındaki ayrımın dersini de 1989'da geçmişti bu ekol. Ve haliyle zaman içerisinde Monaco karşısında kale çizgisinde 7 kişiyle duran takım daha dinamik ve kontraatakla Manchester'ı eleyen takıma dönüştü. Ama ligde kalabalık hücum eden takım kimliği değişmedi. Başarılarda da başarısızlıklarda da bu böyleydi.

Futbol değişti, gelişti, elbette. Bu gelişimin özü de takım defansı ve iki yönlü oyuncular değil mi? (Schuster'in yorumu da bu yönde patlamıyor mu zaten? Takım halinde defans yapmayı futboldaki diğer herşeyin üstüne koyuyor gibi gördüğümüz Ziya Doğan'a darılmış ama böyle bir takımdan iki gol yemesine daha çok bozulmuştur sanırım. Veselinoviç takımı mı eski model acaba Ziya Doğan takımı mı? Ya da zaten, eskiden tek bir model mi vardı sanki? 60larda catenaccio vardı da WM yok muydu? 8 kişiyle defans yapıp 8 gol yediğimiz milli maçlar da hatırlarım, 5-4-1'le Euro 96'ya katıldığımızı da)

Peki yukarıda örneklerini verdiğim kadroların karşısına çıkan rakipler katı savunma yapmıyorlar mıydı? Saftig'i hatırlayanlar vardır aranızda. Samsun-Antep-Antalya 3'lüsünü? Hepsi katı savunma artı 1-2 kişiyle hızlı kontrataklar sonucu yenmiş 5 gole karşılık Kubilay-Saffet-Hakan-Arif gibi hücum hattıyla atılan sıfır golle kaybolan sezonu? Tam da bu yazıda açmaya çalıştığım konunun kötü örneği, ağızlarda bıraktığı kötü tat. Peki ya aynı sezonu Falco-Stumpf-Bülent 3'lüsüyle geçirmiş olsak, kalede Hayrettin yerine birisi olsa üst üste 3. şampiyonluk gelir, Daum'un Türkiye macerası 1.5 yılda bitebilir miydi? Belki de.



O, o zamandı diyenlerin elinden tutup gelirim 2005-2006 sezonuna. Gerets'e gelirim. Hasan Şaş - İliç - Necati - Hakan Şükür (Ümit Karan)'a gelirim. 4 senede mi değişti herşey? Diziliş ve oyuncu seçimi kadar taktik de önemli değil midir? Rıza Çalımbay, Ali Sami Yen'e Mehmet Yılmaz - Ümit Karan - Serdar - Youla'yla çıktı mı? Çıktı. Takım savunmasını gene de doğru yaptı mı? Evet. Başarılı oldu mı? Evet.



Evet bir ideal olmalı. Daha dengeli, daha rakip farketmeksizin efektif olabilen bir takım yaratılmaya çalışılmalıdır. Bununla bir sorunum yok. Ama eğer söz konusu takım 13. hafta sonunda -3 averajla onuncu sıradaysa illa da şart değildir belki bunu diyorum sadece. Hagi'nin seneye de kalacağını çok tahmin etmediğimden de kaynaklanıyor belki bu tutum biraz. Yani bir kadro ve sistem oturtup, seneye de olmuşun üstüne koyarak gider gibi gelmiyor bana. İnanmıyorum pek. Hele Adnan'lara rağmen.


O zaman ben de şunu diyorum bir kez daha: 2 beraberlik bile fazladır bundan sonra. 1'i oldu bile. Kötü bir Kayserispor önünde çok da kötü değildi pazar günkü futbol ama daha fazla hücum etmesinin önünde bir engel yoktu Galatasaray'ın. O bir puan ne işe yaradı ki? Önümüzdeki maç Beşiktaş karşısında da aynı oyunla iyi bir sonuç alınması da mümkün. Gene de benim durduğum yer aynı olacak. Yetenekli hücumcularını topyekün kullanmalı Galatasaray bugünden sonra. Dizilişi 4-1-3-2, parolası saldır. Evet Song-Tomas gibi bir ikiliyi çok arar Galatasaray bu anlayışta. Varsın olsun, herşeyi tam ve doğru yapalım derken yapılan hatalar da aynı sonucu getiriyor nasıl olsa. Geriye de dönen, defansta yardımlaşan takım olabildiğini görüyoruz Galatasaray'ın ama hücum edebildiğini? Defansta kalabalıkken yediğimiz goller de az değil. Gol atamadan yemek ile gol atamadan yememek arasında bir takımız. Kaybedilecek birşey kalmayan şu ortamda beni çıldırtıyor bu. Hızlı, kaotik, dengesiz bir ofans takımı istiyorum ben, evet, çağdışı, evet gerçek eski model(!) Pısırık, kısır, umutsuz, en yetenekli oyuncularına sırt çeviren bir takım değil.

4'lüyü nasıl yaparsan yap, çıkar ileriye. Önlerine Cana'yı koy, tek defansif orta saha. Sağda Elano, solda Arda, ortada Misi. Önlerine Pino'yla Baroş'u koy, Kewell'la Batdal yedeklesin bu ikiliyi. Antrenmanlarda hızlı çıkmayı baz alan setler çalış boyuna. Derdin gol atmak olsun, gol yememek değil. Alınan sonuç da, yenilen kontraatak golleri de umurumda olmayacak. Ama iddia ediyorum hissiyat değişecek takımda, tribünde, bende (evet ben taraftarım, ve evet hisiyat işidir takım tutmak) ve belki de en önemlisi rakiplerde. Arda gitmeden, Baroş'la Kewell tamamen bitmeden, Misimoviç'le Elano aforoz edilmeden döktürseler, 3-5 kere bile olsa müthiş maçlar çıkarsalar fena mı olur? 3 sezondur plansızlık, vizyonsuzluk, istikrarsızlıktan, hayal kırıklığından başka birşey vermedikleri şu taraftara en azından böyle bir hediye verseler ne olur sahi? Alex Ferguson hani bir takımın herşeyini daha iyi yapmaya çalışırken hepsinde birden başarısız olmakla ilgili demiştir ya, güçlü olan yanını sivriltmek bazen daha önemlidir. Eğer konu Galatasaray ise ben de diyorum ki sivrilteceğin hücum olmalı. Uzun vadede, doğru dürüst yöneticiler ve teknik rehberlik ışığında şekillenecek takım da bu temelin üstüne yapılacak modifikasyonlarla kurulmalı.

Bugüne dönersek, yukarıda verdiğim kadroyu Feldkamp oynatabilir miydi? Teoride de olsa (o da yabancıların başına gelebilecekler yüzünden) bence evet. Arda'nın Feldkamp öncesinde 60. dakikada bitmesi sendromunu hatırlayalım. Ve sonrasını. Bu baklavadaki Arda ve Elano da çok efektif pres yapamasalar bile topun arkasına geçecek kadar atletlik yapabilir. Pino ileride eski Necati misali takılsa da geriye gelip göbekte Misimoviç'in yanına girebilir top rakipteyken. Velhasıl-ı kelam "if there is a will, there is a way" derler Anglo'lar, ama burada da "niyeti namazda olmayanın kulağı ezanda olmazmış" diyorlar. Hagi, gel dönelim bu yoldan, vazgeç şu defansı "sağlam" takımdan, şu "dengeli" maçlardan.

Sakatlık hikayesini pas geçmiyorum. Bu isimlerinin hepsinin bir arada sağlam olmalarını kimse gibi bende beklemiyorum. Ama alternatifleri de yine hücumcu olmalıdır bunların. Yani kanatlar için Sabri-Barış-Ayhan değil Emre-Serdar ilk alternatiftir. Misimoviç'in yedeği de Mustafa değildir, Elano'dur Arda'dır. Ortaya kayanın yerine kanatlarda çocuklar oynar yine.

Bitirirken, çok kısa da olsa, önümüzdeki sezonlara bir bakış atayım diyordum ama ayrı bir posta dönüştürsem iyi olur herhalde, zira beklemediğim kadar uzadı bu yazı.

19 Kasım 2010 Cuma

Ah Cimbom Vah Galatasaray 1


Öncelikle, neden bu kadar nadir yazdığımla başlayayım. Abidik gubidik akla ilk gelen şeyi yazmaktansa, biraz bekleyip düşünmeyi severim. Ama gel gör ki, tam ve geniş kapsamlı bir fikir oluşturana dek konuyla ilgili şartlar değişiveriyor buralarda. Oluşturmaya çalıştığın fikrin daha hafta sonu gelmeden çöpe gittiği bir ortamda nasıl uzun vadeli çalışma yapılır, yapılsa da sürecin tamamlanmasına imkan olur mu? Çok güzel, pek harika 3-4 yıllık planlar yapıp bir-iki ayda bir değiştirdiğiniz sürece ne olur? Evet bu Galatasaray, ama değil sadece sporudur, futboludur, kötü niyetli planlar dışında bu bütün ülke değil midir? Herneyse, boyumu geçen sulara açılmadan hiç olmazsa, sabır... sabır... diye diye biriktirdiğim görüşlerimi sıralayayım sarı kırmızılarla ilgili. Az buz değil galiba. Madde madde sıralarken bütünleştiririm umarım.


Manisa maçındaki tribün tepkisine göre gidelim. Önce Ali Turan'a patladı taraftar. Bu adamın sağbek değil de stoper olduğunu Filipinlerdeki 14 yaşındaki FMciler bile biliyor. Sağbekte zorunluluktan oynadığını da. Dahası Türk seyircisi bu adamın Galatasaray'da oynamak için (!!) 6 ay futbol oynamadığını da biliyor üstelik. En formda dönemlerinde bile bazen sağ bek oynarken rakibin önünü kesebilen ve hızlı bir adam olarak (Kayseri'deki gibi düşük beklentiler önünde üstelik) vasatı aşamayan bu adamı ıslıklamak ve yuhalamak, mağlubiyeti, kötü futbolu onun üstünden doğru eleştirmek boş iş. Geçelim. Ortada stoper bölgesinin yedeğidir. Gökhan Zan'dan da iyidir bence.


Gelelim banko ve maç başına 1 asistle oynayan Servet'e. Manisa maçında gol yedirmesi de, top kayıpları da bildiğimiz Servet. Hangisi, iki Servet'ten kötü olanı. Bir ekstra Servet vardır, nasıl bu kadar iyi oynadığına inanamadığımız. Garip olan, şu ana kadar kariyerinde heralde 30-40 maç gördüğümüz bu ekstra Servet'in varlığı aslında. Çoğu Feldkamp döneminde, bir kısmı Sivas'ta, bir kısmı da Skibbe döneminde gördüğümüz Servet bu. Diğeri, son dönemde sık sık gördüğümüz, Fenerbahçelilerin gayet iyi tanıdığı Servet ise, aslında normal Servet'tir. Fenerlilerin "al bak size diyorduk" demek için zevkle parmak kaldırdığı Servet. Abimin ve birçok diğer Galatasaraylının daha gelirken öngördüğü, inanmadığı Servet. Hani "bana inanılan yerde..." gibi cıvık laflar etti ya. Aslında tam tersi. Kimsenin ona inanmadığı dönemlerde kendini ispat etmeye çalışan Servet'in futboluyla "beni ne Marsilyalar istedi de babam vermedi" Servet'in futbolu arasındaki farkı gördük. Son olarak Song ve Tomas da gol yedirirdi bu takıma, Popescu'yla Bülent de. Ama kimse akıllarının ve gönüllerinin konumundan şüphe etmedi, midesi bulanmadı. O Song ki mesela, Afrikalı bütün oyuncular kendisine kaptan ve baba olarak bakar, asla kendisiyle Galatasaray klubü arasındaki ilişkiyi yanlış yorumlayacak bir ego gösterisine girmedi, girmez. Kimse de Song'u yıllar sonra yavaş kaldığı pozisyonlarla, ıskaladığı hava toplarıyla filan hatırlamayacak. Ha neden bahsettiğimi bilmeyen varsa (bu bloga nerden yolu düşmüş bilinmez), son dönemde en aklı başında Galatasaray seslerini okuduğum Sorosçu Aslanlar'daki ilgili entry herşeyi açıklar sanırım.


Neyse ağzımızdaki acılığı biraz atalım da Cana'dan bahsedelim. Göklere çıkaracak, "işte bu uleeayn" filan diye gazlayacak değilim. Sakatlanmasın yeter. Ayrıca çok NET söylüyorum (fazla iddialı oldu bile) tek önlibero oynar, hele bu saatten sonra. Takımın kalan sezonda ne yapması gerektiğine dair keseceğim ahkamlar daha sonra. Ama Cana yanına Mustafa, Ayhan veya Barış olmadan da oynar. Baklava olur yani. Bekleri hücuma çok çıkarmadan ve evet pek modern zodern olmayan bir taktikte oynamalı takım. Neyse...

Genel olarak sıkça gözlemlendiği üzere kadroda belli bir kalite istikrarsızlığı, bir yedek sorunsalı bence de mühim. Bu sebeple belli bir 14-15-16 kişinin sürekli olarak birlikte oynadığını, birbirine alıştığını ve kaynaştığını görmedik şu başarısız 3 senede (ya da 10?). Mutlaka olmalı mıdır? Rotasyon gerçeği yok mudur? Vardır elbet, ama bir de kadronun temeli olur, hocanın oyun anlayışını taşıyıp, yanına yeni oyuncuları entegre ettiğin. Yok mudur yani? Birşey aradığım için mi böyle düşünüyorum? Peki şöyle baksak, (bize fazlasıyla uzay örneği olacak ama) ManU kalkıp da Giggs'in, Scholes'un, Neville'ın daha genç, daha trendy çocuklar alamaz mıydı ilk başarısızlıkta? Veya Lyon Juninho'yu yedek medek de olsa kadroda tutsa fena mı olurdu? Bilmiyorum, önemli de değil, yani bu yazının amacı da değil, beyin jimnastiği sadece..


"Gençleri oynatsın aabi!"
Tabi. Mutlaka. Lakin kim onlar? -Fark etmez aabi, bundan kötü mü olacaklar? Peki. Emre Çolak zaman alsın zaten, tamam. Bunu yaparken bir yandan da Serdar Özkan'a şıkır şıkır paracıkları vermeyeydik iyiydi ama neyse. Geçelim. Başka? Aydın Yılmaz mı? Hahayt, şaka heralde. Fener'de küfür kıyamet kariyerini devam ettirmeye çalışan Uğur Boral'ın yarısı eder mi? Genç takımlardaki başarılarının hatrına Abdullah Avcı'ya en az 1.5 sezonluğuna, mümkünse 2.5 seneliğine kiralık gitsin. 2-3 maç değil 20-25 maç ilk 11 oynasın da görelim 1. lig topçusu mu (bizde oynar mı demiyorum bile). 25 yaşındaki Mehme Batdal da genç oyuncu filan değil bu arada, medyada unutuluyor asıl yaşı. Cumhur'du, Anıl'dı, Cem Sultan'dı filan ben pek tanımıyorum. İyi şeyler yazıldığını gördüm arada bir bu oyuncular için. Ama kime göre, kimin karşısında iyiler kimse bilmiyor. Yani şunu diyeceğim bu konuda: Mehmet Güven. Övüle övüle bitmeyen Mehmet, sarı kırmızı formayı hiç bir alışında taşıyamadı ama Manisa'da belli bir standartta bir oyuncu işte. 10-15 maç iyi oynasa, kalkıp geri getirsek kendisini takıma, beklentim yine öncekinden fazla olmaz. Bu kim? Arda'nın "ben dahil jenerasyonun en iyi futbolcusudur" dediği Mehmet Güven. Demek ki bu kadar basit değil "gençleri oynatmak aabi", yanlış mı?

Daha önemli konuya gelelim benim gözümde. Bundan sonra, en azından bu sezon kaybedecek birşey kalmamışken, dizilişi, taktiği ve sistemi oyunculara göre basitleştirmek hikayesi bitsin. Onu oynayamıyorlar çünkü kalitesi yetmiyor takımın, o zaman daha yavaş oynayalım, bunu oynayamıyorlar çünkü pozisyon bilgileri sınırlı daha kalabalık olalım, şunu oynayamıyorlar çünkü geriye yardım etmiyorlar, giden gelemiyor, gelen gidemiyor. Eee, o aman 5-4-1 oynayalım, liberolu miberolu. Var mı ötesi? Takıma verilecek en güzel ceza, aynı oyuncuları yapamadıkları, beceremedikleri taktikte maç üstüne maç oynatmaktır. Yenilsin, yuhalansın, kahrolsunlar. Rezil olmamak için düzelmek, çalışmak, birbirine yardım etmek ve inanmak zorunda kalsınlar. Tek başlarına bir hiç olduklarını, sadece birarada herhangi birşey olabileceklerini ağlaya ağlaya anlasınlar. Şimdi düşününce kadro dışı bırakmaya prensip olarak karşı olan Rijkaard'ın da yaptığı buydu sanırım. Ama nerede o karakter, nerede o özeleştiri yapacak ego? Takım en iyi hücum futbolunu oynarken "bu ne yea geberdik, defansı kalabalıklaştırmak lazım" diyen gumbaklar varken. (Garibim, kıvırcığım stoper istedi durdu. Yahu en azından bu yaz kesin emindim, Neill'ın yanına sağlam bir adam alırlar dedim. Olmadı Ali Turan var, Hakan Balta var dedim de şu haliye Servet'in her maç 11 olacağını tahmin edemedim. Neyse Servet hikayesi değil bu.) Bu aslında "bu hoca da taktı bize" edasıyla kendini geliştirmek şöyle dursun geriye giden arka sıra öğrencilerinin hikayesi. Takım dediğinin bal gibi bir karakteri olur. Çirkefliğe de ulaşabildiği için Galatasaray'lı olmayanların gıcık kolduğu "o dönemlerde" takımın kazanan bir hırsı, bir takım bütünleşmesi veya ortak kavgası vardı. Sonuçlar ne olursa olsun Galatasaraylıyı üzen işte bunu görememektir. Yok Lincoln'ün iyi oynadığı 2-3 maçta, ya da 2008 şampiyonluğunda filan beni heyecanlandırmayan, umutlandırmayan, yarım sevinmeme yol açan da bu resimdir.

Olacak şey değil ya, yukarıdaki fantazimin (kimsenin maçası yemez bu camianın bugününde) amacı da budur. Bu karakteri kazanmak. Niye büyük futbolcu olduklarını ispat etmek zorunda kalsın, kurtarılmasınlar. Sen 350 gramlık yıldızsın, ben yarım kiloluk tartışmaları yerini 'nasıl takım olarak bu maçı kazanırız'a dönse, olgunlaşılsa egolardan sıyrılınıp. Kaynaşılsa, dostluklar gelişse. İyileşme süreci annem. "Hepsi gitsin doğru dürüst adamlar alalım, bu yabancılar hep isteksiz, sektürün gidün" takımı değil çünkü Galatasaray. Ya da değildi, eskiden. Vasat bir paralı Anadolu takımı gibi yönetilirseniz böyle Siirt Jet-Pa gibi, Uzan'ın İstanbulspor'u gibi de sonuçlar alırsınız. Florya'nın havasının bile formayı giyen topçuya kupa kazandırdığı günlerden geldiğimiz noktaya bak. 2000'lerdeki 3 şampiyonluk (ki zararları faydalarından çok olmuştur belki bunların) dışında 10 yılda 1 Türkiye 1 Süper Kupa var. İnanılmaz.

El netice, devre arası kesinlikle transfer yapılmasın. Tabi minik bir-iki tavsiyem var naçizane. Bir, Servet haliyle derhal bırakılmalı. Maliyet, gelir, fiyat düşünülmeden. Rıdvan Hazretleri ve diğer sanırım birçokları için milli takımın bankosu, bölgesinin en iyisi. Tamam, peki. Gitsin oynasın. Nerede isterse. Fener'e gitsin bize gol atsın, atıyorum Shakhtar'a gitsin, döktürsün, herkes birbirine "görüyor musun" desin. Umurumda değil. Uzatmak istemiyorum, lakin Servet'i alana yanında Gökhan Zan'ı da eşantiyon olarak versek, kofre accık daha pahalıya satılır, şahane olur.


Serdar Özkan'ın ise biraz kalıp Hagi tarafından tartaklanması taraftarıyım. Sıça döküle, azar yiye yiye oynasın bi 10-15 maç ak köt kara köt çıksın ortaya. Mustafa Sarp da sezon sonuna dek kalacaktır. Ne kadar az süre alırsa o kadar iyi. Hakan Balta stoper, Insua sol bek oynasın. Balta'nın yedeği de Ali Turan'dır.

Evet şu halde bile sadece Baroş oynayabiliyor olsa çok şey farkeder. Ama yoksa da Mehmet Batdal oynasın. Ne kaybederiz babuş? Pino ne kadar santrfor? Oyunu forse etmediğimiz Fener maçında 2-3 şut çekti diye oynatmaya devam edip de kalabalık savunma içinde tamamen kaybolduğunu gördüğümüz Pino'dan kötü olmaz Mehmet Batdal. Haa, ama Hagi illa da "bu ne lan" diye bakacaksa Batdal'a, genç ucuz ve hızlı bir yabancı oyuncu kassınlar devre arasında. Aynı ölçüde, Allah izin verir de Servet'le Gökhan'ı da yollarsak devre arasında, yaşlı bile olsa fark etmez, düzgün bir stopere para ayrılsa çok iyi olur tabi ama sezon hedefleri itibariyle olsa da olur olmasa da olur. Hatta transferi kimin yapacağına göre hiç olmasa daha da iyi olabilir.



Aslında bu yazının ana fikri tam da Misimoviç'in kadro dışı bırakılmaması denilebilir. Tekrar edip duruyorum ama kaybedecek birşeyi kalmadı takımın bu sezon. En azından senede 2-3 milyon kazanan adamlarını herşey tamamen berraklaşıncaya kadar oynatmaktır 20-25 maç. (Servet'i neden bir yana ayırdığımı bir daha nlatmama gerek yoktur herhalde). Hatta sonra da değineceğim üzere deli saçma bir hücum futbolu oynamaktır. Farklı galibiyetler, mağlubiyetler alınan, ama 1-0 yenip yenilinen, beraberlik alınan değil. 2 beraberlik bile fazladır kalan sürede (son anda beraberliği yakalayan biz olduğumuz senaryolar hariç). Önümüzdeki sezonun takımını oturtmaya çalışmadan, önce çok para verilen hücum oyuncularının neler yapıp yapamadığını en azından görecek kadar. Şu andan sonra koşuyor diye Barış'ı Elano'ya Sarp'ı Misimoviç'e tercih ederek hiç ama HİÇ kazanılacak şey yoktur.

Şimdilik bu postu burada kesiyorum ama elimde 2-3 posta daha yetecek notlar var. Onları da farklı başlıklarda toplayayım diye düşünüyorum. Şimdiden anons edeyim de fiyakalı olsun. Bundan sonra sırayla; kalan sezon boyun oynanmasını umduğum sistem ve mantalite, Adnanlar ve yönetim, 2011-2012 ile başlayacak Aslantepe'nin takımı, ve son olarak da tribün ve taraftar üzerine düşüncelerimi paylaşacağım.

21 Ekim 2010 Perşembe

Insert manager here -->





Aslında herkesin yazdığı şeyleri yeniden ele almanın bir anlamı yok. Kime kızacağımızı tahlil etmekten sıkıldık artık, hayal kırıklığına da alıştığımız için sakiniz. Kim olacak biz, Galatasaraylılar. Hislerimiz zirve yapmıyor artık, ne yüksek ne alçak. Bir tiksinme ifadesiyle seyrediyoruz ama isyan edecek hal yok. Çaresizce Rijkaard istifa diye bağıran birkaç yüz kişiyle tek tek konuşulsa "abi aslında adamın yok bi günahı da, bu halde de kalsın mı diyeceğiz" gibi bir ortak paydada bulaşacaklarını tahmin ediyorum. Ha ayrıca, evet kalmasın. Faydası değil zararı artacak günden güne, bu belli. Çok şeyler var söylenmesi gereken "bi adam gelsin bizi kurtarsın" kültürümüze dair. Bi adam. Gelsin, devrim yapsın, kazansın, öğretsin ve geleceğe teslim etsin. Bi adam. Gelsin bizi daha iyi yapsın. Nitekim bi adam yapamadı mı o adama kızarız, kellesini alırız, hastalığımıza yeni teşhis koyup bi adam daha çağırırız. O bakımdan, konu Galatasaray özelinde gibi görünse de bu hafta itibariyle, bu dramanın bir diğer müptelası Fenerbahçe'de de Aykut yine o adam yapıldı, "devrim" filan oldu. Birileri "şans verilsin, zaman tanınsın" diyecek, kimi diğerlerinden daha uzun dayanacak. Diğerleri ise "bu ne lan, asalım keselim" demeye başlayacak, ve sayıları zaman içinde artacak. Fark etmez neresi olduğu. Niye getirilir Del Bosque, ve niye Rıza Çalımbay için kovulur? Eğer gerçekten bi sokak kedisi bile çalıştırsa ilk 4'e giriyorsa bu takımlar, neden teknik direktör transferi önemli? Mantalite mi, altyapı mı, nedir derdimiz? İyi futbol VE şampiyonluk derdimiz. Peki bunu uygulatabilen kişi karizmatik olmasa da olur mu? Meşhur olmasa? Oyuncular takar mı kamuoyunun takmadığı adamı? Neyse kaybediyorum odağımı. Futbolcu da bu düzenin içindedir demek istediğim. Onlar için de bir kelledir teknik direktör. Rijkaard öncesi Laudrup lafı dolanıyordu, bir arkadaşım da acayip mutlu, umutlu... Dedim ki, adam dünyanın en iyi klüplerinde, en iyi hoca ve futbolcularla, planlı programlı yöneticilerle çalıştı son 25 yıldır. Üstelik akıllı, efendi, soğukkanlı bir Danimarkalı. Bizimkiler onu çıtır çıtır yerler.

Ahmet Çakar ya da Tanburacı gibi oldu, veya Erman biliyorum. Gurur da duymuyorum bu söylediğimden ama gerçekten böyle düşünüyorum. Futbolcusu, medyası, yöneticisi ve seyircisiyle sabırsız, disiplinsiz, vizyonsuz ve bunların getirdiği yorgunluklardan olacak çokça da tembel bir futbol ülkesiyiz. Ama en iyisini en kısa sürede hakettiğimize olan inancımız tam. Harika. Neyse, adamların 100 yıldır oynadığı maçlara kırk yılda bir dahil olup tarih yazıyoruz ya. Küçük ülke, sesi soluğu pek çıkmıyor diye kendimizi mesela Belçika'dan çok acayip önde görüyoruz ya. İsmini daha önce duymadık diye eski Sovyet topraklarının yeni sermaye takımlarını aşağılıyoruz ya. İşte öyle birşey. Sadece pata küte savaşıp topu Mehmet Yıldız'a şişiren Sivas'ı 3 senedir yenemeyen bir takım Karpati'ye neden elenmesin ki sen adını duymadın diye?

Dağınık gidiyorum ama malum bendeniz severely lacking match practice.

Adnan Sezgin'e sallayan bol şu ara, ben de, ben de... Next post

12 Mart 2010 Cuma

Patrona hayır demek zor di mi?

Olay şöyle oleyyo:

Efendim, Real Madrid - AC Milan CL müsabakası öncesinde kolpadan bir gece düzenlenir. Birtakım işbirlikçiler sayesinde, babalar kızlarını (onlar da haliyle erkek arkadaşlarını), patronlar çalışanlarını, gazetecilerini, hocalar öğrencilerini vs. pek sofistike (=gıcık) bir şiir/klasik müzik konserine gitmeye ikna ederler. Ne var ki maç gecesi 8 buçukta başlayacaktır gösteri...

Heineken İtaly Activation from Kreatif360 on Vimeo.

Ben bunu yeni gördüm, o sebeple başka bloglarda verildiyse filan baştan özür pişti için, lakin feci başarılı bulduğumdan birçok yerde olmasında problem yok diye düşünüyorum...

12 Kasım 2009 Perşembe

Ne diyeceğimi bilemiyorum

Resimlerini koymayacağım, isimlerini ve manipüle ettikleri başkent klübünün adını dahi anmayacağım. Google'da arama sonucu bile artmasın bu heriflerin. Tek kelime kalıyor geriye: BÖDÖFF.......

Soldan üçüncü deli ramboya benzemiş