Almanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Almanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ekim 2010 Cumartesi

Orgazm..


O an hissetiklerimi daha iyi bir kelime ile anlatamam..

8 Temmuz 2010 Perşembe

İspanya 1-0 Almanya


Bu güzel jenerasyonun sonuna kadar hak ettiği Dünya Kupası finalini getiren gol Puyol’a çok yakıştı. Mükemmel bir gol attı. Çok iyi bir koşu sonrasında kusursuz bir zamanlama ve acaip bir güçle vurduğu kafa İspanya’ya o dakikalarda çok hak etmeye başladığı golü kazandırdı. Galibiyeti ve finali İspanya’ya getirdi.

İspanya gruptan çıktıktan sonra kupa için en büyük favorim olmuştu. Almanya’yı da tam olarak böyle bir maç sonunda geçeceklerini düşünüyordum ve hatta skor tahminim de tam olarak buydu. Teknik adam tercihleri, özellikle Del Bosque’nin seçimleri de istediğim gibi olunca maç tam olarak düşündüğüm gibi geçti. Oyuna Torres’in kenarda başlaması orta saha üstünlüğünü tamamen İspanya’ya getirdi. Almanya’nın en iyi iş çıkaran bölgesi orta sahaydı ama karşılarındaki o inanılmaz orta saha karşısında çok zorlandılar, tüm etkinliklerini kaybettiler.

Almanya daha önce oynadığı maçlara hızlı başlamış ve genelde gol de bulmuştu ama İspanya maç başından itibaren topa sahip olmaya başlayınca bu tehlikeyi atlattı. Almanya üzerine gelen her takımı hızlı hücumlarla dağıtmıştı, İspanya hem topu vermeyerek hem de kaptırdığı topların sonrasında çok iyi bir pres yaparak Almanya’ya fazla hücuma çıkma şansı vermedi. Çıktıklarında ne kadar tehlikeli olabildiklerini bu maçta bile az da olsa gördük.



Aslında ilk devre Almanya topa sahip olmamasına rağmen fena iş çıkarmadı. İyi savunma yaptılar, fazla açık vermediler ve biz de pek keyifli olmayan bir ilk yarı izledik ama ikinci devrede işin şekli değişti. İspanya işi 90 dakika içinde bitirmeyi kafaya koymuş gibi Almanya üzerine iyice çöktü ve rakibini bunaltmaya başladı. Pas trafiklerinde başarı devam ederken presin dozajını da arttırdılar. Önde bastılar, Almanya’yı kendi sahalarına hapsettiler. Bu dakikalarda Iniesta çok öne çıktı. Hücumdaki etkinliğinin yanı sıra savunmaya da destek verdi, pres yaptı ve adam kovaladı. Kaptırdığı her topu anında geri aldı. Mükemmel oynadı. Busquets de İspanya adına maçın en iyilerindendi. Hem Mesut ve Schweinsteiger’i tamamen etkisiz kıldı, hem de çok iyi bir pas yüzdesiyle oynadı.

İspanya maçın tamamen hakimi olmuştu, özellikle Ramos ve Pedro Alman sol kanadını çok hırpaladı ve Löw’ü buraya müdahele etmek zorunda bıraktı. Golün geleceği iyice hissedilmeye başlamıştı ama ben yine de tedirgindim. Almanya’nın her an bir kontra atak golü bulabileceğinden korkuyordum ve Kroos da neredeyse korktuğumu başıma getiriyordu. Sanırım o pozisyon Almanya’nın final için son şansıydı ama iyi yer tutan Casillas gole engel oldu. Kısa bir süre sonra da İspanya çok istediği golü buldu.
Golden sonra Almanya tüm gücüyle yüklenmeye başladı. İspanya bir süre alıştığımız gibi top çevirerek zamanı öldüremedi, ufak bir baskı yedi ama bu ara çok iyi kontra ataklar da yaptılar. Bu dakikalarda da Xavi sahneye çıktı, inanılmaz paslar attı. Net pozisyonlar yarattı ama arkadaşları bu pozisyonlardan yararlanamadılar. Almanya’nın kısa süreli baskısından kurtuldular ve topu rakibe vermeyerek maçı bitirdiler.
.
Konu Türk milli takımı olduğunda bile taraftarı olduğumuz kulüplerden bağımsız düşünemiyorken Barcelona ağırlığı sebebiyle İspanya’ya ekstra bir sempati duymam da normal. Dün Almanya karşısında ilk 11’de 7 Barcelonalı oyuncu vardı ama şampiyon olmarını istememin tek sebebi tabii ki bu değil. Öncelikle bu mükemmel jenerasyonun bir de Dünya Kupası kazanmayı çok hak ettiklerini düşünüyorum. Hepsinden de önemlisi ben oynadıkları bu futbolu, o pas trafiklerini, en ince pası denerken bile sakin kalabilmelerini, top rakipteyken alan daraltmalarını ve yaptıkları presi çok seviyorum. Rakiplerini aciz durumda bırakmalarından büyük keyif alıyorum.

Finalin adı kondu. Dünya Kupası daha önce kendisine hiç sahip olmayan bir takıma gidecek. İspanya’nın favori olduğu tartışılmaz ama Hollanda’nın da rakibe çok ters gelebilecek önemli isimleri var. Almanya zaman zaman etkili çıkabilmesine rağmen İspanya’yı çok rahatsız etmedi ama Hollanda bunu daha sık yapabilir, etkili kontra atak yapan isimleri var. Rakibin topa sahip olan bir takım olması da işlerine geliyor ama stoperlerinin o İspanyol baskısına dayanabileceğini sanmıyorum. Muhtemelen klasik bir İspanya (Barcelona) maçı izleyeceğiz. Ben Hollanda’nın bu maçta bir İsviçre (Inter) olabileceğini sanmıyorum ve İspanya’nın şampiyonluğunu diliyorum..

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Güney Afrika 2010 / 3 Temmuz

Maradona ve Messi’nin elinde Dünya Kupası’nın kalkması güzel bir hayaldi ama açıkçası böyle bir şeye pek ihtimal vermiyordum. Belki de birkaç farklı tercih kupayı Arjantin’e getirebilirdi ama fırsat tepildi. Maradona bir teknik direktör olarak eleme maçlarında da, kadro seçiminde de ve Dünya Kupası süresince de pek bir ışık vermemişti. Nijerya maçından sonra bazı şeyler görülmüştü ve dile getirmiştik ama Arjantin’de değişen bir şey olmadı. Sadece Veron yerine Maxi girdi ama bu da yeterli değildi. Cambiasso ve Zanetti’nin dışarıda bırakılmasında hiçbir mantık yoktu ve bu tercihlerin bedelini Maradona ile Arjantin ağır ödedi. Alman orta sahası maç boyu çok rahat oynadı, attıkları dört gol de normalde Zanetti’nin olması gereken ama bu maç Otamendi’nin doldurmaya çalıştığı boşluktan geldi. Kısaca Almanya bu Arjantin’e bir boy büyük geldi.

Maç öncesinde de Arjantin’in kazanmasına pek ihtimal vermiyordum, “Messi bir çılgınlık yaparsa belki” diyordum ama o da yapamadı. Alman orta sahasının ortasında, sürekli 4-5 kişinin içinde debelendi durdu, diğerleri de onu izledi. Top almak için neredeyse savunmaya kadar geldiği bile oldu çünkü orta saha topu ona getiremiyordu. Takımında Messi varsa onun üzerine bir şeyler kurmak zorundasın. He mükemmel işleyen bir düzenin olur, Messi’yi de o düzenin bir parçası yapabilirsin ama Arjantin’in bir sistem takımı olmadığı da çok ortada. Böyle bir düzensizliğin içinde Messi’den takımı kurtarmasını bekleyince iş böyle elde patlıyor.

Henüz maçın başında Otamendi’nin yaptığı anlamsız faulde Schweinsteiger mükemmel bir orta yaptı, aynı Otamendi adamını da kaçırınca Müller golü attı. Arjantin golü yedikten sonra bile maça ağırlığını koyamadı. Zaten Maxi, Di Maria ve Mascherano’nun oluşturduğu bir orta üçlüden de fazlası beklenemezdi. Maradona’nın bu görüntü karşısında tek yapabildiği ise Maxi ve Di Maria’nın kanatlarını değiştirmek oldu. Bu da takıma çok ufak bir hareket getirmekten fazlasını vermedi. Herhalde maçı izleyen herkes en azından bir Veron müdahelesi beklemiştir ama Maradona onu tercih etmedi. Dakikalar ilerledikçe Almanya rahatladı ve arka arkaya golleri buldu, İngiltere tarifesini Arjantin’e de uygulamış oldu.

Almanya için söyleyebilecek farklı bir şeyimiz yok, makina düzeninde işleyen bir takım izliyoruz. En önemlisi de oynadıkları oyundan keyif alıyorlar. Her oyuncu düzen içerisinde üzerlerine düşen görevleri en iyi şekilde yapıyorlar ama bazı isimler biraz daha öne çıkıyor. Mesut bence son 2 maçtır çok etkili değil. Maç içinde bazen ortaya çıkıp skora etki ediyor ama oyunun genelinde fazla öne çıkmıyor. Oyunun her anında ışıl ışıl parlayan iki isim var, Müller ve Schweinsteiger. Müller’in mükemmel bir oyun zekası var, harika işler yapıyor. İkinci golde yerde kalmasına rağmen arkaya inen oyuncuyu görüşü, hızlı reaksiyonu ve topu yuvarlaması beni çok etkiledi. Haksız bir sarı kart gördü ve yarı finalde oynayamayacak. Almanya için önemli eksiklik. Schweinsteiger ise sanırım turnuvanın en iyi oyuncusu. Almanya’nın bu mükemmel saha içi organizasyonunda patronluğu Mesut değil o yapıyor. Aynı zamanda çok koşuyor, mücadele ediyor. Orta sahalardan bahsederken Xavi, Iniesta, Gerrard, Lampard diye giderdik ama bu turnuvayla beraber artık Schweinsteiger’i de o isimlerin arasında sayabiliriz.

Çok acaip çeyrek final maçları izledik, İspanya-Paraguay da sıradışı bir maç oldu. Aslında oynanan futbol çekici değildi, hatta sıkıcı bir maç haline geldiği de oldu ama 3 dakika arayla kaçan iki penaltı bu maçı da kolay unutulmayacak maçlar arasına soktu. Sıkıcı geçen ilk devrenin ardından çılgın bir ikinci devre izledik. Paraguay maç boyunca normal olarak kapandı ama İspanya kalesinde tehlikeler de yarattı. İlk devre bir golleri ofsayt sebebiyle sayılmadı ama bence değildi. İkinci devre de penaltıyı kaçırdılar, hatta geri düştükten sonra beraberliği yakalayacak fırsatı da buldular ama Casillas gole izin vermedi.

İspanya belki etkileyici bir futbol oynamıyor ama bana maçın her anında bir şekilde galip geleceğini hissettiriyor. Kapanan takımlara karşı zorlanıyorlardı, Paraguay karşısında da bu görüntü değişmedi ama yarı finalde rakip Almanya. Şimdi karşılarında beraber futbol oynayabilecekleri bir rakip var. Torres hala kötü ve toparlanamıyor, David Villa ise takımı sırtladı götürüyor. Ben Almanya karşısında Torres yerine Fabregas’ın oynayacağını düşünüyorum ki bence de doğrusu bu olur.

Güzel bir yarı final olacağı kesin, kim rakibe kendi oyununu kabul ettirecek merak ediyorum. Almanya’nın bu kez orta sahada üstün olamayacağını düşünüyorum. Hiç uzatmadan direkt söyleyeyim, finale bence İspanya çıkacak.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Güney Afrika 2010 / 26-27 Haziran

Aslında üzerine tek tek yazılması gereken maçlar oynanıyor ama en başta da söylediğim gibi öncelikle arkama yaslanıp kupanın keyfini çıkarmayı istiyorum ve öyle de yapıyorum. 2. tur maçları güzel başladı ama hakemler grup maçlarında olduğu gibi büyük hatalar yapmaya devam ediyorlar. 1. turda bazı şeyler telafi edilebiliyordu ama artık yapılan hataların etkisi çok daha büyük oluyor. Maçların sonucu ve takımların kaderi direkt olarak etkileniyor, hataların dönüşü olmuyor. Kazanan tarafın galibiyeti çok hak edilmiş olsa da gölgeleniyor, kaybedene de yazık oluyor. Normal şartlarda maçların nasıl biteceği de karanlıkta kalıyor. Muhtemelen Almanya da Arjantin de rakiplerini eleyecekti ama artık hep bir “acaba” olacak. Yazık.

Maçın golsüz geçeceğini tahmin ediyordum ama hem oyun olarak hem de skor olarak fena yanıldım. İngiltere’nin bulduğu golün tam ortaya denk geldiği bir 10 dakikalık bölüm haricinde oynanan futbol en azından 4-1’lik skoru hak ediyordu. Almanya maça çok iyi başladı. Topa daha çok sahip oldular, uyumsuz İngiltere savunması arasında mükemmel hücum organizasyonları ile çok rahat pozisyon buldular. İngiltere karşı koyamıyordu ve ne olduğunu bile anlayamadan savunma ve kaleci hatalarıyla iki farklı geriye düştüler.
.
İki farktan sonra İngiltere biraz toparlandı, Almanya üzerine yüklenmeye başladı. Önce Lampard ile bir pozisyon buldular, hemen sonrasında da yenilen ilk golde büyük hatası olan Upson ile farkı bire indirdiler. Hemen ardından da uzun yıllar sonra bile konuşacağımız olay gerçekleşti. Bu maçtan muhteşem hikayeler çıkacağına inanıyorduk ama herhalde tarihin bu şekilde tekerrür edeceğini hiçbirimiz düşünmüyorduk. Tarihe geçen bir an oldu. O gol geçerlilik kazansaydı Gana karşısında bile bazı anlarda strese yenik düşen genç Almanlar böyle bir geri dönüşe karşılık veremeyebilirlerdi. Momentumu eline geçiren İngiltere bir anda başka bir kimliğe bürünüp Almanya’yı daha fazla boğabilirdi. O dakikadan sonra normal şartlarda ne olacağını ne yazık ki bilemeyeceğiz.
.

İkinci devreye verilmeyen golün getireceği hırsla İngiltere’nin hırslı başlayacağını düşünüyordum ama durağan ve Lampard’ın direkten dönen şutu haricinde efektif olmayan bir baskıdan fazlasını yapamadılar. Oyun disiplininden kopmaya başlamışlardı ve iki acaip kontra atak golüyle fişi tamamen çekmiş oldular. Kullandıkları bir serbest vuruş ve bir taç atışının dönüşünde birer gol yediler. 3. golde James’in, 4. golde de rezilleri oynayan Glen Johnson’ın ne yapmaya çalıştığını anlamadım. Almanlar işi bırakmayıp biraz saldırsalardı ortaya Dünya Kupası tarihine geçecek bir skor da çıkabilirdi.

İngiltere kupa boyunca çok kötüydü. Bir yerde toparlanacaklarını düşündüm ama yanıldım, turnuvayı başladıkları gibi bitirdiler. Takımda formda diyebileceğimiz, sezon içi performasını Dünya Kupası’nda devam ettirebilen tek bir isim bile söylemek kolay değil. En basitinden takımın en önemli ismi Rooney’i bir daha kariyeri boyunca böyle görür müyüz bilemiyorum. Yaşanan sakatlıkların bedelini İngiltere çok ağır ödedi, bireysel olarak birçok oyuncu en dip performanslarını sergilediler. Alternatif yaratamayan, aksayan takımı bir adım yukarı taşıyacak çözümler bile bulamayan Capello da kötü bir turnuva geçirdi.

Almanya ise bizim bildiğimiz Almanya’dan farklı. Çok sevilesi, sempatik,pozitif topluluk ve hepsinden önemlisi tam bir “takım”. Onları izlemek insana keyif veriyor, daha önce onlardan haz etmeyen insanlar bu turnuvada Almanları desteklemeye başlıyor. Şu an tüm ışıklar onların üzerinde, bundan sonra da önemli olan bu baskıyı ne kadar kaldırabilecekleri. Arjantin karşısında normal şartlarda benim için favoriler ama bu kupada bu aşamalarda favori falan olmaz. O eşleşmeden de çok acaip hikayeler çıkacak gibi duruyor..

Bu maçın da o skandal hakem hatası olmasaydı nasıl gelişeceği bilinemeyecek. Şahsen Arjantin ilk golünde çalınmayan ofsaytın İngiltere’nin verilmeyen golüne göre çok daha rezil bir hata olduğu düşünüyorum. Topun Messi’nin ayağından çıktığı anı geçtim neredeyse Tevez’in topa vurduğu anda bile pozisyon ofsayt. Karar üzerine tartışıp aynı hata üzerinde ısrar etmeleri de anlaşılmaz bir olay. Neyi tartıştıklarını ve neye istinaden gol kararının arkasında durduklarını merak ediyorum.

Maça da Meksika daha iyi başlamıştı, onlar 1-2 pozisyon bulurken Arjantin istediklerini yapamıyordu. Ama o skandal golden sonra Meksika tamamen bitti ve belki de o çöküntü sebebiyle büyük bir savunma hatası sonucunda Higuain’in ayağından ikinci golü yediler. Ben de beklentilerimin çok yüksek olduğu, her türlü sonuca hazırlıklı olduğum maçı, Arjantin kazanmasına rağmen pek keyif alamadan bitirdim. İkinci devrede gördüğümüz iki mükemmel gol de günü kurtarmaya yetmedi ve Arjantin-Meksika maçı da pek iyi hatırlanmayacak şekilde arşivdeki yerini aldı.
.
Üzerinden iki gün geçtikten sonra uzun uzun maç değerlendirmek pek anlamlı değil ama kısa da olsa diğer eşleşmelerden de bahsetmek lazım. Uruguay eşleşmenin net favorisiydi ama ben bir sürprize hazırlıklıydım. Aslında maça Güney Kore fena başlamadı. Bir topları da direkten döndü ama bu pozisyondan hemen sonra kalecisinin ve defansın ortak hatasıyla kalesinde golü gördü. Uruguay öne geçtikten sonra savunmaya çekildi. İyi bir savunma kurgusuna sahip oldukları için bunu anlayabiliyorum ama oyunu kendi sahalarında kabullenmeyi özellikle ikinci devre biraz abarttılar, biraz fazla kapandılar.

Bu kadar kapanarak maçın sonunu getiremeyecekleri bence çok açık belli oluyordu. Özellikle ikinci devrenin ilk 10 dakikasını geride bıraktıktan sonra golün geleceğini iyice hissedilmeye başlamıştı. Uruguay sahasından çıkamaz oldu, Güney Kore saldırdıkça saldırdı ve hak ettiği golü bularak beraberliği yakaladı. Golden sonra Uruguay kendine geldi. Oyuncu kalitesi böyle maçlarda çok daha iyi anlaşılıyor. Bir gol için dakikalarca saldıran Güney Kore karşısında biraz kıpırdanan Uruguay Suarez’in attığı muhteşem golle tekrar öne geçti ve çeyrek finale yükselen takım oldu.

ABD-Gana maçını izleyemedim ama sanırım 2. turun şimdiye kadar oynanan en keyifli ve çekişmeli maçını kaçırmışım. Gana kaybettiği Almanya maçı da dahil olmak üzere grup maçlarında çok iyi bir performans sergilemişti ama açıkçası aksini çok istememe rağmen turu Amerika’nın geçeceğini düşünüyordum. Fiziksel üstünlükleri Amerika karşısında ortaya ancak uzatma dakikalarında çıkmış ve Asamoah’ın şık golüyle öne geçmeyi de başarmışlar. Turu geçmelerine çok sevindim Ayew’in sarı kart cezasına rağmen Uruguay karşısında şanslarının olduğu düşünüyorum. Çeyrek finalin en çekişmeli maçlarından biri bence bu olacak.

Yazıyı yazarken maç programına baktım ve çok keyif aldığım bu kupanın sonuna geldiğimiz fark ettim. Sanırım kupa bittikten sonra değerini daha da iyi anlayacağız, yaz günlerimize büyük keyif kattı. Şu an tek sorun hakemler. Umarım bundan sonraki turlarda tadımızı kaçıracak hatalar görmeyiz.

24 Haziran 2010 Perşembe

Güney Afrika 2010 / 22-23 Haziran


Gruptan çıkanlar belli olmaya başladı. Bir yandan kimin devam edeceğinin heyecanını yaşıyor ve bunun üzerine ince hesaplar yapıyoruz. Diğer taraftan da belli olan 2. tur eşleşmelerinin heyecanını ufak ufak yaşamaya başlıyoruz. Şimdiden yıllar boyunca unutulmaması mümkün bir mücadelemiz oldu bile, İngiltere-Almanya. Meksika-Arjantin maçından da beklentilerim büyük, çok keyifli ve heyecanlı geçeceğini düşünüyorum. Önümüzde heyecan dolu 8 maç daha var, bakalım daha neler göreceğiz.

Maçlara geçmeden önce başka bir şeyden bahsetmem lazım, TRT’ye lafımı etmezsem rahat edemeyeceğim. Yayın kalitelerine, spikerlerine ya da yorumcularına bir şey demiyorum. Artık onları zorla kabullendik, dalga geçerek keyif almaya çalışıyoruz. Bazı noktalarda imkanlarının yetersizliğini de anlayabiliyoruz ama bir Dünya Kupası maçı, hele ki aynı anda büyük bir sevinç ve aynı büyüklükte üzüntünün yaşandığı maçlar biter bitmez yayını kesmeyi anlayamıyorum. Yıllardır bu işi yapan insanların, bu turnuvalar boyunca meslektaşlarının nasıl iş yaptığını gören yayıncıların böyle bir anlayışta olmasına akıl erdiremiyorum. Bunlar bu kafayla finalde kupa törenini de yayınlamazlar, kendimi buna bile hazırlıyorum.


Meksika ve Uruguay’ın beraberliğe razı olacağı düşünülüyordu, bahislerde bile beraberlik oranı iki tarafın galibiyet oranından çok daha düşüktü ama diğer tarafta bir Arjantin tehdidi olunca işler değişti. Meksika liderlik istedi, Uruguay aynı kararlılıkla karşılık verdi. Böylece ortaya keyifli ve heyecanlı bir mücadele çıktı. Meksika ataklarında Uruguay savunması hata yapmadı, güzel bir hızlı hücumla da golü buldu. Liderliği hak etmişlerdi, gruptan gol yemeden çıktılar. Güney Kore’nin onlara ters gelebileceğini düşünüyorum, her türlü sürprize de açığım ama yine de ibre Uruguay’dan yana. Meksika ise çok çabalamasına rağmen Güney Afrika’ya verdiği iki puanın bedelini Arjantin ile eşleşerek ödedi. Bu iki Güney Amerika takımının mücadelesi ikinci turun en zevkli mücadelelerinden biri olacaktır.

Fransa için ise bir şey söylemeye gerek yok, onlar zaten kendilerini yeterince rezil ettiler. Ev sahibi takımın Dünya Kupası’na Fransa’yı yenerek veda etmesi de çok güzel oldu, keşke o golü de yemeselerdi.

Yunanistan’ın bu kafayla, böyle bir anlayışla gruptan çıksaydı çok yazık olacaktı. Beraberlik yetmiyorken risk almak son 1-2 dakikada akıllarına geldi, gerçekten çok çirkin bir takım. Bu duygularımda Karagounis’in de payı büyük, çok çirkef bir adam. Yüzünden pislik akıyor. Arjantin tarafında ise Maradona bazı oyuncuları dinlendirmişti ama en çok dinlendirmesi gereken adamlar sahadaydı. Messi’yi oynatmasına lafım yok, hatta işime de geliyor ama Veron’u bu kadar yıpratmak ne kadar mantıklı bilemiyorum. En azından ikinci devrenin ortasında bu iki oyuncuyu da kenara alabilirdi. Neyse, öyle ya da böyle Maradona sayesinde bir Veron resitali izleyebildik. Mükemmel bir maç çıkardı, eskiden gelen hayranlığımızı pekiştirdi. Palermo’nun gol atması da ayrıca mutlu etti.

Nijerya-Güney Kore maçını izlemeyerek yanlış bir tercih yaptığımı biliyorum, aklım başıma son 10 dakikada geldi. Harika bir maç olmuş, iki takım da gruptan çıkma umudunu son dakikaya kadar sürdürmüş. Nijerya’nın kaçırdığı çok net pozisyonlar var, hele Yakubu’nun kaçırdığı bir gol var ki muhtemelen yıllar boyu birçok jenerikte karşımıza çıkacak. Nİjerya çıksa da üzülmezdim ama tercihim ve maçlar başlamadan önce ki tahminim Güney Kore’ydi. Uruguay karşısında işleri çok zor ama hiç şanslarının olmadığını da söyleyemem.

Bu grupta oynanan 17.00 maçlarını izleyemedim, akşam oynanan maçların arasına ise sık sık Mahut-Isner mücadelesini soktum. O ayrı bir hikaye zaten ama hala bitmediği için şimdilik bir yorum yapamıyorum. Futbol kalitesi olarak çok yüksek olmasa da çok heyecanlı 2 maç oynanmış, maçların son dakikalarında bile 4 takımın da gruptan çıkma şansı devam ediyormuş. İngiltere gruptan çıkamasaydı yazık olacaktı, turnuvalara büyük keyif katıyorlar. Maçı kayıttan biraz izledim, bazı bölümlerde iyi bir futbol oynamışlar ama tabii ki tatminkar değil. Milner ve Defoe’nun girişi İngiltere’yi olumlu etkilemiş, herhalde bu düzenle devam ederler ama Almanya’yı geçmek ve daha da ilerlemek için Rooney’e çok ihtiyaçları var. Slovenya karşısında 2-3 pozisyona da girmiş ama yararlanamamış, bir gol atsa onun için çok iyi olacaktı. Slovenya’ya fazla üzülmedim, ekstra sempatimin olduğu bir takım değil. Cezayir’in kurtaracağı beraberliğe fazla güvenmişler, elenmeyi de hak etmişler.

Amerika herhalde hiçbir platformda bu kadar sempati ve destek bulamaz. İngiltere karşısında gösterdikleri direnç, Slovenya karşısında geriden gelip beraberliği yakalamaları ve hatta hakem sebebiyle galibiyeti kaçırmaları ile takdir topladılar. Cezayir karşısında da bir golleri verilmedi, neredeyse iki hakem hatasıyla turnuvaya veda edeceklerdi ama Donovan buna izin vermedi. İkinci uzatma dakikasında yakaladıkları bir kontra atağı gol ile sonuçlandırdı ve Amerika’yı hak ettiği liderliğe taşıdı.

D grubunda her takım bir maç kazandı, Gana karşısında ikinci galibiyetini alan Almanya gruptan lider olarak çıktı. Avustralya-Sırbistan maçına hiç bakmadım, hiç yorum yapamayacağım. Avustralya’nın kazanması beklenmiyordu ama Sırbistan’ı kupa dışına ittiler. Bu skorla Gana da mağlup olmasına rağmen gruptan çıkmayı başardı, beni de mutlu etti. Amerika’yı eleyip bir üst tura da çıkmaları mümkün. Amerika sempatimizi kazandı dedik ama Gana’yı elemelerini isteyecek kadar da değil.

Alman oyuncuların üzerinde belli ki büyük bir baskı vardı. Bunu normal karşılamak lazım, genç bir takım ve tam bir liderleri de yok. Gana karşısında zor anlar yaşadılar, Gana öne geçebilecek 1-2 pozisyon buldu. Almanya geriye düşseydi geri dönemeyebilirdi ama sahneye Mesut çıktı ve çok şık bir gol atarak takımını rahatlattı. Aslında çok da iyi oynamıyordu, ilk yarı çok net bir gol de kaçırmıştı ama yeteneği ortaya çıktı ve Almanya’yı gruptan lider olarak bir üst tura taşıdı. Kim ne düşünüyor bilmiyorum, bu konuda tartışmanın da çok bir anlamı olmadığını düşünüyorum ama ben Mesut böyle ışıldadıkça mutlu oluyorum, gurur duyuyorum.

22 Haziran 2010 Salı

Güney Afrika 2010 / 18-21 Haziran


Dünya Kupası’nda ikinci maçlar tamamlandı ve gruplarda işler iyice karıştı. Gün geçtikçe daha heyecanlı maçlar izliyoruz, bir takımın kazanmak zorunda olması maçları iyice güzelleştiriyor. Vuvuzela sızlanmaları azaldı, ‘maçlar sıkıcı geçiyor’ lafları bitti. Sadece hakemler hakkında bazı şikayetler var ki haksız olduklarını söyleyemeyiz. Kötü yönetimler, skora etki eden hakemler izliyoruz. Muhtemelen FIFA’nın talimatlarının da etkisi ile kolay çıkan kartlar görüyoruz.

Kupa için bir favori söylemek zor, favorilerin hepsinin şansı hemen hemen aynı ama o favoriler arasında gruptan çıkmama ihtimali olanlar da var. Takımlar arasında büyük güç farkları yok, bu yüzden çok gollü olmasa da çok çekişmeli maçlar izleyebiliyoruz. Neredeyse her grupta her takımın yola devam etme şansı var, son maçlar çok daha heyecanlı geçecek. Genel görünüme şöyle bir baktığımızda ise Güney Amerika takımlarının Avrupa’ya oranla daha iyi durumda olduklarını söyleyebiliriz.

Turnuvanın ilk maçları sonunda öne çıkan takım Almanya olmuştu ama o Almanya sonrasında hakemin konuşulduğu maçta Sırbistan’a kaybedince gruptan çıkma şansını da tehlikeye atmış oldu. Maçın henüz 40. dakikasında 6 sarı bir de kırmızı kart gördük. Bu yönetimden zararlı çıkan taraf ise Almanya oldu. Önce Klose’yi kaybetti, bir dakika sonra da kalesinde golü gördü. Bu noktada Klose’yi de eleştirmek lazım, hakemin nasıl bir yönetim gösterdiğinin farkında olup biraz daha dikkatli olmalıydı.

Almanya eksik kalmasına rağmen etkisiz kalmadı ve rakip kalede özellikle Podolski ile net pozisyonlar buldu. Aynı Podolski, Vidic’in yaptığı saçma sapan bir elle müdahele sonucunda kazanılan penaltıyı da gole çeviremedi. Aslında izlediğim oyun bana penaltı kaçmasına rağmen Almanya’nın beraberlik golünü bir şekilde bulacağını hissettiriyordu ama Löw’ün oyuncu değişiklikleri ibreyi Sırbistan’a çevirdi. Mesut iyi bir gününde değildi ama ne olursa olsun ben onu kenara almazdım. Müller de mutlaka sahada tutacağım oyunculardan olurdu. Değişiklikler sonrasında Sırbistan yediği baskıdan kurtuldu ve hatta oyunun kontrolünü de eline aldı. Farkı arttıracak pozisyonlar da buldular fakat yararlanamadılar.

Grubun diğer maçının sadece ikinci devresini izleyebildim ama o bile bana yetti, çok keyifli bir maçtı. Avustralya öne geçti ama Kewell gol çizgisinde topa elle müdahe edince Gana penaltı kazandı ve Kewell da normal olarak kırmızı kart gördü. Avustralya henüz ilk yarıda 10 kişi kalınca maç tek taraflı bir hale döndü. Gana kurduğu yoğun baskıdan gol çıkaramadı, maçın sonlarına doğru Avustralya da maçı kazandırabilecek posiyonlar buldu ama yararlanamadı. Son maçlarda Almanya ile Gana’ya bir beraberlik yetiyor. Gönlümden geçen iki maçın da berabere bitmesi Almanya ile Gana’nın gruptan beraber çıkması.


Kupanın en büyük favorilerinden olan İngiltere şu ana kadar beklentilerin çok altında kaldı. Favoriler puan kaybedebilir, Amerika karşısında olduğu gibi bir oyuncunun hatası 3 puanı alıp götürebilir ama olay sadece bu değil. İngiltere kötü oynuyor, hiçbir şekilde tempo yapamıyor. Bunun sadece taktiksel bir sorun olduğunu sanmıyorum. İngiltere’yi elemelerde defalarca izlemiş bir adam değilim, o yüzden saha içi düzende nelerin yolunda gitmediği konusunda ukalalık yapamayacağım ama oyuncuları hepimiz izledik, neler yapabildiklerini biliyoruz. Sanki hepsi bireysel olarak çok formsuzlar, çok basit pas hataları yapıyorlar. Cezayir karşısında çok az pozisyon buldular. Maç sonrasında en büyük tepkiyi alan Rooney ayakta duramıyor, ayağında top tutamıyor. Slovenya karşısında kazanmaktan başka çareleri yok. Farklı bir galibiyet onları kendine getirecektir ama elenme stresi iki takım arasındaki büyük güç farkına rağmen maçı sürprize açık bir hale getiriyor.

Slovenya-Amerika maçı da en zevkli ve aynı zamanda hakemlerin skoru etkilediği maçlarından biri oldu. Favorim Amerika’ydı ama henüz maçın ilk devresi bitmeden Slovenya iki farklı üstünlüğü yakaladı. Birsa’nın ayağından buldukları ilk gol çok güzeldi. Amerika ikinci devreye haliyle risk alarak başladı ve devrenin hemen başında Donovan’ın ayağından bir güzel gol de onlar buldu. Bu golden sonra baskı iyice arttı, beraberlik golünün geleceği çok belliydi ve o gol de Bradley ile geldi. Amerika muhteşem bir geri dönüşe imza atıyordu ama bir golleri hakemin hala anlayamadığım bir kararıyla iptal edildi. Ne gördü de o golü iptal etti hiç bilmiyorum, Amerika lehine penaltı verse bile daha anlaşılır bir karar olurdu. Amerika son maçta Cezayir’i yenerse diğerlerinin ne yaptığına bakmadan gruptan çıkmış olacak.

Aslında Hollanda’nın şampiyon olabileceğini düşünenlerin sayısı da hiç az değil. Ben onlara pek şans tanımadım ama açıkçası iki maçta gördüğüm Hollanda hakkında ne düşüneceğimi de bilmiyorum. Japonya’yı tek golle geçtiler ve gruptan çıkmayı neredeyse garantilediler. Çok daha temkinli oynuyorlar, bir şekilde de skoru buluyorlar. Daha önceden olduğu gibi grup maçlarında futbolseverleri mest etmiyor olabilirler ama belki de bu futbol daha sert takımlar karşısında şanslarını arttıracak. Robben’in dönüşü de hücuma üretkenlik katacaktır ama Van Persie’nin de kendine gelmesi gerekiyor.

Danimarka ile Kamerun’un mücadelesi kupada en çok zevk aldığım mücadelelerden biri oldu. Kamerun Eto’o ile öne geçti ama Rommedahl’i durduramadı. Tecrübeli oyuncu ilk maçta Hollanda’yı da zorlamıştı. Bu maçta da önce Bendtner’e attırdı, ikinci devrede ise kendisi çok güzel bir gol atarak takımına 3 puanı getirdi. Hollanda’dan yedikleri iki gol sebebiyle gruptan çıkmak için Japonya karşısında kazanmak zorundalar, beraberlik Japonya’yı bir üst tura taşıyacak. Kamerun için ise üzüldüm. İyi oynadılar, çok saldırdılar, pozisyonlar da yakaladılar ama hem maçı hem de gruptan çıkma umutlarını kaybettiler.

Ne Slovakya-Paraguay maçını, ne de İtalya-Yeni Zelanda maçını izledim. İki maç hakkında skorlar dışında hiçbir bilgim yok, golleri bile göremedim. Honduras ve Kuzey Kore ile birlikte turnuvanın en zayıf takımlarından biri olarak gösterilen Yeni Zelanda iki maçında da yenilmedi. Bu grupta 4 takımın da gruptan çıkma şansı var. Kazayla İtalya’nın çıkamadığı gruptan Yeni Zelanda çıkabilirse acaip bir olay olur ve kupa tarihine geçerler.

Brezilya-Fildişi Sahili maçından beklentilerim fazlaydı. İki takımın da hücum ettiği, bol pozisyonlu ve çekişmeli bir maç bekliyordum ama öyle olmadı. Brezilya sessiz sakin 3 puanı 3 golle aldı. Fabiano’nun golle buluşması onlar için önemliydi, golcü oyuncu bu maçta iki gol attı. Attığı ikinci golün öncesinde ise topu iki kez elle müdahele ederek kontrol etti ama hakeme yakalanmadı. Aslında bu maç hakkında söylenebileceğim fazla bir şey yok. Muhtemelen yorumlar da ağırlıklı olarak oyunun gerginleştiği son 5-10 dakika üzerine yapılıyordur. Fildişi Sahili’ne sempati duyan ve benim gibi bu gruptan çıkmasını isteyen çok kişi vardı ama son dakikalarda olanlar bu sempatiyi azalttı. Üç farklı skorla giden bir maçta Elano’nun ayağı kırılabilirdi, üzerine bir ayak da Keita kırabilirdi. Keita’nın çok konuşulan olayı ile ilgili benim söyleyecek bir şeyim yok, onun nasıl bir karakter olduğunu biz zaten görmüş ve söylemek istediklerimizi söylemiştik. Mal meydanda, adamın karakteri bu. Daha fazla bir şey söyleme gereği duymuyorum ama Maradona argümanlarıyla Keita’yı savunanlara da çok gülüyorum.

Diğer maçta ise Portekiz Kuzey Kore’yi 7 golle geçti, biraz da ayıp etti. Ben maçı izleyemedim, sanırım izleyebilseymişim bu maç varolan Portekiz ve C. Ronaldo nefretime önemli katkılar yapabilirmiş. Skoru kesinlikle eleştirmiyorum ama saha içinde yine çirkin ve rakibi aşağılayan hareketler yapmışlar. Bu sonuçla Portekiz önemli bir averaj avantajı yakalamış oldu. Fildişi Sahili ve Keita Cuma günü Kaka’sız hatta belki de Elano’suz Brezilya’nın Portekiz’i yenmesi için dua edecek.

İşlerin en karışık olduğu gruplardan biri H grubu. Maçların sonunda 3 takımın da 6 puanda olması çok mümkün gözüküyor. Şili ilk maçta oynadığı etkileyici futbola rağmen Honduras’ı sadece tek golle geçebilmişti. Dün de maçın büyük bölümünü 10 kişi oynayan İsviçre karşısında birçok gol pozisyonundan yararlanamadılar ve maçı yine tek golle kazandılar. Hatta Eren son dakikada biraz becerikli olabilseydi maç berabere de bitebilirdi. Bu maça da hakemin etki ettiğini rahatça söyleyebiliriz. Kırmızı kart pozisyonunda Behrami kaşındı ama Vidal’ın da Keita’dan hiçbir farkı yoktu. Hakeme yedirdi ve rakibini oyundan attırdı. Sadece bu da değil, Şili’nin attığı golün başlangıcı da bence ofsayttı.

Diğer maçta ise İspanya Honduras’ı kendini fazla sıkmadan 2-0 ile geçti. İki golü de maçta bir de penaltı kaçıran David Villa attı. İlk golde rakiplerini geçişi de vuruşu da muhteşemdi. Villa bunları yaparken Torres ise Güiza’nın eksikliğini aratmadı. Kaçırdığı çok net pozisyonlar var ama daha da önemlisi güçten çok düşmüş gözüküyor. Bir an önce toparlanması lazım. İspanya da çok daha farklı kazanabilirdi ama onlar Şili’yi yendikleri takdirde kaçırdıkları golleri aramayacaklar, 2-0 onlara yetecektir. Şili ise iki maçta toplam 5-6 gol atabilecekken sadece 2 bulmanın bedelini çok ağır ödeyebilir. Umarım İspanya ve Şili bu gruptan bir şekilde beraber çıkarlar.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Güney Afrika 2010 / 11-13 Haziran


Dünya Kupası'nda birçok maçı izleyemeyeceğim, haliyle blogda da yer veremeyeceğim. Öğrenci değilim, çalışıyorum. Maçların tamamını takip edip yorumlarını bloglarına yazabilen arkadaşlara da özeniyorum. Ben ancak günün son maçlarını ve zaman bulursam kaydedebildiğim maçları izleme şansım olacak. Bu yüzden ancak blok halinde birkaç günlük değerlendirmeleri blog arşivine ekleyebileceğim. Aslında bazı notlar almıştım, daha önce de bir şeyler yazabilirdim ama hafta sonu maç izleme keyfi, araya giren muhteşem bir Kanada GP'si olunca birçok şey bugüne kaldı. İlla ki her şeyi günü gününe not etmenin peşinde koşmayacağım, rahat rahat maçları izlemek benim için daha önemli ve daha keyifli.

Yorumlara baktım, herkes kupanın sıkıcı olduğundan ve top oynanmadığından şikayet ediyor. Tamam gol sayısı az ama bir maçın zevkli geçmesi için illa bol gol olması gerekmiyor. Maçlar bittikten sonra Arjantin maçı için “çok zevkliydi” diyen çok kişi vardı. Sadece Messi bile keyif almaya yetti ve son dakikalarda heyecan da vardı. Kimi Meksika-Güney Afrika maçına iyi maç dedi, kimi İngiltere-Amerika maçından keyif aldı. Mesela benim tarafımda da Sırbistan-Gana maçı çok güzeldi, Almanya’ya ise zaten herkes teşekkür ediyor. Henüz 8 maç oynandı, bunların 4-5 tanesi için “güzel maç oldu” diyebilen insanlar var. E daha neyi arıyoruz? Şahsen benim keyfim yerinde. Tribündeki renkli görüntüleriyle, oynanan futboluyla, mücadelesiyle bu kupa bana şu ana kadar fazlasıyla yetti. Keşke bir ay izin alıp evde yatma şansım olsaydı.

Vuvuzela hakkında da bir sıkıntım yok, rahatsız olmuyorum. Arjantin maçında derinden taraftar seslerini duyunca ben de tribün sesini özlediğimi hissettim ama tribünden kareler ekrana geldikçe de vuvuzela sempatim arttı. Arada aklıma tribünde amaçsız bir şekilde vuvuzela öttüren Afrikalılar geliyor ve tebessüm ediyorum. Yıllar sonra bu kupa Afrika yerel çalgısı vuvuzela hatırlanacak ve bence bu çok güzel bir şey. Umarım çok iyi hatırlanacak bir kupa olur.
.
İlk iki maçı izleyemedim, yorumlarda gördüğüm kadarıyla Uruguay-Fransa maçını kaçırdığım için çok şey kaybetmemişim. Gruptan çıkacaklarını düşündüğüm iki takım skoru fazla riske etmemişler ve maç başladığı gibi bitmiş. Açılış maçı olan Güney Afrika-Meksika mücadelesi ise çok keyifli geçmiş. Ev sahibi takım sürpriz bir şekilde öne geçmesine rağmen Barcelonalı Marquez'in golüne engel olamamış. Özetlerde gördüğüm kadarıyla da Dos Santos etkili oynamış. Güney Afrika'nın alacağı puanlar gruptan çıkacak takımları belirlemede etkili olacak. Meksika kazanamadı, bu onlar için bir dezavantaj. Diğer takımların ne yapacağını göreceğiz.

Güney Kore'nin bu kupada ilerleyebileceğini düşünüyordum, Nijerya ve Yunanistan'a gruptan çıkma şansı tanımıyorum. Cumartesi gününün ilk maçında tribünlerde önemli boşlukların olduğu maçta Güney Kore Yunanistan'ı 2-0 ile çok rahat geçti. Golü maçın başında buldular, oyunun kontrolünü de hep ellerinde tuttular. Yunanistan bu grupta puan alamazsa şaşırmam, hiçbir şey yapamadılar. Sadece rakip iki farkı yakaladıktan sonra biraz da şişirme toplarla yalancı bir baskı kurdular ama bu baskıdan gol çıkmadı. Güney Kore fizik olarak çok iyi durumda gözüktü, çok koştular ve Yunanistan'a hiç alan bırakmadılar. Oyunun her anında çok üstünlerdi. İstedikleri zaman tempo yaptılar ve saldırdılar, istedikleri zaman da oyunu yavaşlattılar. İyi pas yaptılar ama neticede rakip Yunanistan'dı. Nijerya onlara ters gelebilir ama bu maçtaki gibi topa sahip olurlarsa o maçı da kazanacaklarını düşünüyorum. Bir de Ji Sung Park gerçekten çok çok iyi oyuncu, bu turnuvada beklentilerin de üzerinde iş yapacağını düşünüyorum.

Gördüğüm kadarıyla Arjantin buralarda en çok desteklenen takım. Normal, işin içinde hem Maradona hem de Messi var. Ben bir Dünya Kupası'nda sahaya Brezilya çıkarken daha çok heyecanlanıyorum ama Maradona ve Messi gerçekten insanı Arjantin'e çok çekiyor. Sanırım bu Dünya Kupası'nı Brezilya ve İtalya değil de onlar kazanırlarsa yine çok sevineceğim.

Maçın zevkli ve bol pozisyonlu geçmesini bekliyordum, aslında öyle de oldu denebilir. Arjantin Nijerya karşısına Messi-Higuain-Tevez üçlüsü ile çıktı ve maça da çok iyi başladı. Özellikle Messi çok etkiliydi, ilk 5 dakikada bir kez Higuain'i gol ile burun buruna getirdi, bir kez de kendisi gole çok yaklaştı. O şutun sonrasında kazanılan korner de gol oldu. Messi bu kupayı çok istediğini belli ediyor ama üzerinde de büyük bir baskı var. Herkesin gözü onun üzerinde. Turnuvaya golle başlayabilseydi onun için çok iyi olacaktı ama kaleci Enyeama inanılmaz toplar çıkardı, mükemmel oynadı. O olmasaydı Messi belki de sadece bu maç ile gol krallığını garantileyebilirdi.

Şu takımda Cambiasso ve Zanetti’nin nasıl olmadığını hala anlayabilmiş değilim, her iki oyuncuyu da çok arayacaklar. Gutierrez-Zanetti kıyaslaması yapmaya gerek bile duymuyorum, Veron’un da turnuvanın tamamını aynı dirilikte çıkarması çok zor. Nijerya maçında bile oyundan düştü ve o dönemde Arjantin her an gol yiyebilecek bir görüntü verdi. Son 10 dakikada ise halı saha takımı gibi bir halleri vardı, pozisyon buldular ama pozisyon da verdiler.

Neticede Arjantin ilk maçını kazandı, bu çok önemliydi. Hücum performansı yani kısaca Messi ile beni etkiledi ama bu halleriyle kupa yolunda işleri bence zor. Bu görüntülerini ilk maç stresine bağlamak çok yanlış olmaz, açılış maçları büyük takımlar için hep zor olmuştur. Önümüzdeki maçlarda daha iyi bir Arjantin izleyebiliriz.

Maçın İngiltere için çok zor geçeceğini düşünüyordum, Amerika da bu turnuvada ilerlemesini beklediğim takımlardandı. Beraberlik ihtimali yüksekti ama o beraberliği böyle bir kaleci hatası ile gelmesi İngiltere için daha kötü oldu. Barry gerçekten İngiltere için çok önemliymiş, tam Türk işi bir cümle olacak ama Lampard ve Gerrard yan yana çok uyumsuz gözüktüler. Buna rağmen maçı kazanacak pozisyonları da yakaladılar ama Howard yine çok iyi bir gününde olunca galibiyet golünü bulamadılar.

Bu beraberlik sonrasında birçok kişinin görüşleri değişmiş olabilir ama ben hala İngiltere’yi kupanın çok önemli bir favorisi olarak görüyorum. Öncelikle Amerika iyi bir takım. Konfederasyon Kupası’nda İspanya’yı yenmişlerdi, burada da İngiltere ile berabere kaldılar. İngiltere’nin kağıt üzerinde çok iyi bir kadrosu ve teoride iyi olanı pratiğe dökebilecek bir Capello var. İtalyan teknik adam bu maç özelinde iyi bir performans sergilememiş olabilir ama önümüzdeki maçlarda işler İngiltere için mutlaka değişecektir.

Cezayir-Slovenya maçının tamamını takip edebilmek pek kolay olmadı, gerçekten çok sıkıcı bir maçtı. Futbol ile alakasız görüntü veren iki takımın mücadelesinde Ghezzal’ın gördüğü kırmızı kart maçın kaderini etkiledi ve Slovenya 80’de bulduğu Jabulani tartışmalarını alevlendiren gol ile maçı kazandı.

Sırbistan-Gana maçından büyük keyif aldım, bence harika bir maç oldu. Maçın başından sonuna kadar karşılıklı ataklar izledik. Gana inanılmaz koştu, çok iyi mücadele etti. Kazanmayı sonuna kadar hak ettiler ama Lukovic’e çıkan kırmızı kart bence çok ağırdı. Sırbistan 10 kişi kaldıktan sonra 1-2 pozisyon buldu ama Kuzmanovic’in yaptığı aptalca penaltı 3 puanı Gana’ya getirdi. Tribünlerin golü ve galibiyeti kutlarken verdiği görüntüler mükemmeldi. Gana zaten sempatim olan bir takımdı, biraz daha sevmeye başladım. Umarım bu kupaya damga vururlar. Bu arada Appiah’ı yıllar sonra sahada görmek de çok güzeldi, özlemişim.

Kupayı takip edenlerin en çok zevk aldığı maç Almanya-Avustralya maçı oldu. Almanya gerçekten göze çok hoş gelen bir futbol oynadı, pas trafikleri harikaydı. Çok organize ataklar yaptılar ve bol pozisyon buldular, ortaya çok daha farklı bir skor da çıkabilirdi. Klose ve onu destekleyen Podolski-Muller-Mesut üçlüsü ile ortaya çok iyi bir hücum hattı çıkıyor. Gerçi Almanya hakkında net bir şeyler söylemek ne kadar doğru olur bilemiyorum çünkü karşılarında gerçekten çok kötü bir Avustralya buldular. Rakip bir kişi eksilince de işler iyice kolaylaştı. Cahill’e çıkan kırmızı kart bence biraz ağırdı. Yazık, böyle bir adam belki de kupayı kapattı. Gruptan çıkmaları zaten çok zordu, artık imkansıza yaklaştı. Almanya ise favoriler arasında adının geçmediği turnuvadaki rakiplerine bu maçta oynadığı futbol ile mesaj gönderdi.

Gecenin hatta belki de bugüne kadar kupanın en çok konuşulan adamı ise Mesut oldu. Ayağına topu her alışında olumlu işler yaptı, yaratıcılığı, oyun zekası ve tekniği ile Almanya milli takımına renk kattı. Neredeyse eksiksiz bir orta saha oyuncusu, insan gerçekten imrenerek izliyor. Nuri Şahin herhalde bu maçı ağlayarak izlemiştir. Ben Türk milli takımını seçmediği için Mesut’a kızmıyorum, sadece onu Türkiye'ye kazandıramayanları anıyorum. Keşke Türkiye adına oynasaydı ama sanırım böylesi çok daha hayırlı olmuş. Belki bizim olsaydı böyle bir Mesut izleyemeyecektik. O sanırım en doğru kararı vermiş.

15 Mart 2010 Pazartesi

Hafta Sonu


Fenerbahçe, Formula 1 ve Diyarbakırspor’u hafta sonundan ayrı tuttuk, kalanları da yine kısa kısa not edelim. Fenerbahçe ve Diyarbakırspor’u yazdıktan sonra Süper Lig’den bahsetmek içimden gelmiyor, direkt Avrupa’ya geçeceğim.

* Pazar akşamını Barcelona ve Real Madrid renklendirdi. Barcelona Valencia karşısında ilk devre zorlandı ve kalesinde pozisyonlar da gördü ama ikinci devre sahneye Messi çıktı. Attığı 3 gol de mükemmel. İlk golde attığı son çalımı, göstere göstere attığı ikinci golü ve son goldeki vuruşunu defalarca izleyebilirim. Barcelona 1-0 öndeyken Zigic inanılmaz bir gol kaçırdı, o dakikada gelecek bir beraberlik işi çok zorlaştırabilirdi. Bu pozisyondan kısa bir süre sonra da Valencia 10 kişi kaldı ve maç da orada bitti.

* Real Madrid maçında üçü Higuain’den olmak üzere 4 gol izledik ama dikkatleri çeken futboldan çok tekmeler oldu. Hakemin bazı kararlarına sinirlenip iyice pisleşen Valladolid oyuncuları maç boyunca tekme attılar, en acımasızı da Ronaldo’ya denk geldi. Antipatik olup sürekli nefret toplayınca bazı vahşi futbolcular o şekilde ceza kesebiliyorlar. Real Madrid puan kaybetseydi çökebilirdi, çok kritik bir maç kazandılar.

* Inter Muntari’nin akıl almaz aptallıkları ile Catania deplasmanında kaybettiken sonra Milan da son dakikada Seedorf’un attığı mükemmel golle kazanınca fark 1 puana indi. Chelsea eşleşmesi Inter’e çok şey kaybettirdi, Serie A’dan tamamen kopmuş gibiler. Elenirlerse çok rahat şampiyon olacaklardır ama devam ederlerse karşılarında birçok farklı güç varken işleri gerçekten zor. Inter’in şampiyonluk kaybetmesi kariyerinde önemli bir leke olacaktır ama zirveyi bırakmayacaklarına inanıyorum. Juventus ise sürünmeye devam ediyor, Siena karşısında 10. dakikada üç farkı yakaladılar ama kazanamadılar.

* İngiltere’de ilk 3 takımın şampiyonluk, arkadan gelen 4 takımın da Şampiyonlar Ligi mücadelesi aynı hızda devam ediyor ve uzaktan izleyen bizlere de keyif veriyor. Zirvedeki 3 takım da bu haftayı kayıpsız atlattı. Chelsea ve United sahalarında Rooney ve Drogba'nın ikişer gol attığı maçlarda farklı kazanırken Arsenal Hull City deplasmanından 3 puanı alarak önemli bir iş başarmış oldu. Şu an lider United’ın 2 puan gerisinde bir maçı eksik Chelsea ile aynı puandalar. Hala işleri çok zor ama Arsenal’in şampiyon olmasını çok istiyorum. Bu arada Tuncay da yine olay çıkarmış. Pulis tarafından devre başında oyundan alınınca o da direkt stadı terk etmiş. Böylece bu yaz bizim medyada çıkacak transfer haberlerinin en popüler ismi de belli oldu.

* Almanya’da Hertha Berlin sahasında kümede kalma yolundaki rakiplerinden Nürnberg’e kaybedip şansını neredeyse sıfıra indirince olaylar çıkmış. Maç bitiminde taraftarlar sahaya inmiş, kameraları kırmış ve stadlarına da zarar vermiş. Polis olayları zor kontrol edebilmiş, 30 taraftarı da gözaltına almışlar. Böylece bizdeki “
Bakın, Avrupa’da da oluyor!”culara da gün doğdu.

4 Mart 2010 Perşembe

Milli Maçlar

Dünya Kupası gibi büyük turnuvalar haricindeki milli maçları pek sevmeyen biri olarak hazırlık maçlarını hiç çekemiyorum. Dün oynanan maçların da benim için tek iyi yanı liglere ara verilmemiş olmasıydı. Hoşuma giden de tabii ki yeni formalar oldu. Bir şeyler söylemek için sahada görmeyi bekledim, gerçekten de çok güzel olmuşlar. Sadece ön taraftaki numaların yerini beğenmedim, bence orada biraz emanet duruyor. Sanırım ön tarafta numara koymak zorunlu, yoksa hiç olmamasını tercih ederdim.

Tribünlerde stad sahibi takım lehine tezahurat yapılmasına alıştık, çok şaşırtıcı bir olay değil. Bu maçlar İstanbul’da oynanmaya devam ettiği sürece de bu olacaktır. Beşiktaş ve Beşiktaş’lı futbolculara yapılmış tezahuratları anladım ama Nouma tezahuratı nerden çıktı çözemedim. Herhalde maça geldi diyeceğim ama hiçbir yerde de görmedim.

Hazırlık maçlarında ilk devre haydi bir nebze çekiliyor ama oyuncu değişiklikleri ile ikinci devreyi hiç izleyesim gelmiyor. Şu işi topluca tek bir seferde ve mümkünse devre arasında yapsalar daha iyi olacak. Defalarca oyunun durması zaten sıkıcı olan maçı iyice öldürüyor. 75’de oyuna giren de oynadığından bir şey anlamıyor.

Şöyle bir bakındım, klasik olarak herkesin takıldığı ayrı bir şey var. Herkes başka bir futbolcunun kadroda olmasını ya da olmamasını eleştiriyor. Normal, ben de yeri geldiğinde aynı şeyi yapıyorum. Bu maç için de illa ki bir şey söylemem gerekirse ben de Nuri Şahin derim. Çocuk kaç senedir düzenli futbol oynuyor ama hala milli formayı alamadı. Böyle bir örnek varken Almanya’da yaşayan gurbetçileri milli forma için ikna etmek de kolay değil. Ben onların yerinde olsam bir Mesut’a bir de Nuri’ye bakarım ve kolay kolay Türkiye’yi seçmeyebilirim. Çocuğu göklere çıkartarak bir Almanya maçında oynattık, sonra unuttuk gitti. Neyse, umudumuz Hiddink.

Gecenin ara ara baktığım diğer maçlarını da kısaca not edecektim, gurbetçiler demişken ilk olarak Almanya-Arjantin maçından başlayayım. Serdar ve Mesut ilk 11’de forma giydi, haliyle özellikle kale arkası tribünlerinde bolca Türk bayrağı da gördük. Arjantin biraz toparlamış gibi geldi ama bu maç pek keyif vermeyince ben de fazla takılmadan Fransa-İspanya maçına geçtim. O tarafta biraz daha heyecan vardı. Villa ve Ramos’un golleriyle İspanya 2-0 kazandı. Güiza da son 10 dakika forma giydi, adam o formayı giyince sahada sanki daha bir dik duruyor. İngiltere-Mısır maçının ise son 15 dakikasına baktım, sadece golleri gördüm. Dünya Kupası’nın Avrupa kıtasından en büyük favorisi benim gözümde İspanya ve İngiltere. Başka bir takıma az da olsa şans vermiyorum.

10 Kasım 2009 Salı

Bundesliga Stadları


Bugün de Bundesliga stadlarına bakayım dedim, kaynak sadece Wikipedia. Malum, stadların çoğu Dünya Kupası için ya yenilendi ya da yeniden inşa edildi. O Dünya Kupası hazırlıklarının Alman futboluna olumlu etkilerini de hep beraber gördük. Ben de burada yine stadların ilk açıldığı tarihleri değil, yapılan ciddi renovasyon tarihlerini aldım. Sadece Weserstadion ve Badenova Stadion için yazdığım tarihlerden emin değilim, Almanca bilmediğim için yanlış kaynaklara yönelmiş olabilirim ama Werder Bremen de yeni bir stad inşa ediyormuş.

Dikkat çeken noktalardan biri stadların tamamına yakını sponsor isimlerini taşıyor. Bu listede gözükmeyen bir şey daha vardı, stadların 5-6 tanesinde koltuksuz tribünler var. Bizde de bir ara bunu Aziz Yıldırım dile getirmişti ama devamı gelmedi. Bence çok güzel bir uygulama. Mesela Şükrü Saraçoğlu’nda kale arkası tribünlerin alt bölümleri için bu düşünülebilir. Bu tribünler için ucuz bilet uygulaması yapılır ve bence tribünlerin doluluk oranı da ciddi oranda artar.

.
.
Bayer 04 LeverkusenBayArena -------------------------------0 1997 / 30.210
SV Werder BremenWeserstadion ------------------------------ 2004 / 42.358
FC Schalke 04Veltins Arena --------------------------------------0 2001 / 61.673
Hamburger SVHSH Nordbank Arena ------------------------0 1998 / 57.274
VfL WolfsburgVolkswagen Arena ------------------------------- 2002 / 30.122
FSV Mainz 05Stadion am Bruchweg --------------------------0 2002 / 20.300
TSG 1899 HoffenheimRhein-Neckar Arena ----------------0 2009 / 30.164
FC Bayern MunichAllianz Arena ------------------------------0 2005 / 69.901
BV Borussia DortmundSignal Iduna Park ------------------ 2006 / 80.552
Hannover 96AWD Arena ----------------------------------------- 2005 / 49.000
Eintracht FrankfurtCommerzbank Arena -----------------0-2005 / 52.300
SC FreiburgBadenova Stadion ------------------------------------ 1954 / 24.918
1. FC KölnRheinEnergieStadion ---------------------------------- 2004 / 50.374
Borussia MönchengladbachBorussia-Park ---------------- 2004 / 54.067
VfB StuttgartMercedes-Benz Arena ------------------------------ 1993 / 41.000
1. FC NurembergFrankenstadion ------------------------------- 2002 / 47.000
VfL BochumRuhrstadion ------------------------------------------ 1979 / 33.000
Hertha BSCBerlin Olympic Stadium ---------------------------- 2004 / 74.228
.
.
Bundesliga'da her takımın bir stadı var. Stadların ortalama kapasitesi 47.136, ortalama yaşı ise sadece 11.
.
.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Öteki Futbol

Derby d'Italia berabere bitti. Bu sonuçla Inter 10 puanlık farkı korurken Juventus ise averajla Torino’yu 5-1 yenen Milan’a geçildi. Maça Juventus iyi başladı, özellikle ilk yarım saat Inter’i bunalttı ama Balotelli ile golü bulan taraf ikinci devre biraz daha ileri çıkmaya başlayan Inter oldu. Juventus 76. dakikada Tiago’nun atılmasıyla 10 kişi kalmasına rağmen uzatma dakikalarında Grygera’nın kafa golü ile beraberliği yakaladı. Bu arada Juventus da taraftarlarının Balotelli ve Ibrahimovic’e yönelik ırkçı tezahuratlardan dolayı da 1 maç ceza almış. Şampiyonlar Ligine katılma mücadelesinde ise Genoa ve Fiorentina kaybedince Lecce’yi 3-2 ile geçen Roma bu iki takıma bir adım yaklaştı. Önümüzdeki hafta Fiorentina ile deplasmanda oynayacaklar.

İngiltere’de hafta sonu FA Cup heyecanı vardı. Ne yazık ki iki maçı da izleyemedim. Yarı finallerin ilk maçında Chelsea 18. dakikada Walcott’un golüyle yenik düşmesine rağmen önce Malouda ile beraberliği yakaladı, 84’de Drogba’nın attığı golle finale yükselen ilk takım oldu. Diğer maçta ise Everton Manchester United’ı 120 dakikası golsüz geçen maçta penaltılarla eledi ve finalin rengini mavi olarak belirledi. Premier League’de oynanan maçlarda ise dikkat çekici bir skor görmedim, Newcastle’a Shearer da çare olmadı ve Tottenham deplasmanından puansız döndüler. Aston Villa’daki düşüş devam ediyor, sahalarında West Ham’a iki puan bıraktılar. Middlesbrough ise Riverside’da Fulham ile berabere kaldı, kazansalardı Premier League’de kalmak adına önemli bir adım atmış olacaklardı.

İspanya’da iki büyük makina düzeninde ilerlemeye devam ediyor, bu hafta da deplasmanda tek farklı kazandılar. Barcelona Getafe'yi Messi ile geçerken Real Madrid de Marcelo'nun golüyle Huelva'yı 1-0 yendi. Valencia sahasında Sevilla’yı 3-1 ile geçti ve Şampiyonlar Ligine katılma mücadelesi verdiği Atletico Madrid ile Villarreal’in üç puan önünde kalmayı başardı. Takip ettiğimiz takımlardan Betis ise kazandı ve bir anda 11. sıraya fırladı. Gerçi bu rahatlama anlamına gelmiyor çünkü La Liga’da 10. ile 17. arasında sadece 4 puan fark var.

Fransa’da Lyon dominasyonu bitecek gibi gözüküyor. Bordeaux’a kaybedince 3. sıraya gerilediler. Marsilya ise deplasmanda 1-0 geriye düştüğü maçta Lorient’i 2-1 yenince liderliğe yükseldi. Önümüzdeki hafta Lyon-PSG maçı var ve PSG kazanırsa o da Lyon’un iki puan önüne geçecek. Almanya’da ise 5 takımın puan aralığı biraz açıldı ama harika mücadele devam ediyor. Leverkusen’i 2-1 ile geçen Wolfsburg’un 3 puan farkla lider, onları aynı puanla Bayern Münih ve Hamburg takip ediyor. Hertha ve Stuttgart ise biraz daha geriye düştü.

Hafta içinde İtalya’da kupa, Premier League’de ise hafta sonu oynamayan takımların maçları ve İspanya'da da La Liga mücadelesi var. Yarın akşam Liverpool-Arsenal maçı oynanacak ve ben 30 Nisan’a kadar birçok maçı olduğu gibi gollü geçmesini beklediğim bu maçı da izleyemeyeceğim.

Edit: Hollanda'da Van Gaal'in AZ Alkmaar'ı sahasında kaybetmesine rağmen şampiyonluğunu rakiplerinin puan kaybı ile ilan etti. Hollanda Liginden o kadar kopuk bir adamım ki bu çok önemli ve tarihi bir şampiyonluk olmasına rağmen bahsetmeyi bile unutmuşum. PSV de Ajax'a sahasında 6 tane sallamış..