30 Mart 2010 Salı

Final 2010


Arkadaşla ikişer bilete başvurmuştuk, iyi ki de öyle yapmışız. Benim başvurumun olumsuz sonuçlandığını belirten mail dün gelmişti, benim gibi 5 arkadaşıma daha bilet çıkmamıştı ama az önce beraber hareket ettiğimiz arkadaşa iki biletin çıktığını öğrendim.
.
Şimdiden heyecanlanıyorum ama olayı abartmayı da istemiyorum. İş ya da vize sorunu gibi her şey olabilir, işte o zaman yıkılırım.
.
Orada oynanacak bir Real Madrid-Barcelona finali belki de şahit olabileceğimiz en büyük futbol maçı olabilirdi ama o fırsat kaçtı. Bari Barcelona-Manchester United finali olsun da gidebilirsek gittiğimize değsin.

Kayserispor 1-0 Trabzonspor


Trabzonspor harika bir maç çıkardı. 90 dakika boyunca çok üstün oynadı, pozisyonlar da buldu. Ağırlaşan zemine rağmen durmadı ve bu maçı çok hak etti ama olmadı. Kayserispor'un son dakikada gelen golüne neredeyse ben bile üzüldüm, kazanmayı fazlasıyla hak eden futbolcuların sahadan üzgün ayrılmamaları gerekiyordu ama futbol işte.

Trabzonspor'un bu güzel futbolunu izleyip de Şenol Güneş'i takdir etmemek olmaz. Ülke dışında geçirdiği dönem boyunca kendini çok geliştirdiği ortada, sahadaki duruşu ve verdiği röportajlar bile çok farklı. O gerçekten değişmiş ve işin garibi bana Trabzon'da da bazı şeyleri değiştirebileceğini hissettiriyor. Hatta bir Fenerbahçe'li olarak bana "İyi ki sezon başında gelmemiş" dedirtiyor..

29 Mart 2010 Pazartesi

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe

İşten ancak fırsat buldum, yazı da biraz geç kaldı. Onlarca blogda, forumlarda ve birçok farklı platformda maçın dakika dakika analizi yapıldı. Çok derin analizler yapmayı düşünmüyorum ama büyük haz yaşadığım, özellikle son 20 dakika kolay kısmet olmayacak bir tribün eğlencesi yaşadığım bu harika geceden aklımda kalanları bloga not etmem lazım.

İlginçtir, kağıt üzerinde Galatasaray daha avantajlı gözükmesine rağmen maçtan önce birçok Fenerbahçe’li kendi aralarında yaptıkları sohbetlerde maçın tam olarak dün izlediğimiz şekilde geçeceğini tahmin ediyorlardı. Ben de onlardan biriydim. Alkışlar altında başlaması muhtemel bir maçın Galatasaray’ın maç başı saldırganlığını alabileceğini, Fenerbahçe’nin rakibi uyutarak Sami Yen’den beraberlikle dönebileceğini, bir gol sıkıştırırsa maçı da kazanabileceğini düşünüyordum. Diğerlerini bilmem ama benim dayanağım klasik Fenerbahçe-Galatasaray ilişkisi değil, Fenerbahçe’nin daha “takım” olması ve son yıllarda görmeye alıştığımız derbi karakteriydi.

Antep-Galatasaray-Kayserispor üçlemesinden alınacak 7 puanın şampiyonluk yolunda Fenerbahçe’yi tekrar önemli bir aday yapacağını düşünüyordum. Bu yüzden beraberlik kesinlikle razı olduğum bir skordu. İçimdeki his maçın sonucu için olumlu şeyler söylese de tedirginliklerim de vardı. Oyunun en önemli bölgesi olan orta saha Fenerbahçe’nin bu bölgedeki hayati eksikleri sebebiyle Galatasaray’ın vasat orta sahası tarafından ele geçirilebilirdi. Bursaspor’un Cuma günü kaybetmesi de Galatasaray’ı özellikle maçın başında iyice ittirebilir diye düşünüyordum ama bu düşüncemin aksine Galatasaray galibiyet için 1 puanı riske etmeyen bir anlayışı tercih etti.
.

Kadrolar öğrendiğimizde yanımdaki arkadaşlar Mehmet Topal’ın varlığından rahatsız oldular, Alex’i yine etkisiz hale getireceğini düşünüyorlardı. Ben Rijkaard’ın adam markajını tercih etmeyeceğini düşündüm ama yanıldım. Maçın ilk düdüğüyle birlikte Topal Alex’e yapıştı ama bu Fenerbahçe’nin işine geldi. Mehmet Topuz, Selçuk, Wederson, Özer ve hatta iki bek bile çok rahat boş alan buldular. Böylece Fenerbahçe istediği gibi rahat rahat pas yapmaya başladı, Galatasaray’ın zayıf orta sahası karşısında oyunun kontrolünü eline geçirdi. Top rakibe geçtiğinde ise tek hücum varyasyonu Keita ve Dos Santos’a topu verip ne yapacaklarını izlemek olan Galatasaray’a alan bırakmadı. Gol için Alex’in ayağından Güiza için çıkacak paslar dışında oyunu fazla zorlamadı ki Sami Yen deplasmanında beraberlik çok büyük kayıp değilken risk almanın da hiç gereği yoktu. Öncelik rakibin kendi taraftarı önünde havaya girmesini ve tempo yakalamasını engellemekti, bunda da başarılı oldu. Galatasaray’ın oyunu kontrol edememesi tribünleri de çok etkiledi, orta tamamen Fenerbahçe’nin istediği hale döndü. Güiza’nın net pozisyonu hatalı bir ofsayt bayrağı ile kesilmeseydi plan kusursuz işlemiş olacaktı.
.
İkinci devrenin başındaki Dos Santos’un pozisyonu haricinde oyun aynı şekilde devam etti. Lugano’nun dönüşüyle güven vermeye başlayan ve gol yemeyen Fenerbahçe savunması sadece o pozisyonda açık verdi ama maçı getirebilecek pozisyondan Meksika’lı yararlanamadı. Fenerbahçe ilk devre eline geçirdiği kontrolü ikinci devre de Galatasaray’a vermedi. Rijkaard’ın Mehmet Topal’ın yerine Arda’yı oyuna alması ise işleri iyice kolaylaştırdı, Alex de rahatladı ve biraz daha öne çıkmaya başladı. Mehmet Topal oyundayken bile orta saha üstünlüğünü eline geçiremeyen takımın bu bölgeden bir kişi daha çıkardıktan sonra bunu başarması imkansızdı. Sanki Selçuk’un o golü gelmeseydi bile Fenerbahçe araya bir gol sıkıştıracaktı, en azından biz tribünde golü hissetmeye başlamıştık. Belli ki Daum futbolculara kaleyi uzaktan yoklamalarını söylemiş, Selçuk’ın bile gol dışında kaleye attığı 2-3 şut vardı. Golden sonra ise Galatasaray iyice çöktü, Keita’nın zorladığı 1-2 pozisyon ve son dakikada Volkan’ın sahalarda az görülen muhteşem kurtarışı dışında Fenerbahçe’yi zorlayamadı. Biz de gönül rahatlığıyla tribünde bağırdık, şarkılar söyledik ve eğlendik. Tribün demişken ağzımızın içine yerleştirmiş oldukları hoparlörlerden yüksek sesle müzik veren Galatasaray yönetimini de teşekkür ediyorum. Son düdükle birlikte çalmaya başladıkları müzikler keyifli bir “after-party” geçirmemizi sağladı..

Fenerbahçe’de performansını eleştireceğim futbolcu yok. Herkes elinden geleni yaptı, sakinliğini korudu ve aklını kullandı. Selçuk gol dışında da iyiydi, defansif olarak işini çok iyi yaptı ve neredeyse tüm dönen topları o aldı. Korkum Galatasaray orta sahasının Selçuk’ın baskı altındaki yetersizliğini düşünerek pres yapmasıydı ama bu da olmayınca Selçuk hiç sırıtmadı. Yanındaki Mehmet Topuz da fizik gücüyle orta sahada iyi iş yaptı. Herkesin ondan hücum tarafında da bir şeyler beklemesi normak ama kuvveti bu takıma önemli katkı yapıyor. Andre Santos’u yine çok beğendim. Keita karşısında zor durumlara düşebileceğinden korkuyordum ama Wederson’un da yardımlarıyla Keita’yı etkisiz hale getirdiler. Özer belki de takımın en çok pas hatası yapan futbolcusuydu. Yanlış tercihler yaptı ama o kadar çok mücadele etti ki dün oyundan çıkmasını kimse istemedi. Alex ise belki de en iyi Sami Yen performansını sergiledi. Gol atmadı, asist de yapmadı ama yeri geldiğinde adam kovaladı, geriye geldi, top kaptı, kusursuz top sakladı ve sıkışık anlarda takımı çok rahatlattı.

Fenerbahçe futbol oynamadan şansa bulduğu bir golle kazandı diyenler çıkabilir ama bu doğru değil. Fenerbahçe deplasmanda bir derbide nasıl oynamak gerektiğinin dersini verdi. Belki çok pozisyon bulamadı ama fazla pozisyon da vermedi. Aklını kullandı, soğukkanlılığını hiç kaybetmedi ve rakibinden çok daha iyi mücadele ederek maçı kazandı. Belki maçın öncelikle hakkı beraberlikti ama bir galip çıkacaksa o Fenerbahçe olmalıydı. Çok önemli bir 3 puan geldi ve Galatasaray maçı artık geride kaldı. Galibiyet keyfinin cılkını çıkarmamak ve Kayserispor maçına konsantre olmak lazım. Kadıköy’de tamamen dolu tribünler önünde alınacak 3 puan Ankaraspor’dan gelecek hükmen galibiyet ile birleşince şampiyonluk adına dev bir adım olacak. Ben tekrar heyecanlandım, umarım futbolcular da aynı heyecanı yaşıyorlardır. Hepsine belki de Sami Yen’e veda ettiğimiz maçta aldıkları bu güzel galibiyet ve son 20 dakikada yaşattıkları keyif için bir kez daha teşekkür ediyorum, kalan 6 maçta onlardan aynı ciddiyeti bekliyorum. İşler yolunda giderse 1,5 ay sonra keyiflerin en büyüğünü hep birlikte yaşayacağız..

28 Mart 2010 Pazar

En Tatlı Yorgunluk

Neredeyse maça gitmiyordum, işler son anda yoluna girdi. Topuklarımı hissetmiyorum, ıslandım ve çok yorgunum ama bir o kadar da mutluyum..

Şubat ayı sonunda şampiyonluğa veda yazıları yazdıran takım şimdi belki de şampiyonluğun en büyük adayı..

Önce sıcak bir duş, sonra maçın tekrarı.. Maçı herhalde yarın yazarım ama bir şeyi şimdi söylemem lazım..

Teşekkürler çocuklar, ayaklarınıza sağlık..

26 Mart 2010 Cuma

Tv'de Futbol / 26-29 Mart



26 Mart Cuma
20:00 Bursaspor – İBB / Lig Tv
21:30 Bochum – Frankfurt / Trt 3
23:55 Estudiantes – Godoy / Ntv Spor

27 Mart Cumartesi
17:00 Chelsea – Aston Villa / Spormax
19:00 Roma – Inter / Ntv
19:00 West Ham – Stoke City / Spormax
19:00 Beşiktaş – Eskişehirspor / Lig Tv
19:30 Bayer Leverkusen – Schalke / Trt 3
19:30 Bolton – Manchester United / Spormax
21:00 Mallorca – Barcelona / Ntv Spor
21:00 Palmeiras – Mirassol / Spormax

28 Mart Pazar
14:00 Burnley – Blackburn / Spormax
16:30 Hoffenheim – Freiburg / Trt 3
18:00 PSG – Boulogne / Kanal A
18:00 Liverpool – Sunderland / Spormax
18:30 Mönchengladbach – Hamburg / Trt 3
19:00 Galatasaray – Fenerbahçe / Lig Tv
22:00 Lille – Montpellier / Kanal A
22:00 Corinthians – Sao Paulo / Spormax
22:00 Real Madrid – Atletico Madrid / Ntv Spor

29 Mart Pazartesi
20:00 Kayserispor – Trabzonspor / Lig Tv
22:00 Manchester City – Wigan / Spormax

Galatasaray - Fenerbahçe

.
Soğumuşum galiba, artık eskisi kadar heyecanlanmıyorum. Medya, yöneticiler ve taraftar olduğunu söyleyen boş adamlar yüzünden işin tadı kaçmış, bunu bir kez daha fark ettim. Hatırlarım, 90’larda maça gitmeden önce uyumak kolay olmazdı. Kuzenle birlikte ufak beyaz tahtamıza kadroları yazar, sahada yerleştirir ve üzerinde uzun uzun tartışırdık. Pazar günü maç saati yaklaştıkça tabii ki heyecanlanacağım, ilk düdükte yine ellerim titreyecek ama eskisi gibi değil işte..

Maçın ne olacağı, nasıl geçeceği hakkında ne desek boş. Bir ufak hata, şanssızlık ya da ilk dakikada görülebilecek bir sarı kart bile maçı tamamen değiştirebilir. Daha kimin oynayıp oynamayacağını bile bilmiyoruz. Saha içini bir kenara ayırırsak saha dışında da maçı etkileyecek şeyler var. Mesela birkaç saat sonra Bursaspor’un alacağı sonuç maçın gidişatını direkt etkileyecektir. Olası bir puan kaybı Galatasaray’ın maça çok daha baskılı ve istekli başlamasını sağlayabilir. Ya da mesela başkanlık seçimi, pek mümkün değil ama oradan çıkacak beklenmedik bir sonuç Sami Yen’i daha durgun bir yer haline getirebilir.

Eski heyecanı yaşamıyorum dedim ama değişmeyen bir şey var. Galibiyet ile biten maçların sonunda yaşanan o mutluluk, o keyif hala aynı. Hele ki o galibiyet bir de deplasmanda yaşanmışsa daha da bir güzel. Umarım Pazar akşamı o mutluluğu yaşayan tarafta olurum..
.
.
Galatasaray - Fenerbahçe
28.03.2010 /
19:00
Ali Sami Yen Stadyumu

Samuel Eto'o


Sanırım geri döndü.

Livorno maçının özetini ve dolayısıyla Eto'o'nun iki muhteşem golünü ancak dün görebildim. Bu maçtan önce Serie A'da 23 maçta 8 golü vardı, Zlatan gibi o da geçtiğimiz sezon sergilediği performansın gerisinde ama Chelsea'ye attığı kritik golden sonra bu iki harika gol sezonun geri kalanında çok daha iyi şeyler yapacağını gösteriyor. Golleri görmediyseniz kısa özeti izlemenizi tavsiye ederim. Eto'o'nun iki golünden sonra ikinci devre gelen 3. golde de Maicon topa çok acaip vurmuş.

Araştırmadım, bana mı öyle geliyor bilemiyorum ama sanki Pandev'in oynadığı maçlarda ileride kim oynuyorsa onun performansı artıyor ve Inter de daha iyi bir futbol oynuyor.

Başka Emriniz?


Ali Sami Yen Stadı'nda Galatasaray-Fenerbahçe maçı için biletlerini alarak karşılaşmayı izleyecek olan taraftarlarımız, kesinlikle münferit olarak maçı izlemeye gideceklerdir. Ellerinde maç bileti olan taraftarlar, Ali Sami Yen Stadı girişinde polis tarafından oluşturulacak 2 aşamalı kontrol noktasından geçtikten sonra stada ulaşacaktır. İlk kontrol noktasında bilet kontrolü, ikinci kontrol noktasında ise üst araması yapılacaktır.

Biletleriyle maçı izlemeye gidecek taraftarlarımız, kesinlikle bozuk para, çakmak, yanıcı ve parlayıcı yasa dışı maddelerin yanı sıra, yüz maskesi, atkı, kaşkol gibi kıyafetleri üzerlerinde bulundurmayacaktır. Taraftarlarımızın rakip takım taraftarlarını tahrik edecek ve uygun olmayan davranışlardan kaçınmaları gerekmektedir.

Taraftarlarımıza duyurulur.
Saygılarımızla,
Fenerbahçe Spor Kulübü



Metinde kullanılan dil çok çirkin, öncelikle bunu söylemem lazım. Mantıklı bir şey olsa bile insanın yasağı delesi gelir. Bu açıklamanın, daha doğrusu bu emrin kimin fikri olduğunu bilmek gerekiyor. Herhalde içeriği hakkında tartışmanın bir anlamı yok, saçmalıktan başka bir şey değil.

Ben bunun İstanbul Valiliği'nin bir talebi olduğunu tahmin ediyorum, Fenerbahçe tarafından böyle bir açıklama yapılmasının başka hiçbir mantığı yok. Formayı yasaklamamışlar. Yüzler açık olsun, insanlar daha rahat fişlenebilsin istiyorlar. İl Güvenlik Kurulu'ndan her şey beklenir, hiç şaşırmam ama bu açıklama Fenerbahçe Spor Kulübü'nün kendi insiyatifi ile yapılmışsa ortada ciddi bir paranoya sorunu var demektir.

Neyse, bu kimin işi olursa olsun çok kaale almaya gerek yok. En azından ben umursamıyorum ve büyük bir aksilik olmazsa atkımla birlikte orada oluyorum.

25 Mart 2010 Perşembe

Şaşıran?


Yasadışı bahis ve şike soruşturması kapsamında, Türkiye genelinde düzenlenen operasyonlar sırasında gözaltına alınan, İstanbul Büyükşehir Belediyespor Yardımcı Antrenörü Arif Erdem, İstanbul Büyükşehir Belediyespor kalecisi Hasagic ve aynı takımda forma giyen Taner Gülleri Sarıyer Adliyesi'nde ifade verdikten sonra serbest bırakıldı.

Arif Erdem, Hasagic ve Taner Gülleri'nin ardından sorgusu tamamlanan Fatih Akyel ise tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi. TFF ikinci lig takımlarından Tepecikspor'un oyuncusu Fatih Akyel ile Ali Rıza Güntekin'in soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Fazıl Aslanalp tarafından ifadesi alındı. Savcı Aslanalp, Akyel ve Güntekin'i tutuklanması istemiyle Sarıyer nöbetçi 1. Sulh Ceza Mahkemesine gönderdi.

Bak Şu Konuşana


"Şu anda Türkiye'de mevcut hakemler içinde en önde bulunan hakem Cüneyt Çakır. Onun bu maça çıkması son derece normal. Ancak bir saptamada bulunmak istiyorum. Geçen hafta Kuddusi Müftüoğlu'na haraket ettiği iddia edilen Aziz Yıldırım ile ilgili rapor tutup, disiplin kuruluna gönderten Serdar Çakır. Ertesi hafta maçın hakemi Cüneyt Çakır. Bunu kamuoyunun takdirine sunuyorum. Bu bana çok enteresan bir atama gibi geldi. Acaba müsabakanın devamında yaşanacak olaylardan sonra kamuoyu nasıl yorum yapacak, bunu nasıl değerlendirecek çok ilginç."

Tetikçi konuşmuş, hem de üzerine vazife olmayan bir konu hakkında, derbinin hakem ataması ile ilgili hiç utanmadan yorum yapmış. Bir de ne ilginçtir ki beyefendi bu atamayı enteresan bulmuş.

Anlat tetikçi, sen anlat. Sen çok iyi bilirsin hakem atamalarını, sen çok iyi bilirsin kimin canını ne zaman yakacağını. Anlat biz de öğrenelim, artık sen de bizden birisin..

Özer Hurmacı


Özer çok yetenekli bir oyuncu, bundan şüphesi olan herhalde yoktur. Hareketli, pas verdikten sonra yerinde durmayan, topun ayağına yakıştığı, adam eksilten, yaratıcı ve aynı zamanda mücadeleci bir futbolcu. Eksikleri yok değil, mesela bazen kolayı varken gereksiz yere zoru deniyor. Konsantrasyon eksikliği de yaşayabiliyor ama bunlar ve bunun gibi şeyler rahatlıkla aşılabilecek şeyler, önemli olan potansiyeli. Özer yetenekli olduğu kadar da terbiyeli ve akıllı biri. Kafasını çalıştırıyor ve işini ciddiye alıyor. Pek şımaracak gibi bir hali yok ve bu tip mental özellikleri de bizi onun geleceği hakkında daha da umutlandırıyor ve heyecanlandırıyor. Fenerbahçe taraftarı da bu sebeplerle onun bir an önce takıma girmesini istedi, o kulübede oturdukça Daum’a yüklendi.
.
Borges zamanında Beşiktaş üzerine bir yazı yazmıştı, orada Özer ve Daum hakkında söylediği önemli bir şey vardı;
.
“Yeni transfer edilen oyuncular ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar takimin yükünü onlara yükleyemezsiniz.. Daha kime pas verecegi, soyunma odasi yabanciligi gibi cesitli sorunlari asmasi gerekir.. Oturmus bir takim icerisinde ancak yildizlasabilirler.. Takimi onlar yerine "oturtamaz". Kötü performanslarin icerisinde en cok zilgiti onlar yer ve kaybolma olasiligi oldukca fazladir.”
.
Araya hiçbir yorum katmadan Özer’in Gaziantepspor maçı sonrasında kendine ait web sayfasında yaptığı açıklamadan bir bölüm koyalım;
.
"Gaziantepspor maçında malesef tribünlerden, nedenini anlamadığım bir şekilde tepki aldığımı hissediyorum. Sakatlığımla ilgili olarak yapılan son kontrollerde doktorum tarafından %100 ameliyat olmam söylenmesine ve omuzumda yırtık olmasına rağmen futbol oynama arzum ve takımımızın bulunduğu şu durumlarda yalnız bırakmamak için elimden geleni yaparak takıma faydalı olmak için çabalıyorum. Buna rağmen tepki gördüğümü hissetmek beni oldukça üzer."
.
Buyrun işte. Dün de Özer’in oyundan çıkarken verdiği görüntü hiç iyi değildi, sanki korkuyordu. Belli ki onun da ayakları titremeye başlamış, onun da kendine güveni sarsılmış. Ayağında platin, omzunda ancak ameliyatla çözülebilecek bir sorun olmasına rağmen oynayan bu özel futbolcu çok zor bir yola girmiş, artık üzerinde ciddi bir baskı var. Böyle yetenekleri bulmak çok zor ama onarılmayacak zararlar vermek ve kaybetmek çok kolay. Burada herkese, en azından kafası biraz çalışan her taraftara görev düşüyor. Tabii ki kimsenin protesto edilmesini istemem ama Deniz’ler, Selçuk’lar için treni kaçırdık. En azından Özer’i bu adamlara yedirmemek için herkes elinden geleni yapsın. Gerekirse en ufak bir homurdanmayı bile en sert şekilde uyarsın.
.
Şimdi sezonun ilk devresine ve bu yazının da ilk paragrafına dönünce anlıyorum ki demek Daum da Özer’i bu yüzden oynatmıyormuş.
.
.
.

24 Mart 2010 Çarşamba

Fenerbahçe 2-0 Manisaspor


Takımı eksiksiz görünce yüzüm biraz düştü, strese girdim. Zaten bütün maçı da birine bir şey olacak korkusuyla izledim. Bazı oyunculara bu maçta oynamak hiçbir şey katmazdı. Mesela Emre, zaten hep iyi ve hazır. Ya da Alex, Pazar günü bir şey yapacağı varsa zaten yapar. Bu maçın belki de geri kalan oyuncuların hepsine bir faydası olabilir ama en azından bu iki isim dinlendirilebilirdi. Hatta belki Lugano ve Gökhan Gönül de. Eksiksiz bir kadroyla sahaya çıkmak Daum'un korkusudur, üzerindeki baskıyı gösterir. Bugün kaybetmek medya ve taraftarın olası reaksiyonu sonrasında hafta sonuna da etki edebilirdi. Daum risk alamadı, herkesi oynattı ve belki de Pazar günü için Emre'yi kaybetti. Geçtiğimiz haftalarda kanat oyuncularına olmuştu, bu dönemde de sakatlıklar cımbızla çekilmiş gibi yine aynı mevkiden çıktı. Baroni ve Deniz'den sonra şimdi de Emre. Umarım yetişir ama kısmet artık, olmazsa da Pazar günü maçı Cüneyt Çakır'ın yöneteceğini hatırlayıp "Belki de hayırlısı olmuştur" diyeceğiz.
.
İlk gol kaleci hatasından, ikinci gol de korner sonrasında geldi. Oyuncular fazla gevşek değildi, hatta bazı pozisyonlarda "Girme oraya! Sokma ayağını!" diye kızdığım anlar da oldu. Sahada ciddiyet görmek insanı teselli ediyor ama çok da keyifli bir maç olmadı. Fenerbahçe yine fazla pozisyona girmedi ama kalesinde de yine gol görmedi. Andre Santos'un yapamadıkları var ama sol bekte yapabildiği şeyler benim hoşuma gidiyor. Deivid'i daha iyi, Alex'i de kıpırdanmış gördüm. Mehmet Topuz belki üretken olamıyor ama ben isteğinden ve kuvvetinden memnunum. Emre'nin yerini doldurabilecek tek isim de zaten o. Güiza ise yine iyiydi, ikinci devre yerde kaldığı pozisyonlarda korkuttu. Daum'un maça tam kadro çıkmasını bir şekilde anlamaya çalışırım ama son iki oyuncu değişikliğinin 73. ve 86. dakikalarda gelmesini anlamamın imkanı yok.

Bugün Kadıköy'de çok güzel bir an yaşandı, ben öyle bir alkış beklemiyordum. Bunu çok abartmayacağım, tabii ki bundan sonra herkes bir anda çiçek çocuk olmayacak. Sami Yen'de bu hareketin devamını beklemiyorum, zaten Kadıköy'de de devamı olmazdı. Belki en fazla maçın başında biraz bir şeyler ama işin normale dönmesi hakemin bir düdüğüne ya da futbolcunun minik bir hareketine bakar. Yine de ne olursa olsun bütün bunlar maçın başındaki o görüntünün güzelliğini, bugün tesislerdeki bayrakların yarıya inmesindeki anlamı değiştirmez. Rekabet, mücadele ya da savaş artık adı her neyse bir yere kadar, ölüm bir anda her şeyin önüne geçiyor. Ben bu akşam Fenerbahçe taraftarı ile gurur duydum, herhalde Galatasaray'lılar da Özhan Canaydın ile gurur duymuşlardır.

Bir de "Saygı duruşunda durulur, alkış olmaz" diyenler var, demesinler. O işleri bir kenara bırakıp böyle az görülen güzelliklerin tadını çıkarsınlar.
.
En azından Pazar gününe kadar..
.

23 Mart 2010 Salı

Mustafa Denizli


Beşiktaş'lı futbolcular ve teknik heyet antreman öncesinde Özhan Canaydın anısına bir saygı duruşunda bulunmuşlar. Saygı kelimesinin tam karşılığı işte bu oluyor. Eminim fikir Mustafa Denizli'den çıkmıştır.

Bu güzel insan Yıldırım Demirören'e hiç yakışmıyor.


Not: Umarım Pazar akşamı Fenerbahçe takımı da sahaya Özhan Canaydın anısına bir pankartla çıkar. Her açıdan doğru ve faydalı bir hareket olacağını düşünüyorum.

Bursaspor'un Şampiyon Olması

Bursaspor yoluna emin adımlarla devam ediyor, çoğunluk da bu yürüyüşlerine destek oluyor. Anadolu'dan bir şampiyon daha çıkması önemli, Türk futbolunda bazı şeylerin değişmesi çok mümkün. Ben geçtiğimiz sezon Sivasspor'un şampiyon olmasını çok istiyordum. Fenerbahçe'liler bile onlardan soğumuşken ve ortalıkta dolaşan anti-futbol söylemlerine rağmen benim onlara olan sempatim devam ediyordu. Şampiyon olmalarının Türk futboluna atacağı tokatın olumlu etkileri olacağını düşünüyordum. Aynı şeyler Bursaspor için de geçerli, şampiyonluk yaşamayı sonuna kadar hak ettiklerini de düşünüyorum ama şampiyon olmalarını tam anlamıyla isteyemiyorum.
.
Bir tarafım çok istiyor. Bu sezon sergilediği bazı tavırlar hoşuma gitmese de Ertuğrul Sağlam'ın başarılı olmasını isterim. Futbolcuların da çoğu sempatik insanlar, onlar arasından da sorunum olan birisi yok. Ama taraftarları yüzünden başarılarını bir türlü isteyemiyorum.
.
Beşiktaş ile durumları ortada, dün de ne anlamı varsa onlara baya küfür etmişler. Bursa'da Galatasaray taraftarına da saldırmışlardı, Fenerbahçe'lileri de taşladılar ve üzerine Kadıköy'de karşı karşıya geldiler. Bu hafta Antep tribününe bile gelip oradan el kol yaptılar. Ankaragücü kardeşliklerinden ise zaten nefret ediyorum. İşte bu ve bunun gibi birçok vukuatlarından dolayı Bursaspor taraftar güruhundan hiç haz etmiyorum.
.
Kısacası şu an biraz arada kalmış durumdayım, bir türlü "Fenerbahçe olamazsa Bursaspor şampiyon olsun" diyemiyorum. Haftalar ilerledikçe neler olacağını ve neler hissedeceğimi merak ediyorum.

Özhan Canaydın


Ne yalan söyleyeyim, centilmenlik kisvesi altında Ali Aydın'a düdüğü astırması ve Kulüpler Birliği Başkanı sıfatıyla yaptığı barkovizyon gösterisi sebebiyle çoğunluğun aksine ondan haz etmezdim.. "Aziz Yıldırım'a küfür ediyorlarsa bir sebebi vardır" gibilerinden bir şeyler söylediğinde ise ondan iyice soğudum, ona olan saygımı da iyice kaybettim.. Bazı şeylerin abartıldığını düşündüm, isminin Süleyman Seba ile birlikte anılmasını ise hala pek kabul edemiyorum..

Ama ne ilginçtir ki üzüldüm.. Baya üzüldüm.. Ölüm böyle bir şey işte..

Allah rahmet eylesin.. Ailesinin, yakınlarının ve sevenlerinin başı sağolsun..

22 Mart 2010 Pazartesi

Hafta Sonu


Yoğun bir hafta sonu geride kaldı, hem Türkiye’de hem Avrupa’da önemli maçlar oynandı, önemli skorlar alındı. Akılda kalan en güzel şey ise yine Messi oldu, hafta sonu yazısına da yine onun fotoğrafı uygun görüldü.

* Bazı şeyleri artık kanıksamışız, elden de bir şey gelmiyor. Sami Yen için derbi öncesinde ne de olsa ceza vermezler diyoruz, vermiyorlar. Diyarbakırspor’u düşüremezler diyoruz, düşüremiyorlar. Bir kere de bizi şaşırtsalar, doğru bir duruş sergileseler adamları sırtımızda taşıyacağız ama yok, nasıl geldiyse öyle gidiyor.

* Cuma akşamının bir diğer önemli olayı da Kasımpaşa-Beşiktaş maçıydı. Beşiktaş ilk devre rakibin topa sahip olmasına müsade etti, 1-2 pozisyon verdiler ama çok daha net pozisyonları değerlendiremediler. İkinci devre ise bambaşka bir maç oldu, izlemesi keyif verdi. Sivok’un rahatsızlanıp kenara alınmasından sonra Kasımpaşa öne geçti. Tabata’nın hareketlendirdiği Beşiktaş iki gol buldu ama maçın bitimine kısa bir zaman kala İbrahim Kaş’ın refakatçiliği sebebiyle kalesinde golü gördü ve çok önemli iki puan kaybetti. Beşiktaş’lı arkadaşlar Ferrari’yi daha fazla ön plana çıkartıyorlar ama olay sadece Ferrari değil, Ferrari-Sivok. İkili bozulunca iş bitti, Kasımpaşa iki gol buldu ve daha fazlasını da bulabilirdi.

* Haftanın maçı Trabzon’da oynandı ve beklediğimiz kadar güzel bir maç oldu. İki takım da kazanmak istiyordu, herhalde 15’den fazla gol pozisyonu izledik. Galatasaray öne geçebilirdi ama Onur’a takıldı. Trabzonspor da öne geçtikten sonra farkı arttıracak pozisyonları yakaladı ama değerlendiremedi. Özellikle bence hatalı olan Elano-Baros değişikliğinden sonra Trabzonspor rakip kaleye çok rahat gitti. Galatasaray’da sorun devre arası transferlerinden sonra tahmin ettiğimiz gibi orta sahada, yoksa top ileriye taşındı mı mutlaka pozisyon geliyor. İlk devrenin öve öve bitirilemeyen adamı Mustafa Sarp’a şu an katlanılmıyor, Barış’ın durumu ise zaten ortada.

* Keita’nın karakteri hakkında her geçen gün daha net fikir sahibi oluyoruz ama Galatasaray’lılar onun bu yönünü ısrarla görmezden geliyorlar. Sancak, Roberto Carlos ve İbrahim Üzülmez’in yakından tanıştığı dirsekleri bir kenara ayırıyorum, tiyatroculuğu şu an daha ön planda. Kayseri deplasmanında kestiği rolden sonra Kadıköy’de ona su isabet etmediğine dair inancım artmıştı, dün emin oldum. Pozisyonda ben bileği döndü sandım, meğer ayağına su damlası isabet etmiş. Televizyondan görmedim, sadece 1-2 anlık görüntü gördüğüm için emin değilim ama sanırım tribünlere yaptığı bir de hareket var.

* Yunus Yıldırım’ın yönetimi de ayrı bir paragrafı hak ediyor çünkü bazı kararları direkt taraftarı olduğum takımın önümüzdeki hafta oynayacağı maçı da etkiliyor. En çok öne çıkan pozisyon Burak’ın son adam Sabri tarafından düşürülmesi, bence çok net çekiyor ve net bir kırmızı kart. Galatasaray’ın iptal edilen golünde Caner topu eliyle öne alıyor, el varsa sarı kart da çıkmalıydı ve Caner önümüzdeki hafta cezalı olacaktı. Bir de yine kart sınırında olan Baros’un ceza sahası yan çizgisinde yaptığı hareket sarı kart değil ama daha sonra yerdeki topa vurmasına sarı kart verilirdi. Haydi Baros’un pozisyon için yorumdur diyorum, kart göstermemesini kabul edebiliyorum ama diğer iki pozisyonu bana kimse anlatmasın.

* Pazar gündüz programını Manchester United-Liverpool maçına göre şekillendirdik ama değmedi. Her açıdan beklentilerin çok altında kalan bir maç oldu. Torres’in şık kafa golüyle umutlandım ama hakem Howard Webb’in ceza sahası içine taşınmayan çekmeye çaldığı penaltı ile maçın rengi belli oldu. Webb maç boyunca bütün takdir haklarını United lehine kullandı. Mesela Torres’e çok rahat sarı kart gösterirken Fletcher’ın kasıtlı tekmesine kırmızıyı geçtim sarı kart bile çıkarmadı. United bu galibiyetle Chelsea’nin Blackburn deplasmanında puan kaybettiği haftada puan farkını 1 maç fazlasıyla 4’e çıkardı. Arsenal ise hatalı bir karar ile 10 kişi kaldığı maçta West Ham’ı 2-0 ile geçti ve maç fazlasıyla Chelsea’yi geçmiş oldu.

* İspanya’da değişen bir şey yok, iki takım da kazandı ve Messi yine haftaya damgasını vurdu. Onun için benim söyleyebileceğim daha fazla bir şey yok, onu izleyebilmeninkeyfini çıkarıyorum. Allah korusun eğer bir gün ciddi bir sakatlık yaşarsa oturur ağlarım, ona yapılan her faulde içim yanıyor. Real Madrid de Barcelona gibi iki farklı kazandı ama biraz zorlandı. İlk devre golsüz geçti, ikinci devrenin başında gelen Sporting Gijon golü ise Real Madrid’i uyandırdı ve arka arkaya 3 gol geldi. Bence ilk golde Van der Vaart topu elle alıyor ama o gol olmasa da Sporting Gijon muhtemelen dayanamayacaktı.

* Inter’in Palermo deplasmanında puan kaybedeceğini biliyordum ve kendimi liderliğin Milan’a geçmesine hazırlamıştım. Inter’in haftalardır yaptığı puan kayıplarıyla altın tepside sunduğu liderliği Milan almadı, alamadı. Sezon başındaki durumları ile Milan’ın şampiyonluğu telafuz edebileceğini hiç düşünmüyorduk ama neredeyse lider bile oluyorlardı. Şampiyon olmalarına hala ihtimal vermiyorum ama herhalde Leonardo en az bir senelik kredi kazanmıştır.

Fenerbahçe 1-0 Gaziantepspor


Fenerbahçe İBB maçı öncesine kadar gördüğümüz iyi oynayıp da puan kaybeden takım yerine, sezon başındaki kötü oynayıp kazanan takımı bu hafta da izlettirdi. Lugano’nun Bilica’nın yanına dönüşü ile Antalyaspor maçından sonra Gaziantepspor maçında da pozisyon bulmakta zorlanan ama rakibe de pozisyon vermeyen takımı gördük. Daum da artık iyi oynamayı kovalamaktan vazgeçmiş, belli ki tek hedef ne şekilde olursa olsun kazanmak. Pozisyon vermemek pozisyon bulmaktan daha önemli, golü bir şekilde bulurum diye düşünüyor. Antalyaspor ve Gaziantepspor maçında tutan Gençlerbirliği deplasmanında tutmadı ama ben Daum’u bu futbol tercihi yüzünden suçlayamıyorum.

Maç hakkında yazacak fazla bir şey yok, blogda eksik kalmasın diye ayrı bir başlık açtım. Gole kadar Fenerbahçe’nin oyun iştahı yerindeydi ama üretkenlik yoktu. 90 dakika boyunca gol pozisyonu hatırlamıyorum, akılda sadece Güiza’nın mükemmen vuruşu ile gelen gol kaldı. Golden sonra ise Fenerbahçe için öncelik skoru korumak oldu. Güiza attığı gol dışında da iyiydi, son iki iç saha maçında Fenerbahçe’ye ilk geldiği günlerdeki gibi çok koşan ve çabalayan bir Güiza izledik. Güiza dışında Bilica ve Lugano da çok başarılı bir gece geçirdiler, Andre Santos’un bek performansından ise zaten birkaç maçtır memnunum. Belki çoğunluk bana katılmayabilir ama ben Mehmet Topuz’u da beğendim. Çok verimli olmayabilir ama çok koşuyor, elinden geleni yapıyor. “9 milyonluk futbolcu için bu yeterli mi?” diye hiç sormayın, cevap veremem. Vasat oyunlarıyla canımı sıkan isimler ise Özer ve Alex oldu. İkisi de maç trafiğine ara verince sanki oyundan biraz soğumuş. Galatasaray maçında böyle olacaklarını sanmıyorum. .

Maçın başında Andre Santos’un düşürüldüğü pozisyona ben penaltı vermem ama daha 3 hafta önce Jo’nun düşürülmesine, sezonun ilk devresinde Carlos’un Cangele’ye dokunmasına verilen penaltıları da haklı olarak sorgularım. Zurita’nın elle oynadığı pozisyona ise düşünmeden penaltı çalarım. Devre sonunda Emre’ye çıkan sarı kart doğru ama arkadan onu güzel yoklayan Ivan de Souza’ya bir sarı kart çıkması gerekiyordu. Gaziantep aleyhine hata olarak ise ceza sahası önünde Mehmet Topuz’un topu elle almasının görmezden gelinmesi ve bir de hatalı ofsayt bayrağı oldu. Benim aklımda hakemle ilgili kalan başka bir şey yok.

Gençlerbirliği maçından sonra Yine hevesleneceğimiz bir hafta gelecek ama futbolcuların bu umutsuz hali devam ettiği sürece bizler de en fazla haftalık hevesler yaşayabileceğiz demiştim. Beşiktaş ve Galatasaray’ın puan kayıpları bizi yine heveslendirdi. Bunun da kursağımızda kalacak bir heves olup olmadığını ise önümüzdeki hafta göreceğiz. Bugün itibariyle Fenerbahçe’nin 3 maçtır gol yemiyor olması sığındığımız tek liman ve aynı zamanda Sami Yen deplasmanı için de umut veren şey..

20 Mart 2010 Cumartesi

Bogdan Tanjević


Hafta sonları bilgisayardan uzak duruyorum ama bu olaya uzak kalamadım.

Sabah gazeteyi açtım ve öylece kaldım. Hemen bilgisayara koştum, etrafa biraz bakındım ve gördüm ki haber doğruymuş. Tanjevic kolon kanserine yakalanmış..

Takımın başından gönderil(e)medikçe ona duyulan nefret arttı, başkaları yüzünden o çok beddua yedi. "Kör ölür, badem gözlü olur" lafını sevmem ama doğru. Ona beddua edenler şimdi hayata tutunabilmesi için dua ediyorlar. Bazı tatsız olaylar insanlara tokat oluyor, bazı şeylerin farkına o zaman varılabiliyor..

İyi koç, kötü koçu geçiyorum ama o yenilgiyi hiçbir zaman kabul etmeyen, işler yolunda gitmediğinde sinirden çıldıran, titreye titreye isyan eden bir insan. Umuyorum ki bu hastalığa da aynı sertlikle isyan edecek, direnecek ve kazanacak..

Geçmiş olsun.. Bizi yine çıldırtsa da olur, yeter ki sağlığına tekrar kavuşsun..

19 Mart 2010 Cuma

Tv'de Futbol / 19-22 Mart



19 Mart Cuma
20:00 Kasımpaşa – Beşiktaş / Lig Tv
21:30 Köln – Mönchengladbach / Trt 3
.
20 Mart Cumartesi
16:30 Frankfurt – Bayern Münich / Trt 3
17:00 Stoke City – Tottenham / Spormax
19:00 Fenerbahçe – Gaziantepspor / Lig Tv
19:30 Arsenal – West Ham / Spormax
19:30 B. Dortmund – Bayer Leverkusen / Trt 3
21:00 Real Madrid – Sporting Gijon / Ntv
21:45 Palermo – Inter / Ntv Spor
22:00 Lens – Sochaux / Kanal A
22:00 Palmeiras – Ponte Preta / Spormax
.
21 Mart Pazar
13:00 Zenit – Spartak Moscow / Spormax
15:30 Manchester United – Liverpool / Spormax
16:00 Milan – Napoli / Ntv Spor
16:30 Hamburg – Schalke / Trt 3
18:00 Blackburn – Chelsea / Spormax
18:00 Bordeaux – Lille / Kanal A
18:30 Wolfsburg – Hertha Berlin / Trt 3
19:00 Trabzonspor – Galatasaray / Lig Tv
20:00 Boca Juniors – River Plate / Ntv Spor
22:00 Zaragoza – Barcelona / Ntv Spor
22:00 Marseille – Lyon / Kanal A
22:00 Gremio – Corinthians / Spormax
.
22 Mart Pazartesi
20:00 Bursaspor – Denizlispor / Lig Tv

Avrupa Ligi Çeyrek Final Eşleşmeleri


Şampiyonlar Ligi ile beraber Avrupa Ligi'nde de çeyrek final ve yarı final eşleşmeleri belli oldu.

Çeyrek Final
Fulham - Wolfsburg
Hamburg - Standard Liege
Valencia - Atletico Madrid
Benfica - Liverpool

Yarı Final
Hamburg - Standard Liege / Fullham - Wolfsburg
Valencia - Atletico Madrid / Benfica - Liverpool


Dün oynanan maçlardan sonra Avrupa Ligi kuralarına yer vermemek olmaz. İlk bakışta dikkati nispeten daha güçlü dört takımın bir tarafta toplandığını görebiliyoruz. Diğer tarafta finale ev sahipliği yapacak Hamburg var, bu kura kendi sahalarında final oynamak için büyük bir şans. Bir önceki turda Belçika'dan Anderlecht'i kupa dışına itmişlerdi, çeyrek finalde aynı ülkeden Standard Liege ile eşleştiler. Benim çeyrek finaldeki sürpriz tahminim Standard Liege olacak, nedense Hamburg'u eleyeceklerini hissediyorum.

Geride kalan turun öne çıkan takımı Fulham da iyi bir kura çekti, Wolfsburg ile oynayacaklar. Tur atlamaları mümkün ama Wolfsburg'un da Almanya'da final oynamak için ekstra bir konsantrasyonu olacaktır. Yarı finalde iki Alman takımını kendi ülkelerinde oynanacak final için kapışırken görebiliriz.

Liverpool Benfica'yı eler demek kolay ama İngiltere'de içinde oldukları Şampiyonlar Ligi mücadelesi bence bu eşleşmeyi de sürprize açık hale getiriyor. İki İspanyol takımının mücadelesi için ne desek boş, avantajlı gözüken taraf tabii ki Valencia ama bu seviyede aynı ülkenin iki takımı eşleştiyse her şey olabilir.

Açıkçası bir tahmin yapmak kolay değil, bence her sonuca açık eşleşmeler var. Sanırım çeyrek final maçları da bir önceki tur kadar olmasa da çok zevkli ve heyecanlı geçecek.

Çeyrek finalde ilk maçlar 1-8 Nisan'da, yarı final maçları ise 22-29 Nisan tarihlerinde oynanacak. Finalin tarihi ise 12 Mayıs 2010.

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final Eşleşmeleri

.
Çeyrek Final
Lyon - Bordeaux
Bayern Münih - Manchester United
Arsenal - Barcelona
Inter - CSKA Moskova
.
Yarı Final
Bayern Münih - Manchester United / Lyon - Bordeaux
Inter - CSKA Moskova / Arsenal - Barcelona


Kuralar çekildi, geçtiğimiz sezon izlediğimiz Barcelona – Manchester United finali 2010 yılı için de ufukta gözüktü.

Dün tahmin yaparken Lyon, Bordeaux, CSKA üçlüsünden ikisinin birbiriyle eşleşmesine pek ihtimal vermiyorum” demiştim ama oldu. Lyon ile Bordeaux Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde eşleşti ve yarı finalde bir Fransız takımı olması da kesinleşti. Herhalde iki takım taraftarları da mutluluktan uçuyordur, onların yerinde olmayı çok isterdim. Muhteşem bir macera yaşayacaklar. Burada Lyon’u Şampiyonlar Ligi tecrübesiyle bir adım önde görüyorum.

Arsenal – Barcelona eşleşmesine üzülmedim dersem yalan olur, keşke bir tur daha sonra eşleşebilselerdi ama bir taraftan da mutluyum. Seyir zevki en yüksek iki takımın arasında oynanacak iki muhteşem maç izleyeceğiz. Tabii ki favorim Barcelona ama ne yalan söyleyeyim Arsenal tur atlarsa çok büyük bir şaşkınlık içine girmeyeceğim.

Inter bir önceki tur şanssız bir kura çekmişti, CSKA eşleşmesi ile onu telafi etti. Arsenal-Barcelona gibi daha önce Şampiyonlar Ligi finalinde karşılaşan Manchester United ve Bayern Münih de bu kez çeyrek finalde eşleşti. Bu da benim dün yaptığım tahminlerden tek tutturduğum eşleşme oldu.

Umarım Star Tv yediği küfürlere dur diyecek ve Şampiyonlar Ligi keyfini yaşamamıza müsade edecektir. Özellikle Arsenal-Barcelona maçlarından biri bile kaçarsa televizyon binalarının önünde eylem yapmaya gidebilirim.

Yukarıda yazdığım eşleşmelerde önce yazılan takım ilk maçı kendi sahasında oynanacak. İlk maçlar 30-31 Mart, rövanşlar ise 6-7 Nisan tarihlerinde oynanacak. Yarı final tarihleri ise 20-21 Nisan ve 27-28 Nisan 2010.

Avrupa Ligi'nde Son "8"

Özetleri izlemek bile futbola doyurdu, gerçekten her açıdan çok güzel bir futbol gecesi olmuş. 8 maçta atılan 34 gol var. Hem izleyebildiğim için, hem de gecenin bence en önemli sonucu hatta belki de tarihi bir sonuç ortaya çıktığı için Fulham ile başlayalım.

Juventus'dur, İtalyan takımıdır. Yatar, kapanır ve turu bir şekilde koparıp gider diye düşünüyordum ama yanıldım. Maçın başında öne geçmek de Juventus için mükemmel olmuştu Ne durumda olursa olsun bir İtalyan takımının, Juventus'un oradan turu vereceğine pek ihtimal vermedim. Fulham beraberliği Zamora ile çabuk yakaladı. Pozisyonda Zamora'nın topu alışına faul çalınabilir, Cannavaro'yu baya bozuyor. Herhalde hakem Cannavaro'ya takıkmış, 26. dakikada yine Zamora ile girdiği bir mücadelede onu oyundan attı ama bence pozisyon faul bile değildi. Faul olsa bile kırmızı kart gösterilmezdi. Bu kırmızı karttan sonra zaten kötü gözüken Juventus iyice acizleşti. 10 kişilerdi tamam ama hiçbir şey yapamadılar. Fulham devre bitmeden öne geçince turun ibresi de iyice o tarafa döndü. Devre başında 3. gol de gelince işin rengi belli oldu. Turu getiren gol için ise tribünler 82. dakikaya kadar bekledi ama Dempsey öyle harika bir gol attı ki herhalde beklediklerine değdi. Zebina'nın uzatma dakikalarında gördüğü kartın bir anlamı yok ama o ilk kırmızı kart olmasaydı ne olurdu bilinmez. Neticede öyle ya da böyle, tribünleri dolduran taraftarlar unutamayacakları bir galibiyet yaşadılar.Bu arada Fulham'ın sol bekini,Paul Konchesky'i hiç düşünmeden transfer ederim.
.

Gecenin bir diğer muhteşem maçı da 1-1'in rövanşında Almanya'da Werder Bremen ile Valencia arasında oynandı. Gollü bir maç bekliyordum ama bu kadarını değil. David Villa'nın 2. dakikada gelen golü aslında maçın nasıl geçeceğini biraz belli etmiş, 15. dakikada da 2-0 olmuş. Ev sahibi 25. dakikada farkı bire indirmiş ama David Villa devre sonunda şık bir golle skoru 3-1'e getirmiş. İkinci devre belki de Werder Bremen'in tur atlama umutları da iyice azalmışken 55. ve 60. dakikalarda gelen gollerle maç 3-3 oluyor. David Villa durmuyor, 5 dakika sonra kendisinin 3., takımının 4. ve maçın da 7. golünü atıyor. Werder Bremen bu gole Pizarro ile cevap verebiliyor ama bu skor yetmiyor. İki takımın da gollerden başka bir kamyon pozisyonu var, gerçekten inanılmaz bir maç olmuş. İki kaleci de herhalde daha önce hiçbir maçta bu kadar yorulmamıştır.

Marsilya ve Benfica ilk maçta Portekiz'de 1-1 berabere kalmışlardı. Bu maça Benfica çok iyi başlamış ve devre boyunca üstünlüğünü korumuş. Marsilya'nın tek pozisyonu devre sonunda Lucho'nun ceza sahası dışından attığı şut, Benfica'nın ise gol olabilecek 2-3 atağı olmuş. İkinci devre de oyun aynen devam etmiş, Benfica'nın yine girdiği gol pozisyonları var ama Marsilya 70. dakikada biraz da pis bir gol ile öne geçmiş. Ama futbolun adaleti işte, önce Maxi Pereira'nın baya uzaktan köşeye giden düzgün vuruşu ile beraberlik geliyor, son 10 dakika içinde iki net pozisyondan daha yararlanamayan Benfica maç uzatmalara gidecek derken 90+1de Kardec'in çok güzel golüyle turu kapıyor. Marsilya herhalde bu şekilde kaybetmek yerine rakibin daha önce girdiği pozisyonlardan 1-2 tanesinin gol olmasını tercih ederdi, daha az üzülürlermiş.

Rubin Kazan sahasında 1-1 biten ilk maçın rövanşında deplasmanda öne geçti. Devre sonunda farkı ikiye de çıkarabilirlerdi, aynı pozisyonda iki kez gol şansını değerlendiremediler. O gol belki de işi bitirecekti ama 55. dakikada, Hasan Kabze'nin nin kaçırdığı önemli pozisyondan iki dakika sonra Wolfsburg golü geldi ve maçı uzatmaya götürecek skor da yakalanmış oldu. Aslında maç 90 dakikada bitecekmiş, 90+3de Dzeko ile Werder Bremen'in bulduğu gol ofsayt sebebiyle iptal edilmiş.102. dakikada öne geçme fırsatı yakalayan Rubin Kazan 110. dakikada 10 kişi kalmış ve uzatmanın son dakikasına gelen gole engel olamamış.
.

Liverpool da var ama gecenin en çok öne çıkan maçları sanırım yukarıda yazdığım 4 maç oldu. Gerçi bir de Anderlecht'in Hamburg'u kendi evinde 4-3 yenmesine rağmen elendiği maç var ama Star Tv o maçın özetleri vermedi, neler olduğunu bilmiyorum. Standard Liege-Panathinaikos ve Sporting Lisbon - Atletico Madrid maçlarını da göremedim, Madrid Aguero'nun iki golüyle Portekiz'den turu koparmış.

Liverpool'un ilk maç aldığı 1-0'lık mağlubiyet hele ki Lille gibi rahat gol atabilen bir takıma karşı çok tehlikeli bir skordu, kalelerinde görecekleri bir gol işi çok zorlaştırabilirdi ki her iki devrede Lille'nin bulduğu birer net gol pozisyonu var. Maçın başında Lucas'ın düşürülmesiyle kazanılan penaltıyı Gerrard gole çevirdi. İkinci devrenin başında da Torres savunmadan şişirilen topu güzel aldı ve golü attı. Son vuruşu gerçekten muhteşem. Liverpool turu geçti ama maç boyunca stres yaşadılar, ancak Gerrard'ın vuruşunu takip eden Torres'in ayağından gelen gol ile 89. dakikada rahatlayabildiler.

Avrupa Ligi'nde de kuralar yarın çekiliyor. Aynı ölçüde keyif veren maçları bir sonraki turda göremeyebiliriz ama bu gecenin yarısını bile görsek yeterli olacaktır.

Fulham (1) 4 - 1 (3) Juventus
Marseille (1) 1 - 2 (1) Benfica
Standard Liège (3) 1 - 0 (1) Panathinaikos
Werder Bremen (1) 4 - 4 (1) Valencia
Anderlecht (1) 4 - 3 (3) Hamburger Sv
Liverpool (0) 3 - 0 (1) Lille
Sporting Lisbon (0) 2 - 2 (0) Atletico Madrid
Wolfsburg (1) 2 - 1 (1) Rubin Kazan

UEFA Avrupa Ligi 1/16


Bir daha böyle bir futbol gecesi ne zaman yaşanır, bu kadar heyecanlı maç aynı geceye ne zaman denk gelir bilmiyorum.
.
Haliyle Fulham - Juventus maçı dışında hiçbir maçı canlı izleyemedim. Şimdi özetler başlıyor, biraz bakalım sonra bir şeyler yazarız.

18 Mart 2010 Perşembe

Ölüm - Yaşam


Bu topa hiç girmeyecektim ama içim rahat etmedi.
.
Eğer Kamil Özen ölseydi, saha kapatma cezası verilecekti, bunu herkes çok iyi biliyor.
.
Bir ceza verildi, yani ortada bir suç varmış ama Kamil Özen yaşadığı için 100.000 TL uygun görüldü..
.
Bunda sanki ters bir şeyler var ya da benim kafam basmıyor..
.
Hiç ceza verilmese belki anlardım ama "Ne de olsa ölmedi" mantığını benim aklım almıyor...

Son "8"


Barcelona – Inter – Manchester United – Arsenal – Bayern Münih – Lyon – Bordeaux – Cska Moskova

Çeyrek finale kalan 8 takım bunlar oluyor ve yarın İsviçre’de çekilecek kura sonucunda birbirleriyle eşleşecekler. Bu seviyede genelde 4 İngiliz takımı görmeye alışmıştık ama Liverpool’un gruptan çıkamamasından sonra Chelsea de kupaya veda edince çeyrek finalde 6 farklı ülkenin takımını izleyeceğiz. Pek ihtimal vermiyorum ama Lyon,Cska ve Bordeaux takımlarından ikisi birbiriyle eşleşirse bu takımlardan birini yarı finalde görmek daha bir ilginç olacak.

Yarın aynı zamanda yarı final eşleşmeleri de belli olacak ve bizler de final tahminlerini daha net bir şekilde yapmaya başlayacağız. Tahmin yapmak zevkli, bu yüzden finalden önce yarın çekilecek kuralar için de bir tahmin yapayım;

Barcelona – Lyon
Manchester United – Bayern Münih
Inter – Bordeaux
Arsenal – Cska Moskova

17 Mart 2010 Çarşamba

FC Barcelona 4-0 VfB Stuttgart


İzleyip de maçı not etmemek olmaz. Zaten bu maçı yazmak da çok kolay.

Lionel Messi.

Aslında burada bitirsem de olur ama yine de akılda kalanları not edelim. Daha ortada aman aman bir baskı ya da inanılmaz bir futbol yokken, Stuttgart da çok kötü gözükmüyorken 2-0 oldu. Messi çıktı, iki gol ile işi bitirdi. İlk golde 4 kişinin içinden mükemmel vurdu. İkinci golün atağını durup dururken yaratan Messi ama Toure'nin de hakkını vermek lazım, Pedro'ya çok akıllı bıraktı. Zaten bence Toure de inanılmaz iyi bir oyuncu. Muhteşem bir fiziği ve o fizikten beklenmeyecek bir tekniği var. Pas dağıtır, gelince şut da atar. Savunma yönünden ve hava topu üstünlüğünden bahsetmeye gerek bile yok.

İkinci devre oyun fazlasıyla tek taraflı oldu, Stuttgart da iyice oyundan düştü. Barcelona'nın gevşeyerek oynama şansı olmasına rağmen orta sahada sürekli bastı, rakibe hiç alan bırakmadı. Hücumdan boş döndüklerinde topu hemen geri alıp tekrar çıktılar. 3. gol de yine Messi'den geldi ve yine harika bir goldü. Bu adamı izlerken gerçekten bazen PES izliyormuşum gibi hissediyorum. Bir insan nasıl bu kadar rahat gol atar anlamıyorum. Gerçi atak da harika gelişti, klasik bir Barcelona hücumu oldu. Iniesta çok zarif bir topuk pası verdi, Messi de çok net vurdu. Şutu atarken önünde kaleci hariç 3 kişi var ama sanki daha ayağından çıkmadan önce topun kimseye çarpmayacağını hissediyorsunuz. Gerçekten değişik bir adam.

Aslında geçen sezonun tarihe geçen Barcelona'sını bir süredir görmüyorduk, bu gece geri döndüler. Canları futbol oynamak istemişti, en güzelini oynadılar. Zlatan'ın pasıyla gelen Krkic golü farkı dörde çıkardı ama hiç abartmıyorum, gerçekten 10 olabilirdi.

Belli ki Barcelona "Bernabeu" havasına şimdiden girmiş.

"Special"



Chelsea 0-1 Internazionale


Maç yazısına Star Tv’nin kulaklarını çınlatmadan başlamak olmaz. İki yabancı takımın maçını meyhanede izlemek zorunda kaldım. Yedikleri küfürler ve beddualardan belinin doğrulabileceğini sanmıyorum. Bu kafayla devam etsinler bakalım ne olacak, ne kazanacaklar. Hatta Şampiyonlar Ligi finalini de D-Smart’dan versinler, belki o zaman alırız.

Inter’de Eto’o-Pandev-Milito-Sneijder, Chelsea de ise Drobga-Malouda-Anelka-Lampard-Ballcak gibi hücum potansiyeli yüksek oyuncular sahadaydı ama beklediğimiz hücum zenginliğini pek görmedik. Özellikle ilk devre yoğun bir Chelsea baskısı ve gol pozisyonları bekliyordum ama Inter buna hiç müsade etmedi. Sadece ilk devrenin son 10 dakikasında biraz bunaldılar ama başta Samuel olmak üzere Inter savunmasının kusursuz performansı Chelsea’ye gol şansı vermedi. Mourinho’nun Inter’i zaten istediği zaman bunu çok iyi yapıyor, dün de tur atlamayı çok istiyorlardı. İlk devre rakip kaleye onlar da pek gitmedi ama Chelsea’nin gelmesine de izin vermediler.


İkinci devre oyunun kontrolü tamamen Inter’e geçti, Chelsea rakip savunmayı hiç zorlayamadı. Julio Cesar’a adam gibi top bile gelmedi. Ballack-Joe Cole ve Zhirkov-Kalou değişiklikleri de Inter’in işine geldi, orta sahaya tamamen hükmetmeye başladılar. Düşünsenize, maç sonunda ekrana yansıyan topa sahip olma oranlarında deplasmanda oynayan Inter’in üstünlüğü vardı. Bu çok sıradışı bir olay. Oyuncu değişikliklerinden sonra oyunu tamamen kontrol etmeye başlayan Inter’de Sneijder sazı eline almaya başladı, önce Milito’yu sonra da Pandev’i pozisyona soktu ama gol gelmedi. 3. denemesinde ise Eto’o uzun pası harika kontrol etti ve çok düzgün vurdu. Golden sonra da Inter taraftarlarının kutlamaları başladı.

Hem Inter daha üstün bir oyunla kazanarak turu geçtiği için, hem de en sonunda bir İtalyan takımı bir İngiliz takımını Şampiyonlar Ligi dışına ittiği için gayet mutluyum. Bu turu geçmek adına Inter ligde çok şey kaybetti ama o kaybettiği puanların karşılığını dün akşam aldı. Real Madrid ve Chelsea kupanın dışında kaldı, hayalimdeki Barcelona-Inter finali de bir adım daha yaklaştı..

15 Mart 2010 Pazartesi

Hafta Sonu


Fenerbahçe, Formula 1 ve Diyarbakırspor’u hafta sonundan ayrı tuttuk, kalanları da yine kısa kısa not edelim. Fenerbahçe ve Diyarbakırspor’u yazdıktan sonra Süper Lig’den bahsetmek içimden gelmiyor, direkt Avrupa’ya geçeceğim.

* Pazar akşamını Barcelona ve Real Madrid renklendirdi. Barcelona Valencia karşısında ilk devre zorlandı ve kalesinde pozisyonlar da gördü ama ikinci devre sahneye Messi çıktı. Attığı 3 gol de mükemmel. İlk golde attığı son çalımı, göstere göstere attığı ikinci golü ve son goldeki vuruşunu defalarca izleyebilirim. Barcelona 1-0 öndeyken Zigic inanılmaz bir gol kaçırdı, o dakikada gelecek bir beraberlik işi çok zorlaştırabilirdi. Bu pozisyondan kısa bir süre sonra da Valencia 10 kişi kaldı ve maç da orada bitti.

* Real Madrid maçında üçü Higuain’den olmak üzere 4 gol izledik ama dikkatleri çeken futboldan çok tekmeler oldu. Hakemin bazı kararlarına sinirlenip iyice pisleşen Valladolid oyuncuları maç boyunca tekme attılar, en acımasızı da Ronaldo’ya denk geldi. Antipatik olup sürekli nefret toplayınca bazı vahşi futbolcular o şekilde ceza kesebiliyorlar. Real Madrid puan kaybetseydi çökebilirdi, çok kritik bir maç kazandılar.

* Inter Muntari’nin akıl almaz aptallıkları ile Catania deplasmanında kaybettiken sonra Milan da son dakikada Seedorf’un attığı mükemmel golle kazanınca fark 1 puana indi. Chelsea eşleşmesi Inter’e çok şey kaybettirdi, Serie A’dan tamamen kopmuş gibiler. Elenirlerse çok rahat şampiyon olacaklardır ama devam ederlerse karşılarında birçok farklı güç varken işleri gerçekten zor. Inter’in şampiyonluk kaybetmesi kariyerinde önemli bir leke olacaktır ama zirveyi bırakmayacaklarına inanıyorum. Juventus ise sürünmeye devam ediyor, Siena karşısında 10. dakikada üç farkı yakaladılar ama kazanamadılar.

* İngiltere’de ilk 3 takımın şampiyonluk, arkadan gelen 4 takımın da Şampiyonlar Ligi mücadelesi aynı hızda devam ediyor ve uzaktan izleyen bizlere de keyif veriyor. Zirvedeki 3 takım da bu haftayı kayıpsız atlattı. Chelsea ve United sahalarında Rooney ve Drogba'nın ikişer gol attığı maçlarda farklı kazanırken Arsenal Hull City deplasmanından 3 puanı alarak önemli bir iş başarmış oldu. Şu an lider United’ın 2 puan gerisinde bir maçı eksik Chelsea ile aynı puandalar. Hala işleri çok zor ama Arsenal’in şampiyon olmasını çok istiyorum. Bu arada Tuncay da yine olay çıkarmış. Pulis tarafından devre başında oyundan alınınca o da direkt stadı terk etmiş. Böylece bu yaz bizim medyada çıkacak transfer haberlerinin en popüler ismi de belli oldu.

* Almanya’da Hertha Berlin sahasında kümede kalma yolundaki rakiplerinden Nürnberg’e kaybedip şansını neredeyse sıfıra indirince olaylar çıkmış. Maç bitiminde taraftarlar sahaya inmiş, kameraları kırmış ve stadlarına da zarar vermiş. Polis olayları zor kontrol edebilmiş, 30 taraftarı da gözaltına almışlar. Böylece bizdeki “
Bakın, Avrupa’da da oluyor!”culara da gün doğdu.

Diyarbakırspor Meselesi


Bu haftaya da damgayı Diyarbakırspor vurdu, provakasyon kelimesi de artık inandırıcılığını kaybetti. Hafta sonunu yine kısa kısa toparlayacaktım ama konu fazla uzayınca ayrı bir başlık açayım dedim.

Ne olduğunu herkes biliyor, önemli olan bundan sonra ne olacağı. Herkesin ortak fikri Diyarbakırspor’un bir şekilde ligden düşürülmeyeceği ama aslında kurallar çok açık, çok net küme düşürülmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ben Fenerbahçe maçından sonra Diyarbakırspor Kümeye başlığını atmıştım. Ben o başlığı atarken siyaseti bir kenara bırakmış ve futbolun bu işlere alet edilmemesi gerektiğini söylemiştim. Senelerdir aynı muhabbet, “Diyarbakırspor’un küme düşmesi art niyetlilerin işine gelir, bölge için kötü olur”. Bölge yıllardır düzelmemiş, futbol ile mi düzelecek? Bu mudur tek çare? Hep şikayet ettiğimiz şeyi, futbolun başka işler için kullanılmasını ben destekleyemiyorum. Futbol hangi niyetle olursa olsun başka amaçlar için kullanılmamalı, bir oyun olarak kalmalı. Bölgeyi toparlamak için elimizde tek çare olarak futbol kaldıysa zaten hiç şansımız kalmamış demektir.

Dün Vali konuşuyordu, maçın devam etmesi gerektiğini söyledi ve suçu hakeme attı. Belli ki o da direktifi almış, Diyarbakırspor’u ligde tutmanın peşinde. Kurallar belli ve çok açık, maçın tatil edilmesi de doğru karar. Maçın tatil edilmesi için illa birinin hakemi ya da futbolcuları darp etmesi gerekmiyor. Maç devam edip de 90 dakika sona erdiğinde 2.000 kişi futbolculara saldırsaydı ne olacaktı? Onun hesabını Vali değil hakem verecekti. Bu işleri geçsinler.

Belediye maçının kalan süresi oynatılacaksa aynı mantığın Bursaspor maçı için de işlemesi lazım. Bu da çok açma olur. Trabzonspor-Sivasspor maçında uzatma dakikalarında çıkan daha basit olaylar sebebiyle maç tatil edilmiş ve Trabzonspor hükmen mağlup edilmişti. Pek inanmıyorum ama olması gereken iki maç için de hükmen mağlubiyet kararı verilmesi ve Diyarbakırspor’un küme düşürülmesi. Bu olursa sonrasında işler yine karışacak çünkü talimatlar her şekilde yorumlanabilecek şekilde yazılmış. Mantıken olması gereken daha önce oynadığı maçların da 3-0 tescil edilmesi ama Fenerbahçe ve Beşiktaş avantaj sağlayabileceği için yine gürültü çıkacaktır. Aksi olursa da bu iki takım haklı olarak Ankaraspor örneğini ortaya koyacaktır.
.
Süper Lig’in haline bakıp da iç çekmemek mümkün değil. Ankaraspor ile başlayıp Diyarbakır ile devam eden futbol dışı olaylar ligin içine etti. Belki de 3 takımın küme düştüğü bir ligde iki takım Federasyon kararıyla küme düşürülmüş olacak. Sivasspor, Manisaspor ve Denizlispor üçlüsünden ikisi bu şekilde kümede kalacak. Ligdeki tüm takımlar kurulların kararı ile 12 puan almış olacak. Bu tablonun ortaya çıkmasına emeği olanların eline..

Bahrain Grand Prix 2010 / Sakhir

Sonuç olarak mutlu eden ama seyir zevki olarak büyük hayal kırıklığı yaratan bir yarış oldu. Yakıt ikmalinin kalkması ile ağırlaşan araçların ve azalan pit stop’ların yarışları etkilyeceğini biliyorduk ama bu kadar keyifsiz hale getireceğini tahmin etmiyordum. Bütün yarış çok sıkıcı geçti, neredeyse hiç çekişme olmadı. Düşünsenize, yarışın en heyecanlı anı Vettel’in aracında problem olduğunu söylediği telsiz anonsuydu. Bunun haricinde yarış neredeyse başladığı gibi bitti. Son yıllarda geçişler iyice azaldığı için yarışların en çok zevk veren tarafı pit stop stratejileri ve taktik savaşları olmuştu ama bu sene o heyecanı da kaybettik. Lastikler uzun turlar boyunca dayanıp iyi de performans verince araçlar tek ve kısa bir pit stop ile yarışı bitirdiler. İleride belki daha zevkli yarışlar izleriz ama Bahreyn’in verdiği izlenim hiç iyi değil.

Testlerin yarışlara yansımasında farklılık olabileceğini söylemiştik, en büyük farklılığı Red Bull yarattı ve rakiplerinden çok daha hızlı bir görüntü verdi ama bilindik dayanıklılık problemleri yine kendini gösterdi. 15 tur kala aracında problem yaşayıp liderliği Alonso’ya kaptıran Vettel’e üzülmedim dersem yalan olur, iki Ferrari’ye geçilmesine tabii ki bir itirazım yok ama keşke en azından podyuma çıkabilseydi. Gerçi bu sorun yaşanmasaydı da Alonso Vettel’i geçebilirdi, hızlanmaya ve son 10 tur rakibini iyice sıkıştıracağını hissettirmeye başlamıştı.

En çok Massa’nın ikinciliğine sevindim, o ölümcül kazadan sonra ilk yarışında böyle bir sonuç alması çok güzel. Yarışı onun kazanmasını tercih ederdim ama start anında yerini Alonso’ya kaptırdı. Sonrasında da benzin sarfiyatında problem yaşamış ve bu sebeple fazla zorlayamamış. Alonso’nun Ferrari ile ilk yarışını kazanması da mutluluk verici. Son 2 senedir, özellikle McLaren’in hırsızlık olayındaki tavrı ile Alonso’ya olan nefretim gitmişti. Onun da biraz daha düzgün bir adam olduğu ortada, Ferrari öncesinde de bana eskisi kadar itice gelmemeye başlamıştı.


Kırmızı kask ile yarışan Schumacher’in ilk yarışında podyum yapmasını isterdim ama bir problem yaşamadan yarışı bitirdiği için memnun oldum. Önümüzdeki yarışlarda mutlaka hızlanacak ve zirveye oynayacaktır, ona birkaç yarış için müsade etmek gerekiyor.
.
Red Bull dayanıklılık problemlerini çözerse zirveyi çok zorlayabilir. Bu daha ilk yarıştı, takımlar hala araçlarını geliştiriyorlar. Testlerde görüldüğü gibi Ferrari şu an en iyi takım ama takımlar hakkında daha net bir şeyler söylemek için 3-4 yarış daha beklemek gerekiyor. Zaten şu an takımların durumunun ne olacağından çok yarışların eski heyecanı verip vermeyeceğini düşünüyorum. Ferrari’nin duble ile başlaması muhteşem ama yarışın sıkıcılığından dolayı buna bile çok sevinemedim. Bu kadar iyi pilotun ve birbirine yakın araçların olduğu bir sezon yeni kurallar sebebiyle zevksiz geçerse çok yazık olacak.

Gençlerbirliği 0-0 Fenerbahçe


Bu rezil maç hakkında ne yazılır bilemiyorum. Fenerbahçe için belki de sezonun en kritik maçıydı ama belli ki kimse bunun farkında değildi. Hem Antalyaspor galibiyeti sonrasında gelecek bir galibiyet takımı ayağa kaldıracaktı, hem de rakiplerin nispeten zayıf rakiplere oynadığı hafta kayıpsız geçilecekti. Gençlerbirliği özellikle ilk devre futbol oynamaya hiç niyetli değildi, beraberlik için sürekli kapandılar ama Fenerbahçe'nin yetersizliği ikinci devre onları biraz cesaretlendirdi. Bu bile maçın azıcık keyif vermesine yetmedi. Temposuz ve çok zevksiz bir 90 dakikayı neredeyse zorla izledim. İki iddiasız takımın maçı gibiydi. Özetlerde pozisyondan çok fauller ve kartlar gösterildi. Ankara’daki taraftara üzüldüm, uzatma dakikaları da dahil olmak üzere maç boyunca hiç susmadılar. Onlardaki inancın yarısı bile futbolcularda yoktu.

Fenerbahçe'nin maçın başında Deivid ve sonrasında da Bilica ile girdiği iki net pozisyon var, bir de ikinci yarıda Gökhan'ın direkten dönen kafa vuruşu. Gençlerbirliği'nin de birkaç şutu oldu, ben başka da bir şey hatırlamıyorum. Cumartesi akşamım boşa gitti diyebilirim, izlemesem de birşey kaybetmezmişim. Fenerbahçe'nin orta sahasında oynayan beş oyuncunun dördü kötü olunca topu ileri taşımak mümkün olmadı, ben Gökhan Ünal'ı maç boyunca çok az gördüm. Wederson, Deivid, Mehmet Topuz ve Cristian'ın bir katkı yapmadığı orta saha nasıl bir şeyler üretebilir ki? Üretemedi işte, temposuz paslaşmalar ve karşılıklı top kayıplarıyla 90 dakika geçti gitti. İş sadece Andre Santos'un yaratıcılığına ve Gökhan'ın temposuna kaldı ama oradan da bir şey çıkmadı. Bu arada Gökhan Gönül'ün yıldızlaştığı günden beri hala iyi orta yapmayı öğrenememiş olması da canımı sıkıyor. Avrupa'nın en iyi 2-3 sağ bekinden biri olabilecek potansiyeli var ama "ben oldum" diye düşünmeyi bırakıp kendini biraz geliştirmesi gerekiyor

Ben sezonun ilk devresinde Cristian'ı beğeniyordum, o yüzden bir süredir izlediğim kötü performansını kaldırabiliyorum. Ondan umudumu çok çabuk kesmem. Ama Wederson belli ki o 2007-2008 sezonunu bir daha yakalayamayacak, Deivid toparlanamayacak ve Bilica da sanırım hiçbir zaman büyük takım oyuncusu olamayacak. En çok üzüldüğüm şey ise Semih'in bitik hali, yürüyecek hali yok.

Bu kötü maçın hakemini konuşmanın ne kadar anlamı var bilmiyorum ama o da gerçekten rezil bir yönetim gösterdi. Wederson'a çıkmayan sarı kart geçen hafta Alex'e çıkan kırmızı kartı bir kez daha sorgulattı. Gökhan Gönül’e gösteremediği sarı kart, Emre'ye gösterdiği sabır, vermediği fauller, Gençlerbirliği'nden Aykut'un yaptığı insanlık dışı faule çıkmayan kırmızı kart, Gökhan Ünal'a yapılan müdaheleye çalınmayan penaltı ve daha birçok anlamsız kararı ile maça damga vurmamış olması iki takımın kötü futbolu sayesinde oldu. Bu arada aklıma geldi, kaleci Serdar ne kadar aptalmış ki son dakikada Gökhan Ünal'ı itiyor. Top oyunda, Gökhan biraz tiyatro yapsa belki de hakemi kandıracak ve penaltı olacak.

Bu takımın nereden nereye geldiğine inanmakta hala güçlük çekiyorum. Devre başında puan kaybederken bile taraftarını tatmin eden takım ile Cumartesi akşamı izlediğim takımın aynı olduğuna inanmak çok zor. Şampiyonluk inançlarını belli ki çoktan kaybetmişler, yapabileceklerine inanmıyorlar. Bizler şampiyonluğu kaybetmeyi kabul edemiyoruz ama sanki futbolcular şimdiden kabullenmişler. Bundan sonra umudum var mı? Normal şartlarda yok ama rakipler heveslendiriyor. Onlar da kötü, eminim yine hevesleneceğimiz bir hafta gelecek ama futbolcuların bu umutsuz hali devam ettiği sürece bizler de en fazla haftalık hevesler yaşayabileceğiz..

12 Mart 2010 Cuma

Tv'de Futbol / 12-15 Mart

.
12 Mart Cuma
18:00 Cska Moscow – Amkar / Spormax
20:00 Gaziantepspor – Trabzonspor / Lig Tv
21:30 Schalke – Stuttgart / Trt 3
21:45 Catania – Inter / Ntv Spor
.
13 Mart Cumartesi
14:45 Tottenham – Blackburn / Spormax
16:30 Mönchengladbach – Wolfsburg / Trt 3
17:00 Chelsea – West Ham / Spormax
19:00 Gençlerbirliği – Fenerbahçe / Lig Tv
19:30 Hull City – Arsenal / Spormax
22:00 Lyon – St. Etienne / Kanal A
22:00 Corinthians – Santo Andre / Spormax
23:00 Sevilla – Deportivo / Ntv Spor
.
14 Mart Pazar
15:00 Bursaspor – Manisaspor / Lig Tv
15:30 Mancester United – Fulham / Spormax
16:00 Juventus – Siena / Ntv Spor
16:30 Hoffenheim – Werder Bremen / Trt 3
18:00 Sunderland – Manchester City / Spormax
18:00 Lille – Grenoble / Kanal A
18:30 Bayer Leverkusen – Hamburg / Trt 3
19:00 Galatasaray – Ankaragücü / Lig Tv
20:00 Barcelona – Valencia / Ntv Spor
22:00 Valladolid – Real Madrid / Ntv
22:00 Santos – Palmeiras / Spormax
22:00 Toulouse – Marseille / Kanal A
.
15 Mart Pazartesi
20:00 Denizlispor – Beşiktaş / Lig Tv
22:00 Liverpool – Portsmouth / Spormax

Yeni Beste



Böyle şeylerle normalde uğraşmam. Bu işleri daha çok Beşiktaş'lılar sever ama buna gerçekten çok güldüm ve sadece paylaşmak istedim. Sözler şöyle;

Saldır
Cimbom
Okey
Let's Go
Oleey... Oleey..

Bu ne ama yahu..

Edit: Eski bir tezahuratmış ama değişen bir şey yok, yine de çok komik.

Formula 1 - 2010 Sezonu


Ve Formula 1 2010 sezonu bu hafta sonu Bahreyn GP ile başlıyor, hatta bugün başladı diyebiliriz. Yarışlara ilgi son yıllarda ciddi anlamda düşmüştü, birçok kişi Formula 1’i takip etmeyi bıraktı. Geçtiğimiz sezon Formula 1 tarihinin en zevksiz sezonlarından biri olunca da ilgisizlik iyice tavan yaptı.

Ama bu sezon çok farklı olacak gibi gözüküyor. Tabii ki en önemlisi Schumacher’in pistlere dönmüş olması. Bu sezon takım sayısı da arttı, pistlerde 12 takım ve dolayısıyla 24 araç yarışacak. Önemli kural değişiklikleri de yapıldı. En önemlisi yarış içinde benzin ikmalinin kaldırılmış olması. Bu değişiklikle araçlar yarışa ciddi bir ağırlıkla başlamış olacaklar. Pit stop’larda sadece lastik değişimi yapılacağı için lastikleri korumak da artık çok daha önemli. Bu sezon puan sistemi de tamamen değişti, artık yarış kazanmak ile ikinci olmak arasında çok fark var. Aynı zamanda ilk 8 araç yerine ilk 10 araç puan alacak. Puanlama 25-18-15-12-10-8-6-4-2-1 şeklinde yapılacak. Bu değişiklik benim hoşuma gitti, en azından iki sezon önce Massa’ya olduğu gibi en çok yarış kazanan pilot büyük bir ihtimalle sezonu üzgün bitirmeyecek.
.
Takımların performansları sezon başı testleri itibariyle birbirlerine yakın gözüküyor ki sezonun zevkli geçeceğini düşünmemin en önemli sebeplerinden biri de bu. Geçtiğimiz sezonun başında yapılan testlerde Brawn GP yaptığı derecelerle sezonu domine edeceğini göstermişti ama bu sene ortada öyle bir durum yok. Yine de bir sıralama yapmak gerekirse takımların şu an ki durumunu Ferrari-McLaren-Mercedes olarak sıralayabiliriz ama söylediğim gibi takımların şu an ki durumları birbirlerine çok yakın. Bu 3 takımı ise Red Bull takip ediyor ama şampiyonluk şansları yok.
.
Ferrari geçtiğimiz sezon fişi erken çekmiş ve 2009 aracını geliştirmeyi bırakmıştı. Bu sezonun aracı üzerinde çalışmaya erken başlamalarının avantajını özellikle sezon başında iyi kullanacaklar gibi gözüküyor. Lastik korumanın çok önemli olduğundan bahsettim, Ferrari de bu noktada iyi iş çıkarmış gibi duruyor. Lastikleri sağlam tutmak, tur zamanlarını fazla düşürmeden çok daha fazla tur atmak ve hatta rakiplerden daha az pit stop yapmak anlamına geliyor. Son yıllarda geçmişi aratan dayanıklılık sorunu da ortadan kalkmış gibi ama tabii ki sezon içinde testlerden çok daha farklı şeyler görebiliriz. Yine de testler sezon için önemli ipuçları veriyor ve o testler de Ferrari’nin hız ile birlikte dayanıklılık konusunda da çok iyi bir noktaya geldiğini gösteriyor. Zaten iki dünya şampiyonluğu yaşamış olan Fernando Alonso da F10’un şu ana kadar kullandığı en iyi araç olduğunu söylüyor.

McLaren testlere çok iyi başlamasa da zaman geçtikçe çok daha iyi işler çıkarmaya başladı. Ferrari ile aralarında çok büyük fark olduğunu söyleyemeyiz, onlar da sezona fazlasıyla hazır gözüküyorlar. Sezonun başlamasına kısa bir süre kala yeni bir arka kanat kullanmaya başladılar ve bu kanat kurallara aykırı olduğu gerekçesiyle rakiplerden tepki aldı. FIA ise bu parçaya dün onay verdi ve diğer takımlar da bu kanat sistemini kopyalamaya mecbur oldukları yönünde açıklamalar yaptılar. Biraz geçtiğimiz sezonun difüzör tartışmalarına benziyor ama bu parçanın ne şekilde bir avantaj sağladığını açıkçası çok bilmiyorum.
.
Geçtiğimiz sezona damga vuran Brawn GP bu sezon Mercedes çatısı ve adı altında yarışıyor. Şimdilik Ferrari ve McLaren’in biraz gerisinde gibiler ama özellikle Schumacher ve tabii ki Ross Brawn faktörüyle sezon ilerledikçe çok da geride kalmayacaklarını rahatça söyleyebiliriz. Schumacher de testlerin başındaki açıklamalarının aksine gün geçtikçe aracın performansından daha memnun olduğunu söylüyor. Tur zamanları hala biraz geride gibi ama görünen o ki Mercedes’in neler yapabileceğini henüz tam olarak görmedik.


Schumacher, Alonso, Massa, Hamilton, Button ve hatta Vettel.. Bu üst düzey pilotları birbirlerine yakın performansa sahip araçlar üzerinde izleyeceğiz. Bu sezon belki de şahit olacağımız en güzel ve en heyecanlı sezon olacak. Pazar günlerimi yarışlara göre programlamayı özlemiştim, birçok kişi gibi ben de o eski heyecanı hissetmeye başladım..


Not: Bu yazıya antremanlar öncesinde başlamıştım. Bahreyn’de günün antreman sonuçları ile değerlendirmelerini burada ve burada görebilirsiniz.

Patrona hayır demek zor di mi?

Olay şöyle oleyyo:

Efendim, Real Madrid - AC Milan CL müsabakası öncesinde kolpadan bir gece düzenlenir. Birtakım işbirlikçiler sayesinde, babalar kızlarını (onlar da haliyle erkek arkadaşlarını), patronlar çalışanlarını, gazetecilerini, hocalar öğrencilerini vs. pek sofistike (=gıcık) bir şiir/klasik müzik konserine gitmeye ikna ederler. Ne var ki maç gecesi 8 buçukta başlayacaktır gösteri...

Heineken İtaly Activation from Kreatif360 on Vimeo.

Ben bunu yeni gördüm, o sebeple başka bloglarda verildiyse filan baştan özür pişti için, lakin feci başarılı bulduğumdan birçok yerde olmasında problem yok diye düşünüyorum...

11 Mart 2010 Perşembe

Bu Takım


"Fenerbahçe taraftarı nasıl bir takım görmek ister?" sorusunun cevabı Fenerbahçe Acıbadem'dir.

Fenerbahçe Acıbadem 3-0 Zarechie Odintsovo

Fenerbahçe Acıbadem, Indesit Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi'nde Final Four'a kaldı. Yine set vermeden..

Fenerblog


Bir araya toplanmak güzel, böyle oluşumları çok severim. Mesela eskiden bir Fenerlist vardı, çok güzel işlere imza atmıştı. Umarım Fenerblog yazılarımızı okutup hit arttırmaktan ya da reklam alıp para kazandırmaktan öteye geçip Fenerbahçe için faydalı işlere imza atar, farklı projeler üretir. Böyle işlere maddi manevi destek bulmakta zorlanmayacaklarından eminim.

Hayırlı olsun.

Süper Lig'de Çarşamba


Dün İstanbul’da iki erteleme maçı oynandı. İlk maçta Kasımpaşa deplasmanında gizli lider Bursaspor rahat kazandı. İzleyemedim ama Kasımpaşa sezonun en kötü futbolunu oynamış, komik de goller yemiş. Skor çok daha farklı olabilirmiş. Bursaspor da iyice havaya girdi, hatta bazılarına göre şu an şampiyonluğun en büyük adayı onlar. Gerçi Süper Lig’de şampiyon sürekli değişiyor. 1 ay önce fikstür avantajıyla beraber en büyük aday Fenerbahçe’ydi. Geçtiğimiz hafta Galatasaray şampiyonluğunu ilan etti. Dün akşama doğru Bursaspor fikstür avantajıyla şampiyonluğun en büyük adayı oldu, birkaç saat sonra ise yine fikstür avantajıyla Beşiktaş bir adım öne geçti. Önümüzdeki haftalarda Trabzonspor ve hatta Kayserispor’dan da şampiyonluk bekliyorum.

Beşiktaş da dün akşam çok zorlanmadan kazandı, eksik İBB rakibini zorlayamadı. İlk devreyi izleyemedim, sadece golü gördüm. Ofsayt ile alakası yok. İkinci devreye de biraz baktım, İBB tam baskı kurmaya başlarken Beşiktaş’ın ikinci golü geldi. Belediye 1-2 net pozisyon yakaladı ama Beşiktaş maçın sonunu çok da zorlanmadan getirdi. Bilet fiyatlarındaki indirimin yaradığı tribünler de keyifli bir gece geçirdi. Demirören protestoları da neredeyse tamamen bitti, zaten aksini bekleyenlerin sayısı da fazla değildi. Bu işler böyle, birkaç maç kazanınca sesler kesilir. Geriye düşünce aynı sesler tekrar stadı inletir ama o saatten sonra da bir işe yaramaz, komik gözükür.



Aslında ben bu yazıya Abdullah Avcı için başlamıştım ama maçlara da bir ufak değinmiş olduk. Abdullah Avcı’yı ne çok severim, ne de nefret ederim. Fenerbahçe’yi hep çok zorladı, puan aldığı takımların birçok taraftarı gibi ben de bize karşı farklı hazırlandığını düşünürüm. Zaman geçirmek için yere yatmak normal ama onlar bu işi biraz abartır, tribünden çok küfür yer. Beşiktaş taraftarları da zamanında aynı şeyi çok yaşadığı için dün bu konu üzerine çok gittiler. Abdullah Avcı saha dışında ise genelde terbiyeli ve düzgün bir görüntü sergiler. Belki Trabzonspor maçını biraz ayırmak gerekir ama genelde ne dediğini bilir, iyi konuşur ve aklı başında davranır. Aynı Abdullah Avcı dün maçın ikinci devresinde bir pozisyonda kameralara kötü yakalandı. Muhtemelen hakeme, ona değilse bile bir futbolcuya ana avrat küfür ediyordu. Ağız okuma uzmanı olmaya gerek yok, ne dediği çok net anlaşıyordu. Maçı izleyen herkes bunu görmüştür. O görüntü Abdullah Avcı’nın bugüne kadar sergilediği profile hiç yakışmadı.

Bu arada bir yakışık olmayan görüntü de İnönü Stadı protokol tribününün ikinci golden sonra coşkulu bir şekilde “Abdullah Avcı yere yatsana” tezahuratını yapmasıydı. Orası protokol tribünü, hareketlere biraz dikkat etmek gerekiyor.