Derbi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Derbi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2011 Çarşamba

4-1

Askerden döneli 1 aya yaklaşıyor, aslında işe de başladım ve bilgisayar başında daha çok zaman geçiriyorum ama bir türlü bloga hareketlilik kazandıramadım. Çok koptuk her şeyden, güzel bir sezonun koca bir bölümünü kaçırdık. Sanki dışarıda kaldım. Şimdi de tekrar içeriye girmekte zorlanıyorum. Muhtemelen yeni sezonun başlamasına yakın benimle birlikte blog da eski haline geri döner.

Fenerbahçe dün çok kötü bir basketbol oynadıktan sonra Galatasaray’a sahasında kaybetti ve seri uzadı. Oysa herkes ne kadar da emindi, 4-1 olacaktı. Zaten final serisi başlamadan önce bile bu son belirlenmişti, herkesin ağzında bu 4-1 vardı. Aksi bir sonuca ihtimal bile verilmiyordu. Salon süslenmiş, tribünler kupanın havaya kalkmasını yerinde görmek isteyenler ile dolmuştu. Böyle bir ruh halinin pek hayırlı olmadığını salona girdiğim anda hissettim. Oyuncuların, tribünlerin kısacası tüm Fenerbahçelilerin bu uyuşuk ve yavşak hali bu camia için zaten bir klasik.

İlk devre kafa kafaya geçti ve yanılmıyorsam Fenerbahçe bu devreyi 3/15 üç sayılık atış ile bitirdi. Oyun 1-2 şutun girmesi halinde maçın kopacağı hissini veriyordu, oyuncular da böyle hissetmiş olmalı ki sürekli dışarıdan attılar ama o şutlar bir türlü girmedi. Girmiyorsa zorlama, o topu içeri bir indir. Bir önceki maç Oğuz’u savunamadılar, oradan ekmek çıkarmaya çalış. Dış şuta bir ara ver, biraz nefeslen sonra yine atarsın. Ama Fenerbahçeli oyuncular bir an önce maçı kazanıp kutlamalara başlamak için acele edince skor bir türlü kopmadı. Diğer tarafta Galatasaray’ın Tutku-Andriç ikilisi ile birlikte bulduğu sayılar da sinirleri bozdu ve maç kopmadıkça stres başladı.

Üçüncü çeyrek iki takım da skor üretemez oldu. İkinci devre Galatasaray’ın çok iyi bir alan savunması yaparak Fenerbahçe’yi kilitlediğini düşünmüyorum. Rakibin çok bir efor sarf etmesine gerek kalmadan statik oyunuyla Fenerbahçe kendi kendini kilitledi. İşin savunma tarafını fena yapmadığı için ufak bir skor avantajı yakaladı ama kötü hücuma devam edince maçı bu kez 3. çeyrekte kopartamadı ve Tutku-Andriç ikilisi ile işlemeye başlayınca rakibi yakaladı, öne de geçti.

Tribünler kötüydü, anlamsız bir şekilde emniyet de taraftarla çok uğraştı. Bağırtmaya çalışan tayfanın maç ile alakası olmayınca insanın tezahurata katılası gelmiyor. Maç ile alaka sıfır. Çeyrek sonuna 20 sn. kala rakip hücum ederken tribünleri “Fenerbahçem benim, biricik sevgilim” diye bağırtmaya çalışırsan, daha 2. çeyrekte sahaya arkanı dönüp şaklabanlıkla karışık tezahurat yaparsan kimse seni ciddiye almaz. Yoksa son çeyrekte Galatasaray öne fırladıktan sonra tribünlerin devreye girmesiyle fark kapandı ve Fenerbahçe öne geçti.

Maçın son bölümü hakkında iş işten geçtikten sonra konuşmak kolay. Ukiç’in çembere değmeyen şutunda kenarda ne çizildiğini bilemeyiz. Bence çizilen hücumu Emir biraz p*ç etti, top da Ukiç’in elinde patladı. Halbuki orada erken kullanılacak bir hücum son hücumu yine Fenerbahçe’ye bırakabilirdi. Son topta ise faul yapmamak eleştirilemez. Ben de faul yapardım ama neticede bu bir tercihtir, saygı duymak gerekir. Spahija’yı eleştireceksem bunlar üzerinden değil Tutku-Andriç oyunlarını kesememesi, alana karşı hücum ettirememesi ve benim için daha da önemlisi Sean May’i kadroya almaması üzerinden eleştiririm. Adam sezonun en yüksek performansını verirken bir anda kendini tribünde buldu.

Shipp’in son basketi ekstra oldu. Fenerbahçe çok kötü oynamasına rağmen maçı neredeyse kazanıyordu ama hak edilen tokat son saniyede geldi. Galatasaray maçı kazanarak seriyi uzattı. Ucuz kahramanlık hikayeleri yazılmaya başlandı, üç kez kaybettikleri Ülkerspor’a karşı ikinci kez Fenerbahçe’yi yenince “Shipp’tik mi?” lafları dolaşmaya başladı. Bir final maçında böyle bir görüntü sergileyerek kaybetmek için bir Fenerbahçe klasiği dedik ama Abdi İpekçi’de kupayı boşaltılmış önünde kaldırmak da kimseyi şaşırtmaz ve bir Fenerbahçe klasiği olur..


2 Aralık 2010 Perşembe

Zafer


Çok acaip bir dönem geçiriyorum o ayrı ama bu zaferi bloga yazamayacak gibi de bir durumum yoktu. Ama gerek maç öncesinde, gerekse maç sonrasında sürüp giden anlamsız tartışmalar yüzünden hiçbir şey yazasım gelmedi. İnsanı şu büyük ve güzel mücadeleden bile soğuttular.

Kimseye bir şey ispatlamak zorunda değilim, bilen zaten biliyor ama blogdaki ilk postum da burada. 90'ların başından beri Barcelona'nın yeri bende ayrıdır ve o günden bugüne oynadıkları, beni de kendilerine aşık eden futbol nasıl değişmediyse Barcelona'nın da yeri bende değişmemiştir. İşte benim yıllar önce, futbola çok da aklımın ermediği günlerde "tık tık, çok güzel oynuyorlar" diyerek sevdiğim takım Pazartesi akşamı uzun süre unutamayacağım bir galibiyete imza attı.
İşin Mourinho ve Ronaldo tarafına ise hiç girmek istemiyorum, onlardan nefret etmek de Barcelona'yı sevmek gibi bıkbık edilen bir şey oldu. Neticede Jose'yi ve Ronaldo'yu o durumda görmek de benim için ayrı bir güzeldi.
.
Benim sevdiğim futbol ve benim sevdiğim takım kazandı. Nefret ettiğim rakip takımı ezerek ve küçük düşürerek. 10-0 bile olabilirdi ama bu kadarı da herkes için yeterli oldu.
.
Maçın üzerinden bu kadar zaman geçtikten sonra detaya girmenin bir anlamı yok ama öncelikli amacı arşiv ve bazen de mastürbasyon olan bu blogda böyle bir zafer de eksik kalmamalı..
.
Visca el Barça..
.

29 Kasım 2010 Pazartesi

İki Derbinin Sonrasında


Benim için yoğun bir hafta sonuydu. Aslında maçları yazmak için dün zamanım oldu ama Haydarpaşa yangınından çok etkilendim, futbol yazmak falan içimden gelmedi. Haydarpaşa'nın birçokları için neler ifade ettiğini yazamayacağım ama kısaca benim ne hissettiğimi söylemem gerekirse dün canlı canlı yanışını izlerken gözlerim doldu, şu an kafamı pencereden dışarı çevirip ortası boşalmış iki kuleyi görünce de içim yanıyor. Aksine inanmam zaten çok zor ama eğer gerçekten bu iş kasıtlı yapıldıysa, azıcık bile payı olan herkesin cayır cayır yanmasını diliyorum.



Herkesin derbisi kendine büyük, benim için de bu haftanın en önemli derbisi Cumartesi günü Olimpiyat Stadı'nda oynandı ve Fenerbahçe çok zor bir deplasmandan çok önemli 3 puanı alarak evine döndü. O stadda istekli bir futbol oynamak zor ve Fenerbahçe de ligin en iyi 4-5 takımından biri olan İBB karşısında maç başında bunu başaramadı. İlk 10 dakika sıkıntı çekti ve rakibe pozisyon da verdi ama daha sonra özellikle Cristian'ın kıpırdanmasıyla ve Gökay'ın da ona eşlik etmesiyle toparlandı. Fenerbahçe iyi pas yaparak topa sahip olmaya, top rakipteyken de önde basmaya başladı. Böylece İBB'nin gol tehditi azaldı, Fenerbahçe golünün geleceği ise belli oldu. O gol de önde basma mentalitesi ile, Cristian'ın kazandığı top sonucunda Alex'in ayağından geldi.

İkinci devre son 10 dakikaya kadar Fenerbahçe'nin oynadığı futboldan ben memnun kaldım. Takımın pas trafiği çok başarılıydı, maçın bazı anlarında beni özellikle çok etkiledi. Geçmiş maçların aksine penaltı kaçana kadar Fenerbahçe geri yaslanmadı. Bu sebeple pozisyon bulurken rakibe de gol pozisyonları verdi ama penaltı kaçtıktan sonra eksik kalan rakip karşısında yine psikolojik sorunlar kendini gösterdi. İkinci golün bir türlü gelmemesi, penaltının kaçması ve İBB karşısında son 3 deplasmandan puansız dönülmüş olması takımı kendi kalesine doğru itti. Fenerbahçe gayet iyi oynadığı bir maçta iki puanı kaybedebilirdi.


İBB karşısında Fenerbahçe orta sahası çok iyiydi. Özellikle Cristian çok farklıydı, onu beğendiğim dönemdeki futbolunu izletti ama bu şekilde ne kadar devam edebilir bilemiyorum. Ona eşlik eden Gökay'dan bahsetmezsem haksızlık olur, bence yine kendi ölçütlerinde mükemmel bir maç çıkardı. Fiziği şu an yetersiz ama mental olarak hiç 18 yaşındaymış gibi değil. İyi pas trafiğinde onun da payı çok büyüktü, elinden geldiğince de mücadelesini etti. Bu iki oyuncunun yanına Mehmet Topuz'u da eklemek lazım. Çok güçlü ve çok mücadeleci. Belki hücumda fazla etkinlik gösteremiyor ama maçın hiçbir anında, hangi mevkide oynasa da oyundan düşmüyor. Nazar değmesin, ben ondan bu sezon çok memnunum.

Kötü isim söylemem gerekirse de Niang ve Caner diyebilirim. Niang'ı geçiyorum, gününde değildi. Golcülerin böyle günleri olabilir, Niang'ı çok dert etmiyorum ama Caner'in durumu düşündürücü. Beni yanıltıyor, beklentilerimi karşılayamıyor. Çok yanlış yapıyor, büyük bir şansı değerlendiremiyor. İBB onun kanadını maç boyunca koridor yaptı.

İlk devre sonu hedefime doğru takım emin adımlarla ilerliyor, hesaplarımda tek şaşan Antep karşısında fazladan kaybedilen 1 puan oldu. Şimdi kazanılması gereken 3 maç var ve ben takıma güveniyorum.



Derbi tahminim beraberlikti. Her ne kadar kağıt üzerinde beraberlik iki takıma da yaramıyor gibi gözükse de psikolojik olarak derbiyi zararsız atlatmak demekti. Kaybetmekten korkarak ürkek bir futbol oynayacaklarını düşünüyordum ama maçın başındaki penaltı oyunun gidişatını değiştirdi.

Galatasaraylıların Hagi kredisini anlayabiliyorum ama dışarıdan bakınca şu ana kadar gösterdiği performans hiç iyi değil. Hakan Balta tercihini kabul ediyorum ama şu maça hala Ali Turan ile başlamak bence çok yanlış. Aslında Galatasaray'ın öyle abartıldığı kadar da kötü bir kadrosu olduğunu düşünmüyorum. Sabri-Servet-Neill-Hakan Balta dörtlüsü önünde oynayacak Cana-Ayhan ikilisi ortalamanın üzerinde bir arka taraf oluşturuyorlar. Ön taraf için kalan 4 oyunculuk yer için ise Kewell, Pino, Elano, Misimoviç, Mehmet Batdal ve Baros ile Arda düşünülünce ortaya hiç de fena bir takım çıkmıyor. Ama işte sakatlar ve Hagi'nin tercihleri ile ortaya bu sonuçlar çıkıyor.

Beşiktaş tarafında ise tercih yapılabilecek fazla bir alternatif yoktu. Kenarda ilk 11'de düşünülebilecek sadece İbrahim Üzülmez ve Necip alternatifleri vardı. Solda tercih İsmail olmuştu ve Beşiktaş ilk devrede bu kanatta önemli sıkıntılar yaşadı. İsmail'e yakın oynayan Ersan da çok kötü bir gününde olunca madenden yararlanmak için Kewell da bir ara o tarafa geçti. Galatasaray mağlup duruma düştükten sonra Beşiktaş üzerinde büyük bir baskı kurdu, pozisyonlara da girdi. Cenk'in iyi performansı, Galatasaraylıların beceriksizliği ve biraz da şansın yardımıyla, penaltı pozisyonu dışında rakip kaleye pek gidemeyen Beşiktaş ilk devreyi tek farklı önde kapadı.


İkinci devre Galatasaray'da oyuna Mehmet Batdal girdi, Sabri de sağ beke geçti. Bu devrenin ilk bölümünde yine Galatasaray baskısı vardı ama bu baskı golü getirmedi. Servet'in yerine Barış oyuna girdikten ve Cana stopere geçtikten sonra ise Galatasaray baskısı yavaş yavaş kayboldu. Cana'nın olmadığı orta sahada bana kalırsa maçın o anlara kadar kötü isimlerinden Guti ortaya çıkmaya başladı. Bir gol bir de asist ile oynayan Guti'nin algıyı değiştirmesi normal ama ben çok iyi oynadığını düşünmüyorum. Hatta ilk devre yaptığı bir basit top kaybı Galatasaray adıne net bir gol pozisyonu oldu. Ne zaman ki Galatasaray orta sahasında boşluklar oluşmaya başladı, Guti de sahneye çıktı. Maçın Beşiktaş adına bence en iyi oyuncusu Aurelio idi. Fenerbahçe günlerini hatırlatan bir futbol sergiledi.

Beşiktaş gidişatının hiç de bu sonucu işaret etmediği bir maçta çok önemli bir 3 puan kazandı ve böylece üst tarafa tutunmuş oldu. Galatasaray ise her ne kadar bu ligde her şeyin olabileceğini, 5 maç üst üste kazananın çok farklı yerlere gelebileceğini düşünsem de bir anlamda lige veda etti. Kalan haftalar onlar için çok zor olacak. Beşiktaş ise bu galibiyetin bir anlam kazanması için haftaya Bursaspor karşısına çıkacak.

25 Kasım 2010 Perşembe

Havaya Girerken


Mourinho sağolsun ilk defa bir El Clasico öncesinde gaza gelmiş durumdayım, Barcelona'nın kazanmasını daha önce hiç bu kadar istememiş ve iki takımın bir maçını hiç bu kadar hırslı beklememiştim. Umarım içimde patlamaz.

Maç öncesinde yapılacak koreografiyi Barcelona resmi sitesinden açıkladı, görsel de yukarıda. Takımlar sahaya çıkarken 45.000 kırmızı, 35.000 mavi ve 20.000 sarı karton aynı anda havaya kalkacak ve ortaya bu görüntü çıkacak.

Çıkış tünelinin karşısındaki tribünde ise "T'estimo Barça" yazıyor olacakmış.

Anlamı ise "Seni Seviyorum Barça".

25 Ekim 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 0-0 Galatasaray

Maç öncesinde çekiniyordum. Galatasaray’ın durumu kötüydü, Fenerbahçe normal olarak maçın favorisiydi ama aslında abartıldığı kadar da favori değildi. Sezona kötü başlayan takım yeni yeni toparlanıyordu ama hala oturmamış bazı şeyler vardı. İleride Stoch-Niang-Dia üçlüsü ile birlikte Alex’in ve orta sahada Emre-Mehmet Topuz ikilisinin zorluk derecesi yüksek maçlarda neler yapabileceği belirsizdi. Saha dışında ise durum net olarak Fenerbahçe’nin aleyhineydi. Medyada yaratılan ortam, bahis oranları, Fenerium’da çıkan o aptal t-shirt ve Fenerbahçelilerin tavrı bu maçı mucizevi bir sürprize açık bir hale getirmişti. O klasik maç öncesi gerginliği de yoktu ve Fenerbahçe’yi uzun süredir ilk defa derbiye bu kadar az motive olmuş bir şekilde gördüm. Bunun olmasından korkuyordum ama Aykut Kocaman’ın böyle bir şeye izin vermeyeceğini düşünüyordum. Yanıldım. Aykut Kocaman’ı bu maç özelinde eleştirdiğim şey de budur.

Galatasaray çalkantılı bir hafta geçirdi, önemli değişiklikler oldu. Hafta sonu derbi olmasaydı neler olacaktı bilemeyiz ama alınan kararların birçoğunda derbinin de etkisi vardı. Durum onlar için iyi gözükmüyordu ama aslında içinde oldukları psikoloji bu maçı tam onların kazanabileceği bir maç haline getirmişti. Yeni bir teknik direktörleri vardı ve bu teknik adam kim olursa olsun ilk maçında bir sıçrama yaratacaktı. Fenerbahçe’ye Kadıköy’de kaybetmemek çok önemliydi ve hedeflerine ulaştılar.
.

Galatasaray’ın sahaya çıkartabileceği kadro alternatiflerini gördükçe çekincelerim artıyordu. Çok da fazla bir alternatif yoktu, muhtemelen kalsaydı Rijkaard da buna benzer bir kadro tercih edecekti. Arda, Baros ve Kewell’ın yokluğunda her ihtimalde sahada savunmacı ve dirençli bir takım olacaktı. Bir anlamda eksik oyuncular Galatasaray’ın avantajı oldu. Sahaya sağlam bir orta saha ile çıktılar, önlerine de süratli Pino’yu saldılar. Mehmet Topuz-Emre ikilisi birçok maçta Fenerbahçe için yeterli olabilir ama böyle maçlarda, hele ki rakip orta sahada sayısal bir üstünlük de kuruyorsa sıkıntı yaratabilirdi. Stoch ve Dia kanatlara yapışınca 5 kişilik Galatasaray orta sahasına haliyle 2 kişi karşı koymakta zorlandı. Ben Cristian’ı oynatıp Mehmet Topuz’u sağa atmayı tercih ederdim ama kazanan ve beğeni toplayan takımı bozmaya cesaret edebilir miydim bilmiyorum. O yüzden Aykut Kocaman’ı da, Cristian konusundaki tavrını da ayrıca takdir ettiğim için bu noktada suçlamıyorum.

Fenerbahçe ilk yarı Galatasaray’ın hakemin müsade etmesiyle birlikte gelen sert oyunu ve orta sahadaki sayısal üstünlüğü karşısında pasifize oldu. Oyun planı Dia ve Stoch üzerinden gelişecek kanat akınlarına bağlanmıştı ama bu iki isim de top her aldıklarında karşılarında bazen iki bazen de üç oyuncu buldular. Buna rağmen kanatlarına yapışıp kaldılar, ortaya girip buradaki iki oyuncuya yardım etmediler. Galatasaray ön tarafta baskı yaparak Fenerbahçe’nin rahat oyun kurmasına müsade etmedi. Böyle olunca Fenerbahçe’nin ön ve arka tarafı arasındaki bağlantı tamamen koptu. Kısa oyuncular yüksek topları da alamadı, dönen toplar da kalabalık Galatasaray orta sahası tarafından toplandı. İlk devre Galatasaray daha iyi gözüktü ama Pino’nun yakaladığı net pozisyon ve ceza sahası dışından vurduğu şutlar dışında kısır bir ilk yarı geçirdi.

Fenerbahçe maç başında kuramadığı baskıyı ikinci devre ile birlikte kurdu ve rakip kalede daha fazla gözükmeye başladı ama ileride çoğalamayınca iyi kapanan Galatasaray karşısında istediği sayıda pozisyon bulamadı. Aykut Kocaman Semih-Alex ve Dia-Kazım hamlelerini yaptı ama beklediği etkiyi yaratamadı. Fenerbahçe zorladı, Galatasaray direndi ve hayalini kurduğu beraberliği alarak evine döndü. Fenerbahçe adına ikinci yarıdaki oyundan memnunum diyebilirim ama belki de ilk devre üzerinde nispeten daha etkili bir Fenerbahçe izlediğim için böyle düşünüyorum. Galatasaray ise planını tam olarak sahaya yansıtabildi. Sert oynadılar, Fenerbahçe’ye alan bırakmayarak özellikle ilk devre etkisiz kıldılar. Kapasitesinin altında oynayan Fenerbahçe karşısında kapasitelerinin üzerine çıktılar.

Fenerbahçe adına maçın en iyisi bence tartışmasız Yobo’dur. Bir savunma oyuncusunu izlemekten keyif alacağımı düşünmüyordum ama belki de Bilica etkisiyle Yobo bana büyük keyif veriyor. Şimdiye kadar kusursuz bir performans sergiledi. Yobo dışında orta sahada oynayan ikili, Mehmet ve Emre de ellerinden geleni yaptılar. Galatasaray’ın kalabalık orta sahasına karşı iyi mücadele ettiler, bu bölgeyi tamamen Galatasaray’a bırakmadılar. Mehmet Topuz’un Konyaspor maçından sonra bu maçta da iyi oynaması beni ayrıca sevindirdi.

Hakem Bülent Yıldırım maçı çok kötü yönetti, hatta bence maçın sonucuna da etki etti ama fazla tartışılmıyor. Neill’ın sert, hatta sertlikten de öte adi futboluna fazlasıyla müsade etti. Sami Yen’de böyle oynamayı geçiyorum, Kadıköy’de Fenerbahçe bu sertlikle oynayıp maçı 11 kişi bitirseydi bile neler söylenirdi tahmin edebiliyorum. Şu maçın sonunda Fenerbahçe fazla sakat vermediği için şanslı sayılmalı. Neill’a çıkmayan ikinci sarı kart rezillik, kartı olmasaydı eminim o pozisyonda sarı kart görürdü ama kırmızıya döneceği için Bülent Yıldırım kartsız geçiştirdi. Artı çoğumuzun gülüp eğlendiği Sabri pozisyonu var ki bence o pozisyon penaltı ama penaltıyı geçtim endirek vuruş bile verilmedi. Niang’ın hatalı bir ofsayt bayrağı ile kesilen önemli pozisyonu da atlamamak lazım, o taraftaki yan hakem de kötüydü. Bülent Yıldırım’ın art niyetli olduğunu sanmıyorum ama yanlış bir şey yapmaktan, özellikle Fenerbahçe lehine bir hata yapmaktan çok korkuyordu. 6 oyuncu değişikliği olmuşken maçı sadece 3 dakika uzatması da bunun bir göstergesi, maçı bir an önce bitirip evine gitmek istiyordu.

Kadıköy’deki galibiyet serisi bir gün bitecekti, mağlubiyet ile değil de beraberlik ile bitmesi iyi oldu. Şimdi devam etmesi gereken yeni bir seri var, Kadıköy’de Galatasaray’ın maç kazanamaması. Bizim tarafta Galatasaray’ın beraberliğe sevinmesi ile dalga geçiliyor, Galatasaray tarafı ise farklı kazanmaktan bahsedenlerin tedirginlik içinde maç seyretmesi ile. Karşı taraf gibi düşünmeye çalıştığımda bu sevinci bir yere kadar anlayabiliyorum. 10 yıl boyunca rakip sahada puan alamamışken, takım kötüyken, bahis oranları takımıma bir Anadolu takımı yapmışken, bütün hafta rakip takım taraftarları dalga geçmişken ve birçok sakat oyuncum varken sahada kafa kafaya bir oyun sergileyip çıkardığım beraberlik ile rakibin hevesini kursağında bıraksaydım ben de çok sevinirdim. Hatta belki ben de futbolcumu tribüne çağırıp onunla birlikte tezahurat yapardım. Ama meşaleler ile kutlama yapanlardan ve tesislerde futbolcu karşılayan taraftarlarımdan utanırdım..

Aslında bu sonuç iki takıma da yaramadı. Sahasında iki puan kaybettiği ve psikolojik olarak da etkilendiği için daha zararlı çıkan taraf Fenerbahçe ama lidere nispeten daha yakın olan ve üç derbisi ile birlikte Kayserispor deplasmanını geride bırakan taraf da Fenerbahçe. Konyaspor maçından sonra Galatasaray karşısında sonuç ne olursa olsun bu takım hakkında düşündüklerimin değişmeyeceğini söylemiştim çünkü ben bu takımda ışık görüyorum. Tabii ki eksikler var, dün Galatasaray karşısında özellikle ilk devre etkisiz kalmak da bir eksik ama bunların hepsi çözülebilecek sorunlar. Derbi maçlarında henüz galibiyet alınamamış olması da bir sorun. Gerçi 3 senedir derbilerde büyük üstünlük kurduk da ne oldu, o da ayrı. Şampiyon olduktan sonra derbi kazanamamış olmak herhalde kimsenin umrunda olmaz. Benim bu takım için koyduğum hedef ilk devrenin kalan sekiz maçında minimum 20 puan alması ve ben bu hedefe ulaşabileceklerine inanıyorum.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 1-0 Beşiktaş


Hakem işine girmiyorum, bence iki takımın aleyhine de önemli hatalar yaptı. İki tarafın da öne çıkartabileceği birçok karar var, hakem tek taraflı bir yönetim göstermedi. Sadece maçın içine etti ki bu da zaten beklediğim ve korktuğum bir şeydi. Ama 58 numaralı Fenerbahçe formasını giyen adamdan sonra hakemin ne yaptığının en azından benim için önemi kalmadı. Maç yazısı yazasım yok, kimseyle hakem ya da oynanan futbol üzerine de tartışmam. Bilica’ya bakışım zaten pek iyi değildi, bu olayı abartıyor olabilirim diye düşündüm ama etrafa biraz baktığımda gördüm ki aynı ruh halinde olan birçok Fenerbahçe’li var.

Beşiktaş’ı yenmişsin, goller kaçırmışsın ve maç sonunda belki de şampiyonluğu almışsın ama buna rağmen bugün önemli sayıda Fenerbahçe taraftarının yüzü gülmüyor. Sebebi de Bilica. Beşiktaş’lıların söyledikleri umrumda değil, zamanında Emre Nobre’ye basur ameliyatı yaparken o futbolcuyu eleştirmeyenlerin Bilica’nın yaptığı şeyi bir Beşiktaş’lı futbolcunun yapması durumunda gönerilmesini isteyeceklerinden emin değilim. Hele ki Beşiktaş’lılar kadar ses çıkaran Galatasaray’lılar var ki Keita’yı bile savunabilen güruhun konuşmaya hiç hakkı yok. Beni onların ne dediği ve ne düşündüğü ilgilendirmiyor. Beni Fenerbahçe ilgilendiriyor.

Bilica’nın yaptığı hareket üzerine söylenebilecek şeyler az çok belli, bu maçtan önce de onu Fenerbahçe formasına yakıştıramadığımı defalarca söylemiştim. Hak etmiyor bu büyük takımın formasını giymeyi, bizleri utandırıyor. Yaptıkları yüzümüzü kızartıyor. Bunların yanında takım arkadaşlarının da emeklerini çalıyor. Alex’in yarattığı güzelliklere, Özer ve Gökhan’ın fedakarlıklarına, diğerlerinin mücadelelerine ihanet ediyor. Şampiyonluğu da, galibiyeti de anlamsızlaştırıyor. Tek bir hareketiyle hepsinin üzerine gölge düşürüyor. Midemizi bulandırıyor.

Bilica üzerinden Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçe taraftarına laf edenler ise sadece fırsattan yararlanıyorlar, içlerindeki nefreti kusuyorlar. Fenerbahçe Bilica değildir. Fenerbahçe hak ederek aldığı galibiyete sevinemeyen, “Şampiyonluk kaçacaksa bile Bilica bugün gönderilsin” diyen taraftardır.

Fenerbahçe yönetimi böyle bir karar aldığı takdirde birçok taraftarını şampiyon olmuş kadar sevindirecektir. Son günlerde yaptığı organizasyonlarla gücünü gösteren Fenerbahçe taraftarının bundan sonraki görevi Bilica’nın Fenerbahçe camiasından uzaklaştırılması için elinden geleni yapmasıdır.

18 Nisan 2010 Pazar

Falan Filan


* Dün sakat sakat oynayan 22 yaşındaki Emre Batur maçtan sonra "Bu maçta dizim kopsa yine Fenerbahçem için oynardım." demiş. Şampiyonluk böyle oyuncularla, Arslan gibi liderlerle gelince daha bir güzel oluyor. Hepsine helal olsun.

* Spor Kulübü olmak güzel bir şey, 5 dalda şampiyon olmanın hayaliyle yaşayabilmek gurur verici.

* Hava şu an kapalı, bu derbinin güneşli pırıl pırıl bir havada oynanmasını istiyordum. Saracoğlu o zaman böyle maçlarda bir başka oluyor.

* Bu kadar ağır favori gösterilmek canımı sıkıyor, içimde kötü bir his var.

* Daum'un sol, Mustafa Denizli'nin sağ kanat tercihleri maçın kaderini belirleyecek gibime geliyor.

* Dün evden çıkmak üzereyken Baros'un "Fuck Off"una denk geldim. Kazım'a 4 maç girmişti, Baros'a sarı kart yetti.

* Vatan'dan blogda çok bahsettim, ben bu kadar rezil bir gazete gördüğümü hatırlamıyorum. Şimdi de Rıdvan'a takmışlar, belli ki başka bir hesapları var. İbrahim Seten'den tiksiniyorum, bugün ölse üzüleceğimi sanmıyorum.

15 Nisan 2010 Perşembe

Çarşamba Akşamından






Dün iki güzel maç izledim. Arsenal azalan şampiyonluk umutlarını devam ettirmek amacıyla çıktığı Tottenham deplasmanında 2-1 kaybedince Chelsea'nin 6 puan gerisine düşmüş oldu. Keyifli bir derbi oldu, sahanın her yerinde son dakikaya kadar çok güzel bir mücadele vardı. Tottenham 3 puanı alarak 4. sıradaki Manchester City'nin bir puan arkasındaki yerini korudu, hedef Şampiyonlar Ligi. Maçtan en çok akılda kalan ise 1990 doğumlu Danny Rose'un ilk maçında attığı güzel gol oldu, video yukarıda.
:
Diğer maçta ise Barcelona sahasında Deportivo'yu kolay geçti, maçın sonunda topa sahip olmada %75-25 Barcelona üstünlüğü vardı. Kendilerini çok sıkmadan, bazen hafif şova kaçarak rahat bir galibiyet aldılar. Yukarıda görebileceğiniz ikinci gol Pedro'dan geldi. Bu çocuk bana biraz "overrated" geliyordu ama gün geçtikçe hakkında yanıldığımı ispatlıyor. Bu arada golün öncesinde Valdes'in degajı da muhteşem.

11 Nisan 2010 Pazar

Real Madrid C.F. 0-2 FC Barcelona


Maça yetişemeyeceğimi söylemiştim, planım dünya ile bağlantımı kesip maçı gece kayıttan izlemekti. Aslında başarılı oldum ama kendi mallığımı hesaba katmamıştım. Maç yayını bitti mi diye Ntv'ya açtığım anda Barcelona'nın kazandığını gösteren alt yazı suratımda patladı ve benim de skoru bilmeden maçı izleme planlarım suya düşmüş oldu. Kendi kendime golü kimin attığına dair sahte bir heyecan yaratıp, Messi olmasını dileyerek maçı izledim.

Beklendiği gibi iyi ve heyecanlı bir maç olmadı, Barcelona oyuna çok kolay hükmetti, rahat bir galibiyet aldı ve Real Madrid'in 15 maçlık Bernabeu serisine son verdi. Bu kadar rahat bir galibiyet beklemiyordum, Real Madrid'in hem 2-6 hem de geçen sezondaki ezici Barcelona performansı sebebiyle çok hırslı ve saldırgan bir futbol oynayacağını düşünüyordum ama bu saldırganlığı sadece maçın sonlarına doğru sürekli tekme atarken ve çirkeflik yaparken görebildik. Barcelona ise sanki bir orta sıra takımına karşı oynar gibi rahattı. Iniesta ve Zlatan gibi iki önemli isim olmamasına ve Real Madrid'in dinlendiği günlerde iki Arsenal maçı oynamasına rağmen Bernabeu deplasmanında kendi futbolunu hiç zorlanmadan oynayabildi.
.

Guardiola'nın tercih ettiği kadro beni şaşırttı, daha önce buna benzer bir diziliş gördüğümü hatırlamıyorum ama kazanan o oldu. Real Madrid'in iki kanadını da tamamen etkisiz hale getirdi, özellikle ilk devre neredeyse hiç pozisyon vermedi. Belki takım hücumda o kadar etkili değildi ama maçı izlerken Barcelona'nın her an golü bulabileceğini hissediyordunuz. Golün öncesinde Messi'ye bir faul yaptılar, maç içinde birkaç kez yaptığı gibi hemen ayağa kalktı, topu aldı ve oyuna çok hızlı başladılar. Xavi'nin muazzam pası sonrasında da Messi golünü attı ve bana büyük keyif veren o mükemmel gol sevincini izletti.

Barcelona 2. devre de maçı istediği gibi götürdü. Belki ilk devredeki kadar üstün değildi ama rakibe ne topu verdi, ne de bir fırsat. Maç oldukça düşük tempoda devam ederken ve Barcelona bol bol pas yaparken sahneye yine Xavi çıktı, savunma arkasına yine muhteşem bir top attı ve bu kez golü çok şık bir plase ile Pedro attı. Golden sonra Real Madrid maç boyunca yakaladığı en ciddi fırsatı buldu. Oyuna yeni giren Guti'nin harika ara pasında Van der Vaart kaleciyle karşı karşıya kaldı ama bu net pozisyondan yararlanamadı. O pozisyon gol olsa belki Real Madrid biraz dirilip Barcelona üzerinde baskı kurabilirdi ama olmadı ve maç aynen devam etti. Sonrasında Messi'nin kaçırdığı ya da Casillas'ın kurtardığı net pozisyonlar var, Barcelona Bernabeu'dan yine farklı bir skorla çıkabilirdi.


Maçın sonuna doğru Real Madrid'in tekme atmaya başlayacağını tahmin ediyordum. Ramos gerçekten vicdansız bir katil, son 10-15 dakika yaptığı çirkefliklerle kendini iyice rezil etti ve işin garibi bu adam atılmadan oyunu bitirebildi. Aslında tekmeler maçın sonunda başlamadı, buna sadece mağlubiyet siniri de denemez. Daha 30. dakikada faullerde 11-3 Real Madrid üstünlüğü vardı. Sadece işini yapıp futbol oynayan Barcelona yerine tekme atan, rakibini sakatlamak için faul yapan oyuncular bu sezonu mutlu bitirirse zaten çok yazık olur.

Ronaldo rezilleri oynadı, belki 20'ye yakın top kaybı vardır. Pique her pozisyonda onu bitirdi, hiç fırsat vermedi ama Ronaldo'nun da saçları kaşları falan güzeldi. Messi de beklediğim gibi çok öne çıkmadı ama golünü attı ve hatta hat-trick bile yapabilirdi. Maçın oyuncusu ise tabii ki Xavi, hakikaten bambaşka bir adam. Çok acaip bir futbol kafası ve o kafaya uyum sağlayabilen mükemmel ayakları var. Onu izlemek çok büyük bir zevk.
.

Bu maçta alınacak bir beraberlik bile Real'in işine yarayabilirdi. İkili averajda üstünlük Barcelona'da kalacaktı ama Real Madrid'in de ciddi bir fikstür avantajı vardı. Şimdi ise Barcelona'nın puan kaybetme kredisi var ki bu moral bozukluğuyla Real Madrid'in daha puan kaybetmesi de kimseyi şaşırtmaz. Maç öncesinde umarım 10 Nisan'da olacaklar 22 Mayıs'da olacakların teminatı olur demiştim, ilk görev başarıyla tamamlandı. La liga için tamam diyebiliriz, şimdi sırada Şampiyonlar Ligi var..

29 Mart 2010 Pazartesi

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe

İşten ancak fırsat buldum, yazı da biraz geç kaldı. Onlarca blogda, forumlarda ve birçok farklı platformda maçın dakika dakika analizi yapıldı. Çok derin analizler yapmayı düşünmüyorum ama büyük haz yaşadığım, özellikle son 20 dakika kolay kısmet olmayacak bir tribün eğlencesi yaşadığım bu harika geceden aklımda kalanları bloga not etmem lazım.

İlginçtir, kağıt üzerinde Galatasaray daha avantajlı gözükmesine rağmen maçtan önce birçok Fenerbahçe’li kendi aralarında yaptıkları sohbetlerde maçın tam olarak dün izlediğimiz şekilde geçeceğini tahmin ediyorlardı. Ben de onlardan biriydim. Alkışlar altında başlaması muhtemel bir maçın Galatasaray’ın maç başı saldırganlığını alabileceğini, Fenerbahçe’nin rakibi uyutarak Sami Yen’den beraberlikle dönebileceğini, bir gol sıkıştırırsa maçı da kazanabileceğini düşünüyordum. Diğerlerini bilmem ama benim dayanağım klasik Fenerbahçe-Galatasaray ilişkisi değil, Fenerbahçe’nin daha “takım” olması ve son yıllarda görmeye alıştığımız derbi karakteriydi.

Antep-Galatasaray-Kayserispor üçlemesinden alınacak 7 puanın şampiyonluk yolunda Fenerbahçe’yi tekrar önemli bir aday yapacağını düşünüyordum. Bu yüzden beraberlik kesinlikle razı olduğum bir skordu. İçimdeki his maçın sonucu için olumlu şeyler söylese de tedirginliklerim de vardı. Oyunun en önemli bölgesi olan orta saha Fenerbahçe’nin bu bölgedeki hayati eksikleri sebebiyle Galatasaray’ın vasat orta sahası tarafından ele geçirilebilirdi. Bursaspor’un Cuma günü kaybetmesi de Galatasaray’ı özellikle maçın başında iyice ittirebilir diye düşünüyordum ama bu düşüncemin aksine Galatasaray galibiyet için 1 puanı riske etmeyen bir anlayışı tercih etti.
.

Kadrolar öğrendiğimizde yanımdaki arkadaşlar Mehmet Topal’ın varlığından rahatsız oldular, Alex’i yine etkisiz hale getireceğini düşünüyorlardı. Ben Rijkaard’ın adam markajını tercih etmeyeceğini düşündüm ama yanıldım. Maçın ilk düdüğüyle birlikte Topal Alex’e yapıştı ama bu Fenerbahçe’nin işine geldi. Mehmet Topuz, Selçuk, Wederson, Özer ve hatta iki bek bile çok rahat boş alan buldular. Böylece Fenerbahçe istediği gibi rahat rahat pas yapmaya başladı, Galatasaray’ın zayıf orta sahası karşısında oyunun kontrolünü eline geçirdi. Top rakibe geçtiğinde ise tek hücum varyasyonu Keita ve Dos Santos’a topu verip ne yapacaklarını izlemek olan Galatasaray’a alan bırakmadı. Gol için Alex’in ayağından Güiza için çıkacak paslar dışında oyunu fazla zorlamadı ki Sami Yen deplasmanında beraberlik çok büyük kayıp değilken risk almanın da hiç gereği yoktu. Öncelik rakibin kendi taraftarı önünde havaya girmesini ve tempo yakalamasını engellemekti, bunda da başarılı oldu. Galatasaray’ın oyunu kontrol edememesi tribünleri de çok etkiledi, orta tamamen Fenerbahçe’nin istediği hale döndü. Güiza’nın net pozisyonu hatalı bir ofsayt bayrağı ile kesilmeseydi plan kusursuz işlemiş olacaktı.
.
İkinci devrenin başındaki Dos Santos’un pozisyonu haricinde oyun aynı şekilde devam etti. Lugano’nun dönüşüyle güven vermeye başlayan ve gol yemeyen Fenerbahçe savunması sadece o pozisyonda açık verdi ama maçı getirebilecek pozisyondan Meksika’lı yararlanamadı. Fenerbahçe ilk devre eline geçirdiği kontrolü ikinci devre de Galatasaray’a vermedi. Rijkaard’ın Mehmet Topal’ın yerine Arda’yı oyuna alması ise işleri iyice kolaylaştırdı, Alex de rahatladı ve biraz daha öne çıkmaya başladı. Mehmet Topal oyundayken bile orta saha üstünlüğünü eline geçiremeyen takımın bu bölgeden bir kişi daha çıkardıktan sonra bunu başarması imkansızdı. Sanki Selçuk’un o golü gelmeseydi bile Fenerbahçe araya bir gol sıkıştıracaktı, en azından biz tribünde golü hissetmeye başlamıştık. Belli ki Daum futbolculara kaleyi uzaktan yoklamalarını söylemiş, Selçuk’ın bile gol dışında kaleye attığı 2-3 şut vardı. Golden sonra ise Galatasaray iyice çöktü, Keita’nın zorladığı 1-2 pozisyon ve son dakikada Volkan’ın sahalarda az görülen muhteşem kurtarışı dışında Fenerbahçe’yi zorlayamadı. Biz de gönül rahatlığıyla tribünde bağırdık, şarkılar söyledik ve eğlendik. Tribün demişken ağzımızın içine yerleştirmiş oldukları hoparlörlerden yüksek sesle müzik veren Galatasaray yönetimini de teşekkür ediyorum. Son düdükle birlikte çalmaya başladıkları müzikler keyifli bir “after-party” geçirmemizi sağladı..

Fenerbahçe’de performansını eleştireceğim futbolcu yok. Herkes elinden geleni yaptı, sakinliğini korudu ve aklını kullandı. Selçuk gol dışında da iyiydi, defansif olarak işini çok iyi yaptı ve neredeyse tüm dönen topları o aldı. Korkum Galatasaray orta sahasının Selçuk’ın baskı altındaki yetersizliğini düşünerek pres yapmasıydı ama bu da olmayınca Selçuk hiç sırıtmadı. Yanındaki Mehmet Topuz da fizik gücüyle orta sahada iyi iş yaptı. Herkesin ondan hücum tarafında da bir şeyler beklemesi normak ama kuvveti bu takıma önemli katkı yapıyor. Andre Santos’u yine çok beğendim. Keita karşısında zor durumlara düşebileceğinden korkuyordum ama Wederson’un da yardımlarıyla Keita’yı etkisiz hale getirdiler. Özer belki de takımın en çok pas hatası yapan futbolcusuydu. Yanlış tercihler yaptı ama o kadar çok mücadele etti ki dün oyundan çıkmasını kimse istemedi. Alex ise belki de en iyi Sami Yen performansını sergiledi. Gol atmadı, asist de yapmadı ama yeri geldiğinde adam kovaladı, geriye geldi, top kaptı, kusursuz top sakladı ve sıkışık anlarda takımı çok rahatlattı.

Fenerbahçe futbol oynamadan şansa bulduğu bir golle kazandı diyenler çıkabilir ama bu doğru değil. Fenerbahçe deplasmanda bir derbide nasıl oynamak gerektiğinin dersini verdi. Belki çok pozisyon bulamadı ama fazla pozisyon da vermedi. Aklını kullandı, soğukkanlılığını hiç kaybetmedi ve rakibinden çok daha iyi mücadele ederek maçı kazandı. Belki maçın öncelikle hakkı beraberlikti ama bir galip çıkacaksa o Fenerbahçe olmalıydı. Çok önemli bir 3 puan geldi ve Galatasaray maçı artık geride kaldı. Galibiyet keyfinin cılkını çıkarmamak ve Kayserispor maçına konsantre olmak lazım. Kadıköy’de tamamen dolu tribünler önünde alınacak 3 puan Ankaraspor’dan gelecek hükmen galibiyet ile birleşince şampiyonluk adına dev bir adım olacak. Ben tekrar heyecanlandım, umarım futbolcular da aynı heyecanı yaşıyorlardır. Hepsine belki de Sami Yen’e veda ettiğimiz maçta aldıkları bu güzel galibiyet ve son 20 dakikada yaşattıkları keyif için bir kez daha teşekkür ediyorum, kalan 6 maçta onlardan aynı ciddiyeti bekliyorum. İşler yolunda giderse 1,5 ay sonra keyiflerin en büyüğünü hep birlikte yaşayacağız..

28 Mart 2010 Pazar

En Tatlı Yorgunluk

Neredeyse maça gitmiyordum, işler son anda yoluna girdi. Topuklarımı hissetmiyorum, ıslandım ve çok yorgunum ama bir o kadar da mutluyum..

Şubat ayı sonunda şampiyonluğa veda yazıları yazdıran takım şimdi belki de şampiyonluğun en büyük adayı..

Önce sıcak bir duş, sonra maçın tekrarı.. Maçı herhalde yarın yazarım ama bir şeyi şimdi söylemem lazım..

Teşekkürler çocuklar, ayaklarınıza sağlık..

26 Mart 2010 Cuma

Galatasaray - Fenerbahçe

.
Soğumuşum galiba, artık eskisi kadar heyecanlanmıyorum. Medya, yöneticiler ve taraftar olduğunu söyleyen boş adamlar yüzünden işin tadı kaçmış, bunu bir kez daha fark ettim. Hatırlarım, 90’larda maça gitmeden önce uyumak kolay olmazdı. Kuzenle birlikte ufak beyaz tahtamıza kadroları yazar, sahada yerleştirir ve üzerinde uzun uzun tartışırdık. Pazar günü maç saati yaklaştıkça tabii ki heyecanlanacağım, ilk düdükte yine ellerim titreyecek ama eskisi gibi değil işte..

Maçın ne olacağı, nasıl geçeceği hakkında ne desek boş. Bir ufak hata, şanssızlık ya da ilk dakikada görülebilecek bir sarı kart bile maçı tamamen değiştirebilir. Daha kimin oynayıp oynamayacağını bile bilmiyoruz. Saha içini bir kenara ayırırsak saha dışında da maçı etkileyecek şeyler var. Mesela birkaç saat sonra Bursaspor’un alacağı sonuç maçın gidişatını direkt etkileyecektir. Olası bir puan kaybı Galatasaray’ın maça çok daha baskılı ve istekli başlamasını sağlayabilir. Ya da mesela başkanlık seçimi, pek mümkün değil ama oradan çıkacak beklenmedik bir sonuç Sami Yen’i daha durgun bir yer haline getirebilir.

Eski heyecanı yaşamıyorum dedim ama değişmeyen bir şey var. Galibiyet ile biten maçların sonunda yaşanan o mutluluk, o keyif hala aynı. Hele ki o galibiyet bir de deplasmanda yaşanmışsa daha da bir güzel. Umarım Pazar akşamı o mutluluğu yaşayan tarafta olurum..
.
.
Galatasaray - Fenerbahçe
28.03.2010 /
19:00
Ali Sami Yen Stadyumu

Başka Emriniz?


Ali Sami Yen Stadı'nda Galatasaray-Fenerbahçe maçı için biletlerini alarak karşılaşmayı izleyecek olan taraftarlarımız, kesinlikle münferit olarak maçı izlemeye gideceklerdir. Ellerinde maç bileti olan taraftarlar, Ali Sami Yen Stadı girişinde polis tarafından oluşturulacak 2 aşamalı kontrol noktasından geçtikten sonra stada ulaşacaktır. İlk kontrol noktasında bilet kontrolü, ikinci kontrol noktasında ise üst araması yapılacaktır.

Biletleriyle maçı izlemeye gidecek taraftarlarımız, kesinlikle bozuk para, çakmak, yanıcı ve parlayıcı yasa dışı maddelerin yanı sıra, yüz maskesi, atkı, kaşkol gibi kıyafetleri üzerlerinde bulundurmayacaktır. Taraftarlarımızın rakip takım taraftarlarını tahrik edecek ve uygun olmayan davranışlardan kaçınmaları gerekmektedir.

Taraftarlarımıza duyurulur.
Saygılarımızla,
Fenerbahçe Spor Kulübü



Metinde kullanılan dil çok çirkin, öncelikle bunu söylemem lazım. Mantıklı bir şey olsa bile insanın yasağı delesi gelir. Bu açıklamanın, daha doğrusu bu emrin kimin fikri olduğunu bilmek gerekiyor. Herhalde içeriği hakkında tartışmanın bir anlamı yok, saçmalıktan başka bir şey değil.

Ben bunun İstanbul Valiliği'nin bir talebi olduğunu tahmin ediyorum, Fenerbahçe tarafından böyle bir açıklama yapılmasının başka hiçbir mantığı yok. Formayı yasaklamamışlar. Yüzler açık olsun, insanlar daha rahat fişlenebilsin istiyorlar. İl Güvenlik Kurulu'ndan her şey beklenir, hiç şaşırmam ama bu açıklama Fenerbahçe Spor Kulübü'nün kendi insiyatifi ile yapılmışsa ortada ciddi bir paranoya sorunu var demektir.

Neyse, bu kimin işi olursa olsun çok kaale almaya gerek yok. En azından ben umursamıyorum ve büyük bir aksilik olmazsa atkımla birlikte orada oluyorum.

1 Aralık 2009 Salı

Bayram Sonrası

Bayramda evde kalmadım, yanıma bilgisayar da almadım. Tatillerde blog önceliğini kaybediyor, alkol ön sıralara geçiyor. Gittiğim yerde Spormax de olmayınca derbi haftasında sadece El Clasico’yu izleyebildim. Fenerbahçe’nin götürdüğü morali az da olsa bu maç yerine getirdi. Aklımda kalanları kısa kısa yazalım;
.
.
.
* Fenerbahçe fiziksel olarak da mental olarak da yoruldu, erken sezon açmanın acısı Galatasaray’dan da Fenerbahçe’den de çıkıyor. Sakatlıkların ve cezaların da bu döneme denk gelmesi de bonus oldu. Bilica ve Emre en az Alex kadar önemli oyuncular. Bunlar yetmezmiş gibi Daum da kendi yolundan çıktı, söylenenlerin etkisiyle doğru bildiğinden şaştı.
.
* Seyircisiz maç izlemek bile insana zor gelirken oynaması da pek kolay olmasa gerek. Şahsen ben seyircisiz maçların karşısına 1 puan yazarım. 12. Hafta sonrasında koyduğum hedef 5 maçta 9-10 puandı. Kalan 3 maçı da kazanmak gerekiyor ama çok zor. Tek hedef bir şekilde devreyi lider ya da en fazla 1-2 puan farkla geride bitirmek. Sonra da belki bir forvet transfer etmek.
.
* Maraton Alt’a Fenercell ve Fenerbahçe Kart pankartlarını akıl edenlere “selam olsun”.
.
* Kazım’a geçmiş olsun. Tirajik’de gördüm, sinirim bozuldu. Bu şey gibi “Allah cezasını verdi” diyenlere Allah cezanın en büyüğünü versin.
.
* Kazım dedim, aklıma geldi. Dün Kırmızı Çizgi isimli programda Mehmet Arslan bir fikir verdi. Kazım 4 maç ceza aldı ama sakatlandı. Cezasını iyileştikten sonra çekmesi daha doğru olurmuş. Nba’de bu böyleymiş. Konu Fenerbahçe olunca bazılarının zihinleri ne güzel açılıyor.
.
* Galatasaray da kaybederken Beşiktaş kazandı. Biraz bakındım, bazı Beşiktaşlı arkadaşların spor sayfalarından farkı yok. Bol bol “Hani bu takım şampiyon olamazdı? Hani diğer iki takımı yakalayamazdı? Hani kadrosu yetersizdi? ” kıvamında cümleler var ama bunları en az diğer takım taraftarları kadar Beşiktaş taraftarları da söylüyordu. Medya da aynı, sanki zamanında Fenerbahçe ile Galatasaray'ı göklere çıkarırken Beşiktaş'ı yerin dibine sokan Avrupa basınıydı.
..
* Beşiktaş maçını izlemedim, bir şey söyleyemeyeceğim ama Galatasaray da neredeyse Fenerbahçe kadar kötüydü. Baros dönmeden toparlanmaları zor. Gerçi ben o varken de abartıldığı kadar iyi oynamadıklarını düşünüyor ve yazıyordum. Bakalım Rijkaard’a gösterilen sabır ne zaman taşacak.
.
* Futbol iyi oyuncularla oynanır. İyi futbolcun yoksa sistem denen şeyin içi boş kalır.
.
* El Clasico'da Real Madrid yapabileceğinin en iyisini yaptı, o da kendilerine 1-2 gol pozisyonu olarak döndü. Iniesta-Xavi’nın ayrı düştüğü rakip orta sahayı iyi bozdular. Sadece Alves’in ilk devre birkaç bindirmesi oldu ama onlarda da çok kötü ortalar yaptı. Hepsinde Sabri diye makara yaptım ama ikinci devre verdiği harika pas ile bana güzel bir kapak taktı. Messi’nin kaçırdığı net pozisyonda pası atan da yine Alves’di.
.
Barcelona’nın Real Madrid’den ne kadar üstün bir takım olduğu 10 kişi kaldıktan sonra ortaya çıktı. Barcelona karşısında Real Madrid 10 kişi kalırsa en az beş olur ama Barcelona maçın sonunu çok da zorlanmadan getirebildi. Real Madrid’in en iyisi Kaka’ydı, Lass’ı da özellikle ilk devre beğendim. Barcelona’nın ve maçın tartışması en iyi ismi ise, 3-4 voleybol bloğunu andıran kritik müdahele yapan Puyol'du.
.
* Herhalde Manchester United ünvanını Chelsea’ye devredecek. Bir aksilik ya da sakatlık belası olmadığı takdirde Chelsea rahat şampiyon olacak gibi gözüküyor. Liverpool zaten bitik, Arsenal'in de kadro yetersiz. Manchester City ise iyi başladığı ligde üst üste 7. beraberliğini aldı, ilginç.
.
* Jimmy Bullard gerçekten muhteşem bir adammış, her takıma lazım. City deplasmanında attığı golden sonra sevincini hocasının taklidini yaparak yaşıyor. Noat Samisa’nın bu yazısını da okumanızı tavsiye ederim.
.
* Inter kazandı, Juventus kaybetti ve böylece Milan ikinciliğe yükselirken Inter de en yakın rakibiyle puan farkını 7’ye çıkarmış oldu. Belki bu sene biraz zorlanır diyorduk ama görüntü pek öyle değil. Bu rakipsizlik beni bile Serie A’dan soğutuyor.
.
* Coupet’nin ayak çok kötü kırılmış, çok üzüldüm. Herhalde artık futbola dönemez.
.
* Şen Şef yine gitti. Bu kez önce Amsterdam, sonra da belki Paris ve Hannover. Belki maçlara gittikçe oralardan bir şeyler yazar ama benim pek umudum yok..
.
.
.
Aklımda kalanlar bunlar. Dediğim gibi yoğun alkol vardı, bu yüzden birçok şeyi atlamış olabilirim.
.
Yazıyı da Puyol'a saygılarımızı bir kez daha sunarak bitirelim. Ayaklarına sağlık Büyük Kaptan..
.

22 Kasım 2009 Pazar

Yuh!


Bana kimse bunun kasıtlı olmadığını anlatmasın. Pozisyon buradan izlenebilir. Messi bu pozisyonda sakatlanmadı ama olsun, bunun insanlık dışı bir hareket olduğu fikrim değişmez.

El Clasico öncesi işler bir anda tersine döndü. Ronaldo'dan nefret eden ben bile onun El Clasico'ya yetişmesini istiyordum. O yetişiyor ama belki Messi ve Zlatan olmayacak. Neyse, daha 1 hafta ve öncesinde oynanacak Şampiyonlar Ligi maçları var. Biraz daha bekleyelim, 29 Kasım'ı ondan sonra düşünelim.

Beşiktaş 3-0 Fenerbahçe

Deplasman tribününden maç izleyip de yorum yapmak zor. Hele bir de sis etkisi olunca insan gördüğünden emin olamıyor. Maçın tekrarını izlediğimde tribünde düşündüklerimden farklı şeyler görebilirim diye bekliyordum ama pek de öyle olmadı. Maç sonu ne düşünüyorsam tekrarını izledikten sonra da aynı şeyi düşünüyorum. Maç sonunda ortaya çıkan skor sahada oynanan futbolun karşılığı değil.

Beşiktaş ev sahibi olmanın etkisiyle normak olarak maça daha hızlı başladı ve ilk 10 dakika oyuna daha hakim olan taraftı ama Serdar’ın dışarı giden şutu dışında bir pozisyon bulamadı. Daha sonra Fenerbahçe tempoyu istediği gibi ayarlamaya ve topa sahip olmaya başladı. 20-25 dakika geçtikten sonra da maçın hakimiyetini eline geçirdi.

İlk devre bitene kadar kanatlardan etkili gelen, pozisyon bulan, net bir penaltısı verilmeyen, devrenin sonunda bir de topu direkten dönen ve hatta ikinci devreye de iyi başlayan taraf Fenerbahçe’ydi ama bir anda iki farkla geriye düşen taraf da Fenerbahçe oldu. Oynanan oyun beni tatmin etmişken, bir şekilde golü bulup maçı kazanacağımızı düşünürken ne olduğunu anlamadan maç 2-0’a geldi. Futbol böyle garip bir oyun işte, “bu maçı alırız” derken maç sonunda “3-0’dan daha farklı olabilirdi” diyebiliyorsunuz.

İlk gol Emre’nin sakatlandığı anda oldu ve bu sakatlık maçın gidişatını da bir anda terse çevirdi. İbrahim Üzülmez’in oraya isteyerek kestiğini sanmıyorum ama Fink muhteşem vurdu. İkinci gol ise jetlag etkisi gördüğümüz Lugano’nun kıçını döndürememesinden geldi ama Bobo’nun da hakkını yememek lazım, çok iyi dönüp anında vurdu. Volkan’ı suçlamam, ben bile ne olduğunu anlamadım. Üçüncü gol ise zaten ofsayt. Kısmet, yapacak bir şey yok..
.

Kazım en az maç öncesindeki gereksiz Twitter mesajı kadar aptal bir kart gördü. Ben artık onun bu hareketlerine küfür etmekten bıktım, o yapmaktan bıkmadı. Kaç maç ceza alır bilemem ama her ihtimalde devre sonuna kadar kadroya almamak ve ağır bir para cezası vermek lazım. Nerede olduğunu güzellikle anlamıyorsa yapacak bir şey yok. Belli ki biraz canının yanması gerekiyor.

Güiza olsaydı nasıl bir kadro görürdük bilemiyorum ama ben her ihtimalde Mehmet Topuz’u oynatmayıp Kazım’ı sağa atardım. İnönü’de Mehmet’e gerek yoktu. Zaten güçlü bir psikolojisi ve karakteri olan bir adam değil, çok silik kaldı. Bunun dışında bir de Emre sakatlanınca Wederson’u alıp Andre Santos’u göbeğe çekmek fahiş bir hataydı. Maçı çevirme şansını sıfırlamanın yanında çok daha pahalıya da patlayabilirdi.

Beşiktaş’da herkes İbrahim Üzülmez diyor, evet çok ekstra bir futbol oynadı ama bence Beşiktaş’ın en iyisi Ekrem’di. Hiç durmadı, onu izlerken ben yoruldum. Gökhan Gönül’de zaten bu sezon savunma zaafiyeti görüyorduk, bugün kevgire döndü. Alex’i etkisiz kılmasının yanında attığı golü de düşünürsek Fink için de Beşiktaş’ın iyilerindendi diyebiliriz. Aslında bu görüntüde sadece Fink’in performansından bahsedemeyiz, Alex de çok kötü bir günündeydi. Fenerbahçe’de ise en çok Carlos’u beğendim. Özellikle ilk devre baya etkili oldu. Bilica'yı da yine çok aradım, Fenerbahçe için çok önemli bir oyuncu.

Derbi sonrası hakeme değinmemek olmaz. İki fark gelene kadar bütün takdir haklarını ev sahibi lehine kullandı, sonra eyyama başladı. Gökhan Gönül’e yapılan net penaltı, tartışması olmaz. Bu ve 3. gol haricinde skora direkt etki eden başka pozisyon hatırlamıyorum ama özellikle ilk yarı Kazım’ı gerçekten çok dövdüler. Fırat Aydınus da Twitter mesajından etkilenmiş gibi inatla düdük çalmadı. Mesela Emre’ye ya da bir başkasına yapılan daha basit temaslara faul verdi ama pozisyonun içindeki isim Kazım olunca hiç tınlamadı. Yan hakemin adı Bahattin Duran’mış. O da Kazım’dan “Fuck off”u duyunca çok mutlu oldu, hemen atladı ve büyük bir hırsla Kazım’ı oyundan attırdı. Karar tabii ki doğru, o ayrı. Bir de Emre’ye çıkan sarı kart büyük saçmalıktı. Adam sakatlanmış, can havliyle topa vurdu ve sarı kart gördü.
.
Bu arada çok şikayetçi olduğum anlamı çıkmasın, bu kadarı tabii ki kabul edilebilir ama şu maçta Kadıköy’de olandan daha az küfür oldu ve daha az madde atıldı denemez. Tek fark maddelerin isabet etmemesi oldu, küfürde ise İnönü için bir adım önde diyebiliriz. Bu arada tribün demişken söylemeden geçemeyeceğim, ben İnönü’de bu kadar kötü bir tribün gördüğümü hatırlamıyorum. Cezalar çok etkili olmuş.


Fenerbahçe’nin sezon başındaki temposunu ve ritmini kaybettiği ortada. Lige verilen hiçbir ara takıma yaramadı, aksine ritmini bozdu. Bu hafta itibariyle avantaj kaybolmuş gibi gözüküyor. Devreyi lider kapatmak için sezon başındaki arzuyu tekrar yakalamak gerekiyor. İki seyircisiz iç saha maçı varken bu kolay değil, teknik kadroya çok iş düşüyor ama ben bu takıma güveniyorum. Beşiktaş ise sadece zirveye biraz yaklaşmış oldu. Fazlasının olabileceğine inanmıyorum, ilk ikiye girebileceklerini de düşünmüyorum.

Bu maçın sonrasında çok yıkıldığımı söyleyemem ama “sadece 3 puan kaybettik” şeklinde basite de indirgiyemem. Serinin bitmesi çok umrumda değil ama neticede bir derbi kaybettik ve bu son senelerde çok alışık olduğumuz bir şey değil. Tabii ki çok üzgünüm. 30. haftayı beklemekten başka yapacak bir şey yok. Galatasaray maçı denk gelmiyor diye üzülüyordum ama artık ikinci devre Kadıköy’de büyük bir hırsla gidebileceğim bir derbi var..

21 Kasım 2009 Cumartesi

Beşiktaş - Fenerbahçe



Şu gereksiz milli maç arası ve bu arada olan olaylar derbiyi doğru düzgün gündeme getirmedi. Ne maç öncesi gerginliği var, ne adam gibi bir heyecan. Bloglarda, forumlarda Beşiktaş taraftarı olayların dışında kalmanın da katkısıyla biraz daha maçın havasına girmiş gözüküyor..

Fenerbahçe kağıt üzerinde avantajlı, bunu söylemek için alim olmaya gerek yok ama maçın İnönü’de olduğu da unutulmamalı. Fenerbahçe’nin son yıllarda İnönü’de büyük bir üstünlüğü olabilir ama ne olursa olsun derbilerde her zaman avantaj ev sahibi takımındır..

Kadro kalitesine ve 12 haftadır izlediğimiz futbola baktığımızda Fenerbahçe bir değil birkaç adım önde. Dengeli ve düzenli bir takım Fenerbahçe. Ve aynı zamanda çok da güçlü bir takım. Bu tip maçlardan istediğini almasını da biliyor. Galibiyetin şart olmaması da Fenerbahçe’nin avantajı..

Maçın gidişatını daha çok belirleyecek takım Beşiktaş, Fenerbahçe’nin kimlerle ne şekilde oynayacağı neredeyse belli ama Mustafa Denizli’nin ne yapacağı hakkında kimsenin bir fikri yok..

Bunlar konuşulur, edilir ama bunların hiçbir anlamı da kalmayabilir, neticede bu bir derbidir. Bugün benim için dünyanın en büyük derbisi de Dolmabahçe’de oynanacak olan Beşiktaş-Fenerbahçe derbisidir..

İnönü deplasmanlarını severim. Kaybederken de severdim, haliyle son yıllarda daha ayrı bir keyif alıyorum. Sanki Fenerbahçe taraftarı o stadın içinde daha bir güzel duruyor..

Galibiyet sonrası Dolmabahçe’den iskeleye doğru şarkılarla yürümenin keyfini ben hiçbir deplasmandan almıyorum.. Beraberlik beni üzmez ama o keyfi bugün de yaşamayı çok istiyorum..

Fenerbahçe futbolcusu da maçı benim kadar isterse bu akşam o staddan mutlu çıkan taraf yine biz oluruz..

Haydi bakalım..

17 Kasım 2009 Salı

Suçlu Adnan Polat Olacak


Pazar günü oynanan maçtan sonra olanları hayretler içinde izliyorum. Çıkan olaylar beni şaşırtmamıştı, bunu dün de söyledim ama bütün bu olanların ne kafada olduğu belli olmayan bir kadının üzerine yıkılmasına, Galatasaray yönetiminin yaptığı rezil açıklamalara ve medyanın tavrına sessiz kalmak imkansız. Taraftarların yaptıkları üzerine kafa yormuyorum ama yöneticilerin taraftardan beter hale gelmelerine insan dayanamıyor.

Dün o iki kişi Serhat Ulueren’in programına çıktı ve böylece olayların tek sorumlusunun o kadın olduğu düşüncesi sabitlendi. Zaten Serhat Ulueren bunu açıkça dile de getirdi, Galatasaray’ın o kadın yüzünden ceza alacağını söyledi. Bir kısım medya ve Galatasaray yönetimi o kadın olmasaydı hiç olay çıkmayacağına inanmamızı bekliyor. Maçtan önce sahaya giren adamı, 6 yaşında bir çocuğun taciz edilmesini görmezden geliyor. Olaylı Efes Pilsen maçından sonra “Vahşet” başlığı atan Kaan Kural bile bu maç sonrasında “O kadın nasıl tahrik etti” başlığını atıyor. Tahrik denen şey mazeretse Efes maçından sonra da Fenerbahçe taraftarı Kaya’nın, Kerem’in hareketlerinden ya da hakem kararlarından tahrik olup oyunculara saldırdı denebilir. O zaman Kadıköy’de de hiçbir şey olmadı, sadece Arda ve Keita’nın maç öncesi hareketlerinden tahrik olan bazı seyirciler kendini tutamadı o kadar gibi bir savunma yapılabilir.

O kadın dün programda tam olarak doğruları söylemiyordu, bunu anlamak için alim olmaya gerek yok ama olayın nasıl geliştiğini, kadının Fenerbahçeli olduğu anlaşıldıktan sonra üzerine madde atıldığını ve küfür edildiğini, bundan sonra da kadının muhtemelen sarhoş kafayla o hareketleri yaptığını az çok tahmin edebiliyoruz. Haydi her şey o hareketten sonra oldu diyelim, basketbolcuya vurmak ile kadının hareketinin ne alakası var? Maçı kazandıktan sonra düdük ile birlikte sahaya madde yağdırmanın ne alakası var? Bugün her şeyin sebebi o hareket olarak gösterilirken Ahmet Dedehayır’ın Caferağa’da aynı hareketi yapmasının üzerinde neden durulmadı? İşin taraftar boyutunu sorgulamanın artık gereği yok diyorum ama yine o taraflara kayıyorum. Çünkü Adnan Polat başkanlığındaki yönetim kurulu taraftar gibi davranıyor, yukarıda yazdığım ve karşısında durduğum şeyleri savunuyor.

Yönetim kurulunun resmi açıklaması dışında Polat’ın söylediklerini değerlendirmeye almak ne kadar doğru olur emin değilim, sanırım bir demeç olarak değil de bir sohbet sırasında söylemiş. Gerçi sevinemedim demesine çok güldüm, sahaya girip sporculara saldıran ve madde yağdıran adamlarla tezahurat yapan kendisiydi. Kendisinin geçmişi ortada, bu tribünler üzerinde ne kadar emeği olduğunu da Galatasaray taraftarları benden daha iyi biliyor. Onun tekrar işin içine girmesinden sonra Fenerbahçe maçlarında branş fark etmeden gerginliğin ne kadar arttığını son 3-4 seneye bakan herkes çok net olarak görebilir. Aynı kafa da devam ediyor ve böyle devam ettiği sürece daha beterlerini göreceğiz. Daha karşı karşıya gelinecek çok branş var, kürek müsabakalarını bile bekleyenler olduğundan eminim.

Açıklamaları Galatasaray resmi sitesinde görebilirsiniz. Meğer o kadın olmasaymış hiçbir şey olmayacakmış. Galatasaray yönetimi olayları yatıştırmak için çok çabalamış. Olaylar yatışmışken 22 numaralı oyuncu seyirciye yumruk atmış ve olaylar tekrar alev almış. Sahaya giren adamları, oyuncuya vuranları, atılan maddeleri anlatan tek bir cümle bile yok. Kendilerini biraz suçlu ya da sorumlu hissettikleri gibi bir anlam çıkmıyor. Hala Ercan Saatçi kovalanıyor, Efes Pilsen maçına gidiliyor. Fenerbahçe’nin Efes Pilsen maçından sonra resmi sitesinden taraftarını kınamasını görmezden gelip Fenerbahçe’yi o maçı unutturmak ve olaylar hiç olmamış gibi göstermekle suçluyorlar.

Demek o kadın suçlu ve o olmasa hiç ama hiçbir şey olmayacaktı. Vurun kahpeye ki herkes rahatlasın yani. Oldu, geçiniz. Bugün bu açıklamalar geldikçe, Galatasaray yönetimi olaylara böyle yaklaştıkça, Fenerbahçe sporcusuna saldıran adamlar varken “Bana ne, siz de yaptınız” demeye devam ettikçe ve tüm suçu karşı tarafın üzerine yıktıkça Fenerbahçe taraftarının evinde oynayacağı ilk maçta olacak tüm olaylardan Adnan Polat sorumludur. Pazar günü ve sonrasına baktığımızda maç içinde yapılan komik “ilk defa kenarda oturan oyuncuya saldırı görüyorum” açıklamasını bir kenara bırakırsak Fenerbahçe yönetimi “Efes Pilsen maçında olanlar maç sonunda olmuştu” demek dışında bir yanlış yapmamıştır. Galatasaray yönetimi ise büyük bir hızla saçmalamaya devam etmektedir.

Tekrar ediyorum, bundan sonra Fenerbahçe’nin evinde oynayacağı ilk maçta olması muhtemel olayların sorumlusu amigo gibi davranan Adnan Polat olacaktır.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Çözüm Önerisi


Hafta sonu yurt dışındaydım, eve girip televizyonu açtığım anda olaylar başladı. Maçı kaybetmiş olmak beni çok üzmedi, Galatasaray’ın da Fenerbahçe’nin de bu sezon yapabilecekleri zaten ortada. Normal sezonda oynanan maçlar da bana çok anlamsız geliyor. Artı Ülker ismi geldiğinden beri bir tane bile basketbol maçına gitmedim, o yüzden bu mağlubiyeti de çok önemsemedim. Zaten maçın skoru ya da oynanan basketbol bu olaylardan sonra önemini kaybediyor.

Şu suçlu, bu suçlu, tahrik vardı, utanılacak olaylar gibi geyiklere girmenin artık gereği yok. Belli ki bu hep olacak. İkinci maçta aynı şeyleri biz yaşatacağız, belki oraya kadar beklemeden futbolda kupa eşleşmesi olursa aynı olayları göreceğiz.

Dün hakkında illa ki konuşacaksak taraftarların değil ama yöneticilerin tavrı üzerine konuşmak, mesela Galatasaray yöneticilerinin umursamazlığı üzerinde durmak lazım. Okan Çevik’in maç sonrası röportajında taraftara teşekkür etmesini, Yiğit Şardan’ın 15 yaşında çocuk gibi “Fenerbahçe-Efes açında çıkan olaylarda çok daha büyüktü” demesini irdelemek lazım.

Kadıköy sonrası “UEFA maçında olsaydı bu maç oynanmazdı” diyenler, dün olanların Euroleague maçında olması durumunda seyircisiz devam etmek dışında bir ihtimal yokken de konuşsun. Adnan Polat dün gördüğümüz sessizliğini açıklasın, Üstünel basın toplantısı düzenlesin, Işın Çelebi yine demeçler versin.

Fenerbahçe yöneticileri de sorgulansın. Neden geri vites yaptıkları ve takımı o ortamda sahaya çıkardıkları konuşulsun. Yönetim Kurulu üyesi “salon boşaltılmazsa çıkmıyoruz” dedikten sonra hangi kriterle can güvenliğinin sağlandığını ve takımı sahaya çıkarttığını anlatsın. “Puan kazanmak önemli değil” dedikten sonra puan kazanmak için neden sahaya çıktılarını açıklasın.

İşin taraftar boyutu ile aklıma gelen tek bir çözüm var. Sahaya madde atarak delikanlılık gösterisi yapanların ne kadar samimi olduğunu böyle görebiliriz diye düşünüyorum. Sanırım PSV ve Ajax taraftarları arasında olmuştu. Hemen Ultraslan, GFB ve Antu gibi oluşumlar bir toplantı yapıp karar alsınlar. Ortada bir yer belirlensin, mesela atıyorum Beşiktaş’da iskelenin oradaki meydan olsun. Gün ve saat üzerinde de anlaştıktan sonra anonslar yapılsın. İki taraftan birbirine zarar vermeye meraklı olanlar toplansın ve ne olacaksa olsun. Silah ve bıçak olmasın, en fazla sopa kullanılsın. Herkes birbirine girsin, ölen ölsün, kalan kalsın. Herhalde herkes rahatlar, en azından sporcular ve dün dışarı çıkarılması gereken 6 yaşındaki Fenerbahçeli çocuk gibiler işin dışında kalmış olur.

Kulağa ilk anda çok vahşi gelebilir ama her maç taksit taksit bunları görmektense işi tek seferde halletmek bana daha mantıklı geliyor.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Derbi Sonrası Tatil Dönüşü


Derbi sonrası İstanbul’da değildim, direkt kısa bir tatile gittim. Bütün o yaygaradan uzakta galibiyetin keyfini çıkardım. Sözlükte gezindim, bloglara bakındım ama hiçbir şey yazmadım. En düzgün kalemlerden çıkan şaşırtıcı yazıları tebessüm ederek okudum, hiç de sinirlenmedim. Tatilin sonu geldi, keyif de kaçmaya başladı. Üzerine cezalar açıklandı, Haldun Üstünel de komik bir basın toplantısı yaptı. Haliyle ben de düşündüklerimi yazmazsam rahat edemez hale geldim.
.
.

* En sondan başlayalım. Haldun Üstünel’in basın toplantısı diye kişiselleştirmek doğru değil, belli ki açıklamalar Galatasaray Yönetimin Kurulunun görüşlerini yansıtıyor. Amaç kısa vadede Fenerbahçe’ye verilen cezada bir indirime gidilmesini engellemek, uzun vadeli hedef ise hakemleri ve federasyonu etki altına almak. Çok eleştirmiyorum, bu ülkede işler bu şekilde yürüyor ama bir yönetici, özellikle Haldun Üstünel gibi güya yeni model bir yönetici söylediklerinin altını doldurabilmeli. Aksi takdirde komik duruma düşüyor. 19 Mayıs 2007’de oynanan maç ile geçtiğimiz Pazar günü Kadıköy’de oynanan maçı aynı kefeye koymuş, gerçekten inanamıyorum. Galatasaray’ın Fenerbahçe karşısında 9 gol atıp 5 gol yediği ve 4 maç kazandığı 9 maçlık Sami Yen performansını da, aynı dönemde Fenerbahçe’nin Galatasaray karşısında 24 gol atıp 4 gol yediği 9 maçlık galibiyet serisi ile aynı kefeye koymuş. Çok komik. Yine de muhtemelen kısa vadeli hedefine ulaşacak ve Fenerbahçe’nin aldığı cezada bir indirime gidilmeyecek ama bundan sonra Haldun Üstünel kim tarafından ne kadar adam yerine konacak, ne kadar ciddiye alınacak bilemem.
.
* Buradan diğer olaylara geçelim, hem basın toplantısında geçen hem de hafta boyunca konuşulan tartışılan mevzulara. Önce şu maçın oynatılmasından bahsedelim. Karar kesinlikle doğru, orada hakeme yönelik bir eylem yoktu. Avrupa’da bu işler böyle olmuyor diyenler için sözlükte gerekli cevaplar verilmiş, emsaller burada ve burada var. Maç öncesi abartılı tribün olayları olmamıştır, saha içinde olan bir gerginlikten dolayı tribünler galeyana gelmiş ve atılan bir madde şans eseri hakeme isabet etmiştir. “Sadece hakeme isabet edince mi olay sayılıyor” diyenlere Samet’e atılan kanyak şişesi ile, 19 Mayıs 2007’deki rezaleti de değil 2006’da oynanan maçın raporunu hatırlatırım.
.
* Maçın hakemi Bünyamin Gezer etki altında kalıp taraflı bir yönetim değil, kötü bir yönetim göstermiştir. Mesela yan hakem tam görmesinin imkansız olduğu ve devamında gol olan bir pozisyonda aut kararı verirken ne kadar etki altında kalmışsa ilk goldeki ince ofsaytı kaçırırken de o kadar etki altında kalmıştır. Bünyamin Gezer kimilerine göre Alex için ucuz bir penaltı çalmıştır ama etki altında kalan bir hakem Kazım’ın iki gol olabilecek pozisyonunu da komik faul kararlarıyla kesmez. Faul kararlarında takdir haklarını Fenerbahçe lehine kullanan bir hakem Servet’in Lugano’ya yaptığı harekete penaltı verir.
.
* Keita tam bir sahtekarmış. Tribünden atılan madde gözünü kör edebilirmiş. Bu kadar ciddi bir isabet alan adam nasıl birden ayağa kalkıp saha kenarına o deparı atar anlaşılmaz. Roberto Carlos’a attığı kroşeden sonra sergilediği şaşkın görüntü “Ben ne yaptım ki?” tavrı ise tek kişilik bir komedi. Ben bu ülkeye gözümü kaybetmeye gelmedim demiş ama bu ülkenin adam geçemeyince rakibine yumruk atabileceğin bir ülke olmadığını da biri ona anlatsın.
.
* Rijkaard’ın da şiraze kaymış, maçtan sonra “Burada inanılmaz bir atmosfer var. Herkes burada oynamak ister.” diyen adam tesislerine girince “Kadıköy’de futbolu kirleten görüntüler yaşandı. Stattaki atmosferin çok gergindi. Futbolcuların sakin kalmaları zordu.” demiş. Yakışmamış.
.
* Cezalar açıklandı. Bilica hakkını aldı, söyleyecek bir şey yok. Keita'nın cezası ise bence hafif kaçmış, en basitinden Bobo bile 4 maç ceza almıştı. Cristian’ın Arda’yı itişi çok ani ve sert değil. Maç içinde olsa sarı kart bile çıkmaz, ceza ağır olurdu. Arda’nın yakalanan bir küfürü yoksa ona ceza gelmemesi de bence normal ama Hakan Balta ve Nonda’nın Fenerbahçe tribünlerine yapmış oldukları hareketler gözden kaçmış. Fenerli medya işte, bunları gündeme getirmeyi unutmuş.
.
* Fenerbahçe’ye verilen 2 maçlık ceza ise saçmalık. Adaletsizlik. Çok eskilere gitmeyeceğim ama çok yakında aynı federasyonun verdiği kararlar ortada. Diyarbakır’da oynadığımız maç hala akıllarda ve Diyarbakırspor’un o maçtan dolayı aldığı ceza bile Fenerbahçe’ye verilen cezadan az. Daha da başka örnek vermeye gerek yok. Bütün hafta çıkartılan gürültünün sonucu budur, Federasyon etki altında kalmıştır. Bu kararı etkileyen en büyük güç ise o “Fenerli Medya” dedikleri medyadır.
.
* O yabancı maddeleri sahaya atanları Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın. Pis herifler. Onların yüzünden takımımdan uzak kalacağım.
.
* Derbi sonrası olayları yazmadım ama yazılanları okudum demiştim. Papazın Çayırı bu dönemde ne dediyse imzamı atarım. Peralta da burada çok güzel yazmış.
.
* Di Massimo Talento yapılan harika koreografinin bir videosunu burada paylaşmış. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.
.
* He bir de Borges geri dönmüş, hoşgelmiş. İyi ki de gelmiş, sevindim.
.
* Derbi hakkında elimden gelirse bir daha yazmayacağım. Çok beğendiğim bir yazının linki ile bitirelim; Gel Güzel Kardeşim, Bırak Platini'yi de Gel Biz Baba Gündüz'e Soralım