12 Ocak 2011 Çarşamba
Son damlalar
Çılgın sellerden geriye damlalar kaldı, tek tük, saf damlalar. Bir de promosyonel, profesyonel, kurgusal hisler, klipler ve şiirler. Üzülmeliyiz, kahrolmalıyız filan demiyorum, ya da *ruh*, *endüstriyel*, *175TL* filan kullanmıyorum bu yazıda. Sadece kendi hayatımızın, anılarımızın kapanan bir odası olmasıyla önemli, başka birşey değil. Tugay ağlarken hepimizi ağlattı ya, işte aslında o da, biz de, kendimize ağlıyoruz; zamanın geçmesiyle ilgili bir yüzleşmenin yoğunluğudur işin aslı. İnsan nasıl cenazede ölen kişiye değil de kendisinin onsuzluğuna ağlarsa, işte öyle birşey.
Ben şahsen "bu işlerin bittiğine", yani "endüstri"nin, pahalı biletlerin, locaların taraftarlığı öldürdüğüne, (artık neyse o) *duruş*umuzu yok ettiğine filan inanmıyorum.
Öncelikle ne duruş, ne benzeri yakıştırmalar öyle pek gerçek şeyler değil, konu Türkiye'de taraftarlıksa. Her dönemde iyi ve kötü örnekleri vardır ve önemli olan şehir efsanelerine ve camiaların kendi kendilerini böbürlemelerine fazla takılmamak. Sonrası daha kolay yemin ederim. Amanın da şöyleydi o zamanlar, böyleydik şu zamanlar diye anlatılan dönemlerde yığınla maça gittim. Herşeyin iyi gittiği zamanlarda, akıllı, tavırlı, tek-ses tribünlerin, işler kötü giderken sabırsız, vefasız, ahlaksız ve her-kafadan-ayrı-ses olduğuınu da gördüm. Defalarca hiddetlendim renkdaş taraftarıma, kendimi zor tuttum bir yığın insana gider yapıp linç edilmemek için. Yalnızdım zira çoğu zaman, benimle aynı düşünen çok kişi ağzını açmadı çünkü, destek olmak bir yana. Ama bazen de karışmışlığın, umutsuzluğun içinde bir anda (hem de) numaralıdan yükselip bir anda stadı kavrayan "Rerere Rarara"yla maçların döndüğünü de tüylerim diken diken hatırlamaz mıyım?
O yüzden hatırlamakta fayda var, veda edilen sonuçta mimari bir yapıdır, ne ruh, ne de sevgilidir. O ruh da, ruhsuzluk da, akıl da, aptallık da, sevgi de, sinir de, hepsi bizimle beraber Seyrantepe'ye gelecektir, içiniz rahat olsun. Nasıl şampiyonluklar ve hüsranları gördüysek Mecidiyeköy'de, nasıl Trömsö'ye elenip Manchester'ı elediysek, nasıl 40 senede 3 farklı santrforunu neredeyse 40 gole taşıdıysa bir sezonda, o ateş de bizimle beraber yeni mabedde yanacaktır. İlk kez bu stada ayak basışımı anlatmıştım ilk postlarımdan birinde. Buraya yazdım mı hatırlamıyorum ama, arkadaşlarımla kavgasını da yapmışlığım vardır, çünkü evet modern şartlarda maç seyretmeyi hak ederiz, ama bu herşeyden önemli değildir. "Kendi evin duygusu"ndan mesela. Aldığı sonuçlara bakmadan o formanın evine gitme duygusundan. Ülkenin, dünyanın dört bir tarafında bir kez göremediği için kahrolan Galatasaraylının duygusundan bağımsız olarak düşünülemez çünkü o eve gitmek...
Aslında çok üzülmemek gerek derken ne kadar üzüldüğümü ele verdiğimi de fark etmiyorum sanmayın, ama Ali Sami Yen Stadı nasıl bizimle var olduysa Seyrantepe TT Arena da olacaktır demek istiyorum.
Son olarak her yerde kendi kendimize anlattıklarımızı bir de UEFA'nın sitesinden link geçelim (onlar söylemeden inanmıyoruz ya bazen, mazallah :) ). Elveda Sami Yen, seni çok sevdik, asla unutlmayacaksın...
Labels:
Galatasaray,
Şen Şef,
Tribün
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder