Sivasspor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sivasspor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2010 Pazartesi

Hafta Sonu



Yine önce yurt içinden başlayarak hafta sonumuzu kısa kısa not edelim;

* Tribünden izlediğim Fenerbahçe ve Beşiktaş maçlarını yazdım. Trabzonspor maçına bölük pörçük bakabildim, Kayserispor-Galatasaray maçının ise sadece özetlerini izleyebildim. Özetlerden sadece hakem yorumu yapabilirim çünkü maçta fazla pozisyon olmamış. Açıkçası Kayserispor’lu Hakan’a çıkan iki sarı kart da bana ucuz geldi ve bu pozisyonlar sonrasında Kadıköy’de Keita’ya su şişesi gelmediğine dair inancım arttı. Cangele’ye kalkan hatalı bir ofsayt bayrağı var, pozisyonun üzerinde fazla durulmadı ama devamı gol olabilirmiş. Mustafa Sarp’ın hareketine ise penaltı çalsa kimse bir şey diyemezdi, en azından Carlos'a çalınandan 2 kat daha fazla penaltı. Galatasaray aleyhine de hatalar olmuş olabilir, maçı izlemediğim için bilemiyorum. Özetlerden aklımda kalanlar da bunlar.

* Trabzonspor maçına ne zaman baksam tribünler oynanan futboldan memnun gözüküyordu. Atılan goller güzel, Umut’un kaptan olduktan sonra takım ile birlikte artan performansı da dikkat çekici. Umut’la birlikte Serkan Balcı’nın formunda da büyük bir yükseliş var, çok etkili oynuyor. Maçın en güzel yanı ise dolu tribünlerdi. O havada Olimpiyat Stadı’nı İstanbul’un 3 büyük takımı da o derece dolduramazdı.

* Sivasspor-Denizlispor maçı çalkantılı geçmiş ve kazanan da ev sahibi takım olmuş. Özden’in maç sonundaki görüntüleri bazılarının içini burkmuş olabilir ama ben zevk aldım. Özetlerde önce top toplayıcı ile ağız dalaşına girdiğini görmüştüm. Daha sonra da hakemin ayırdığı bir itiş kakışı tekrar alevlendirdi, tartışmanın kavgaya dönmesini sağladı ve en son da Mehmet Yıldız boğazını tuttuğu anda kendini yere attı. Mehmet Yıldız da oyundan atıldı. Denizli nefreti ve Özden’in bu hareketlerinin etkisiyle son dakikada yedikleri golden ekstra keyif aldım.


* Kasımpaşa-Antalyaspor maçı da güzel maç olmuş ve Kasımpaşa trajik bir şekilde 2 puan kaybetmiş. Maç boyu birçok pozisyon yakalamışlar, gollere kadar Antalyaspor’un pozisyonu var mıydı hatırlamıyorum ama son 5 dakikada gelen iki golle maç beraber bitti. Yılmaz Vural milli takım hayallerini bir kenara bırakıp takımına dönerse kendisi için daha hayırlı olacak, gidişat iyi değil.

* Euro 2012 grup kuraları çekildi. Ne yalan söyleyeyim pek umursamadım. Kahvaltı hazırlarken televizyon açıktı, arada kafamı uzatıyordum o kadar. Zaten nedense hep aynı takımlarla eşleşiyoruz gibime geliyor, kura sonrası yorumlar da hep aynı. Lider bile çıkabiliriz, üçüncü olmamız imkansız vs. Neyse, kuralar hayırlı olsun ama önce milli takımın bir teknik direktörü olsun. Artık kimi bulup insanlara beğendirecekler çok merak ediyorum. Trapattoni ve Hiddink isimleri geçtikten sonra burun kıvırılmayacak adam bulmaları kolay değil. Bu arada 2012 ve 2014 turnuvalarının eleme maçlarının yayın hakkı da Ntv tarafından alınmış. Sevindim.

* Chelsea-Arsenal maçını Fenerbahçe maçında olduğumdan izleyemedim, sadece evde biraz tekrarına baktım. Chelsea 25 dakikada işi bitirmiş, sonra Arsenal çok tırmalamış ama olmamış. Arsenal’in şampiyon olmasını istiyorum dediğim günden beri sanırım maç kazanamadılar ve lider Chelsea’nin 8 puan gerisinde kaldılar. Diğer derbide ise Liverpool-Everton’ı tek golle geçti. İlk 20 dakikayı izledikten sonra çıkmak zorundaydım, bir de son 15 dakikayı izleyebildim ama asıl izlenmesi gereken dakikaları kaçırmışım. Fellaini’nin atılması gerekirken Kyrgiakos atılmış ki Fellaini’nin daha öncesinde yerdeki Kuyt’un kafasına topla karışık attığı tekme de vardı. Mağlubiyeti sahada yaşamasını tercih ederdim ama o da kenara gelmek zorunda kalmış.

* Messi yine muhteşem bir gol attı. Görmeyenler buradan izleyebilir. La Liga için daha fazla bir şey söylemeye gerek yok, bu gol bana yetti.

* İtalya’da Milan Inter’e kaybettikten sonra oynadığı iki maçı da kazanamadı. Oysa ki o maç öncesinde şampiyonluk kelimesini bile telafuz etmeye başlamışlardı ama şu an fark 10 puan. Artık Roma ile ikincilik için kapışırlar.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Sivasspor 1-5 Fenerbahçe



Fenerbahçe’nin devreye iyi başlayamamasından çok korkuyordum. Kaybedilecek puanlar daha sonra telafi edilebilirdi ama camiadan çıkmaya başlayacak sesleri kesmek sezon sonuna kadar imkansız olacaktı. Fenerbahçe iki maçını da kazandı ve daha önemlisi iki maçı da taraftarlarını memnun eden bir futbol oynayarak kazandı. Fenerbahçe’de oynanan futboldan başka memnuniyet verici bir şey daha gördük. Geçtiğimiz hafta bu deplasmandan kaçmak için sarı kart gördüklerini düşündüğümüz futbolcuların daha önce pek görülmemiş bir şekilde takımla Sivas’a gitmesi belki de Fenerbahçe’de bazı şeylerin değiştiğini gösteriyordu.

Sivasspor’un ligdeki durumu ortada ama Fenerbahçe’nin ideal 11’inden 5 kişi oynamayacaktı. Bu yetmezmiş gibi takım Sivas’a çok yorucu bir yolculuktan sonra ulaştı. Ben hafta içi konuşurken bile bu maçta puan kaybı olabileceğini söylüyordum, o zorlu yolculuktan sonra ise bu hafta liderliğin el değiştireceğine kendimi iyice hazırlamıştım. İlk 11’de sadece iki yabancı vardı, ben çok uzun zamandır böyle bir kadro gördüğümü hatırlamıyorum ama yabancıların eksikliğinde yüzlerine pek bakılmayan yerli oyuncular çok daha keyif veren bir galibiyet yaşattılar. Yüzlerine bakmamak derken sadece teknik direktörden bahsetmiyorum, bu maç sonrası Daum’u eleştirmek birçok kişi için çok kolay ama o futbolcular kendi taraftarı tarafından bile kabul görmeyen, sahaya adım attıklarında küfür yiyebilen adamlar.

Devre arasında yaşananların da etkisi olabilir, hazırlık kampının da ama Fenerbahçe’de iki maçtır koşup mücadele etmediği için suçlanabilecek bir oyuncu olmadı. Kulübede bekleyen birçok oyuncunun hazır olması da kampın Fenerbahçe için çok faydalı geçtiğini gösteriyor. Sivasspor iyi durumda değil ama onlardan daha kötü bir takım olduğunu düşündüğüm Denizlispor’un geçtiğimiz hafta Fenerbahçe’ye, bu hafta da Galatasaray’a yaşattığı sıkıntıları da gördük. Ne olursa olsun deplasmandan 5 gollü bir galibiyetle dönmek insana keyif veriyor. Oynadığı oyundan zevk alan, koşan, mücadele eden, daha fazla gol atmak için saldıran, son dakikada sağ bekinin rakip ceza sahasında gol bulduğu bir takımı izlemek taraftarı çok mutlu ediyor.


Önder’in oynamayacak olmasına zaten sevinmiştim, oynasaydı af mevzusu bazılarına iyice sakız olabilirdi. Deniz yerine Bekir’i tercih edenler olabilir ama dün beni en çok memnun eden şey Deniz’in göstediği performans oldu. Bu görüşümde ona olan ekstra sevgimin de etkisi olabilir ama sadece ikinci golde attığı pasta değil, maçın tamamında topu oyuna iyi sokması Fenerbahçe adına büyük bir artı oldu. Artık takımda bir stoper alternatifi daha var. Geçen hafta Semih’i biraz toparlanmış görmüştüm, dün de iyiydi. O güçsüz, bezgin ve ayağında top tutamayan Semih gitmişti. Uğur Boral 2008’i hatırlattı, sol kanat transferine gerek olmadığını gösterdi. Mehmet Topuz eleştiriliyor ama ben eleştirilere katılmıyorum. Dün bir sağ kanat oyuncusu olarak girdiği 2-3 pozisyon var ki bu zaten o mevkide oynayan oyuncunun öncelikle yapması gereken şeylerden biri. Hatta sırf bu işi iyi yapabildiği için onun ters tarafta yani sol kanatta oynamasının kendisine ve takıma çok şey katabileceğini düşünüyorum. Maliyeti sebebiyle beklentiler büyük, biraz bu yüzden insanlar ona burun kıvırıyor.

Kabul etmeseler de Galatasaray’ın yaptığı transferlerin etkisi altında kalan ve bu sebeple yönetimi eleştiren Fenerbahçe taraftarı çok fazlaydı ama dün, eldeki kadronun 5 çok önemli eksiğin açığını kapatabilecek potansiyeli olduğunu da gördük. Yapmış olmak için transfer yapmanın gereği yok, daha sonra o oyuncuların kontratları başa bela oluyor. Transfer dönemi de kapandı, artık başka oyuncuların hayalini kurmanın bir anlamı kalmadı. Eldeki kadro bu ve öyle çok da kötü bir kadro değil, Fenerbahçe transferi kendi kadrosu içinden yaptı diyebiliriz. Artık yapılması gereken yıkıcı eleştirileri bir süreliğine rafa kaldırmak, bu takım ile beraber yürümek ve ne olursa olsun bu futbolculara destek olmaktır.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

5,6,7,8,9


Şöyle bir bakındım da bloglarda, forumlarda herkes gülüyor, herkes çok neşeli. Dün gece ortaya çıkan skordan sonra birazını bekliyordum ama bu kadarı biraz abartı olmuş, Sivasspor daha doğrusu Bülent Uygun bünyelerde ciddi rahatsızlığa yol açmış. Normal bir insanın Bülent Uygun’u sevmesi pek mümkün değil kabul ediyorum ama insanın içi de biraz burulur. Pamukk maç yazısına yazdığı yorumda söylemiş, işin bir de futbolcular tarafı var. Şahsen ben de o hallerine üzüldüm.

Bloglarda, forumlarda ve hatta gazetelerde günün en popüler cümlesi ve yazı başlığı ise belli: “5 yeriz, 7 yeriz ama 6 yemeyiz. 7 yeriz, 9 yeriz ama 8 yemeyiz”. Tabii ki daha çok kullananlar Galatasaray ve Beşiktaş taraftarları, bu cümlenin direkt olarak kendilerini işaret ettiğini söylüyorlar. İlgili röportajı Maraton yapmıştı, link de burada. Soru Avrupa mücadelesi üzerine ve cevap da yine Avrupa’da alınan ve alınması muhtemel skorlar üzerineydi. Bülent’in o röportajda laf sokuşturduğu takım aslında Galatasaray’dan çok Avrupa’da yakın geçmişte 6 gol yemiş olan Fenerbahçe oluyordu. Kaliteli spor basını ise bu cümleyi manşetlere taşırken 8'i siyah beyaz, 6'yı ise sarı kırmızı kullandı, çünkü böylesi daha çok prim yapardı. Bu söylediklerim kullanılan cümlenin gereksizliğini, açıklamanın aptalca olmasını değiştirmiyor o ayrı ama var olan nefreti arttırmak için hedef değiştiren medyanın oyununa gelinmesi de canımı sıkıyor. Aslında oyuna da gelinmiyor, sadece ne istediğimizi biliyorlar ve ona göre haber yapıyorlar.

İşimize gelmediğinde basına kaptırmayı, küfür etmeyi çok seviyoruz ama böyle başa böyle tarak. Onlardan şikayet etmeye fazla hakkımız yok. Neticede Anderlecht 5-0 Sivasspor. Medya mutlu, blog alemi mutlu hatta ülkenin % 80-90’ı mutlu. Herkese hayırlı olsun.

RSC Anderlecht 5-0 Sivasspor

Sivasspor gücünden kaybetti, geçtiğimiz sezonun seviyesinden uzaktalar bu çok ortada. Bülent Uygun takımını, özellikle defansını hala bir düzene sokamadı, haftalardır çalışıyor olmalarına rağmen verdikleri görüntü hazırlık kampına yeni başlamış bir takımı andırıyor. Önemli takımlarla oynanan hazırlık maçlarında da zaten hiç ışık vermemişlerdi, istenen transferler de yapılamadı. Anderlecht maçı öncesinde önemli eksiklerin olması ve Avrupa tecrübesi olan oyuncu sayısının azlığı tur şansını iyice azaltıyordu. Bütün bu saydıklarımıza rağmen ne olursa olsun bir takım maç boyunca bu kadar rezil ve utanç verici bir görüntü sergilememeliydi.
.
Üst üste 2-3 pas yapmayı geçtim, yanındaki arkadaşına topu geçiremediler. Taç bile atamadılar, sadece ara ara topu orta sahanın biraz ilerisine teptiler. Komik toplar kaybettiler, komik goller yediler. Bazen birbirlerine çarptılar, bazen kayıp düştüler. Liderlik yapması gereken takım kaptanı Hayrettin’in yüzünden korku akıyor gibiydi, kendisinden en çok şey beklenen isim Petkovic belki de gördüğüm en kötü maçlarından birini oynadı. Fark olacağı daha 3. dakikada belli olmuştu, bu kadarıyla kaldıkları için mutlu bile olmaları lazım.
.
Bu görüntü sadece kapasite, tecrübe, teknik, taktik gibi şeylerle açıklanamaz ki sahada çok da yanlış bir takım tercihi yoktu, ben sadece insanlar Ersen Martin’de ne bulur anlamam o kadar. Bunların ötesinde Bülent Uygun takımını mental olarak zerre hazırlayamamış. Kendisi de daha ilk golden sonra kulübede pek iyi bir görüntü sergilemiyordu. Neticede oynadıkları takım Barcelona, stad da Nou Camp değildi. Ellerin ayakların bu kadar titremesini, rakipten bu kadar korkulmasını anlamıyorum. Haydi maçın başında çekindin diyelim, en azından ikinci devre biraz toparlanmak, skor olarak çok geride olmanın rahatlığıyla fazla değil azıcık silkelenmek, ufak bir pozisyon yakalamak, hepsini geçtim biraz daha dik bir görüntü sergilemek imkansız değildi. Rakip ile arada belirgin bir güç farkı var tamam ama bu kadar da değil.
.
Anderlecht de Türkiye’nin lig ikincisi ile oynayacağı için çok iyi konsantre olmuş, hırs yapmış. Çok sevindiler, çok mutlu oldular. Herhalde kendi ülkesinde bile Sivasspor’a tur şansı verilmediğini bilmiyorlardı. Böylece tek maçta işi bitirdiler, Sivas’a hazırlık maçı oynamaya gelecekler. Bir de ufak not, Biglia beni çok etkiledi.
.
Takımını maça konsantre etmek, oyuncularını Avrupa maçlarına kafa olarak hazırlamak uğruna Bülent Uygun’un tek yaptığı medyaya garip demeçler vermekse bunun yetmediğini herhalde artık anlamıştır. Kendisi artık garip huylarından vazgeçmez ve kafası yerine çenesini çalıştırmaya devam ederse, Fatih Terim olacağım derken 2. Hikmet Karaman olacaktır.

17 Temmuz 2009 Cuma

Ön Eleme Kuraları


Sivasspor'u bir kenara koyarsak pek anlamı olmayan bir kura çekimiydi. Benim için tek anlamı Fenerbahçe'nin ilk maçı nerede oynayacağıydı, eğer deplasman olsaydı tatil sebebiyle Kadıköy'de oynanacak maçı kaçıracaktım ama yırttım. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın rakiplerini, oynayacağı maçları ya da bu turu yorumlamak gibi bir zevzeklik yapmayacağım. Fenerbahçe'nin çektiği Honved seneler önce adını duyuran bir takımmış, Galatasaray'ın muhtemel rakiplerinin adını ise hiç duymadım. "Rakipleri küçümsememek lazım" geyiklerine de gerek yok, bir sürpriz olursa 20 sene dalgası geçilir, en fazla bu yazı da bana kapak olur. Neticede bu maçlar benim için resmi hazırlık maçları olmaktan öteye gitmeyecek. İlk maçlar 30 Temmuz'da, rövanşlar ise 6 Ağustos'ta oynanacak.

Fenerbahçe - Honved
Tobol/Galatasaray - Sliema/Mac. Netanya
Anderlecht - Sivasspor

Sivasspor ise kötünün iyisini çekti. Herhalde Shakhtar, Celtic, Panathinaikos ve Sporting Lisbon yerine Anderlecht ile eşleşmeye kimsenin itirazı olmaz. Özellikle hazırlık maçlarında Sivasspor'un verdiği görüntüyü de düşünürsek favori Anderlecht ama Sivasspor'un bu turu geçmesi çok da büyük sürpriz olmaz. İlk maçı deplasmanda oynamaları da bir avantaj. Gruplara kalma ihtimalleri yok gibi ama en azından UEFA'da devam edebilmek de onlar için önemli bir adım olacaktır. İlk maçı 28 veya 29 Temmuz'da Belçika'da, rövanş ise 4 veya 5 Ağustos'ta Sivas'ta oynayacak.
.
.
Edit: Hem Fenerbahçe'nin hem Galatasaray'ın ilk maçlarnı İstanbul'da oynamaları mümkün değil, kararı UEFA verecek. Geçtiğimiz sezon benzer bir durum Beşiktaş ile Galatasaray için de olmuş ve Metalist Kharkiv ile eşleşen Beşiktaş'ın fikstürü değişmişti. UEFA'nın bunu da dikkate almasını ve ilk maçın yerini değiştireceği takım olarak geçtiğimiz sezon dokunmadığı Galatasaray'ı seçmesini diliyorum ki maça gidebileyim.

31 Mayıs 2009 Pazar

TSL 34. Hafta ve Şampiyon Beşiktaş..

Şen Şef de bu diyarlardan gitti, blog iyice öksüz kaldı. Pazar günü yine çalışıyorum, yine fena durumdayım ama Süper Lig şampiyonunu not etmek, bu lanet sezonun bitişinden duyduğum mutluluğu paylaşmak lazım. Bir anlamı kalırsa 18 Haziran sonrası geride bıraktığımız sezonu uzun uzun yazarız.

Başkanı tüm başkanlardan, teknik direktörü tüm teknik direktörlerden, futbolcuları Süper Lig'de forma giyen her futbolcudan ve tabii ki taraftarı yani kısaca en tepeden en alta kadar her hücresiyle Beşiktaş camiası bu kupayı herkesten çok istedi. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın aynı anda bu kadar kötü yakalanmasının imkansız olduğunun bilinciyle her maça aynı ciddiyetle asıldı ve şampiyon oldu. Her şey bir yana takımda bir görevi olan herkes mesleğinin hakkını, aldıkları paranın karşılığını sonuna kadar verdi. Anadolu yakasında oturan biri olarak fazla korna sesi duymayınca çok da rahatsız olmadım, keşke kaybedilen her şampiyonluk böyle olsa diye düşündüm. Beşiktaşlı arkadaşların şampiyonluğu kutlu olsun.

En az Beşiktaş camiası kadar büyük tebrik de benden Sivasspor'a gidiyor. 3 senedir bu ülkede bir Sivasspor gerçeği var, yine zirvedeler yine büyük paralar harcayan takımların üstündeler. 3 büyükler dışındaki tüm kulüplere bu 3 sene ders olarak okutulmalı. Trabzonspor da benim onlar için koyduğum sezon başı hedefine ulaştı. Önümüzdeki sene için teknik adam seçimi çok önemli, doğru tercih ve 2-3 nokta transfer ile daha iddialı bir Trabzonspor izleyebiliriz.

Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzonspor ile oynadığı 6 maçta 14 puan alan ama buna rağmen ligi şampiyonun 10 puan gerisinde kapatan Fenerbahçe için söylenecek her şeyi söyledik, sezon çok önce bittiği için değerlendirme yapmaya gerek yok. Galatasaray için de aynı şeyler geçerli, iki takım da bu kadar kötü oldukları sezonda bile son 6-7 hafta içindeki abuk sabuk 2-3 puan kaybını yapmamış olsalardı çok daha farklı bir son hafta izleyebilirdik. Onlar da kenara çekilip bizim gibi Beşiktaş Sivasspor yarışını izlemeyi tercih ettiler.

Lanet sezonun son 1 ayında çok yoğun olup gündemi takip etmekten geri kaldığım için çok mutluyum, işler bundan daha güzel bir dönemde sapıtamazmış. Rahatladığımda blogda transfer haberlerini ve yeni sezon analizlerini konuşuyor olacağız. Olur da önümüzdeki sezon da benim için böyle geçerse blogun uğursuzluğuna inanıp kilit vuracağım..

10 Mayıs 2009 Pazar

TSL 31. hafta


İş dolayısıyla Ankaragücü maçında uzak kaldığımız Saraçoğlu’na gitmemeyi düşünmedim bile, hem rakip Denizlispor’du hem de orada olmayı özlemiştim. Şampiyonluktan uzak olmak beni huzurlu bir ruh haline sokuyor ama maç özeti için saatlerce diğer maçların yorumlanmasını beklemek de canımı sıkıyor. Çoğunluk için en anlamsız maçı tribünden izleyince asıl önemli maç sonuçlarını da ancak özetler ile yorumlayabiliyoruz.

Fenerbahçe kazandı. Üzerinde çok fazla durmanın bir anlamı olmayan, durağan ve dönem dönem insanı baya sıkan klasik bir Saraçoğlu maçı izledik. Uzun uzun maç yorumu yapmak içimden gelmiyor, birilerinin ilgisini çekeceğini de sanmıyorum. Alex’i özlemişim onu fark ettim, o girdikten sonra Fenerbahçe bolca pozisyon bulmaya başladı. Şaka maka iki aydır oynamıyordu, Fenerbahçe için onsuz kalmak aslında hiç kolay değil. Gökhan Gönül yine stoperdeydi ve çok iyi bir oyun çıkardı. Emre yine iyiydi, Güiza da fena değildi. Deivid’in bazı halleri ise canımı çok sıkıyor. Ali Bilgin nefret ve küfür ettiğim ilk Fenerbahçe’li futbolcu olmuştu, bugün de aynen devam etti. Canımı sıkan şey ise Semih’in oyundan çıkış şekli oldu. Alex’e yerini bırakması tribünlerden büyük tepki aldı, ben de garipsedim ama oyundan çıkarken yaptıkları beni şaşırttı. Tabelada numarasını görünce ellerini yana açması ve maç berabere olmasına rağmen yavaş yavaş oyundan çıkması ona yakışmadı. Fenerbahçe kaptanı teknik direktörünü tribünlere yem etmemeli.

Süper Lig kalitesiz diyoruz, doğrudur yanlıştır onu bilmem ama çok heyecanlı olduğu ortada. Yarıştan haftalar önce kopan Fenerbahçe Ankaraspor ve Ankaragücü kazansaydı potadaydı. Aynı senaryo Galatasaray için de geçerli. Varsayımlardan öte olan bitene bakalım, Beşiktaş liderlik koltuğuna oturdu, belki de olabilecek en doğru zamanda. Geçtiğimiz hafta her şey bitmiş gibi bir havaya giren taraftarlar bu hafta ise şampiyonluk kutlamalarına başladılar. Artıyı da eksiyi de Beşiktaş camiası çok büyütüyor. Avantaj büyük o kesin tabii ki ama kalan maçlara, özellikle 33. hafta oynanacak maça iyi bakmak lazım. Hani Süper Lig iki takıma indirgenmeye çalışılıyor ya, işte o bahsedilen büyüklerden sıralamada dördüncü olan İnönü’ye gelecek..

Sivasspor sanırım dağılıyor, sinirler de iyice bozuldu, bundan sonra işleri çok zor. Hacettepe karşılaşması onlar için bir şans ki zaten Anadolu takımları da Sivasspor’a yatıyor! Özetlerden gördüğüm kadarıyla İBB maça çok iyi başlamış, iki golü bulduktan sonra üçüncüyü de kaçırmış. Sivasspor’un da pozisyonları var, ilk devre sonunda soyunma odasına tek farkla gidebilselermiş maçı çevirebilirlermiş. Her iki devrede de direkleri dövdükleri pozisyonlar var, biraz da top onları istememiş.

Galatasaray'ı Bülent Korkmaz yönetiminde en çok pozisyon yakaladığı maçlardan birini çıkarmış gibi gördüm. Kaçan pozisyonlar var ama penaltıyı da Lincoln iyi yedirmiş. Bu adama sarı kart gösteren hakemler suçlu oluyor ya ona yanıyorum. Süper Lig’de tezgah var, ondan olsa gerek. Trabzonspor sessiz sedasız hatta pek kaale de alınmadan geldi ve zirveyi tekrar yakaladı. Bu ligde her şey olabilir, üçte üç onları şampiyon bile yapabilir ama son maç Fenerbahçe ile oynayacaklar. O maç bir ölüm kalım maçı haline gelirse bana Fenerbahçe kazanır gibi geliyor, kazanırsa da neler olur düşünemiyorum.

Hala çok zor maçlar var, hala çok şey olabilir. Uzaktan izliyorum, arada iç çekiyorum ama öyle ya da böyle bu tiyatronun sonunda ne olacağını ise çok merak ediyorum. Bir Fenerbahçe’li olarak da bir an önce bu sezon bitsin, bir an önce yenisi gelsin istiyorum.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Nerede Kalmıştık?

Perşembe akşamı ofise ve evime dönebildim ama tatilde bilgisayar başına geçmek kolay olmadı. Bilgisayar ve blog böyle günlerde önceliğini kaybediyor. Pazartesi bir şeyler yazarım diye düşünürken haftanın ilk iki günü de anlamsız bir şekilde çok yoğun geçti. Bu arada çok şey kaçırdım, izleyip bloga yazamadığım şeyler de oldu. Haziran sonuna kadar işler yoğun, heves kaçtı sanılmasın ama zaman ayırmak kolay olmuyor. Fırsat bulmuşken kısa kısa da olsa aklımızda kalan notları bloga düşelim..

Cumartesi akşamı için fazla şansım yok gibiydi ama El Clasico’yu da izleyebildim. Herhalde bu maç hakkında bütün yorumlar yapılmış, söylenebilecek her şey söylenmiştir. “Ezmek”, “Rezil etmek”, “Tecavüz” gibi tüm kelimeler kullanılmıştır. Bir takım en büyük rakibini herhalde en fazla bu kadar küçük düşürebilirdi. Kaptan’ın gol sevincinden dünyanın en iyi futbolcusu Messi’ye, bana göre dünyanın en iyi orta sahası Iniesta’dan en zekisi Xavi’ye kadar çok şey söyleyebilirim ama tek tek isimlerden bahsetmeye gerek yok. Böyle bir takımı izleyebildiğimiz için çok şanslıyız, keyfini çıkarmak lazım.
.
Pazar günü Lefter heykelinin keyifli açılışı ile başladı. Lefter’i izlemeye yaşımız yetmedi, hayranlık duymamız da çok mantıklı değil ama neticede o Fenerbahçe camiası için somut her şeyden öte aynı zamanda manevi bir değer. Tüm değerleri hızla kaybederken birilerinin bazı şeylere tutunması insanın hoşuna gidiyor.

Gidişiyle, maç öncesiyle ve dönüşüyle Pazar günü gibi güzel havalarda herhalde en fazla keyif veren stad İnönü’dür. Bilet bulmak da fazla zor olmadı, normal olarak Fenerbahçe tarafında maça ilgi fazla değildi. Ben bile neredeyse tek kalıp gitmekten vazgeçiyordum. Maç öncesinde Fenerbahçe’nin kadrosundan çok Beşiktaş kadrosunu merak ediyordum, neticede Fenerbahçe’nin imkanları ve seçenekleri kısıtlıydı. Aslında Beşiktaş tarafında da kadrodan ziyade tek merak ettiğim şey Cisse-Ernst ikilisiydi. Cisse’nin kenarda oturduğunu görünce son yılların İnönü senaryosunu görme ihtimalimizin çok güçlendiğini düşündüm.

İkinci devre Mustafa Denizli’nin iyi değişiklikler yaptığını düşünürken ve Beşiktaş rakip kalede baskı kurmaya başlamışken bu kez de Ernst çıktı, Serdar Özkan girdi. Fenerbahçe de yediği golle girdiği stresten bu dakikadan sonra kurtuldu, maçı da kazandı. Fenerbahçe için yapılacak yorum kalmadı, en azından bende bitti. Yine oynamak istedikleri, ciddiye aldıkları, konsantre oldukları bir maçı kazandılar. İnsan sevinirken bir yandan da üzülüyor. Cumartesi günü Denizlispor’a Kadıköy’de üç puan verirlerse şaşırmam.

Galatasaray da Ankara’da Hacettepe’ye kaybetti. Futbol takımlarının iyice Fenerbahçe’ye benzemeye başladığını çok uzun zamandan beri düşünüyordum, onlar da aldıkları mağlubiyetle bu süreci tamamlamış oldular. Sivasspor hala zirvede, fikstürleri de nispeten rahat ama Bülent Uygun bu kadar beddua almaya devam ederse işleri bir anda terse dönebilir.


Az önce Arsenal-Manchester United maçı da sona erdi, United 3-1’lik net skorla finale yükseldi. Eve girdiğimde iki gol olmuştu bile, izlemek için çok hevesli olduğum maçtan zerre keyif alamadım. Arsenal’in sürpriz yapabileceğini düşünüyordum ama olmadı. Maç 10. dakikada bitti. İkinci devre Arsenal tam baskı kurmaya başlamışken, daha doğrusu ceza sahasına üst üste birkaç tehlikeli olabilecek orta yapmışken United bir anda çok hızlı çıktı, üç pas ile bir anda tokat gibi bir gol buldu. Fletcher Arsenal’in tek golünün geldiği penaltı pozisyonunda kırmızı kart gördü, takımını değil kendini yaktı. Finale bu kadar yaklaşıp da tribüne çıkmak çok acı olsa gerek.

Şampiyonlar Liginde asıl mücadele ise bu akşam olacak. Chelsea deplasmandan beraberliği çıkarmıştı. Hiddink'i çok severim, bence de çok büyük bir futbol adamı ama bu “başarı” sanki biraz fazla abartıldı. Üzerinden günler geçmiş maç hakkında detaya girmenin gereği yok ama yarın her şey Hiddink ve Chelsea için çok daha zor olacak. Neler yapabileceklerini göreceğiz, futbolun adaletinin olup olmadığını bir kez daha test edeceğiz.

28 Nisan 2009 Salı

TSL 29. Hafta

Arkhe buna da el atmadığına göre hakikaten çok sıkışık. Bendeniz de bilgisayar problemi ve yeniden Q klavyeye geçiş sancısı çekmekteyim. Kısa tutacağım yani.


Lider Sivas'ın açık biçimde favori olduğunu yazmıştım cuma günü. Malesef maçı seyredemediğim için atıp tutamayacağım fazla bu konu üstünde. Gollerde Mehmet Yıldız'la alakalı sözlerimizin gerçekleştiğini not ettik ama. Neticede lider Sivas'ın önünde 5 maç kaldı.

Beşiktaş takibe devam ederken Tello ve Yusuf'un asistleri aklımıza kazındı. Yabancı sayısı sorunsalı baymaya başladı artık bu takımda, Mustafa Hoca maça santrforsuz çıkarak risk aldı, ilk yarı Es-es bir tane sıkıştırsa çok farklı bir maç seyrederdik.

Trabzonspor olağan bir süreçten geçiyor, önce bir itekleme, sonra sallantı ve istifa. Bu klavyeyle can çekişmeme değmez detayları yazmak, herkesin bildiği şeyler.

Gelgelelim kayıp pehlivanlara. Galatasaray azımsanmayacak sayıda kişi tarafından "aman diyim" kontenjanından şampiyonluk adayı olarak görülüyordu. 1-0, 1-0 kıçın kıçın gelişinden kelli. Bu maçtan önce dahi zerre heyecan veya umut taşımadığımı söyleyeyim. Ezeli rakip bir gece önce Boğaz'ın öte yakasında nostaljik bir deprem yaşar da, bizimkiler "büyük" dramadan pay istemez mi? Büyük Kaptan-Kısa Hoca Bülent Korkmaz maçtan sonra hala "şampiyonluk şansımız bitti gibi ama...", uefa-muefa birşeyler söyledi. Hoca'yla ilgili gelecek sezon için karar verildiğinde, ya da başka deyişle Korkmaz görevden ayrıldığı gün uzun analizini yaparız.

Kalkedon taraflarını da fazla anlatmaya gerek yok. Uzun zamandır bu kadar kötü bir sezon geçmemişti. Şimdi buna tepki olarak dengesiz adımlar atılması ve bir tür Kadıköy girdabına düşülme tehlikesi var. Ama eğer Aziz Yıldırım olmasaydı o su çoktan karışmaya başlamıştı bile. Kabul edilmeli ki Yıldırım senelerdir çok ciddi bir kalkan oldu bu camianın olumsuz birçok dinamiğine. Kupa finalinden sonra çok daha net yorum yapılabilir Fenerbahçe için.
Bursaspor'un onları geçme ihtimali varsa da gelecek sezonun Avrupa Kupası katılımını Beşiktaş'ın ilk 2'ye girmesi belirler, sahi ben niye finali kaybedeceklerini varsayıyorum? Ha evet, rezalet durumdalar çünkü. Bakalım isteyince şak diye uykudan uyanıp kupaya uzanabilecekler mi?

24 Nisan 2009 Cuma

Favori Sivas

Sivasspor 1.90, Beraberlik 3.10, Trabzonspor 3.00

Bunlar ülkemizin devlet eliyle teşvik edilen kumar müessesesi iddaaaa'dan. Benim hiç işil olmaz da, nadiren evde çok maç seyretmeyi planladığım haftasonlarında heyecan artırıcı olarak kullanmışlığım var. Madde gibi oldu lan böyle de :) Yazımızın başlığı da buradan geliyor. Kendi yorumumuz ise karşılaştırmalarda çıksın.

İki takım arasında 4 puan fark var. Sivasspor bugüne kadar evinde Trabzon'a hiç puan vermedi. Toplamda yapılan 7 maçın da biri hükmen olmak üzere 4'ünü kazandı, 1 kez kaybetti. Cumartesi günü maça gidenler yanlarında kimliklerini de getirmek zorunda. Trabzonlu taraftarların Sivas tribünlerine sızmalarından şüphelenen polis Sivas kimliği olmayanları maça almayacakmış. Biletler bitmiş ve hatta sahte bilet lafları havada uçuşmuş bile.


Kaleci
Micheal Petkovic - Tony Sylva
Fazla uzatmaya gerek yok, Petkoviç bu sezonun belki de en iyi kalecisi TSL'de. Tony ise Trabzon geleneğine uygun bir biçimde güven vermeyen, "ama iyi kaleci aslında" dedirten cinsten. Avantaj Sivas.

Defans
Kilit oyuncular:
Fabio Bilica - Rigobert Song


İki futbolcunun da kariyerleri ve bu sezon takımlarına olan katkıları tartışılmaz. Bilica biraz daha atletik ve sert, ısırgan bir stoper, Song ise biraz daha akıllı yer tutan ve kritik son hamleleri yapabilen bir kurt. Birisini diğerinden ayırabilmek için bu hafta sonu karşılarında oynayacak forvetlere bakalım. Song-Egemen ikilisinin Mehmet Yıldız-Tum ikilisine karşı havadan sıkıntı yaşayabilecekleri bariz zaten, hele uzun topa dayalı hücum setleri seven Sivas formasıyla daha da tehlikeli bu ikili. Sivas defansı ise bütün sezon Trabzon'un en aksayan, en eleştirilen yanına karşı oynayacak, Gökhan-Umut ikilisi olarak ele alırsak. Şöyle bir ezbere bakıldığında Sivas'ın defansını oyuncu ve takım anlayışı olarak Trabzon'dan önde görürüm bir kafa farkla. +2 Sivas.

Orta Saha
Kilit Oyuncular:
İbrahim Dağaşan - Selçuk İnan


Sivasspor defansif bir takım, çok çalışan, boğuşan, rakibe attığı adımı işkenceye çevirmeye çalışan bir anlayışla oynuyorlar. Öncelikle rakibin hücum ederken muazzam yorulmasını hedefleyen bir yol bu. Bu oluşumun içinde sivrilen bir oyuncu var Sivas'ta. Sahaya Filistin bayrağı dikerek meşhur olan, sonra da yaptığı gösterişsiz ama faydalı işlerle liderde dikkat çeken İbrahim Dağaşan bu sistemin önemli askerlerinden. Evet belki orta sahada kilit adam bu mudur diye burun kıvıranlar olur ama Ersun Yanal'ın öyle düşüneciğini sanmam mesela. Zaten muhteşem yaratıcı, yetenekli bir göbeği olmayan Trabzon için ne anlama geldiğini maçta göreceğiz. Çok top kapan, rakibi sinirlendirebilen, sert bir ön libero İbrahim, maç boyu yorulduğuna da pek şahit olmuyoruz. Öte yandan Selçuk İnan bordo-mavililerin orta sahada önemli bir tehdidi. Formda bir Selçuk şutları ve paslarıyla çok önemli işler yapabilir Trabzon adına, bu gerçekleşmeden bu maçtan galibiyet almaları çok zor. Bu ikili karşı karşıya sık sık gelecektir, bu eşleşmelerin sonuçları ile maçın skoru alakalıdır sanırsam. Kendisine beraberliğin de az-çok yetebileceğini düşüneceğinden disiplinli ve sabırlı oynaması muhtemel olan Sivas'ın orta sahası biraz daha psikolojik avantaj hissetse dahi ben iki takımı eşit görüyorum bu bölgede.

Hücum
Kilit Oyuncular:
Mehmet Yıldız - Yattara

Mehmet Yıldız için söylenecek çok şey var. Fiziğini bu kadar iyi kullanan bir futbolcu daha yok belki de Türkiye'de. Top saklaması, hücum presi, hava topu indirmesi var, devamlılığı olduğu için gol de atabiliyor ama son vuruş becerisi eksilerinden. Defansları değerlendirirken dile getirdiğimiz gibi Tum'la beraber uzun toplarda sıkıntı yaratacaklar Song-Egemen ikilisine. İki oyuncunun da top dağıtması fena olmadığından kanattan ve orta sahadan destek verebilecek Musa Aydın, Sezer Badur gibi oyunculara da pozisyon yaratabilirler. Diğer tarafta ise Yattara'nın resmi var çünkü özel bir oyuncu İbrahima. Sivas işini zorlaştırmak için herşeyi yapacaktır. Yattara'nın gününe göre bu yeterli olmayabilir. Hem duran toptan, hem de dribbling ve ortalarıyla Trabzon'un pozisyon üretme konusunda eline baktığı ilk isim olan Yattara, bazen öyle işler yapabiliyor ki Gökhan ve Umut bile reddedemez. Sonradan oyuna girmesi muhtemel Balili ve Alanzinho da ayrı iki piyango. Ne olacağını kestirmek zor. Evinde oynamasının avantajı bir yana, oyun anlayışları bakımından da Sivas hücumu maç öncesi bana daha gole yakın gözüküyor, sizi bilemem. +3 Sivas o zaman.

T.D.
Bülent Uygun - Ersun Yanal
Bülent Uygun'un kendisinden ne kadar hazzetmesem de, başarısını gözardı edemem. Transferdeki ve takıma adapte etmedeki başarısı örneğini çok fazla bilmediğimiz türden. Takım, oyun disiplinine de diyecek birşeyimiz olamaz. Ama konu eğer bir tek maç ise karşılaştırmayı başka biryerden götürmek lazım. Maç içerisinde sisteme hep bağlı olarak oynayan Sivas'ın yarım da B planı olduğunu söyleyebiliriz. Ama maç içerisinde hamle yapmasıyla, giden maçları çevirmesiyle ünlü bir hoca değildir kendisi. Ersun Yanal da aslında onun gibidir, maçın gidişatına göre takımla fazla oynayan bir hoca değildir, ki milli takımda müthiş eleştirilirdi bu konuda. Ayrıca sistemini de sezon içerisinde kurcalayan bir hoca da değildir, aynı Uygun gibi. Ama bir farklarını söyleyeyim, Ersun Yanal maç öncesi rakibi analiz etme konusunda sanki biraz daha iyi gibi geliyor bana, ya da belki sadece büyük maçlarda takımını rakibe göre oynatan bir yapısı var diye bana öyle geliyor. Ama bunun sonuçları olumlu da olabiliyor olumsuz da. Maçtan sonra buna bir kez daha bakarız. Teknik direktör karşılaştırmasında çoğunluk Uygun'u öne çıkaracaktır, ama ben kendi adıma bu maç için birinin diğerine göre takımları için daha büyük avantaj olacağını sanmıyorum.

Bu değerlendirmenin ışığında Sivasspor gerçekten de favori gibi duruyor. Temennim ise Trabzon'un kazanıp ligin tepesini karıştırmasıdır. Hakem Cüneyt Çakır.

Sivasspor - Trabzonspor
Sivas 4 Eylül Stadı
25.04.2009
16:15 - LigTv

22 Nisan 2009 Çarşamba

Sivasspor 0-0 Fenerbahçe


İki maçı da izleyemeceğim diye düşünürken hem bu maçı hem de Liverpool-Arsenal maçının ilk devresi ile son 20 dakikasını izleyebildim. İki maçın üst üste gelmesi pek iyi olmadı, ufak çaplı bir kültür şokuna uğradım.

Kötü bir maçtı ama iki takım da gol pozisyonlarına girdi ve bu pozisyonlar haricinde Sivasspor’un iki, Fenerbahçe’nin de üç adet gol olabilecek akını hatalı bayraklarla kesildi. İki devrenin başlarında Sivasspor baskısı ve sonralarında da Fenerbahçe’nin uyutma çabalarını izledik. Eksik Fenerbahçe beni beklediğimden fazla tatmin etti, mesela Ali Bilgin’in varlığı bile sinirlerimi bozmasına rağmen dün gözüme çok çarpmadı. Maçın son 15 dakikasında Fenerbahçe özellikle Wederson ve Güiza ile pozisyonlar buldu ama iyi bir maç çıkaran Pektovic gole izin vermedi. Volkan’ın da hakkını vermek lazım, Sivas’da lig maçında da olduğu gibi yine harika oynadı ve bana yine güven verdi.

Önder ve Yasin ile önlerinde oynayan Deniz’i beğendim, özellikle defans ikilisi baya iyiydi, neredeyse sıfır hata ile maçı bitirdiler. Sivasspor’da ise Bilica’yı zaten çok beğeniyorum, dün de özellikle ilk devre savunmadan dağıttığı topları ve kestiği akınları imrenerek izledim. Fenerbahçe finale çıktı ve büyük ihtimalle Beşiktaş ile oynayacak. Kupayı en azından benim için tek anlamlı kılan da bu, yoksa kupa açıkçası pek umrumda değil. Bir 25 sene daha görmesem de sorun olmaz, Türkiye Kupası bana sadece Lig Kupası ile beraber kazanılırsa anlamlı geliyor.

20 Nisan 2009 Pazartesi

TSL 28. Hafta

Şampiyonluktan uzak olmanın keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Ayaklarımı uzatıp Beşiktaş maçı izliyorum, Galatasaray maçını önemsemiyorum, Sivasspor’un puan kaybına sevinmiyorum. Sinir yok, stres yok. İşler de fenalaşmışken bu kopuş isabet oldu. Neyse, bundan daha fazla Polyanna olamam, Beşiktaş’dan başlayalım keza hafta sonu tam anlamıyla izleyebildiğim tek maç o oldu. Gerginlik olabilir diye maçı merak ediyordum, şansıma ofisten de erken kurtuldum ve maça yetiştim. Bursaspor ısınmaya pankartla çıkınca maça çıkarken taraftar mesajı verecekleri belli olmuştu, neyse ki abartıp sivrilik yapmadılar. 16. dakikada ise Beşiktaş taraftarının Bursa ile uğraşması, “Delikanlı Bursa neredesin”, “Ararım seni her yerde” tezahuratları yapması bence gereksizdi. Bursaspor bizim üzerimizden prim yapıyor, bizim muhattabımız olamazlar derken böyle yapınca şikayet etme hakkınız da olmuyor.

Maçı kırmızı kart öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak lazım, Beşiktaş eksik kalmadan önce maça hakim olan takım Bursaspor’du. İlk 10 dakika öne çıkarak olması muhtemel Beşiktaş baskısından kurtulmuş oldular. Sercan ve Tadeu’nun yokluğunda Romaschenko’nun da sakatlanması şanssızlıkları oldu. Buna rağmen pozisyon buldular, 10 saniye içinde 2 kez direkten dönen top gerçekten büyük talihsizlik. Mustafa Denizli kazanan takımdan vazgeçmişti ki bunun sinyallerini demeçleriyle vermişti. Ligin bitimine bu kadar kısa süre kalmışken rotasyon peşinde koşmak bence pek mantıklı değil. Buna rotasyon da demek doğru değil, bütün taşlar yerinden oynuyor. İlla ki rotasyon istiyorsam Sivok’u kenara alıp yerine adam koyarım, her şeyi ters yüz etmem. Yükselen grafiğin en önemli noktası Cisse-Ernst ikilisi bu maç bozulmuş, Sivok ön tarafa çıkmıştı. Çek futbolcu orta sahada oynayınca belki de içgüsel olarak savunma içine fazla gömülüyor. Böyle olunca da Ernst Cisse’li düzene göre nispeten daha geriye düşüyor ve kontrol etmesi gereken alan büyüyor. Bu olunca Delgado da zorlanıyor, dün gördüğümüz düzende Yusuf olsa o da çok zorlanacaktı. Delgado’ya da yazık zaten, geldiğinden beri adam gibi bir orta saha önünde hiç oynayamadı.

İlk devre sonunda çıkan kırmızı karttan sonra o dakikaya kadar hiç ortalarda olmayan Tello’nun yerine Cisse oyuna girdi. Bir oyuncu takımın performansını nasıl etkiliyor yine gördük. Trabzonspor’u sahasına hapseden Cisse-Ernst’li takım biri eksilince İBB tarafından sahasına hapsedilmişti. Dün de eksik Beşiktaş bu ikiliye kavuştuktan sonra dengeyi kurdu, maçı kazanabilecek pozisyonlar da yakaladı. Devrenin başında Bursaspor’u sahasında bekledi, kontra atak kovalıyordu. Muhtemelen Mustafa Denizli takımının kondisyonuna güvenirken maçın sonunda Bursaspor’un oyundan düşeceğini düşünmüştü ki haksız da çıkmadı. Dakikalar ilerledikçe Beşiktaş ileride daha çok gözükmeye başladı. Nobre’nin eksikliği de önemli, o varken Beşiktaş oyunu rakip sahaya yığabiliyor ama Bobo dün çok kötüydü. 90. Dakikada vurduğu kafa gol olsa yine kahraman olacaktı ama kim ne derse desin bu iki isim arasında benim tercihim Nobre olur. Dün de ben olsam Serdar’ı oyuna alırken onu çıkartıp Holosko’yu forvete yollardım. Bursaspor’lu futbolcular sayısal üstünlüğü ele geçirince belki de ilk devredeki oyunun etkisiyle sanki biraz “bu maçı nasıl olsa kazanırız” havasına girdiler. Ciddiyetsiz oynadılar, birkaç gol olabilecek pozisyonu bencillik yaparak harcadılar.

Beşiktaş’da maçın adamı bence Gökhan Zan oldu. Harika oynadı, birçok pozisyonu tehlikeli hale gelmeden kesti. Holosko’yu da nispeten toparlamış gördüm ama devre başında fena bir gol kaçırdı. Bursaspor’da Veli’yi oyundan çıkana kadar beğendim, Kore’li Shin Young Rok’u Noat Samisa yazdığında zaten kıllanmıştım, dün de çok beğendim. Fenerbahçe maçlarında çok dikkatimi çekmemişti, etkili değildi. Tuna çok kötüydü, 2-3 ciddi top kaybı yaptı ki biri Bobo’nun sarı kart gördüğü penaltı pozisyonuydu. Bu arada daha önce de dikkatimi çekmişti, Ertuğrul Sağlam’ın Beşiktaş’da başladığını gördüğümüz tikleri gitmiş, belli ki daha bir rahatlamış.


Cumartesi akşamı Ankara’da düşenin dostu yine sahneye çıktı ve Ankaraspor’a da el atarak 10 maç aradan sonra yüzlerini güldürdü. Fenerbahçe’li futbolcuların geçen hafta yaşananlardan sonra en azından taraftara karşı biraz sorumluluk hissedip bu maçı kazanacaklarını düşünüyordum ama sanırım düşündüğümden de fazla gamsızlar. Dün ofisten geç çıkınca ancak 2. devreye yetişebildim ki fazlası için de çok uğraşmadım. Mehmet Çakır’ın golünden sonra tepki vermedim, hatta maçı bile yarım gözle seyrettim. Beni maç kaybetmekten çok böyle bir ruh haline girmiş olmak üzüyor. Aragones benim de canımı artık iyice sıkmaya başladı. Elindeki kadro belli diye fazla eleştirmek istemiyorum, çok sakatlık yaşandığı için, geçtiğimiz senenin kadrosundan sadece Aurelio’yu değil bence Deivid ve Wederson’u da kaybettiği için anlayışlı olmaya çalışıyorum ama Deniz’i nasıl oynatmaz, girdikten sonra her hareketi olumlu olan Gökhan Emreciksin varken nasıl Kazım’ı tercih eder anlamakta zorlanıyorum. Hafta sonu skorlarından sonra bu maçta giden üç puan bence isabet oldu. Sürekli umutlanıp tekrar tekrar hayal kırıklığına uğramak beni yordu. Olacağı ne de olsa belli. Puan farkı azalır, rahat fikstür geldi derken olmayacak puanlar kaybedilir ve sinir sistemi yine alt üst olur. O yüzden bir daha umutlanmanın hiç gereği yok.

Galatasaray da bu son cümlede söylediklerimi yaşıyor. Maçı izlemedim ama futbol adına bir şey yokmuş ki zaten o stadda bir Süper Lig maçında güzel futbol gördüğümü hatırlamıyorum. Sivasspor ve Beşiktaş’ın puan kayıpları ile onlar da umutlanmışlar ama geleceklerinin Fenerbahçe’den farklı olacağını düşünmüyorum. İki ileri, bir geri formatında devam edeceklerdir. Trabzonspor Avni Aker’de galip geldi, eğer toparlanmışlarsa ligi 3. bitirirler ki bu onlar için çok önemli bir başarı olur. Sivasspor ise deplasmanda iki puan bıraktı ama Beşiktaş’ın ekstra puan kaybıyla bunu bir anlamda telafi etmiş oldu. Bu hafta taşıdıkları deplasman yükünü Beşiktaş’ın üzerine bıraktılar. Önümüzdeki hafta sahalarında Trabzonspor ile oynuyorlar, kazanırlarsa şampiyonluk yolunda dev bir adım atmış olacaklar. Beşiktaş yine ilk 8’den bir takım karşısında galip gelemedi, Kayserispor maçıyla kırdıkları zincirin bir anlamda devam ettiği gözüktü. Sivasspor’un Trabzonspor karşısında kazanması halinde bunu dev adım olarak yorumlamamdaki sebeplerden biri de zaten fikstür, Beşiktaş daha Fenerbahçe ve Galatasaray maçları oynayacak. Bu maçlardan başka iç saha maçı da yok. Yine de bir takımı nispeten daha şanslı görmüyorum, Süper Lig’de bu sene öyle şeyler gördük ki bu noktada bir yorum yapmak bana çok mantıklı gelmiyor.

13 Nisan 2009 Pazartesi

TSL 27. Hafta


Süper Ligde 27. haftayı geride bıraktık. Bu hafta ile birlikte iki takımı daha arkamızda bırakmış olduk, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın şampiyonluk şansını zaten geçiyorum ama bu iki takım büyük bir sürpriz olmazsa önümüzdeki sezon Şampiyonlar Ligini de Star Tv ekranlarından takip edecekler. Derbi hakkında ise değil daha fazla bir şey yazmak bir şeyler düşünmek bile içimden gelmiyor. Neticede iki takım da son kurşunlarını kafalarına sıktılar. Aralarındaki tek fark bir tarafın yönetiminin sessiz kalması ve maçı sadece iki puan artı iki oyuncu kaybıyla kapatması oldu, Galatasaray tarafı ise bence bundan daha fazlasını kaybetti. Adnan Polat’ın açıklamalarını kendi taraftarı bile normal karşılamadı, hem kendisinin hem de kulübünün itibarını zedeledi.

Beşiktaş camiası herhalde şu an en mutlu camia, kendi başarıları kadar asıl rakiplerinin içinde bulunduğu bu durumdan da büyük keyif alıyorlar. Gülüyorlar, eğleniyorlar ve dalga geçiyorlar. Haksız da sayılmazlar ama çok uzakta değil daha sezonun ilk devresinde Yıldırım Demirören buna benzer açıklamalar yaptığında, aynı insanlar her ne kadar başkanlarını ufaktan eleştirseler de onunla aynı mantıkta cümleler kurup aynı şeyleri savunuyorlardı. Gerçi şimdi de sorsanız Fenerasyonu, iki büyük yaratmak isteyen bu kalleş düzeni ve taraflı yayıncı kuruluşu da alt edip zirveye çıkıyorlar.. Aslında bu olanlardan onlar da ders çıkarmalı, özellikle son yıllarda kaybedilen her şampiyonluğun faturasını önlerini kestiğine inandıkları kurumlara çıkarmanın, her fırsatını bulduğunda “Bizi şampiyon yapmazlar” cümlesine sığınmanın ne kadar mantıksız olduğunu görmeliler. Demek neymiş? Sen doğruları yaptığında ve kazanmayı herkesten çok istediğinde ne Lig Tv ne de iki büyük yaratmak isteyen düzen falan kalmazmış.

Beşiktaş ve Sivasspor artık tamamen koptular. Açıkçası ne olursa olsun ben bu şampiyonluk yarışını ikisine de yakıştırıyorum. En azından sahada mesleklerine saygı duyan oyuncular görüyorum. Bunu söylerken ilk devre olanları ve konuşulanları bir kenara bırakıyorum, sadece sahaya çıkan ve mücadele eden 11 oyuncuya bakıp konuşuyorum. Sivasspor’u tabii ki ayrı bir takdir ediyorum. Ülkenin çoğunluğu onlardan nefret etse de, yönetimi, teknik direktörü ve halkının siyasi görüşü için çok şey söylense de ben o topun peşinde koşan adamların emeğini görmezden gelmek istemiyorum. İkinci devre bir ara düşüşe geçiyor gibi de oldular, hatta Bülent Uygun’un da kontrolü kaybetmesiyle çoğumuz toparlanamayacaklarını düşündü ama öyle ya da böyle yine toparladılar. İki senedir herkesi yanıltarak zirveye oynuyorlar. Beşiktaş’in ise nedense hala kendisini yakma potansiyeli olduğunu düşünüyorum, bana hala kırılgan ve çok kolay yıkılabilecek daha doğrusu kendini yakabilecek bir takım hissi veriyorlar. Bir anda bir yöneticinin ya da taraftarların her şey berbat edebilme ihtimali var. Trabzonspor’un ise bu iki takımı zorlama şansı olduğuna inanmıyorum, bence ligi 3. bitirebilirlerse önemli bir iş yapmış olacaklar.

İyi ki yarın Şampiyonlar Ligi mücadelesi başlıyor, bu hafta sonunun üzerine ilaç gibi gelecek.

6 Nisan 2009 Pazartesi

TSL 26. hafta

Süper Lig’de 26. hafta az önce biten Gaziantepspor-Galatasaray maçıyla geride kaldı. Galatasaray Baros’un 10. dakikada attığı güzel golle deplasmanda çok önemli üç puan kazandı, kaybedilecek puanlar camiayı Fenerbahçe karşısında galip gelinse bile dönülmesi zor olacak bir kaosa sokabilirdi. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama Galatasaray da Fenerbahçe de bu hafta oynadıkları maçların bazı anlarında üst sıralara oynayan Anadolu takımı görüntüsü verdiler.


Galatasaray yorgundu, özellikle 2. devre oyundan iyice düşeceklerini düşünüyordum ama beklediğim kadar olmadı. Bunda Antep’in o bildiğimiz pas trafiğini ilk 10 dakika haricinde sergileyememesinin de etkisi var. Bugün iyi değillerdi, maçın başını ve son 5-10 dakikayı ayırırsak sadece Tabata kazanmak için bir şeyler yapmaya çalıştı, etkili de oldu. Bu adamı izlemek gerçekten çok keyifli. Erken gelen golden sonra ev sahibi hemen bozuldu, Galatasaray oyunun kontrolünü eline aldı ve pozisyon da buldu. Buna rağmen iyi oynamadı dediğim Gaziantep’in de gole çok yaklaştığı pozisyonlar oldu. Galatasaray savunmasını bugün beğenmedim, sadece Tabata’nın ayaklarına bakan rakibe olmayacak pozisyonlar verdiler. Volkan çok aksıyor, haftaya Gökhan Gönül ve Deivid karşısında Galatasaray buradan çok sorun yaşayabilir.

Baros attığı güzel gol dışında da iyiydi, sarı kart gördüğü pozisyondaki deparını gözden kaçırmamak lazım. Kewell yorulana kadar ayağına aldığı her topu iyi kullandı. Arda’da da milli maç yorgunluğu bariz göze çarptı ama yine de 2-3 etkili pas attı, kötüydü denemez. Antep tarafında ise göze Tabata’dan başka çarpan bir isim olmadı, o da tek başına en fazla bu kadarını yapabilirdi. Baros’un golünden 80. dakikaya kadar olan bölümü izleyen biri ev sahibinin geride olduğunu anlayamazdı, saldırgan değildiler. Son 5-10 dakikada gol için Galatasaray kalesine yüklendiler ve 2-3 net pozisyon da buldular ama biraz da beceriksizlikten golü bulamadılar. Neticede Galatasaray puan kaybını sürpriz görmeyeceği bir deplasmandan üç puanla döndü ve Fenerbahçe karşısına biraz daha dik çıkma şansını yakaladı.


Beşiktaş ve Fenerbahçe maçlarını zaten yazmıştık, Sivasspor’a ise haksızlık yapmaya devam ediyorum. Zor geçmesi beklenen Denizli deplasmanından üç puanla döndüler. İki senedir "bir yerde çökerler" diye bekleyenleri yanıltmaya devam ediyorlar. Makina düzeninde oynuyorlar, sistemleri belli, gireni çıkanı belli, oyun içi aksiyonları belli ve haftalardır bunları aynı başarıyla yapmaya devam ediyorlar. Ben elimden geldiğince teknik direktörün ve başkanın karakterini aklıma getirmemeye çalışıyorum. Futbolculara bakıyorum, sahada yaptıkları doğrulara bakıyorum ve takdir ediyorum.

“Trabzonspor’un düşüşe geçeceğini hep söyledik” klasiğine girmek istemiyorum. Evet çok söyledim ama bu kadarını da beklemiyordum. İBB maçı özelinden bahsetmiyorum, o maçta kaybedilen iki puan benim için çok büyük sürpriz değil ama genel gidişatta bu kadar dibe vuracaklarını düşünmemiştim. Şanssızlık da var, çok gol kaçırıyorlar ama bu çöküşte taraftarın da payı var. Avni Aker’de o şartlar altında futbol oynamak çok zor olsa gerek. Sezon başında yakalamış oldukları o güzel havayı çok çabuk kaybettiler. Sanırım onlar için zirveyi bu kadar uzun süre tepelerde götürmek pek hayırlı olmadı, daha geriden takip ediyor olsalardı bu yeni kurulan kadro üzerinde belki de bu kadar baskı yaratılmayacaktı.

Yapması gerekeni yani işini en iyi şekilde yapan iki takım ligin zirvesine oturdular, belki de lig başından beri zirvedeki ilk kopmayı ortaya çıkardılar. Her şeye rağmen ligin bitmesine 8 hafta var ve bu iki takımın da oynayacağı çok zor maçlar olacak. Önümüzdeki hafta Beşiktaş’ın da Sivasspor’un da işi hiç kolay değil. Pazar akşamı lider de değişmiş olabilir, Beşiktaş’ın iki puan arkasına iki takım da yerleşmiş olabilir. Sami Yen’de ise derbiyi izleyeceğiz. Bir derbi öncesinde iki takımın da aynı anda bu kadar kötü durumda olduğunu ben hatırlamıyorum. Kazanan yarışın içinde kalacak, kaybeden ise son 7 haftada şampiyonu belirleyecek maçların figuranı olacak..

22 Mart 2009 Pazar

TSL 25. hafta


25. haftada şampiyonluğa oynayan beş takımdan kazanan olmadı ama bu Süper Lig için artık büyük sürpriz sayılmıyor. 70 puan şampiyonluk getirir deniyor ama herhalde 3-5 puan altı bile yeterli olacak. Trabzonspor’da iyice düşmeye başladı, eskiden kaybederken bile saldırır, pozisyon bulurlardı ama Gaziantepspor karşısında hiç etkili olamadılar. Tüm takımla birlikte Song’da da ciddi bir form düşüklüğü var ve artık kalelerinde çok rahat gol görüyorlar. Açıkçası ben tekrar ayağa kalkabileceklerini düşünmüyorum. Beşiktaş ve Sivasspor ise hala şampiyonluğu çok istiyor. Cumartesi akşamı oynanan 90 dakika ile diğer takımların maçlarına şöyle bir bakınca bile bunu anlayabiliyorsunuz.


Beşiktaş’ın da Sivasspor’un da beraberlik kredisi zaten vardı, Fenerbahçe ve Trabzonspor’un puan kayıpları da iki takımı iyice rahatlattı. İnönü’de oynanan ilk maç da berabere bitmişti, ikili averajı da düşününce takımlardan birinin kazanmak için risk almasını beklemiyordum.

Sivasspor’da Kamanan belki de Mehmet Yıldız gidecek diye transfer edilmiştir. Onun beklenenden fazla faydalı olması ve Mehmet Yıldız’ın da takımda kalması sonrasında Bülent Uygun’un elindeki forvet opsiyonu çoğaldı, sanırım bu da Sivasspor’da biraz karışıklığa yol açtı. Beşiktaş karşısında ileride yine Thum ve Mehmet Yıldız’ı gördük, başarılı oldukları düzene dönmüşlerdi ve toparlanmış gözüktüler. Beşiktaş’da ise tam tersini gördük, Cisse-Ernst ikilisinin orta sahada, Sivok’un ise stoperde oynadığı maçlarda Beşiktaş iyi bir görüntü vermiş, bu düzeni bozduğu maçlarda mesela İBB maçında bile top görmekten zorlanmıştı. Sivasspor karşısında Mustafa Denizli takımın daha iyi olduğu düzeni bozup Cisse’yi yine kenara aldı ve Ernst’in de verimini düşürdü. Yine de Yusuf’un nispeten faydalı, Tello’nun da çok iyi performası Beşiktaş’a 1 puanı getirdi.

Sivasspor maça hızlı başladı, özellikle son haftalarda formsuz gibi gözüken Ekrem’in savunduğu sağ kanattan etkili geldiler ve bu bölümde Musa ile net bir gol fırsatından yararlanamadılar. Bu pozisyon Zapo’lu savunmanın vermesini beklediğim boşluklardan biriydi. İlk 15-20 dakikadan sonra denge kuruldu ve iki takım da kontrollü oynamayı tercih etti. Beşiktaş duran toplarla etkili olmaya başladı ve bir korner sonrasında Sivok ile çok net bir pozisyon yakaladı. İkinci devre de ilk devreye benzer başladı ama bu kez Sivasspor hızlı başladığı oyunda golü de buldu. Biz Mustafa Denizli’nin hangi oyuncu değişiklikleri yapacağını düşünürken Yusuf’un görerek attığı pasa Tello’nun güzel vuruşu ile beraberlik golü geldi. İlk devre olduğu gibi iki takım da yine kontrollü oynamaya çalıştılar. Balili girdikten sonra Sivasspor Beşiktaş kalesini birkaç kez tehdit etti ama iki takım da kazanmak için çok şey yapmadı. Sahada mücadele ve istek vardı ama öncelik doğal olarak kaybetmemekti. Çok fazla gol pozisyonu yoktu ama yine de güzel bir maç oldu. Bu arada şunu da not etmek lazım, televizyon falan izlemedim ve bir hatası var mı bilmiyorum ama bence hakem maçın tamamında çok iyiydi.

İki takım da üzülmedi, rakipler arasından kazanan olmayınca fikstürün en zorlu maçlarından biri kayıpsız atlatılmış oldu. Beşiktaş yine zorluk derecesi yüksek bir maçı kazanamadı, bunu yine de akılda tutmak lazım. Sivasspor’un fikstürü iyi, bu beraberlikle camia da biraz sakinleşmiştir. Belli ki sezon sonuna kadar şampiyonluğun en büyük adaylarından olacaklar.


UEFA Kupasına veda ettikten sonra Galatasaray’ın ligi bir şekilde götüreceğini düşünüyordum. Kadro iyi ve kaliteli, milli maç için verilecek arada sakatlar da dönecek ve elde sadece Süper Lig hedefi kaldı. Rakiplerin de kaybettiği haftada kazanıp öne de fırlarlar diyordum ama Eskişehirspor maçından sonra bir kez daha gördüm ki bu sezon Sivasspor, Beşiktaş ve Trabzonspor için büyük şans. Şampiyonluğa çok ihtiyacı olan bu üç takım herhalde bir daha aynı sezon içinde hem Fenerbahçe’yi hem Galatasaray’ı bu kadar kötü yakalayamaz.

Hafta içi gazetelerde Eskişehirspor cephesinden kazanmak için oynayacaklarına dair demeçler okumuştum, maç da bu görüntüde başladı. Topa daha çok sahip olan, gol arayan ve pres yapan taraf Eskişehirspor’du, Galatasaray ise oyunu kabullenen ve kontra atak arayan bir görüntüdeydi. Lincoln beklendiği gibi kulübedeydi, oyuna da girmedi. Maç sonrasında Bülent Korkmaz’ın Lincoln’ün sakatlığı olduğunu söylemesi komik, Trabzonspor maçında da dinlendirilmişti zaten. Sahadakiler de bitse de gitsek havasındaydı, bitik ve bıkkın bir haldelerdi, sanki şampiyonluk şansları yokmuş, sezon bitmiş gibi oynuyorlardı.

İkinci devrenin başını izleyemedim, maça döndüğümde spikerden kırmızı kartı duydum ama hangi takımın eksik olduğunu o söylemeyince öğrenmek için arkadaşımı aramak zorunda kaldım. Oyuna baktığımda Galatasaray’ın bir kişi fazla olduğu pek belli olmuyordu. Skoru değiştirmek için çok bir çaba yoktu, futbolcular sanki skoru kabullenmiş gibiydi. Eskişehirspor golü de sakatlık sebebiyle sahada 9 kişi olduğu bir anda buldu. Maçı çevirmek için hamleler yapan Bülent Korkmaz Kewell’ı çıkartıp Mehmet Güven’i aldı, ne düşündüğünü merak ediyorum. Galatasaray 10 kişi kalmış Eskişehirspor karşısında mağlup durumdayken elle tutulur bir pozisyon bulamadı. Fenerbahçe’den kötüsü olamaz diye düşünüyordum ama oluyormuş, onlar en azından gol yediklerinde biraz hareketleniyorlar.

En kaliteli kadroya sahip olmak her zaman iyi olmuyor ya da daha doğrusu yetmiyor, bunu Fenerbahçe örneğini yakından gören Galatasaray’ın çok iyi bilmesi lazım. Geçen sezon işler yolunda gitti ve şampiyonluk geldi ama bu sezon Adnan Polat ve Adnan Sezgin yanlarına daha demeç vermeyi beceremeyen Bülent Korkmaz’ı da aldılar ve Galatasaray ile birlikte iflasa doğru sürükleniyorlar. Bu bir çöküştür. Milli maç arasından sonra Gaziantep’e gidecekler, sonra da Sami Yen’de Fenerbahçe maçı var. İşler çok daha kötüye gidebilir.

İspanya maçları için liglere verilen araya en çok Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ihtiyacı vardı. Bu ara sonrasında derbilerin de oynanacağı ligin final periyodu başlayacak. Kalan 9 haftada takımlardan biri çıkıp da bir galibiyet serisi yakalamadığı takdirde şampiyonu ilk beş takımın aralarında oynayacakları maçlar belirleyecek. Sonuç ne olursa olsun kötünün iyisi kazanmış olacak.

16 Mart 2009 Pazartesi

TSL 24. Hafta

Fenerbahçe maçını yazmıştık, Trabzonspor-Galatasaray maçı da aynı haftada olunca belki o kayıp fazla hissedilmedi. Görünen o ki 70 puanı bulan şampiyon olacak ve Fenerbahçe şu an 44 puanda. Bu da Fenerbahçe’ye kalan 30 puanın sadece dördünü kaybetme hakkı veriyor. İlk devre bu maçlarda 24 puan toplanmıştı ama bu sefer derbiler de deplasmanda oynanacak. Fenerbahçe hakkında burada daha fazla bir şey söylemeye gerek yok.
.
.
Avni Aker’de bol gollü, pozisyonlu ve heyecanlı bir maç izleyeceğimizi tahmin ediyordum. Gol oldu, heyecan da vardı ama pozisyon sayısı ve tempo beklediğimden daha düşük oldu. Trabzonspor beklenmedik pozisyonlardan iki harika gol çıkardı, Galatasaray ise biri kontra atak biri de rakip oyuncuların seri hataları sonucunda iki gol buldu. Galatasaray’ın en sorunlu gözüken bölgesinde Hakan Balta ve Emre iyi performans gösteriyorlar, özellikle Hakan bence çok başarılı oynuyor. Bunda Bülent Korkmaz’ın savunmayı fazla düşünen anlayışının da etkisi var, orta sahalar genelde savunma oyuncularına yakın kalıyorlar, iyice gömülüyorlar ve o bölge iyi kapanıyor. Dün maç öncesinde Galatasaray cephesinde damga vuran ise Lincoln’ün kenarda oturması oldu. Neresinden tutsan elinde kalıyor, Lincoln’e kulüp bir ceza verdikten sonra buna gerek olduğunu düşünmüyorum, ya direkt kadro dışı bırakırsın ya da oynatırsın. Bu şekilde kenarda oturtmanın, çok ihtiyaç olan dönemlerde oyuna almamanın kimseye bir faydası yok. Maç sonrasında öne sürülen Hamburg bahanesi ise bence komik, verdiği cezanın arkasında duramıyor. Bence Bülent Korkmaz bu Lincoln olayıyla biraz puan kaybetti ve sanırım bu iş ileride de başını ağrıtacak.

Trabzonspor tarafında maça taraftar ve Alanzinho damga vurdu. Takımın en etkili olduğu dakikalarda iki kez oyunu durdurdular, buna bir de ilk gol sonrası hareketlenmesi muhtemel oyunu durduran stad ışıklarındaki arıza eklendi. Umut-Gökhan ikilisi izlediğim en kötü maçlarını çıkardılar,doğru düzgün bir gol pozisyonuna bile giremediler. Song da bence vasattı, ilk golde Baros’u kaçıran da, ikinci golde bence uzaklaştırabileceği bir topu Arda’nın önüne burakan da Song oldu. Maç öncesinde Yattara’nın oynamayacak olması Trabzon cephesinde moralleri bozmuştu ama onun yerine kadroda kendine yer bulan Alanzinho harika bir gol attı, bir de gol attırdı. Attığı golün de moraliyle topla fazla oynadığı dakikalar, işi halı saha futboluna çevirdiği anlar da oldu ama bazı pozisyonlarda çok rahat adam geçtiğini gördük. Yine de fikrim değişmedi, Alanzinho’dan Trabzonspor’a çok şey verebilecek bir oyuncu görüntüsü almıyorum. Bu maçı kaybetmek Trabzonspor için şampiyonluktan vazgeçmek anlamına geliyordu, en azından bir puanı kurtardılar ama rakip 10 kişi kaldıktan sonra uzatmalarla birlikte önlerinde duran 10-12 dakikayı daha iyi değerlendirebilirlerdi.


Beşiktaş şu an Süper Ligdeki en mutlu ve umutlu camia gibi duruyor. Galibiyetler bazı şeylerin üstünü örtüyor ama kazanan her zaman haklıdır. 6. sıradan 2. sıraya kadar yükselen bir takımı fazla pozitif oldukları için eleştirmemek lazım ama ilk devre de Beşiktaş bu maçları kazanmış ve tam olarak aynı puanı toplamıştı. Sorun zaten hiçbir zaman bu maçları kazanmak olmadı, Beşiktaş geçtiğimiz sezonlarda da ligde belli bir seviyenin altındaki takımlar karşısında kazanıp zorluk seviyesi yüksek maçlarda şampiyonluktan uzaklaşıyordu. Bu sebeple Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’ı için asıl sınav şimdi başlıyor.

Gençlerbirliği maçında gole kadar sıkıcı bir maç izledim, fazla pozisyon ve heyecan yoktu. Özetlerde bile adam gibi bir gol pozisyonu göremiyorsunuz, bir anda ilk golün geldiği dakikaya geçiliyor . Oyuncu değişiklikleri sonrasında oyuna giren iki oyuncunun var ettiği pozisyonu Ernst gole çevirince Beşiktaş skor avantajını yakaladı ve son dakikalarda iki gol daha bularak bu kez taraftarlarının maç sonunu daha stressiz geçirmesini sağladı. Skora bakınca Beşiktaş rahat kazandı denebilir ama ilk golü attığında bile henüz kurması gereken baskıyı kuramamıştı, artısı ise Gençlerbirliği’ne de pozisyon vermemeleri oldu. Bunda hem çok iyi oynayan Sivok’un, hem de Cisse-Ernst ikilisinin payı büyük, Beşiktaş’da ne olursa olsun bu ikili bozulmamalı. Ernst Beşiktaş’da çok iyi başladı, böyle devam ettiği sürece büyük katkı sağlayacak o kesin ama Beşiktaş’da Cisse de, Zapo da ve daha niceleri de hep iyi başlayıp sonra Beşiktaş’ın o futbolcuyu körelten ortamı içinde kaybolmuşlardı. Şampiyonluğu belki de en çok isteyen takım şu an Beşiktaş ve bu istek bu tip zorluk derecesi yüksek olmayan maçlarda üç puanları getiriyor. İstemenin yeterli olmadığı, futbol adına bir şeyler yapmanın gerektiği maçlar geldi. Bu Beşiktaş’ın son senelerin hatta ilk devrenin Beşiktaş’ından farklı olup olmadığını şimdi görmeye başlayacağız.

Belli ki bu puan kayıpları devam edecek, her hafta birileri avantaj kaçırırken başka birileri gülecek. Beşiktaş’ın farkı kazanması gereken maçları kazanmış olması ama bu şampiyonluk için yeterli olmuyor, sadece zor maçlar için rakiplerine kıyasla biraz daha kaybetme kredisi sağlıyor. Sivasspor da çok kritik Ankara deplasmanından üç puanla döndü ve yaşadığı sarsıntıyı biraz atlattı, önümüzdeki hafta oynayacakları Beşiktaş maçı şampiyonluk için ne kadar sağlam yürüyebileceklerini gösterecek. Görünen o ki son 2 haftaya kadar minimum 3 takım yarış içinde kalacak ve takımlardan biri ligin kalanında üstün bir form grafiği yakalamadığı takdirde zirvedeki beşlinin kendi aralarında oynayacağı maçlar şampiyonluk için belirleyici olacak. Bu maçlarda Beşiktaş ve Sivasspor fikstür olarak en avantajlı iki takım gibi ama iki takımın da geçtiğimiz yıllarda sahalarında oynadığı bu tip final maçlarını kazanamadıklarını da unutmamak gerekiyor.


9 Mart 2009 Pazartesi

TSL 23. hafta

Geçtiğimiz hafta sonunda ilk beş takım beş puanlık aralığa sıkışmıştı, bu hafta fark iyice daraldı ve lider ile beşinci arasındaki puan farkı üçe düştü. Sivasspor'un Fenerbahçe maçları ile birlikte düşüşe geçmiş olduğunu ve puan kaybedeceğini düşünmüyordum ama bu hafta verdikleri görüntü hiç iyi değildi. Bülent Uygun'un sinir sisteminin geldiği hal bundan sonra toparlamalarının çok da kolay olmayacağını gösteriyor, haftaya Ankaragücü karşılaşmasında alacakları kötü bir sonuç Sivasspor'u geri dönülmeyecek bir yola sokabilir. Trabzonspor'un ise bu hafta puan kaybedeceğini düşünüyordum. Geçtiğimiz hafta Avni Aker'den aldığım elektrik, bundan sonra orada maç kazanmalarının çok zor olacağı şeklindeydi. İlk devre Trabzonspor kötüydü, ikinci devre ise forvet oyuncularının beceriksizliği yüzünden birçok gol pozisyonundan yararlanamadılar ve üç puanı kaybettiler. Bu hafta yine Avni Aker'de Galatasaray ile oynayacaklar. O maçın atmosferi tabii ki çok farklı olacaktır ama kaybettikleri takdirde toparlanmaları da çok zor olacaktır. Sezonu ilk üç içinde bitirmek Trabzon camiası için bence çok önemli ve önümüzdeki seneye daha güçlü umutlarla bakmalarını sağlayabilir ama içinde bulundukları durum bunu bile çok zorlaştırıyor.

Cuma günü çok kötü bir Galatasaray, çok kötü bir Bursaspor ve belki de sezonun en kötü maçlarından birini izledik. Kötü oynarken maç kazanmak önemlidir. Ya kazanmak takımın karakteridir, bir şekilde gol bulunur ya da yıldız bir oyuncusu çıkar bir büyük iş yapar ve maçı alır. Galatasaray Bursaspor karşısında kötü hatta rezalet oynayarak üç puanı aldı ama bu dediklerimizden hiçbiri olmadı, tamamen şans ile kazanılmış bir maçtı. Sadece son dakikada De Sanctis’in kurtardığı topu skora etki eden şans dışı bir katkı olarak değerlendirebiliriz, parmak uçlarıyla iki puan kaybının önüne geçti. Galatasaray kaleyi bulan tek şutunun olduğu bir maçta üç puanı iki golle aldı.
.
Bu Bülent Korkmaz’ın üçüncü maçıydı. Onun Galatasaray’ı hakkında yorum yapmak için henüz erken, tek göze çarpan şey iki maçtır takımın golü bulduktan skoru korumaya çalışması ama bu iki maçta da Galatasaray kalesine yüklenen Anadolu takımlarına karşı elle tutulur bir pozisyon bulamadı, kontra atak yakalayamadı. Hele bu maçta kendi sahasında ikinci yarı rakip kaleye neredeyse hiç gitmedi. Takımda büyük bir düşüş var, bunu Bülent Korkmaz’a yüklemek tabii ki mantıksız ama takım neredeyse iki pası üst üste yapamıyor. Çok durağan, çok isteksiz oynuyor ki aslında bu haftalar yeni teknik direktörle gazıyla en etkili olunacak haftalar. Bülent hakkında yorum yapabileceğim tek şey oyuncu değişiklikleri, oyundan Baros Aydın ve Kewell çıkıyor, yerlerine Nonda, Volkan ve Mehmet Güven giriyor.
.
Sakatlıkların yanında bir de futbolcuların form durumundaki inanılmaz düşüş var. Lincoln ve Baros durdu, Ayhan ilk devredeki performansının yanına bile yaklaşamıyor. Kewell sakatlık sonrası eskisi gibi değil. Defans erken gol bulduktan sonra takım halinde kapanılan bu iki maçta iyi gibi gözükse de bireysel hatalardan net pozisyonlar verdi. Futbolcular bu haldeyken teknik direktörü, onun sistemini ve yapmak istediklerini yorumlamak da aslında çok doğru değil. Bu formsuzluk Skibbe döneminden kalmış gibi görünüyor ve şu anda bunun suçu Bülent Korkmaz’a yüklenemez ama görüntü değişmezse puan kayıplarının başlaması ve Avrupa’ya veda edilmesi işleri Galatasaray ve teknik direktörü için çok zorlaştırabilir.


Cumartesi Beşiktaş Hacettepespor karşısında istediği skora beklediğinden kolay ve çabuk ulaştı ama üç puanı beklediğinden daha zor kazandı. İlk 15 dakikada rüzgarın da etkisiyle çok iyi bir Beşiktaş izledik ve ben Fenerbahçe'nin 7 gollü galibiyetine yakın bir skor olabileceğini düşündüm. İki fark yakalandıktan sonra ise Beşiktaş o bildiğimiz dağınık, düzensiz ve kimin ne yaptığı, nerede oynadığı belli olmayan görüntüsüne geri döndü. Beşiktaş adına doğru olanın ne olduğu bu kadar açıkken ve iyi oynanan maçlarda her şey çok açık gözükmüşken Mustafa Denizli Delgado-Bobo-Nobre üçlüsünü bir arada oynatarak kumar oynamaya devam ediyor. Ernst orta sahada çok faydalı oynuyor ama bu bölgeyi tek başına nereye kadar götürebilir bilemiyorum. Ligin en az gol atan takımı Hacettespor'dan yenen iki gol üzerine biraz kafa yormak gerekiyor.
.
Beşiktaş uzun zamandır ilk defa üç maç üst üste kazandı ama bunda biraz da fikstürün payı var. Henüz maç kaybetmediği 2009 senesinde oynadığı maçlara baktığımda sadece Trabzonspor maçı için gerçekten iyi oynadılar diyebiliyorum. Nispeten zayıf takımlara karşı Beşiktaş daha önceki sezonlarda da maç kazanmakta zorlanmıyordu ama ligde ilk 8 sırada olan takımlara karşı başarılı olamıyordu. Bu orta saha yapısıyla bu sezon da aynı şeyleri yaşamaları şaşırtıcı olmayacaktır. Hacettepespor karşısında bile zaman zaman yetersiz kalan orta saha ve yerleşim problemleri yaşayan savunma, zorluk derecesi yüksek maçlarda daha da büyük problem olacaktır. Bu anlayışla Beşiktaş'ın Gençlerbirliği'ni de büyük ihtimalle yenecektir ama Sivas deplasmanı ile başlayacak maç trafiğinin sonunda ligde şu an olduğu yere tutunması mümkün olmayabilir. Mustafa Denizli bu zor maçlar için başka şeyler düşünecek olabilir ama bu anlayıştan vazgeçmediği takdirde son yıllarda olduğu gibi yine Beşiktaş'ı bir anda zirveden uzaklaşmış görebiliriz.

Fenerbahçe'nin iki Sivasspor maçında çok iyi bir görüntü vermesinden sonra hepimiz Kayseri deplasmanında ne göreceğimizi merak ediyorduk. Futbol olarak dip ve tepe noktaları arasındaki fark belki de en fazla olan takım Fenerbahçe'nin klasik deplasman görüntüsünü vermesi kimseyi şaşırtmazdı ama sanırım geç de olsa bu takımda gerçekten bir şeyler değişmeye başlıyor. Maç kazandıkça takımın kendine güveni de geliyor. Dün de Sivasspor maçlarında gördüğümüz istekli ve mücadele eden Fenerbahçe'yi gördük, Volkan atılmasaydı maç çok daha farklı bitebilirdi.
.
Kazanma isteği ve futbolcuların form durumu en önemli şey ama sahaya çıkan kadrodaki iki önemli değişikliği de unutmamak lazım. Semih malum, o konu üzerine daha fazla konuşmaya gerek yok ama bence Deniz de takımının bu yükselen grafiğinde en çok pay sahibi olan oyunculardan biri. Bu sezon boyunca Fenerbahçe'nin şampiyonluk şansını çok az gördüğümüz ve kadro yetersizliğinden bahsedilen dönemlerde zayıf orta saha ön plana çıkıyordu. Deniz'in geçtiğimiz sezonun ilk yarısındaki performansına yaklaşması ve Emre'nin yükselen formu ile devamlılığı bu bölgeye ara transferde iki ciddi takviye yapılmış etkisi yarattı. Savunmada zaten sorun yok, an itirabiyle ligin en iyi savunması bence Fenerbahçe'de. Orta sahada da direnç yakalanınca takım iyice az pozisyon vermeye başladı.
.
Bu istek böyle devam eder mi hala emin olamıyorum ama şampiyonluk yarışının içinde artık Fenerbahçe de var demek herhalde çok yanlış olmaz. Demek ki kadro o kadar söylendiği kadar da zayıf değilmiş, bu takımın bir potansiyeli varmış. Fikstür kağıt üstünde zor gözüküyor, şampiyonluk için yarışılan dört takımdan üçüne deplasmana gidilecek ama Fenerbahçe son yıllarda bu tip maçlarda iyi performans gösteriyor ve genelde iyi sonuçlar alıyor. Galatasaray maçına kadar oynanacak üç maçta alınacak 9 puan ki fikstür bunun için müsait, Fenerbahçe'yi bir anda liderlik koltuğuna bile oturtabilir.
.
Haftaya Trabzonspor-Galatasaray maçı bu hafta alınan sonuçlardan sonra iyice önemli oldu. Hamburg-Trabzonspor-Hamburg trafiği Galatasaray'ın sakatlıklar sonrası daralan kadrosu ile hiç kolay geçmeyecek, Avni Aker'de alınacak bir mağlubiyet Bülent Korkmaz ile azalan çatlak sesleri tekrar yükseltebilir. Trabzonspor cephesinin de işi kolay değil, kaybederlerse bence şampiyonluktan tamamen koparlar. Önümüzdeki hafta sonunda ilk beş takımın üç puandan da dar bir aralığa sıkışmaları beni şaşırtmayacak.