29 Eylül 2010 Çarşamba

Auxerre 0-1 Real Madrid

Şampiyonlar Ligi maçları sonrasında eskiden bloglarda sanki daha çok yazı olurdu. Maçları izlemek artık iyice zorlaştı, izlenmeyen maçların da yorumu haliyle olmuyor. Ben Auxerre-Real Madrid maçını izleyebildim, kısaca maçı not edeyim. Aman bir yanlış anlaşılma olmasın, tabii ki D-Smart almadım. Evinde olan bir arkadaşıma misafir oldum. Çok da güzel bir maç olmadı, belki de gecenin en tatsız maçıydı. Sadece bu maçın yayınında, diğer maçlarda gol oldukça o tarafa bağlanıyorlardı, aksi takdirde Auxerre-Real Madrid maçını herhalde 90 dakika izleyemezdim.

Jose Mourinho’nun kadro tercihi merak ediliyordu, bir tek Benzema’nın yerinin garanti olduğunu söylemişti. Sahaya çıkan 11’de bazı değişiklikler vardı, Carvalho yerine savunmanın göbeğine Ramos geçmiş, ondan boşalan yeri de Arbeloa doldurmuştu ama asıl değişiklik orta sahadaydı. Di Maria ve Mesut kulübedeydi. Muhtemelen maçın Fransa’da olması sebebiyle de Lass ve Benzema bu iki oyuncunun yerine oynuyordu. İlk devre top hakimiyeti Real Madrid’deydi ama kötü bir futbol sergilediler. Özellikle Ronaldo rezaletti. Bir iki pozisyon buldular ama bunlar da organize atakların sonucunda gelmemişti.

İkinci devre Mourinho’dan beklenen müdaheleler gelmeye başladı. Önce Benzema’nın yerine Mesut girdi ve Real Madrid klasik formatına döndü. Oyunun şekli biraz daha değişti ama Lass, Xabi ve Khedira’dan oluşan orta saha üretken olmak için yeterli değildi. Zaten ben Lass’a o kadar dakika nasıl dayandığını anlayamadım, belki 10’dan fazla saçma sapan top kaybı yapmıştır. Sarı kartı gördükten sonra üzerine 1-2 faul yapınca Mourinho da dayanamadı ve onun yerine Di Maria’yı alarak Carvalho haricinde ideal 11’e dönmüş oldu. Baskı iyice arttı, Auxerre tamamen kapandı. Golün öyle ya da böyle geleceği hissediliyordu. Gerçi ani bir Auxerre hücumunda Pepe neredeyse kendi kalesine çok şık bir kafa golü atıyordu ama top direkten döndü. Bu pozisyondan sanırım 3-5 dakika sonra da Mesut’un ceza sahasına gönderdiği topa Di Maria’nın yaptığı net vuruş Real Madrid’e galibiyeti getirdi. 86. Dakikada, oyunun bitmesine uzatmalarla beraber 10 dakika gibi bir süre varken Higuain yerine diğer Diarra oyuna girince, kuponum yatacak olmasına rağmen Real Madrid’in gol yemesini istedim ama Aykut’u cezalandıran futbol oyunu ne yazık ki Mourinho’yu cezalandırmadı.

Espanyol ve Levante maçları ile beraber Real Madrid’i Mourinho ile izlediğim üçüncü maç bu oldu ve yine beğenmedim. Takımın tüm saldırganlığı gitmiş gibime geldi. Dün özellikle Ronaldo tanınmayacak haldeydi, ayakta duramıyordu. Yaptığı olumlu bir şeyi hatırlamıyorum. Kaydı düştü, yanlış tercihler yaptı, hatalı paslar attı ve çok farklı dışarı giden şutları oldu. Suratından ruh halinin de pek iyi olmadığı anlaşılıyordu. Bu halleriyle Barcelona’yı Pellegrini kadar bile zorlayamayabilirler ama neticede bahsettiğimiz takım Real Madrid, başındaki adam da Jose Mourinho. Mutlaka çok şey değişecektir.

28 Eylül 2010 Salı

Championship Manager 01/02


Eskiden ben de bir “CM” manyağıydım. İş yok, yapacak bir şey yok, sorumluluk yok, e biz de günlerce başından kalkmadan oynayabiliyorduk. Yola Championship Manager 2 ile çıkmıştım, CM efsanesinin FM kostümünü giydiği dönem benim iş hayatıma başladığım zamanlara denk gelince de oyundan koptum. Seri içinde favorim ise her zaman CM 01-02 olmuştu.
.
Meğer oyun 2009 Ocak ayında ücretsiz olarak resmi sitesinden indirilebilmeye başlamış. Update işi ile uğraşan kişiler de sağolsunlar kadroları güncellemişler, lig formatlarını düzenlemişler.
.
Bu efsane oyunu günümüz kadrolarıyla oynamak isteyenler önce bu linkten oyunu indirmeliler.
.
Daha sonra sırasıyla buradan 3.9.68 patch’ini, buradan tapanipatch 2.18’i ve son olarak da buradan Eylül itibariyle güncellenen kadroları indirip kurmak gerekiyor. Korkmayın, çok uğraştırmıyor.
.
.
Edit: Şampiyonlar Ligi formatı eski sistemmiş. Canım biraz sıkıldı ama olsun, yine de deliler gibi oynuyorum.

Kasımpaşa 2-6 Fenerbahçe

Ali Sami Yen stadına ben de veda edebilmek isterdim, benim de orada birçok hatıram var ama bunu engellediler. Pazar günü biletimi alacakken küçük beyinlerin yarattığı uygulamayı duydum. Dünyanın herhangi bir yerinde futbol seyircisinin maça gelmesini engellemeye çalışan yöneticiler olduğunu sanmıyorum. Bir Süper Lig maçı oynanıyor ve tribünlerin yarısına seyirci alınmıyor. Bunu bir spor kulübü, mantıklı bir sebebi olmadan talep ediyor ve basiretsiz Federasyon da bu isteğe olur veriyor. İşin bir diğer can sıkıcı yanı da futbol sevgisi hakkında romantiklik yapmayı çok sevenlerin bu rezilliğe ses çıkarmıyor olması..
.
Kasımpaşa’nın hali ortada. Ben de bu maçta fark bekliyordum ama o haldeki takımların ne kadar tehlikeli olabileceğini daha önce Fenerbahçe özelinde çok gördüğüm için aynı zamanda tedirgindim. Kim ne derse desin rakip takımın başında Yılmaz Vural’ın olması da insanı ürkütüyor, neticede Fenerbahçe karşısındaki galibiyet yüzdesi Beşiktaş ve Galatasaray’dan daha fazla olan bir adamdan bahsediyoruz. Erken gol ve Fenerbahçe’nin takım savunmasındaki aksaklıkları görünce kısa süreli bir kabus gördüm ama Ersen Martin sağolsun bizi o kabustan kurtardı. Kasımpaşa’nın iki gol bulduğu ve daha fazlasını da atabilecekmiş gibi göründüğü dakikalarda Bilica’nın rezil futbolunun payı çok fazla, maçtan önce alkol almış gibi bir hali vardı ama tek sebep de onun ve Andre Santos’un görüntüsü değildi. Kasımpaşa elini kolunu sallayarak orta sahayı geçebiliyordu. Emre ön tarafa çok yakındı ve Selçuk orta sahanın yükünü tek başına çekmeye çalışıyordu ama yetmiyordu.
.
İkinci devre Aykut Kocaman’ın oyuna çok net bir şekilde müdahele etmesi beni sevindirdi. İki oyuncu değişikliği de çok doğruydu, Emre de biraz daha orta sahaya yardım etmeye başladı ve oyun normal seyrine döndü. Fenerbahçe çok da zorlamadan 3 gol daha buldu, biraz daha sıksa daha fazlası da olabilirdi.
.


Bir Fenerbahçe taraftarı olarak takımda bir forvet görmek kadar güzel bir şey yok, artık biz de gol atabilen bir forvet izleyebiliyoruz. 5 senedir yaşadıklarımızdan sonra bu bizler için çok şey ifade ediyor. Dia Beşiktaş maçından sonra bu maçta da göze girdi, özellikle ilk yarı çok etkili oynadı. İstediği zaman rakibin yanından basıp geçti. Yobo hakkında konuşmak için daha erken, tek devre üzerinden yorum yapmak da çok mantıklı değil ama ben çok iyi sinyaller aldım. Alex hakkında yine konuşmayacağım, bu olay üzerinde durmanın Fenerbahçe’ye zarar vereceğini düşünüyorum. Kaptan dün yine işinin gereğini yerine getirdi, onu izleyebildiğim için ne kadar şanslı olduğumu bana bir kez daha hatırlattı.

Fenerbahçe’nin iyi bir kadrosu olduğunu hep söyledim, söylemeye de devam edeceğim. Ama oyuncuların birbiriyle uyumu iyi değil, tam anlamıyla bir takım görüntüsü veremiyorlar. Yine hep söylediğim gibi Fenerbahçe hala verimsiz sezon öncesi hazırlık kampının sıkıntılarını çekiyor. Bazı şeyler oturdukça bu maçın ilk yarısında iyice göze batan savunma sorunları da ortadan kalkacaktır.

Bu bilet konusunda olanlardan sonra Ali Sami Yen stadyumuna böyle bir skorla veda etmiş olmak beni ayrıca mutlu etti, çok da güzel oldu. Herhalde sezon başından beri futbolcular da ilk defa evlerine huzurlu dönmüşlerdir. Bu takımın her şeyden önce kendine güvenmeye ihtiyacı var ve her ne kadar oynanan futbol çok çok iyi olmasa da ortaya çıkan skor bu açıdan mutluluk verici.

27 Eylül 2010 Pazartesi

İBB ve Üç Büyükler


Fenerbahçe veya Beşiktaş’ın İBB ile oynayacağı maçlar öncesinde herkes puan kaybına hazırlıklıdır ama Galatasaray maçları öncesinde çoğunluk Galatasaray’ın zorlanmadan galip geleceğini düşünür. Dün de farklı olmadı. Sahada ne yaptığını bilmez şekilde dolanan İBB ilk 15 dakikada yediği iki golle maça erken havlu attı. Ben de bu 15 dakikanın sonunda maçı izleyen birçok Beşiktaşlı ve Fenerbahçeli ile aynı şeyi düşündüm. “Bir Belediye klasiği”, “bir gün bize karşı oynadığı futbolu Galatasaray’a karşısında oynarken de görecek miyiz acaba” gibi şeyler dedim.

Şike iması yapmıyorum, o kadar sığ düşünmem. İBB’nin sergilediği performanstan rahatsız olan benim gibilere karşılık yapılan savunma da şike üzerinden olmamalı. Abdullah Avcı’nın Galatasaraylı olmasından dolayı bu maçlarda rakibine kasıtlı olarak kolay teslim olduğu fikrine katılmam ama kendisi üç büyüklere karşı ne şekilde konsantre oluyorsa takımı da o kadar konsantre olabiliyor.

Ben Fenerbahçe taraftarıyım. Mesela ben İBB’nin başında olsam, Galatasaray’a ya da Beşiktaş’a karşı oynayacağım hafta içinde bambaşka bir hale bürünürüm. Çok hırslarınırım, takımımı da hırslandırırım. Bu iki takıma karşı galip gelmeyi birçok maça kıyasla çok daha fazla isterim ve oyuncum da benden bu elektriği alır. Fenerbahçe ile oynayacakken de tabii ki kazanmak isterim ama o hafta içi takımı çalıştırırken ne kadar hırslı olurum, o galibiyetin hayalini ne kadar kurarım işte o tartışılır.

Abdullah Avcı ve Arif Erdem de muhtemelen Fenerbahçe ve Beşiktaş’a karşı takım hazırlarken çok daha hırslı oluyorlardır. Bu iki takımı mağlup etmeyi Galatasaray’a göre çok daha fazla istiyorlardır. Futbolcuların da başındaki insanlardan bu elektriği alması ve o maçlarda çok daha fazla mücadele etmesi normal. Kimsenin Galatasaray’a maç hediye ettiği yok, son dakikada beraberliği aldıkları maçta Abdullah Avcı’nın nasıl sevindiğini de hatırlıyoruz ama iki teknik adamın takımı Galatasaray maçlarına hazırlarken işlerini iyi yapamadıklarını da çok açık bir şekilde görüyoruz.

Bir sonraki karşılaşmada Abdullah Avcı’nın ve takımının Galatasaray’a karşı çok iyi konsantre olmak için artık iyi bir sebebi var, şike imaları. Sonuç ne olur bilemem ama Beşiktaş ve Fenerbahçe karşısında izlediğimiz İBB’yi o maçta en sonunda Galatasaray karşısında da görebileceğimizi düşünüyorum.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Deniz Çoban

Çalışıyorum, maçı izleyemedim ama olanları duydum. Verdiği kararda haklı olabilir ama adını duyunca birden ona karşı olan duygularım canlandı. "Şurada hakkımızı yedi, burada bizi yaktı" gibi bir dayanağım yok ama bu ülkede en çok nefret ettiğim hakem bu adam olabilir.

Evlat olsa sevilmez. Fırsat verseler bu adama sabaha kadar hiç sıkılmadan tokat atabilirim.

Teşekkürler..


Bu olay hakkında çok fotoğraf ve yorum gördüm. Duygular ve düşünceler çoğunlukla aynı, tekrar etmeye gerek yok. Ben de aynen katılıyorum ve Ujfalusi'ye bir bela da ben okuyorum.

Bu fotoğrafı ise az önce gördüm, meğer gördüğüm diğer fotoğraflar olayın ciddiyetini yeterince iyi göstermiyormuş. Gerçekten inanılmaz bir görüntü, Messi'nin futbol hayatı bitebilirmiş.

Şükretmek lazım. Artık Allah mı korudu yoksa futbol tanrıları mı bir trajediye izin vermedi bilmiyorum ama Messi'yi koruyan her neyse ona çok teşekkür ediyorum..

Fenerbahçe 1-1 Beşiktaş


Bu maçta Fenerbahçe'nin rakibi Beşiktaş değil de Galatasaray olsaydı muhtemelen ilk yarı 3-0 biterdi ve ikinci devrenin hiçbir anlamı kalmazdı. Maç sonu konuşulan şeyler de çok farklı olurdu. Volkan gereksiz yere penaltıya sebep olmasaydı da şu an çok başka yorumlar yapılacaktı. Beşiktaş'ın topa sahip olduğu ama buna Fenerbahçe'nin müsade ettiği, rakibe sadece yan pas yapma şansı verdiği ama kalesinde fazla pozisyon vermediği, rakip kalede ise pozisyonlar bulduğu anlatılacaktı. Ve muhtemelen Fenerbahçe'nin son yıllarda sıkça gördüğümüz şekilde kazandığı bir derbi olduğu söylenecekti. Ama penaltı geldi, Volkan hatasını telafi edemedi ve şimdi ortada konuşmamız gereken bambaşka bir maç var.

Maça Beşiktaş fena başlamadı. Orta alanda daha üstündüler ve topa daha fazla sahip oluyorlardı. Fenerbahçe ise maça tedirgin başlamıştı, tüm oyuncularda bir tedirginlik ve ürkeklik vardı. Selçuk ve Emre'nin pasifliği sebebiyle Fenerbahçe oyunun kontrolünü eline alamıyordu. Hatta 20. dakika civarında oyunun durduğu bir anda Alex ayrı ayrı bu iki oyuncunun yanına gidip onları toparlamaya çalıştı. Kısa bir süre içinde de Fenerbahçe biraz silkelendi. Beşiktaş'ın sert başladığı oyunda aynı derece sert olmaya, daha hareketli oynamaya ve topa da biraz daha fazla sahip olmaya başladılar. Tribün ile birlikte Beşiktaş üzerinde kurulan 3-4 dakikalık yoğun baskı sonucunda da gol geldi. Bu dakikadan sonra Fenerbahçe o klasik derbi formatına dönerek kontrollü oynamayı seçti. Elde Niang ve Dia gibi iki hızlı oyuncu olunca kontra ataklarda çok etkili oldu ve maçı kopartabilecek net pozisyonlar yakaladı ama değerlendiremedi.

Fenerbahçe'de ikinci devre Emre oyunda yoktu, sanırım bir rahatsızlığı varmış. Kısmetsizlik işte, Emre'nin kenara gelmesi oyunun gidişatını çok etkiledi. İlk devre golden sonra kontrollü oynarken pas yapabilen Fenerbahçe ikinci devre topa yine bir türlü sahip olamaz oldu. Orta saha üstünlüğü tekrar Beşiktaş'a geçti. Beşiktaş oyunu Fenerbahçe sahasına yıktı ama duran toplar dışında (Bu arada Guti herhalde ceza sahası çevresinden 15 duran top kullanmıştır. Cüneyt Çakır çok basit fauller çaldı. ) üretken olamadı. Toraman'ın kafası ve Volkan'ın aynı hücumda engel olduğu iki şut dışında pozisyon bulamadı.Fenerbahçe ise ilk devreye göre rakibini çok daha az tehdit edebildi ve dakikalar ilerledikçe belki biraz da yorgunluğun etkisiyle iyice geriye çekildi. Buna rağmen Alex ve Dia'nın yakaladığı iki pozisyon vardı ama yine gol çıkmadı. Maçın bitimine 5 dakika kala gelen penaltı ile de Beşiktaş 1 puanı kazanırken Fenerbahçe iki puanı kaybetti.

Schuster'in kadro tercihinin ve ikinci devre yaptığı oyuncu değişikliğinin hatalı olduğunu düşünüyorum. Skor böyle olunca muhtemelen fazla tartışılmayacaktır ama Nihat'ın 90 dakika oyunda kalması da, Aurelio'nun yerine Bobo'nun oyuna girmesi de bence çok yanlış tercihlerdi. Beşiktaş adına maçın adamı ise bence Ernst'dir, gerçekten mükemmel oynadı. Aurelio oyundan çıktıktan sonra sevinmiştim, ikinci devre rakibe verilen orta sahayı Fenerbahçe'nin tekrar ele geçireceğini düşünmüştüm ama Ernst buna neredeyse tek başına engel oldu. Guti ilk devre özellikle mağlup duruma düşene kadar çok etkiliydi. Son 20-25 dakika ise yoruldu ve basit top kayıpları yapmaya başladı. Daha sonra da kendini biraz daha geriye çekti, Ernst'i bu kez de daha sık onun önünde yer alırken gördüm. Quaresma ise Guti'nin aksine ilk devre çok etkisiz kaldı ve baya sinirlendi. Hatta aklıma direkt Keita geldi, Quaresma da takımını eksik bırakabilirdi. İkinci devre ise nispeten daha iyiydi, hücumda birkaç kez iyi işler yaptı. Bugüne kadar Beşiktaş bu iki oyuncunun sırtında gidiyor gibi bir durum var ve Beşiktaş'ı nereye kadar taşıyacaklarını ben de merak ediyorum. Bazı mevkilerde ise hala çok ciddi sorunlar var, özellikle arka tarafta. Ekrem, Zapo ve İsmail bu halleriyle çok yetersiz isimler.

Aykut Kocaman'ın çıkardığı kadroya söylenecek bir şey yok. Stoch ve Dia arasında seçim yapmak bir tercihtir ve Aykut Kocaman da bu tercihinde yanılmadı. Dia maçın Fenerbahçe adına en iyi oyuncusuydu. Umarım devamını getirir, beni maçta en çok memnun eden şeylerden biri onun bu performansıydı. Ama son 10-15 dakika normal olarak yoruldu. İşte tam o dakikalarda, mesela o son pozisyonu kaçırdıktan hemen sonra Dia yerine Stoch oyuna girseydi, iyice öne çıkan Beşiktaş ve ters tarafta oynayan sarı kartlı İbrahim Üzülmez karşısında o da çok etkili olabilirdi. Alex bence kötü değildi. Belki biraz durgundu ama onun da yakaladığı pozisyonlar oldu. Eşi maçın hemen öncesinde rahatsızlanmış ve ameliyata alınmış, bu da ayrı bir kısmetsizlik. Alex'in bu kadarını oynayabilmesini bile ben takdir ederim. Aykut Kocaman'ın Alex'i oyundan almasını bekliyorum. Benim ilk tercihim Dia-Stoch değişikliği olurdu, yine de Cristian-Alex değişikliğini de çok yanlış bulmuyorum. Ama nispeten daha iyi top kullanabilen Mehmet Topuz'u arkada bırakıp, savunması daha iyi olan diri bir Cristian'ı biraz daha önde, Alex'in bölgesine yakın oynatmak bence çok yanlıştı. Aykut Kocaman için inadına her şey çok aksi gidiyor. Yaptığı hatalar anında cezalandırılıyor, şans ona pek yardım etmiyor. Bu maçın sonunda yine haklı olarak çok eleştirilecek.

Beşiktaşlılar bu maçın sonunda daha mutlular. Aslında bu maç özelinde iki takımın moral seviyesinde bu kadar fark olmaması lazım ama uzun vadede daha umutsuz olan Fenerbahçe taraftarı bu maçın negatif etkisini hisseden taraf oluyor. Yoksa Fenerbahçe istediklerini belli ölçüde yapabildi. Öne geçti, sonra kapandı ve rakibe pozisyon vermedi. Aynı zamanda net gol pozisyonları buldu ama değerlendiremeyince de böyle oldu. Beşiktaş tarafı çok mutlu, Fenerbahçe tarafında ise hayal kırıklığı var. Bunda geçmiş de etkili. Beşiktaş yaptığı transferler sebebiyle son zamanların en motive dönemini geçiriyor ama diğer tarafta ben de dahil her Fenerbahçelide normal olarak geçen sezonun etkisi var. Sezon öncesi de sıkıntılı başladı, sakatlıklar ve geç kalan transferler sebebiyle takım bir türlü oturmadı. Böyle bir dönemde çok da zor bir fikstür denk geldi, iki deplasmanda 6 puan kaybedildi. Arka arkaya 2-3 galibiyet gelmediği için takımın kendine güveni de bir türlü yerine gelemiyor, aksine bu kayıplar her maç onları biraz daha baskı altına sokuyor.

Geçtiğimiz sezondan sıyrılabilmek için Fenerbahçe'nin üst üste birkaç maç kazanması gerekiyor. Ondan sonra bazı şeyler kesinlikle daha kolaylaşacaktır. Fenerbahçe'nin iyi bir kadrosu olduğuna hala inanıyorum ama işleri zorlaştırmak için camianın her bireyi elinden geleni yapıyor. Şu takım üst üste bir maç kazansa herkes rahatlayacak, bu takımın gücü de ortaya çıkacak ama bir türlü olmuyor. Aykut Kocaman da ciddi hatalar yapıyor ama işin başında hiç ışık vermeyen Zico gibi onun da bu hatalarını düzelteceğine inanmak, Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'de başarılı olacağının hayalini kurmak en güzeli. Ben de bu hayali kurmaya devam edeceğim..

.

.

Not: Şu saygı duruşlarından lütfen vazgeçilsin, en azından kimsenin tanımadığı kişiler adına yapmış olmak için yapılanlardan. Küfür edileceği çok belliydi. Neyse ki saygı duruşunda tüm tribün olarak küfür eden taraf Fenerbahçe olmadı.

17 Eylül 2010 Cuma

Devletin Televizyonu

Cuma 21:30 E.Frankfurt-Freiburg / TRT 3
Cumartesi 16:30 Bayern Münih-Köln / TRT HD
Pazar 16:30 St Pauli-Hamburg / TRT HD
Pazar 18:30 Schalke 04-Dortmund / TRT HD

Devletin televizyonu TRT’nin yayın haklarını satın aldığı Bundesliga’nın bu hafta sonu maç yayın programı bu şekilde. Yani devletin televizyonu benden kestiği paralar ile yayın hakkını aldığı maçları D-Smart üzerinden veriyor.

HD yayını D-Smart üzerinden vermeleri de bana yanlış geliyordu ama HD ile paralel olarak normal yayını açık kanaldan verdikleri için anlayabiliyordum. Bu hafta ise bu akşam oynanacak maç dışındaki maçlar “sadece” D-Smart denen o lanet platform üzerinden HD olarak yayınlanıyor.

Ayıptır.

Tabii devlet ne kadar devlet ki o devletin televizyonu işini doğru yapacak..

Zlatan


Zlatan Ibrahimovic frappe Rodney Strasser

Zlatan'ı hiçbir zaman sevmedim. İtici, gamsız, ukala ve kibirli bir herif ama gel gör ki bu adam Avrupa'da en sevdiğim iki takımda sırasıyla oynadı ve beni de maçlarını izlerken karışık duygular içnde bıraktı. Milan'a katıldığı için çok mutluyum, artık daha rahat bir şekilde ondan nefret edebileceğim. Benim tarafımdan bakınca tam bir tencere-kapak buluşması oldu.

Video ise ilginç. Oyuncular arasında bir şakalaşma olmadığı tekmeyi yiyen Strasser'in yüz ifadesinden gayet rahat anlaşılabiliyor. Sebep hakkında bir şey görmedim ama ya önceden olan bir şeyler var ya da Zlatan aklınca bir güç gösterisi yapıyor.

B
u hareketin benzerini bir gün Gattuso'ya da yapmasını gönülden diliyorum.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Bursaspor 0-4 Valencia CF

Bir sezonu daha tribünde her maç öncesi tüylerimi diken diken eden o Şampiyonlar Ligi müziğini televizyondan dinleyerek geçirmek zorunda olmak çok üzücü. Bu ligde yer almak gerçekten çok güzel bir şey. Bursaspor camiası da geçtiğimiz sezondan beri harika bir rüyayı yaşıyordu. Bu rüyayı en güzel ifade etme biçimleri ise ligin son maçlarından önce takım sahaya çıkarken çalan bu Şampiyonlar Ligi müziği olmuştu. Dün hayalini kurdukları anı yaşadılar ve o rüyadan uyandılar. Gerçek biraz sert bir tokat olarak yüzlerine çarptı. Bazı şeyler öyle dışarıdan gözüktüğü kadar kolay değil işte..

Yazdıklarımdan pek de üzgün olmadığım anlaşılmış olabilir. Üzülmedim ve üzülmüş gibi de davranamam. İçimden gelen bu, yapacak bir şey yok. Normalde Bursaspor camiasına karşı ekstra bir tavrım yoktu ama geçtiğimiz sezon içinde başlayan negatiflik, kazandıkları şampiyonluk sonrasında gördüklerim ile birleşince beni bu skordan memnun olur hale getirdi. Bunu sadece şampiyonluk mücadelesini kazandıkları için de hissediyor olabilirim, bilemiyorum ama sezon içinde de buna benzer bir şeyler yazmıştım. O zamanlar benim için tek sorun taraftarlarının tavrıydı ama sezon sonunda işin içine futbolcular ve yönetim de girdi. Taraftar bir yere kadar anlaşılabilir ama konu yöneticiler ve futbolcular olunca işler değişiyor. O büyük başarılarını hazmedemediler, sevinmesini bilemediler ve yakışıksız işlere girdiler. Dün Bursaspor'u desteklemeyi, duygusal olarak çok güçlü bir şekilde olmasa da en azından ülke puanımız iyice diplere doğru inerken mantığımla hareket ederek kazanmalarını dilemeyi isterdim ama yapamadım. Tabii ki çılgınlar gibi sevinmedim ama üzülemedim..

Maç hakkında ise yazacak fazla bir şey yok. Başından sonuna kadar tek taraflı bir mücadele oldu. 4-0 bitti ama çok daha fazlası da olabilirdi. Bu mağlubiyet tabii ki her şeyin sonu değil. Zaten mantık çerçevesinde konması gereken hedef grup üçüncülüğü olmalı. Bu açıdan bakınca 1 puan çok iyi bir kazanç olabilirdi ama yine de puansız dönmek ileride telafi edilebilir. Oynayacakları 5 büyük maç daha var.

14 Eylül 2010 Salı

Fantasy Football / Futbolun Şifreleri


Geldim ama biriken işler bana blog ile ilgilenecek zamanı pek bırakmıyor. Oysa basketboldaki başarıdan Süper Lig'e ve Fenerbahçe'ye kadar yazacak çok şey var. Futbolu bir yana bırakayım ama basketboldaki başarıyı takdir etmemek olmaz. Bu takım geçtiğimiz yıl da aynı dönemlerde bizi gururlandırmıştı. Onlar için o zamanlar "izlediğimiz en iyi milli takımlardan birisi, belki de en iyisi" demiştim, şimdi aynı şeyleri daha rahat söyleyebiliyorum. Hepsinin ellerine sağlık, bizi çok mutlu ettiler. Bir de şu para pul işlerine bu kadar girmeselerdi daha iyi olurdu ama neyse..

Asıl bloga el atma sebebim yine Fantasy Football. Lig başlamadan ufak bir ödül koyarız demiştim, sözümü tutayım. Benim sponsorlarım falan yok, kendi çapımda bir ödül vereceksem en mantıklı tercih yine kitap olur.

2007'de Fenerbahçe adına düzenlenen 100. Yıl Spor ve Bilim Kongresi organizasyonunu biz yapmıştık. Fikir beraber çalıştığımız bir profesör ile birlikte bizden çıkmıştı ve projeyi kulübe kabul ettirebildik. Kulüpten organizasyon adına fazla bir destek alamadık ama bu sayede konu ve konuşmacıları da daha özgürce seçebiliyorduk. Kongre sırasında öne çıkan Stefan Szymanski ve Simon Kuper isimleri de bizden çıkmıştı. Fena bir organizasyon olmamıştı, ben çok keyif almıştım.

Bu ikili, davetli konuşmacılar için seçtiğimiz Hilton'da tanışmışlar ve bu tanışıklık sonucunda da ortaya bu güzel eser çıkmış. Ben kesinlikle tavsiye ederim. Belki bazı bölümler aklınıza yatmayabilir ve mantıksız gelebilir ama şaşıracağınız istatistikler ve ilginç detaylar ile karşılaşacaksınız. Kitabın tanıtımını da kopyalayayım ve burada anonsunu yaptığımız ligimize de herkesi tekrar davet etmiş olayım.

****

Amerika neden uluslararası futbolda baskın değildir… Ve nasıl hâkim hale gelebilir?
Yeryüzündeki en iyi futbol ülkesi hangisidir?
En tutkulu taraftar kimindir? Futbolun intihar oranlarına etkisi nedir?
Hangi spor dünyada hâkimiyet sağlayacak? NFL mi, İngiliz Premier Ligi mi?
Futbol kulüplerini yönetenler neden bu kadar ahmak?

Bunlar futbol taraftarlarının sorduğu sorulardan bazıları. Futbolun Şifreleri bu sorulara cevap veriyor.

Bir ekonomistin beyni ve bir spor yazarının becerisiyle yazılan bu kitap gündelik futbol meseleleri için güçlü analitik araçlar kullanıyor, eldeki verilere her yönden bakıyor, dünyanın en sevilen oyunu hakkındaki mantığa aykırı gerçekleri gözler önüne seriyor. Bunlar üst üste konduğunda, futbola bakışımızı devrimsel bir biçimde değiştiriyor. Bu, oyunun uluslararası oynanma biçimini bile etkileyebilir.

“Bu kitap sadece matematiksel analizlerin toplandığı bir kitap değil. İddiaları oldukça iyi savunulmuş. Szymanski işini iyi bilen bir ekonomist ve Kuper da doğuştan muhalif. Klişelere gelemiyor. Kitap ayrıca, Brezilya’nın bir eli sakat bir kaleciyle nasıl Dünya Kupası’nı kazandığı ya da Manchester United’ın 2008 Şampiyonlar Ligi finalinde Chelsea’yi nasıl yendiği türünden ilginç, şahane hikayeler de içeriyor...”

10 Eylül 2010 Cuma

CL Fantasy Football 10/11


Tatildeyim, bilgisayardan da uzağım ama fantezi futbola bir ufak zaman ayırmasaydım rahat edemezdim.

Detaylardan daha önce burada bahsetmiştik, kurallara da aynı yerden ulaşılabilir.

Ligi geçen sezon pamukk kazanmıştı ama o zaman bir hediye yoktu. Bu sene her iki lig için de birer ufak hediye verilir, en güzeli de kitap olur. Bir şeyler düşünüp, lig başlamadan onu da söylerim.

Lig kodlarımız ise şöyle;

Classic: 49229-10199

Head to Head: 49229-10202


Herkesi bekleriz..

3 Eylül 2010 Cuma

Gelgit

Geldim ama yine gidiyorum ama bu kez keyif için, işler bitti ve sonunda tatil geldi. Verdiğim uzun arada baya bir şeyler oldu. Bunları bloga kısa kısa not edeceğim. Bazen neyin ne zaman olduğunu bulmak ve olanı nasıl yorumladığımı görmek için blogda arama yapıyorum. Bu 10 günlük dönem de eksik kalmasın..
.
.
.
Öncelik basketbolun. Turnuva öncesinde hiç umut vermeyen ve çok eleştirilen bu takım için şimdi final yolu çiziliyor. Başarma şansları da var. Bu takım geçtiğimiz sene hemen hemen bu zamanlarda bize heyecanlı günler yaşatıyorlardı, yine aynı şeyi yapıyorlar. Kim ne derse desin, bu takımın ortaya çıkmasında büyük payı olan Tanjevic’e teşekkür etmek lazım. Hatta bu turnuvanın sonucuna göre bazılarımızın özür dilemesi bile gerekebilir.
.
Dün Yunanistan’ın rezil oluşu çok hoşuma gitti, umarım İspanya onlaruı 30’a bağlar da kıçlarına baka baka ülkelerine geri dönerler. Ben de şanslı adammışım. Turnuvada sadece 2 gün maçlara gidebilecektim ve çok önceden 4-5 Eylül için biletlerimi almıştım. Yarın çok güzel iki maç oynanacak, İspanya-Yunanistan ve Sırbistan-Hırvatistan. Pazar günü ise milli takım. Biletix belası ile uğraşmaktan kurtuldum, milleti yine çıldırtmış. Önce sadece Zone 4-5 biletleri kalmış gözüküyordu, dün akşam ise bir gün önce ortada olmayan Zone 3 biletleri satılıyordu.
.
Yunanistan dedikten sonra geçtiğmiz Perşembe gününe dönmek lazım. PAOK maçı hakkında bu saatten sonra uzun şeyler söylemenin anlamı yok. Ben en çok uzatma dakikalarında gelen golden sonra takımın maçı tamamen bırakmasına sinirlendim. Fenerbahçe golü kalesinde gördüğü anda maç bitti, bunu kabul edemiyorum. Neyse, neticede Fenerbahçe yanında Galatasaray ile birlikte Avrupa’ya Ağustos ayında veda etti. Tek tesellim D-Smart’ın patlaması. Beter olsunlar.
.
Fenerbahçe Yobo ve Serkan Kırıntılı ile transferi kapattı. Yobo transferine ağırlıkla Bilica etkisiyle çok sevindim ki zaten çoğunluk da bu durumda. Sakatlık belasından uzak kalabilirse çok faydalı olacağını düşünüyorum. İki stoperimizin de ülkelerinin milli takımında kaptanlık yapıyor olması güzel bir şey. Herkesin hayalinde yeni bir “Uche-Högh” ikilisi var. Neticede transfer sezonu bitti ve bence Fenerbahçe’nin iyi bir kadrosu oldu. Okan Alkan ile ilgili bir şey söylemeyeceğim, o çocuk bir süre biraz geri planda kalsın. Aykut Kocaman ise bu hamlesiyle birçok Fenerbahçe taraftarını çok mutlu etti, biz böyle şeylere pek alışık değiliz.
.
Önder Turacı Kayserispor’a gitti, yolu açık olsun. İlk senesinde onda büyük potansiyel görüyordum ve “Türk Nesta” olacak diyordum ama o kendini zerre geliştiremedi ve ayrılmak zorunda kaldı. Keza Volkan Babacan da öyle. Ondan da umutluydum ama belli ki o da çalışmayı pek sevmiyor. Bu arada Önder’in Fenerbahçe karşısında forma giymemesi için kulübün uğraşmasını kabul edemiyorum. Küçük hesaplar bunlar, yakışmıyor. Burak Yılmaz etkisi olsa gerek.
.
Beşiktaş transfer sezonunu başladığı gibi hızlı bitirdi. Robinho’nun gelebileceğine pek inanmamıştım ama gelmesini çok istiyordum. “Ülkemizde böyle futbolcuları izlemek güzel” gibi bir kafada değilim, sadece Beşiktaş için olumsuz bir hamle olduğunu düşündüğümden bir Fenerbahçeli olarak bunu söylüyordum ama olmadı. Robinho’yu hiç sevmemem bir yana ayrıca iyi bir oyuncu olduğuna da inanmıyorum. Neticede transfer gerçekleşmedi ama birileri bu tiyatro sırasında Beşiktaş hisseleri sayesinde sağlam paralar kazandı.
.
Aurelio beni şaşırttı. Beşiktaş forması giyecek diye çok yıkılmış değilim ama ondan böyle bir şey beklemezdim. Bu ülkeye geri geleceğini düşünmüyordum. Beşiktaş taraftarı ise zamanında Ricardinho yüzünden ona çok tepkiliydi ama birçoğu bu transferi sindirdi ve bunu savunmak adına argümanlar üretiyorlar. Bu işler böyle işte, nasıl ki birçok Fenerbahçeli Emre’yi sindirebildiyse onlar da Aurelio’yu sindirebilir. Yanlış anlaşılmasın, Aureilo normal karşılandığı için kimseyi suçlamıyorum. Sadece ben kendi çevremdeki arkadaşlarımla bu tip konuları tartışırken onlar hep “farklı” olduklarını söylerdi, ben de buna karşı çıkardım. Yok işte bir farkımız, hepimiz aynı b*kun soyuyuz.
.
Galatasaray da haftalardır beklenen transferlerini son gün bitirdi. Misimovic’in futbolculuğuna laf edecek değilim ama Galatasaray’ın ihtiyacı olan oyuncu tipi olduğunu düşünmüyorum. Insua’nın satın alma opsiyonu varsa mantıklı bir hamle, Hakan Balta’nın durumu da ortada zaten.
.
Dün Ntv Spor’da Adnan Polat konuşuyordu. Bir saat boyunca televizyondan bir mırıldanma geldi ama aklımda adam gibi bir şey kalmadı. Sadece Keita gittikten sonra arkasından söylediği ahlak temelli kelimelere biraz tebessüm ettim o kadar. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Galatasaray, Atletico Madrid ve Arda olayı büyük komedi.
.
Papazın Çayırı blogda harika bir video gördüm, buradan izleyebilirsiniz. Ne kadar çok kişi görürse o kadar iyi. Koca stadyum oradan ayrılalı 5 yıl olmasına rağmen Alex diye inliyor. Böyle bir oyuncuyu taraftarı olduğum takımın forması ile izleyebildiğim için çok şanslı olduğumu bir kez daha anladım..
.
.
.
Cumartesi ve Pazar günü buralardayım, basket maçlarına gideceğim ama sonrasında bir şeyler yazabilir miyim bilmiyorum. Tatil öncesinde yola çıkmadan buraya bir daha uğrayamayabilirim. Bakalım bu kez ben yokken neler olacak..