31 Mart 2009 Salı

Türkiye - İspanya

.
İlk maçın öncesinde arkadaşlarla hafif hafif rakı içerken ikinci maçtan daha çok korktuğumuzu konuşuyorduk. Yarın akşam İspanya tarafından gelen kadro haberleri açıkçası benim korkumu biraz daha arttırıyor. Kanatlarında Riera ve Silva'nın olduğu, tek forvet Torres arkasında Xavi'nin oynadığı takım işimizi çok zorlaştıracaktır. Torres'in bu maçta ilk maça oranla çok daha etkili olması şaşırtıcı olmayacak. İlk maçta olduğu gibi bu maçta da tek avantajımız Iniesta'nın olmaması, Madrid'de beklediğimizden iyi bir oyun görmemizde onun eksikliğinin de etkisi büyük.

Aurelio ile Emre'nin iyice gömülmesi ve alanlarını iyi savunması, kendilerinin de iyi günlerinde olmasıyla güven veren savunma bu maç çok zorlanabilir. Emre Aşık'ın oynayıp oynamayacağı belli değil, oynarsa kart görmemek için ekstra dikkatli olması gerekecektir. Oynamadığı takdirde benim tercihim Eren olurdu, hatta Emre Aşık oynasa bile Hakan Balta'yı sola geçirebilmek için onu tercih edebilirim.
.
İspanyollar sahaya çok rahat çıkacakken baskı altında oynayacak taraf ise Türkiye olacak. Milli takım seyirci profili de gol gelmeyip bir de bekledikleri futbolu göremeyince bu baskıyı iyice arttıracaktır ki sanırım Fatih Terim de taraftarlara sabır çağrısı yapmış. Bizim kadromuz nasıl olacak bilemiyorum, ilk maçta oynayan takımdan yerini kaybedebilecek iki isim Nihat ve Emre Belözoğlu gibi duruyor. Ben olsam herhalde Nihat'ı kenara alırdım, hem orta sahayı güçlendirmek hem de Tuncay ile Arda'ya daha fazla özgürlük verebilmek bana daha doğru geliyor.

Açıkçası gruptaki duruma puan hesapları yapacak kadar hakim değilim ama yarın Sami Yen'den bir puanla çıkmak beni tatmin edecek. Bana kalan tüm maçları kazanmak yarın İspanya'yı Sami Yen'de yenmekten daha kolay geliyor. Karamsar bir bakış oldu farkındayım ama benim takımla birlikte motivasyon konuşmalarını dinleme şansım yok, sadece düşündüğümü söylüyorum. Sonuçta ne olursa olsun konu Türkiye olunca insan her şeyi bekliyor. Bu maç özelinde de iş taktikten, sistemden, kadrodan çok oyuncuların kapasitelerinin ne kadar üzerine çıkabileceğine bakıyor ve daha önce kapasitelerinin çok çok üstüne çıkabildiklerini gördük..

Türkiye - İspanya
Ali Sami Yen - İstanbul
21:00@Atv

29 Mart 2009 Pazar

ING Australian Grand Prix 2009 / Melbourne

Formula 1’de yeni sezon başladı. Bu sezon için yapılan değişiklikleri sadece kural değişikliği olarak görmemek lazım, artık çok farklı arabaların yarıştığı bambaşka bir Formula 1 var. Sezonun bizler adına yeniliklerinden biri de TRT’ydi, Serhan Acar ve Okay Karacan haberleri mutlu etmişti ama daha ilk yayında benden çok küfür yediler. Digitürk-TRT ortaklığı sağolsun, sürünerek uyandığım sabah yarışı 5-6 tur izleyebildikten sonra bilgisayara mahkum oldum. Sorun TRT kaynaklı olmayabilir, hukuki zorunluluk yüzünden uydusal yayınları şifrelemek zorunda olabilir ama buna önlem alması gereken Digitürk ya da herhangi başka bir platform ile iletişime geçip gerekli bilgilendirmeyi ve kontrolü yapmalıydı, ne yapılması gerekiyorsa yaptırmalıydı.
.
Brawn GP, son 20-25 günün parlayan takımı sezon öncesi hazırlıkları ve sıralama turlarında gösterdiği performansı yarış geneline de yaymayı başardı. Massa onlar için sanki başka bir dünyadan gibiler demiş, her şey iyi gitse bile iki takım arasında yaklaşık bir saniyelik fark var. Bu farkın en büyük sebebi de difüzör denen alet, Brawn GP farklı bir difüzör kullanıyor ve farkın 0,5 saniyesini de bu aletin yarattığı söyleniyor. Bu konuda tartışmalar var ve Nisan ayı içinde konu karara bağlanacakmış. Eğer illegal sayılırsa Brawn GP ile birlikte bu farklı difüzörü kullanan Toyota ve Willams’ın puanları tehlikeye girebilir. Legal sayılırsa ise diğer takımlar da hızla difüzörlerini aynı şekilde çift tünelli hale getirip performanslarını onlar da ciddi olarak yükselteceklerdir. Sadece difüzörde iş bitmiyor. Kers, yeni lastikler ve o geniş ön kanatlar ile mühendisler başka farklar da yaratacaklardır. Ne olursa olsun efsane insan Ross Brawn ve yarattığı takım takdir edilmeli, Ferrari’nin süründüğü Melbourne’de yüzüm en azından onu podyumda görünce biraz güldü.
.
Ferrari Avustralya’dan puansız dönüyor. Oysa iki araba da iyi start aldı, Massa yarışta uzun süre tepelerde kaldı ama önce geriye düştü sonra da mekanik arızadan dolayı yarışı tamamlayamadı. Raikkonen’de de değişiklik yok, yine kötü bir hata yaptı ve spin attı, yarışı da tamamlayamadı. Hamilton geriden başlamasına rağmen 10. sıraya rahat tırmandı, sonra da genelde olduğu gibi şansı yanındaydı. Önünde olan kazalar ve yarışı önünde bitiren Trulli’nin yarış sonrası aldığı ceza ile üçüncü sıraya çıktı. Yarışın bitimine 3 tur kala üçüncülük mücadelesi yapan Vettel ve Kubica kaza yapınca yarış güvenlik aracının arkasında sona erdi. İkisine de yazık oldu, çok iyi yarış çıkarmalarına rağmen puan alamadılar. Vettel’in kaza sonrası telsizden “Çok üzgünüm, ben bir idiotum” dediğini duyduk, en azından 4. olacakken yarış dışı kaldı.
.


Muhtemelen Avrupa’ya dönene kadar böyle ilginç yarışlar izleyeceğiz, Ferrari ve McLaren’in Brawn Gp’yi yakalaması bu şartlar altında zor, çok çalışmaları arabaları ciddi anlamda geliştirmeleri gerekiyor ama çok da anlamadığım o difüzör olayı bu sezonu önümüzdeki haftalarda çok daha değişik bir şekle sokabilir.

İspanya 1-0 Türkiye

Maça beklemediğimiz kadar iyi başladık. İlk 10 dakika yememiz gereken baskıyı öne çıkarak püskürttük, pozisyonlar da yakaladık. Milli Takım Tuncay, Gökhan ve o tarafa yakın oynayan Aurelio ile sağ kanatta üstünlük sağladı, o pozisyonlar da genelde bu kanattan geldi. Nihat karşısında Casillas varken pas vermeyi düşünebilseydi belki skor üstünlüğü de gelecekti. İspanya da karşısında beklemediği bir Türkiye görünce tedirgin oldu ve istediklerini yapamadı ama bunda Iniesta ve David Silva’nın olmamasının da etkisi büyük. Orta sahada ilk devre milli takımdaydı, forvetler de orta sahaya iyi destek veriyorlardı, boşalan bir alan gördüklerinde Semih ya da Nihat hemen o bölgeyi dolduruyorlardı. Devrenin sonuna doğru ise oyun normal temposuna döndü, İspanya pas yaparak milli takımı hırpalamaya başladı. Sol kanat ilk devreden sinyal veriyordu, Arda da etkisizdi ve İspanya bu zayıflığı ilk devre görmüş oldu.


Takım İkinci devre iyice yoruldu ve oyundan da düşmeye başladık. Burada Fatih Terim’in hamlesi geldi ve orta sahaya bir adam alırken forveti eksiltti, belki de işe yaramış olmasına rağmen aslında kendi doğrularına ihanet etti. Çıkacak adam da bence Semih olmamalıydı, o dakikaya kadar gayet iyi oynaması bir yana Nihat ileride top tutamayacaktı. Aslında bu değişikliği sağlıklı yorumlamak da pek mümkün değil, hemen arkasından kalemizde klasik bir “Türk” golü gördük. Ben inanmıyorum ama kim bilir o gol hemen gelmese belki bu değişiklik işe yarayacak ve farklı bir maç izleyecektik. Golden sonra gücü de kalmamış Milli Takım karşısında İspanya istediği oyunu sergilemeye başladı. Rahat pas yaptılar, canları istediğinde topu ilk yarıdan beri kötü sinyaller veren sol kanadımıza geçirip insanüstü bir maç çıkartan Ramos ile etkili oldular. Emre-Hakan göbeği ve Volkan çok iyi oynuyor olmasalar skor artabilirdi, hiç hak edilmeyen farklı bir mağlubiyet gelebilirdi.
.

Fatih Terim’i illa eleştirmek gerekecekse tek forvete dönmesinden çok o tek forveti Nihat olarak seçmesini ve sol kanadımıza bir çare bulamamasını eleştiririm. Bosna Hersek de Belçika deplasmanında kazanınca işler iyice zora girdi, Çarşamba günü alınacak bir puan da artık yeterli olmayabilir. İşin kötüsü ise ben buradaki maçın bizim için Madrid’e göre çok daha zor geçeceğini düşünüyorum, umarım yanılırım.

28 Mart 2009 Cumartesi

İspanya - Türkiye


Fatih Terim dün yaptığı basın toplantısında ilk 11'i açıkladı. Gözlükleri de yeni gördüm, karizmasına karizma katmış, ara ara gözlüğü çıkarması, ısırması falan güzel hareketler, çok yakışmış..

Sistemler, dizilişler, rakamlar bir yere kadar. Ben olsam elimdeki oyuncular arasından en iyi 11 adamı seçip oynamak isterim. Tamam artık futbol daha sistematik, detaylar üzerine konuşulabilecek çok şey var ama öncelik o top ile oynayacaklarda olmalı, sistemler onlara göre ayarlanmalı. Mesela oynayanlara bakalım, Semih ve Nihat, ikisinden de vazgeçmek istemem. Arda-Tuncay ikilisinden hangi birini kulübede oturtabilirsiniz ki? Bu dört adamı koyduktan sonra da orta sahayı tutabileceğiniz üç adamdan biri zaten kesin, o da Aurelio. Emre-Ayhan arasında son haftaları düşünerek ben de Emre’yi tercih ederdim. Kime karşı nerede oynayacağınız da önemli ama bir yere kadar, ben de bu maçı bu saydığım isimlerle oynamak isterim. Eldeki isimlere bakınca sahaya çıkan bu kadronun savunma dışındaki isimleri bana çok uygun.

Avrupa’nın an itibariyle en iyi takımıyla oynayacağız o kesin ama İspanya’ya yani çok güçlü takımlara karşı bizden fazla motive olabilecek başka bir takım da yok. Bütün olayımız da bu değil mi zaten? Motive oluruz, herkes kapasitesinin üzerine çıkar, şans da yardım eder ve bazen Dünya 3.’sü oluruz, bazen de Avrupa 3’sü.. Olmayacak maçları kazanırız, olmayacak işler yaparız. Bazen büyük başarılar elde ederiz ama ekol olmamız düşünülemez bile, şu maçta bile sol bekinizde İbrahim Üzülmez’i oynatmak zorunda kalıyorsanız nasıl ekol olacaksınız ki? Bir tarafta Ekrem’ler, Çağlar’lar İstanbul’da kalır, Bernabau’yu televizyondan izlerler. Diğer tarafta ise o sürekli saydırdığımız isimlerle biz acaip bir maç çıkartırız hatta kim bilir belki maçı da o isimlerden birinin mesela İbrahim Üzülmez’in golüyle kazanırız. İşte bizim milli takımımız böyle bir takımdır. Ekol olamayız, her sene belirli bir seviyeye oynayamayız ama sıradışı galibiyetler alırız, kendi çapımızda büyük işler başarırız.

Yaklaşık 7 saat sonra İspanya ile Madrid’de karşı karşıya geleceğiz. Ne garip ki Türk futbolu diye bir kavram yaratmanın çok uzaklarındayken Bernabau’dan galibiyet ile dönme hayalleri kurabileceğiz. Futbol adına tüm doğruları yapan bir takıma karşı tam bir “Türk” işi kovalayacağız. Belki de bunu yine başarabileceğiz. Böyle anlık ve geçici başarılar kazanmaktansa ben ekol olmayı tercih ederdim o ayrı, sonuçta Bulgaristan bile Dünya 3’sü olabildi, Danimarka Avrupa kupası kaldırdı. Belki Çekler bunları yapamadı ama ben yine de bir Bulgaristan, bir Danimarka olmaktansa Çekler gibi olmayı tercih ederdim. Şöyle de bir gerçek var, ekol ya da değil, büyük ya da küçük hangi takım olursa olsun hiçbir takım da mesela Euro 2008’de bu milli takımın yaptıklarını yapamazdı, öyle maçlar kazanamazdı. Belki bizim ekolümüz de aslında budur, garip işlerle, futbolun doğrularından çok uzaklarda gezmemize rağmen kapasimizin çok üzerine çıkarak ara ara büyük başarılar elde etmek..

Ben Fatih Terim'in milli takımından bir gelecek beklemiyorum. Bu ülkenin sahip olduğuna inandığım futbol potansiyelinin onunla olumlu kullabileceğine de inanmıyorum ama ne garip ki onun milli takımının bu akşam Madrid'de hiç şans vermiyor olmama rağmen mucizevi bir maç çıkartıp kazanabileceğine de inanıyorum..
İspanya - Türkiye
Santiago Bernabéu - Madrid
23:00@Ntv
.
.

27 Mart 2009 Cuma

Arizona VahşiKedileri



Genelde basketbola pek yer vermiyoruz burada ama içimden geldi. Mike Bibby, Richard Jefferson, Jason Terry, Luke Walton ve Gilbert Arenas (Iguadola, Loren Woods filan saymıyorum zaten) gibi yıldızların formasını giydiği Arizona Wildcats, kötü geçen bir normal sezon ardından, son anda katılmayı hak ettiği NCAA turnuvasında "Tatlı 16"ya kaldı. Bu gece 02:07'den itibaren Ntvspor'da seyredemiyoruz malesef, Oklahoma-Syracuse maçını yayınlayacaklar. Belki son dakika bir değişiklik olur mu olur. Okulun sayfasından Wildcats'in turnuva geçmişine dair bazı ilginç bilgiler aşağıda. Gelecek vadeden kısaların gelmeyi sevdiği okulların başındadır Arizona, efsane koç Lute Olson ayrıldı ama 25 yıllık geleneği bozmayıp turnuvaya döndüler.


This is Arizona's 25th consecutive NCAA Tournament appearance, which is the longest active streak and second longest tournament appearance streak in NCAA history. The streak trails only North Carolina, which made 27 straight appearances from 1975-2001.

Since seeding was introduced in 1985, Arizona has a 6-5 record against No. 1 seeds. Interestingly, the Wildcats have more wins against the top seed than it does against any other seed in the tournament. Those six wins are more than it has against seeds 2-4 combined (five). The last time the UA faced a No. 1 seed was March 19, 2006, in an 82-78 loss to Villanova in the Minneapolis Region's second round.

When looking at Arizona's tournament history, it hasn't played as a seeded underdog too often. Since 1985, the Wildcats have played a total of 64 NCAA Tournament games, and only 19 of those had Arizona as the lower seed. The UA has an 8-11 (.421) record in those contests. Friday's game is the widest gap in seeds (1 vs. 12) with Arizona as the lower seeded team in the UA's tournament history.

Arizona captured its 20th and 21st wins of the season last weekend in Miami to post the 31st 20-win season in school history and the 21st in the last 22 seasons. Only last year's club, who posted a 19-15 record, failed to win 20 games in that span. Since the start of the 1984-85 season, Arizona has averaged 24.8 wins per season. The program has also won 41 NCAA Tournament games in the last quarter century.

Tv'de Futbol / 28-29 Mart


28 Mart Cumartesi
13:00 Manisaspor - Kayseri Erciyes / D Spor
19:15 İngiltere - Slovakya / Ntv Spor
20:00 Altay - Diyarbakırspor / D Spor
21:45 Belçika - Bosna Hersek / Futbol Smart
21:45 Karadağ - İtalya / Trt 3
23:00 İspanya - Türkiye / Ntv - Ntv Spor

29 Mart Pazar
01:30 Arjantin - Venezuela / Ntv Spor (Bant)
00:00 Ekvador - Brezilya / Ntv Spor

Kapak olsun..

Milli maçlara gitmeyi sevmem, EURO 2008 öncesine kadar milli takıma karşı çok sıcak olduğum da söylenemez. İspanya geliyor diye maç Sami Yen'de olmasına rağmen grup olarak gitme planları yaptık. Sponsorlar ve stad seçimi yüzünden satışa çıkacak bilet sayısının az olacağını biliyorduk ama henüz ilk maç oynanmadığı için belki biletlere çok fazla hücum edilmez diye düşündük.

Biletler çıkar çıkmaz kız arkadaşımla birlikte netten ve telefondan saldırdık. Biletix blogda da daha önce üzerine konuşulduğu gibi yine bir klasik olarak bilet vermemek için elinden geleni yaptı, ya hiç açılmadı ya da dalga geçer gibi defalarca ödeme ekranında, son adımda hatalar verdi. 2 saat boyunca İspanya gibi bir takımla oynanacak böyle büyük bir maçı ufacık Ali Sami Yen'e verenlerle birlikte benden bol bol küfür yedi.
.
Sinir sistemim baya zarar gördü ama 2 saat sonunda kız arkadaşımla birlikte 10 bilet alabildik. Bilet alamamamız için çok uğraştın ama bu 10 bilet sana ve beraber çalıştığın karaborsacılara kapak olsun Biletix..

26 Mart 2009 Perşembe

Lefter'e Vefa


Sabah bakınırken Ben Fenerbahçeliyim blogunda Lefter yazısını görmüştüm, yorumlarda da heykel yapılmasından bahsedilmişti. Grup CK'nın böyle bir organizasyon içine girdiğinden ne yazık ki haberim yoktu. Az önce resmi sitede heykelin yapıldığını ve 3 Mayıs'da yani kulübün kuruluş yıldönümünde açılacağını okudum.

CK'yı çok beğeniyorum ve yaptıklarını takdir ediyorum. Keşke GFB illetinden kurtulup Fenerbahçe tribünlerinin tek hakimi olabilseler..


25 Mart 2009 Çarşamba

Jose Mourinho & Internazionale


Mourinho'nun Inter'den sezon sonu ayrılabileceğini düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Inter Mancini ile de şampiyon oluyordu, Mourinho'nun Şampiyonlar Liginde ilerleyemediği bir sene üst üste dördüncü şampiyonluğu kazanması çok ekstra bir olay değil. Mourinho'nun zaman zaman yaptığı açıklamaları da geçtim yüzünün hali bile İtalya'da olmaktan çok mutlu olmadığını hissettiriyordu. Tek dayanak ise Jose'nin çalıştığı yere damgasını vurmadan İtalya'dan ayrılmayacağını düşünmekti.

Kalıyorum demiş, hem de Inter'e Balotelli ve Santon gibi genç oyuncular da kazandırarak 4-5 sene daha olduğu yerde hizmet etmek istediğinden bahsetmiş. Bence biraz da popülist davranmış, arkasında potansiyeli olmayan ama günlük başarılar kazanan bir takım bırakmaktansa Inter'in geleceği için çalışıp bu hedef doğrultusunda risk almaktan korkmayacağını söylemiş. Chelsea'ye geldiğinde Scolari'nin "Daha önce hiç bu kadar iyi organize olmuş, bir o kadar da profesyonel ve potansiyeli olan bir kulüp görmedim" sözlerinden gurur duyduğunu eklemiş.

"Herkes Mourinho'nun ayrılabileceğini konuşuyor ama neden kimse onun Inter'de 4-5 sene daha kalma ihtimalinden bahsetmiyor anlamıyorum. Bu Zlatan için de geçerli" demiş ki bence Zlatan için çok uğraşmasa da olur.

Takdir ederken nefret ettiğim Mourinho bile Inter'in başında olduğu için bana sempatik gelmeye başladı ya.. Futbol işte adama laflarını böyle yedirip, yanar döner damgası yediriyor..

Liverpool'da Erken Bahar


Futbol ilginç bir mevzu, bazen 90 dakika içinde anlık bazen de daha uzun vadede beklenmedik değişkenlikler gösteriyor. Şunun şurasında daha 1 ay önce Manchester United ile puan farkının bir maç fazlaları olmasına rağmen yedi puan olduğu dönemlerde işlerin Liverpool için iyi gittiğini söylemek imkansızdı. Önce Real Madrid iki kez mağlup edildi ki ikinci galibiyet standart bir galibiyetten de öteydi. Sonra Manchester United karşısında tarihi bir galibiyet geldi ve geçtiğimiz hafta da benzer bir tarife United’ın Fulham’a kaybettiği hafta Aston Villa’ya uygulandı.

Liverpool’da normal olarak yüzler gülüyor. Futbolcuları ve taraftarları en az bu galibiyetler kadar sevindiren bir gelişme daha oldu ve Rafael Benitez ile olan sözleşme sonunda uzatıldı. Bu hızlı düzelme ve olumlu gidişle beraber medyada Avrupa futbol camiasının şımarık çocuğu Real Madrid’in Gerrard’a talip olduğu haberleri dönmeye başladı. Ben Gerrard’ın Liverpool’dan ayrılacağına pek ihtimal vermedim, daha doğrusu Real Madrid’e gideceğine hiç ihtimal vermedim.

Kariyeri boyunca halinden hiç bu kadar memnun olmadığını yakın zamanda dile getiren Gerrard ile bu haberlerden sonra Liverpool yönetimi görüşmüş ve bitmesine iki sene kalan kontratını yaz aylarında uzatmak konusunda fikir birliğine varmış. Muhtemelen Carragher’dan sonra Fernando Torres ile de yaz aylarında sözleşme uzatılacakmış. Gerrard halinden memnun, Benitez’in kontrat uzatması da onu rahatlattı. Benitez’i her anlamda çok beğeniyor ve onunla çalışmaktan çok memnun. Neredeyse 20 senedir uzak oldukları şampiyonluk hakkında ise benim olduğumdan çok daha fazla umutlu olduğu kesin. Ben hala aylar önce de ilan ettiğim gibi Manchester United’in şampiyon olacağını düşünüyorum ama umarım bana en büyüğünden bir kapak olur.

Bu arada bir dip not daha doğrusu bir dilek, keşke kontratının bitimine iki yıl kalan oyuncularıyla sözleşme uzatmak için görüşen en azından diyaloğa giren Avrupa’lı yöneticileri biraz da bizim yöneticilerimiz örnek alsa da biz de her sezon Ocak ayından itibaren kanser olmasak..

24 Mart 2009 Salı

Juande Ramos

.
2008-2009 Sezonu

Ramos ile Tottenham;
8 maç / 0 galibiyet / 2 beraberlik / 6 mağlubiyet
Ortalama Puan: 0.25

Ramos sonrası Tottenham;
22 maç / 10 galibiyet / 6 beraberlik / 6 mağlubiyet
Ortalama Puan: 1.63

***

Ramos öncesi Real Madrid;
14 maç / 8 galibiyet / 2 beraberlik / 4 mağlubiyet
Ortalama Puan: 1.85

Ramos ile Real Madrid;
14 maç / 12 galibiyet / 1 beraberlik / 1 mağlubiyet
Ortalama Puan: 2.64

Öteki Futbol


İşler iyice yoğunlaşıyor, öteki futbolu takip etmek ve bloga not düşmek de iyice zorlaşıyor. İngiltere'de Liverpool fırtınası esiyor, herhalde an itibariyle Avrupa'da yüzü Liverpool taraftarından daha çok gülen bir topluluk yoktur. Real Madrid ve Manchester United'a atılan dörder gol, Rafa ile uzatılan sözleşme, 2009 başına kadar fırtına gibi esen ama şu an form durumuyla dibe vurmuş olan Aston Villa karşısında alınan 5-0'lık galibiyet ve bir maç fazlasıyla United ile olan puan farkının bire düşmüş olması moralleri sezon başındaki durumuna getirdi. Manchester United'da ilk Inter maçı sonrasında bir düşüş olduğu hissediliyordu. Geçtiğimiz hafta Liverpool'a kaybettikten sonra bu hafta da Fulham deplasmanından puansız döndüler. İlk golün geldiği penaltıyı yaratan Scholes 18. dakikada kırmızı kart gördü, 89. dakikada da Rooney oyundan atıldı. Ben yine de United'ın ne yazık ki şampiyon olacağını düşünüyorum. Chelsea Hiddink ile ilk kez kaybetti, Anelka da sakatlanmış ve 3 hafta oynamayacak. 1-0 kazanan Tottenham'ın sezona 8 maçta iki puanla başladığına inanmak çok zor. Aston Villa'nın yine kaybettiği haftada Arsenal kazanınca 3 puan farka 4.lükteki yerini sağlamlaştırdı. Middlesbrough bu hafta da kaybetti, ligde kalmaları imkansız gözüküyor.
.
La Liga'da Barcelona özüne döndü. Lig 6. sına karşı 56 dakikada 6 gol buldular ve toplamda 84 gole ulaşarak maç başına üç gol ortalamasını tekrar yakaladılar. Messi'nin yine muhteşem bir golü var. Iniesta ve Xavi sakatlandı ama milli maç arasına gelmesi iyi oldu, sanırım maç kaçırmayacaklar. Real Madrid iyi oynamadığı maçta Almeria'yı rahat geçti, iki gol Huntelaar'dan geldi. Fikstür Madrid için artık daha zor, Barcelona'yı takip ettikleri için ilk lig maçında Barcelona'dan 6 gol yemiş bir Malaga deplasmanına çıkacaklar. Sezonun ilk devresinde Madrid'in Almeria maçı öncesinde iki takım arasında 1 puan fark vardı. Sevilla ve Villareal yerlerini sağlamlaştırdılar, La Liga bu sıralamayla bitecek gibi duruyor.
.
Serie A'da Inter kazanırken Zlatan hafta içinden sonra hafta sonuna da takımı adına damga vurdu, yine muhteşem bir golü var. Hafta içinde gidebileceğine dair açıklamalar yaptı, Moratti de hafta sonu ona gideri yapmış. Sıradışı ve üstün yetenekli bir oyuncu olduğuna dair kimsenin şüphesi yok ama ben buna rağmen giderse çok üzülmem, konuşulduğu gibi Barcelona'ya gelmesini ise hiç istemem. Gamsız tavırları özellikle mağlup olunan maçlarda beni çileden çıkartıyor. Inter'in umutlu açıklamalar yapan takipçisi Juventus Roma deplasmanından dört gollü bir galibiyetle döndü, en azından ikincilikleri için artık garanti denebilir. Milan ufak bir hakem yardımıyla Napoli deplasmanından 1 puan çıkardı, maç çıkışı da Napoli'li taraftarlar Galliani'yi taşlamışlar. Serie A'da en keyifli mücadele ligde kalma ve Şampiyonlar Ligi'ne katılım için devam ediyor, Roma kaybedince Genoa ve Fiorentina bir adım önde kaldılar.
.
Fransa'da Bordeaux, Lyon ve Marsilya'nın kazandığı hafta PSG kaybedince dördüncülüğe düştü, bunun haricinde bir değişiklik yok. Bundesliga'da ise Hertha Berlin kaybedince dört takım yine bir puanlık aralığa sıkıştı. Milli maçlar yüzünden gerçek futboldan bir süre uzak kalacağız. Milli maçlardan kupa zamanları haricinde haz almıyorum. Süper Ligi değil ama Avrupa Liglerini bu hafta sonu izleyememek bir boşluk yaratacak.

22 Mart 2009 Pazar

TSL 25. hafta


25. haftada şampiyonluğa oynayan beş takımdan kazanan olmadı ama bu Süper Lig için artık büyük sürpriz sayılmıyor. 70 puan şampiyonluk getirir deniyor ama herhalde 3-5 puan altı bile yeterli olacak. Trabzonspor’da iyice düşmeye başladı, eskiden kaybederken bile saldırır, pozisyon bulurlardı ama Gaziantepspor karşısında hiç etkili olamadılar. Tüm takımla birlikte Song’da da ciddi bir form düşüklüğü var ve artık kalelerinde çok rahat gol görüyorlar. Açıkçası ben tekrar ayağa kalkabileceklerini düşünmüyorum. Beşiktaş ve Sivasspor ise hala şampiyonluğu çok istiyor. Cumartesi akşamı oynanan 90 dakika ile diğer takımların maçlarına şöyle bir bakınca bile bunu anlayabiliyorsunuz.


Beşiktaş’ın da Sivasspor’un da beraberlik kredisi zaten vardı, Fenerbahçe ve Trabzonspor’un puan kayıpları da iki takımı iyice rahatlattı. İnönü’de oynanan ilk maç da berabere bitmişti, ikili averajı da düşününce takımlardan birinin kazanmak için risk almasını beklemiyordum.

Sivasspor’da Kamanan belki de Mehmet Yıldız gidecek diye transfer edilmiştir. Onun beklenenden fazla faydalı olması ve Mehmet Yıldız’ın da takımda kalması sonrasında Bülent Uygun’un elindeki forvet opsiyonu çoğaldı, sanırım bu da Sivasspor’da biraz karışıklığa yol açtı. Beşiktaş karşısında ileride yine Thum ve Mehmet Yıldız’ı gördük, başarılı oldukları düzene dönmüşlerdi ve toparlanmış gözüktüler. Beşiktaş’da ise tam tersini gördük, Cisse-Ernst ikilisinin orta sahada, Sivok’un ise stoperde oynadığı maçlarda Beşiktaş iyi bir görüntü vermiş, bu düzeni bozduğu maçlarda mesela İBB maçında bile top görmekten zorlanmıştı. Sivasspor karşısında Mustafa Denizli takımın daha iyi olduğu düzeni bozup Cisse’yi yine kenara aldı ve Ernst’in de verimini düşürdü. Yine de Yusuf’un nispeten faydalı, Tello’nun da çok iyi performası Beşiktaş’a 1 puanı getirdi.

Sivasspor maça hızlı başladı, özellikle son haftalarda formsuz gibi gözüken Ekrem’in savunduğu sağ kanattan etkili geldiler ve bu bölümde Musa ile net bir gol fırsatından yararlanamadılar. Bu pozisyon Zapo’lu savunmanın vermesini beklediğim boşluklardan biriydi. İlk 15-20 dakikadan sonra denge kuruldu ve iki takım da kontrollü oynamayı tercih etti. Beşiktaş duran toplarla etkili olmaya başladı ve bir korner sonrasında Sivok ile çok net bir pozisyon yakaladı. İkinci devre de ilk devreye benzer başladı ama bu kez Sivasspor hızlı başladığı oyunda golü de buldu. Biz Mustafa Denizli’nin hangi oyuncu değişiklikleri yapacağını düşünürken Yusuf’un görerek attığı pasa Tello’nun güzel vuruşu ile beraberlik golü geldi. İlk devre olduğu gibi iki takım da yine kontrollü oynamaya çalıştılar. Balili girdikten sonra Sivasspor Beşiktaş kalesini birkaç kez tehdit etti ama iki takım da kazanmak için çok şey yapmadı. Sahada mücadele ve istek vardı ama öncelik doğal olarak kaybetmemekti. Çok fazla gol pozisyonu yoktu ama yine de güzel bir maç oldu. Bu arada şunu da not etmek lazım, televizyon falan izlemedim ve bir hatası var mı bilmiyorum ama bence hakem maçın tamamında çok iyiydi.

İki takım da üzülmedi, rakipler arasından kazanan olmayınca fikstürün en zorlu maçlarından biri kayıpsız atlatılmış oldu. Beşiktaş yine zorluk derecesi yüksek bir maçı kazanamadı, bunu yine de akılda tutmak lazım. Sivasspor’un fikstürü iyi, bu beraberlikle camia da biraz sakinleşmiştir. Belli ki sezon sonuna kadar şampiyonluğun en büyük adaylarından olacaklar.


UEFA Kupasına veda ettikten sonra Galatasaray’ın ligi bir şekilde götüreceğini düşünüyordum. Kadro iyi ve kaliteli, milli maç için verilecek arada sakatlar da dönecek ve elde sadece Süper Lig hedefi kaldı. Rakiplerin de kaybettiği haftada kazanıp öne de fırlarlar diyordum ama Eskişehirspor maçından sonra bir kez daha gördüm ki bu sezon Sivasspor, Beşiktaş ve Trabzonspor için büyük şans. Şampiyonluğa çok ihtiyacı olan bu üç takım herhalde bir daha aynı sezon içinde hem Fenerbahçe’yi hem Galatasaray’ı bu kadar kötü yakalayamaz.

Hafta içi gazetelerde Eskişehirspor cephesinden kazanmak için oynayacaklarına dair demeçler okumuştum, maç da bu görüntüde başladı. Topa daha çok sahip olan, gol arayan ve pres yapan taraf Eskişehirspor’du, Galatasaray ise oyunu kabullenen ve kontra atak arayan bir görüntüdeydi. Lincoln beklendiği gibi kulübedeydi, oyuna da girmedi. Maç sonrasında Bülent Korkmaz’ın Lincoln’ün sakatlığı olduğunu söylemesi komik, Trabzonspor maçında da dinlendirilmişti zaten. Sahadakiler de bitse de gitsek havasındaydı, bitik ve bıkkın bir haldelerdi, sanki şampiyonluk şansları yokmuş, sezon bitmiş gibi oynuyorlardı.

İkinci devrenin başını izleyemedim, maça döndüğümde spikerden kırmızı kartı duydum ama hangi takımın eksik olduğunu o söylemeyince öğrenmek için arkadaşımı aramak zorunda kaldım. Oyuna baktığımda Galatasaray’ın bir kişi fazla olduğu pek belli olmuyordu. Skoru değiştirmek için çok bir çaba yoktu, futbolcular sanki skoru kabullenmiş gibiydi. Eskişehirspor golü de sakatlık sebebiyle sahada 9 kişi olduğu bir anda buldu. Maçı çevirmek için hamleler yapan Bülent Korkmaz Kewell’ı çıkartıp Mehmet Güven’i aldı, ne düşündüğünü merak ediyorum. Galatasaray 10 kişi kalmış Eskişehirspor karşısında mağlup durumdayken elle tutulur bir pozisyon bulamadı. Fenerbahçe’den kötüsü olamaz diye düşünüyordum ama oluyormuş, onlar en azından gol yediklerinde biraz hareketleniyorlar.

En kaliteli kadroya sahip olmak her zaman iyi olmuyor ya da daha doğrusu yetmiyor, bunu Fenerbahçe örneğini yakından gören Galatasaray’ın çok iyi bilmesi lazım. Geçen sezon işler yolunda gitti ve şampiyonluk geldi ama bu sezon Adnan Polat ve Adnan Sezgin yanlarına daha demeç vermeyi beceremeyen Bülent Korkmaz’ı da aldılar ve Galatasaray ile birlikte iflasa doğru sürükleniyorlar. Bu bir çöküştür. Milli maç arasından sonra Gaziantep’e gidecekler, sonra da Sami Yen’de Fenerbahçe maçı var. İşler çok daha kötüye gidebilir.

İspanya maçları için liglere verilen araya en çok Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ihtiyacı vardı. Bu ara sonrasında derbilerin de oynanacağı ligin final periyodu başlayacak. Kalan 9 haftada takımlardan biri çıkıp da bir galibiyet serisi yakalamadığı takdirde şampiyonu ilk beş takımın aralarında oynayacakları maçlar belirleyecek. Sonuç ne olursa olsun kötünün iyisi kazanmış olacak.

21 Mart 2009 Cumartesi

A Milli Takım Kadrosu

"A Milli Takım'ın İspanya ile 28 Mart ve 1 Nisan tarihlerinde oynayacağı 2010 Dünya Kupası eleme grubu maçlarının aday kadrosu belli oldu."

İbrahim Üzülmez kadroya çağırılmış..

Bu garip seçimler sıktı artık. Kadro hakkında konuşmanın, diğer seçimleri tartışmanın bence hiç gereği yok.

634 ve devam..

Kaptan’ı atladık, daha doğrusu yoğunluktan farkına bile varamadık. 24 Eylül 2008’de oynanan Inter-Lecce maçında Inter formasını 600. kez giyen Javier Zanetti geçtğimiz hafta 2-0 kazanılan Fiorentina maçında bu rakamı 634’e çıkardı ve bir Inter efsanesini, Giacinto Facchetti’yi yakaladı. Dün bunun için bir basın toplantısı daha doğrusu ufak bir seremoni düzenlendi ve bu seremoniye Başkan Moratti, Mourinho ve bazı yöneticiler ile birlikte Giacinto Facchetti’nin oğlu Gianfelice de katıldı.
.
Başkan Moratti seremonide yaptığı konuşmada şunları söylemiş;

“Zanetti bizim için bir sembol, benim için de özel biri. Inter’e başkan olduktan sonra transfer ettiğim ilk oyuncu oydu. Bana genç bir Arjantinli forveti, Ortega’yı tavsiye etmişlerdi. İzlediğim U-21 maçında ben mükemmel oynayan, top kaybetmeden tüm rakiplerini geçebilen bek oyuncusuna vuruldum. O zamanlar herkes bu yarı İtalyan soyadı olan tanınmamış futbolcunun en fazla birkaç ay kalabileceğini söylüyordu. İşte o adı bilinmeyen adam sadece takımda en uzun süre kalan değil, en iyi performansı sergileyen, müthiş bir karakteri olan ve hala oynamaya devam eden, geldiği ilk gün gibi değil, ilk günden bile daha iyi oynayan adam oldu. Facchetti’nin forma giyme sayısını Bergomi geçmişti, ben Javier’in Bergomi’yi de geçebileceğine inanıyorum.”
.

Kaptan’ın sözleri ise şöyle;

“Giacinto Facchetti bana Inter’e ait olmanın ne anlama geldiğini gösteren bir model oldu. Başkan Massimo Moratti’ye de henüz tanınmamış bir isimken bana İtalya’da oynama şansı verdiği için teşekkür ediyorum. İlk günümü hala hatırlarım, elimde içinde ayakkabılarımın olduğu plastik bir çanta ile beni tanımayan taraftarların arasından geçmiştim ve onlar birbirlerine benim kim olduğumu soruyorlardı. Bu kulübe çok küçük başarılarla yetindiğimiz dönemler de dahil olmak üzere her zaman inandım, er ya da geç işlerin yoluna gireceğini biliyordum. Bu takımın kaptanı ve tarihinin bir parçası olduğum için gurur duyuyorum.”

Böyle oyunculara hasret kaldığım şu dönemlerde Inter taraftarlarını kıskanmamak imkansız..

Bursaspor 2-1 Fenerbahçe


Dün akşam maç sonrası ne yazayım diye bir süre düşündüm, bir şey bulamadım. Sabah ofise geldim, ne denebilir diye biraz daha düşündüm, yine bir şey çıkmadı. Hep aynı şeyler işte, kaybedilen maçlardan sonra neler söylendiyse bir kelimesi bile değişmeden aynen söylenebilir..

Maçtan aklımda pek bir şey kalmadı. Deniz’in kulübede oturmasının anlaşılmaz bir tercih olduğunu söyleyebilirim, o varken Gürhan niye oyuna girdi hiç anlamadım. Semih 2-3 haftadır kötü oynuyordu, dün de çok kötüydü. Üzerine bir de Alex olmayınca hücum edebilmek imkansızlaştı. Fenerbahçe ince bir ofsayttan gelen golle 80 dakika önde oynamasına rağmen Semih ve Güiza’nın ilk devredeki birer pozisyonu elle tutulur kontra ataklar yapamadı. Mustafa Sarp ilk yarı boyunca tribünü de arkasına alıp Alex’in yokluğunda en önemli isim olan Emre’nin üzerine oynadı, kasti faullerle zaten normal bir insan olmayan Emre’yi sinirlendirip amacına ulaştı ve Emre de sarı kart gördükten sonra oyundan düştü, İkinci devre adı adam gibi duyulmadı. Gökhan Gönül de yediği kırmızı kartlık tekmeden sonra aksamaya başladı ve pek ortalıkta gözükmedi. Buna rağmen maç tam kırılacak gibiyken, Bursaspor yarı sahasında geniş alanlar ve tek tük pozisyoncuklar bulmaya başlanmışken yine saçma sapan bir yan top golü yendi, üzerine son dakikada yaratılan penaltı da maçın galibini belirledi. Fenerbahçe çok kötü, bu yüzden daha önce de hakemler hakkında konuşacak yüz bulamadığım maçlar oldu ama keşke zamanında federasyona bir yürüyüş de Kadıköy’den düzenlenseymiş.

Şampiyonluktan uzak bir lig mücadelesinin içinde olmayalı, hatta şampiyonluğun en büyük adayı olmayalı çok olmuştu. Belki de buna alışması kolay olmadığı için umutlandık, kendimizi kandırdık. İşin ilginci bu saatten sonra ne olur hala bilemiyorum, bu şartlar altında Şampiyonlar Ligine katılım hakkını kazanmak büyük başarı olacak gibi gözüküyor. Manevi değerler adına kalan büyük maçlarda galip gelmek, UEFA kupasına katılmak ve Türkiye Kupasını kazanmak ise ne yazık ki elde kalan en gerçekçi hedefler. Fenerbahçe’nin İBB, Hacettepespor, Kocaelispor, Gençlerbirliği gibi takımlarla oynadığı “zorlu” fikstürü geride kaldığına göre lig ilk 3 içinde de bitirilebilir. Komik..

Fenerbahçe taraftarı artık bu kabus sezonun bitmesini bekleyecek ama umarım işin başındakiler beklemek yerine önümüzdeki yıl için çalışmalara şimdiden başlamış ve yapılması gereken ciddi değişiklikler üzerine kafa yoruyorlardır. En “Fenerbahçe’li” oyuncusunun bir Uruguay’lı olduğu takımı izlemek herhalde onlara da taraftara verdiği kadar acı veriyordur..

20 Mart 2009 Cuma

Tv'de Futbol / 20-22 Mart


20 Mart Cuma
20:00 Bursaspor - Fenerbahçe / Lig Tv
21:30 Mönchengladbach - Bochum / Kanal 24

21 Mart Cumartesi
13:00 Kartalspor - Karşıyaka / D Spor
15:30 Gaziantepspor - Trabzonspor / Lig Tv
16:30 Stuttgart - Hertha Berlin / Kanal 24
17:00 Tottenham - Chelsea / Spormax
17:00 Rangers - Hearts / Futbol Smart
19:00 Sivasspor - Beşiktaş / Lig Tv
19:20 Crystal Palace - Reading / Futbol Smart
19:30 Newcastle United - Arsenal / Spormax
20:00 Le Havre - Bordeaux / Kanal A
21:30 Roma - Juventus / Ntv Spor
22:00 Marseille - Nantes / Kanal A
.
22 Mart Pazar
13:00 Kasımpaşa - Rizespor / D Spor
15:30 AZ Alkmaar - Feyenoord / Futbol Smart
15:30 Wigan Atl. - Hull City / Spormax
16:00 Internazionale - Reggina / Ntv Spor
18:00 Liverpool - Aston Villa / Spormax
18:00 Real Madrid - Almeria / Ntv Spor
18:00 Lyon - Sochaux / Kanal A
18:00 Schalke 04 - Hamburg / Kanal 24
19:00 Galatasaray - Eskişehirspor / Lig Tv
20:00 Barcelona - Malaga / Ntv Spor
22:00 Toulouse - PSG / Kanal A

UEFA Kupası Çeyrek & Yarı Final Eşleşmeleri

.
PSG - Dinamo Kiev / Shakthar - Marsilya
Werder Bremen - Udinese / Hamburg - Manchester City
.
Şu eşleşmelere ve kalan takımlara bir daha bakıyorum da, gerçekten çok yazık. Sadece Galatasaray için değil, Fenerbahçe ve Beşiktaş için de finalinin Kadıköy'de oynanacağı UEFA Kupası mücadelesinin dışında kalmış olmak çok üzücü. İddia ediyorum üç büyük takım da şu kalan takımları eleyebilecek kapasitede. Türk takımları tarihi bir fırsatı kaçırdılar, birbirimizi yemekten böyle şeyleri düşünemiyoruz, planlayamıyoruz. Üç koca Türk takımı var ve en çok yaklaşanı çeyrek finale bile çıkamadı. Bir daha böyle bir şansın elimize geçtiğini belki benim torunum görür.
.
Çeyrek finalde de tanıdıkların eşleşmesi var, bu kez Lucescu ile Gerets karşı karşıya geliyor. Bir yandan da gözler Hamburg'un neler yapacağında olacak. Yarı final eşleşmelerine de bakınca sanki finale bir Fransız gelecek gibi gözüküyor, diğer tarafta daha sert eşleşmeler var ama en azından iki Ukrayna takımından birinin finale çıkma şansının olmaması ülke puanı açısından da iyi oldu ki ben iki takımın da eleneceğini düşünüyorum.
.
Çeyrek final ilk maçları 9 Nisan'da, rövanşları da 16 Nisan'da oynanacak. Yarı finalde ise ilk maçlar 30 Nisan, rövanşlar ise 7 Mayıs'da yapılacak.
.
Finalin tarihi 20 Mayıs...

Şampiyonlar Ligi Çeyrek & Yarı Final Eşleşmeleri


Liverpool - Chelsea / Barcelona - Bayern Münih
Manchester United - Porto / Villarreal - Arsenal

Kuralar çekildi, korktuğum olmadı ve Barcelona ile Manchester United eşleşmedi. Gerçi zaten kura çekimlerinin güvenilirliği ile ilgili artık hepimizin kafasında şüpheler var ama olsun, bu iki takımın finale kadar karşılaşmayacak olmaları sevindirici.

Barcelona ve Manchester United turu rahat geçeceklerdir. Arsenal ise sakatların yavaş yavaş dönmesiyle iyi yola giriyor, yarı finale çıkarlar diye düşünüyorum. En zor ve güzel eşleşme ise Liverpool-Chelsea eşleşmesi, daha önce de bu mücadeleyi izlemiştik. Ne desek boş, her ne kadar Liverpool Şampiyonlar Ligi ustası olsa da Hiddink faktörünü de düşünerek şansları yarı yarıya görüyorum.

Çeyrek finalin ilk maçları 7-8 Nisan'da, rövanş maçları da 14-15 Nisan'da oynanacak. Yarı finalde ise ilk maçlar 28-29 Nisan, rövanşlar da 5-6 Mayıs'ta oynanacak.

Final 27 Mayıs'da Roma Olimpiyat Stadında..

Can Bartu


Can Bartu'yu kura çekimlerinde görmüştüm ama neden onun çektiğine dair bir habere denk gelmemiştim ve sebebini bilmiyordum. Meğer UEFA finali elçisi olarak kendisi seçilmiş. Bugün de UEFA'nın sitesinde onunla ilgili bir tanıtım yazısı var. Çok büyük bir olay değil ama yine de insanın hoşuna gidiyor.

UEFA Kupası 4. Tur Sonuçları


Herhalde gecenin en güzel ve ilginç mücadelesi Ali Sami Yen'de oldu. Galatasaray elendi ve tarihi final şansını kaybetti. Maçı netten olabildiğince izledim ama yorumlamak bana düşmez, belki Şen Şef bir şeyler karalar..

Galatasaray - Hamburger SV: 2-3 (1-1)
Saint-Etienne - Werder Bremen: 2-2 (0-1)
Ajax - Marsilya: 2-2 (1-2)
Metalist Kharkiv - Dinamo Kiev: 3-2 (0-1)
Shakhtar Donetsk - CSKA Moskova: 2-0 (0-1)
Zenit - Udinese: 1-0 (0-2)
Aalborg BK - Manchester City: 5-4* (0-2)
Braga - PSG: 0-1 (0-0)

UEFA mücadelesine ve çeyrek finale yükselen takımlara baktığımda hep "Keşke Fenerbahçe geçen seneki haliyle şu an bu kupada mücadele ediyor olsaydı" diye düşündüm. Yine de Saraçoğlu'nda güzel bir final izleme şansımız devam ediyor.

Ukrayna takımları iyi gidişlerini sürdürüyorlar, iki takımları mücadeleye devam ediyor. Zico sebebiyle destekliyor olduğum CSKA elendi, Dinamo Kiev karşısında hiçbir varlık gösterememişler. Elimde bir tek PSG kaldı, Braga deplasmanında son dakikalara doğru buldukları golle kazandılar ve çeyrek finale yükseldiler. Metalist sahasında kazandı ama elendi, ben turu atlayacaklarına inanıyordum ama 79. dakikada Berezovchuk kendi kalesine atınca Dinamo Kiev tur atladı. Deplasman golü uygulamasını hiç sevmediğimi tekrar yazmak istiyorum.

Zenit Udinese'yi eleyebilir diye düşünüyordum, kazandılar ama elendiler, böylece kupada Rus takımı da kalmadı. Aalborg ise Manchester City'yi 2-0 yendi ama penaltılarda tur atlamayı başaran taraf Given'ın kurtardığı iki penaltıyla Manchester City oldu. İki Alman takımı Hamburg ve Werder Bremen de yollarına devam ediyorlar, birinden biri final yapabilir gibime geliyor.

Kuralar birazdan çekilecek, benim dileğim bu kalan takımlar arasından finale PSG ve Manchester City'nin gelmesi ama %100 Fransız bir finale de hayır demem.

18 Mart 2009 Çarşamba

Pis Kokular Vol:2



Açıklama dün yapıldı, bloga koymak için fırsat bugün bulundu. Nedense geçenlerde burnuma gelen o anlamsız pis kokular bu açıklamayı okuyunca tekrar ortaya çıktı. Hayırlısı bakalım.. Umarım saçmalıyorumdur..

Gol Sevinci



Görüntüyü bir arkadaş gönderdi, maç Kasım ayında oynanmış ama ancak karşıma çıktı. Golü atan oyuncu Lee Bradbury ve Bournemouth oyuncularından muhteşem bir gol sevinci..

17 Mart 2009 Salı

Milan Baroš


Milan Baroš
33 Maç
22 Gol / 3 Asist
12 Sarı Kart

16 Mart 2009 Pazartesi

Büyük Adam


"Ben artık futbolcu değilim. Futbolculuğum bugüne kadarmış."
.
Bilen bilir blogda "Kaptan" diye bir seri var, başlarken daha önce Ümit Özat için bloga bir not düştüğümü ve "Kaptan" diye bir etiket verdiğimi hatırlamıyordum. Bir gün kaptan etiketini tıkladığımda önce onun fotoğrafı çıkınca şaşırdım, sonra da güldüm çünkü seri Puyol, Gerrard diye devam ediyordu.
.
Kalbinden sorun yaşayıp yere yığıldığı maçı izlemiyordum, gelen telefon üzerine televizyonu açmış ve o halini görünce yıkılmıştım. O günden sonra ne zaman yeni test sonuçlarını beklediği ve futbola dönmek için uğraş verdiğine dair bir haber görsem bırakmasını içimden geçiriyordum, tekrar kötü bir şey olur diye futbola dönmesini istemiyordum.
.
Ümit Özat Cumartesi günü bir basın toplantısı düzenleyip futbolu bıraktığını açıkladı, sonra da Mönchengladbach maçından hemen önce sahaya çıkarak taraftarlarıyla vedalaştı. Görüntüleri az önce gördüm, ağlayan onlarca Köln taraftarı vardı, aynı Saraçoğlu'nda o giderken ağlayan Fenerbahçe'liler olduğu gibi..
.
Bir işi ne kadar yaptığın değil nasıl yaptığın önemli. Fenerbahçe vedasına, Köln vedasına bakıyorum da belli ki o işini en iyi şekilde yapmış. Saraçoğlu'nda oynadığı son maçtan sonra "adam gibi geldim, adam gibi gidiyorum" demişti. Almanya'da büyümeye devam etti, futbola da büyük bir adam gibi veda etti.
.
Artık yeni bir sayfa açıyor, umarım çok başarılı bir teknik direktör olur. Önce Köln'de, sonra belki bir gün Fenerbahçe'de hatta belki de Milli Takım'da..
.
Kaptanın yolu açık olsun..

Öteki Futbol



Bu hafta en azından Avrupa'da yüzüm güldü. Inter ve Barcelona kazandı, Liverpool kazanmaktan da öte bir şey yaptı. Real Madrid'e uyguladığı tarifeyi Manchester United'a da uyguladı. Old Trafford'a favori çıkan tabii ki United'dı ama maçın başından itibaren daha iyi oynayan ve topa daha çok sahip olan taraf Liverpool oldu. Ferguson'un Anderson tercihini Inter maçında da anlamıştım ama o oyuna girdikten sonra Manchester United topu kontrolüne alıp oyunu istediği gibi yönlendirmeye başlamıştı. Cumartesi günü ise kenarda Giggs ve Scholes'un oturduğu takımının orta sahası, üstünlüğü Liverpool orta sahasına kaptırdı. Buna rağmen Reina'nın gereksiz çıkışı ile bir penaltı kazandılar ve öne geçtiler. Ne yalan söyleyeyim golden sonra pek umudum kalmamıştı, oyun da tersine döner sanıyordum ama Liverpool çok bozulmadı, Torres'in Vidic'e yaptırdığı hata ve sonrasında attığı golle beraberliği yakaladı. Evra da Reina'nın hareketine çok benzer bir zamanlama hatası ile penaltıya sebep oldu ve Liverpool öne geçti. 2. devre Liverpool normal olarak bir baskı yedi ama bu sezon İngiltere'nin hatta belki Avrupa'nın en iyi performansını sergileyen Vidic'in yine bir hata sonucu gördüğü kırmızı kart maçı hemen hemen bitirdi, kazanılan serbest vuruştan Aurelio'nun attığı gol ise kazananı kesin olarak ilan etti. Dossena ise hafta içinde olduğu gibi Torres'in açtığı perdeyi kapatan isim oldu.

Premier League'de şampiyon bence zaten belli. Liverpool'un Chelsea'yi geçebileceğine de ne yazık ki inanmıyorum. Chelsea Hiddink ile yine kazandı, gol yine Essien ama Deco sanırım sezonu kapatmış, he çok şey fark etmez o ayrı. Aston Villa tepetaklak gitmeye devam ediyor, son dört maçta üç mağlubiyet bir beraberlik aldılar ve bu hafta Arshavin'in biri çok güzel iki gol attığı maçta Blackburn'ü 4-0 ile geçen Arsenal'e yakalandılar. Big Four yerini aldı, dördüncülük mücadelesinin de çok fazla süreceğinden emin değilim. Ufak ufak sakatlarına kavuşan Arsenal yerini korur gibime geliyor. Middlesbrough sahasında berabere kalınca taraftarlarından protesto yemiş, hızlı bir alt lige gidiyorlar. Herkes ıslıklanırken tek alkışlanan ve "We've got only one player" diye adına tezahurat yapılan isim ise Tuncay olmuş..


Inter Şampiyonlar Liginden elendikten sonra elde bir tek Serie A kaldı. Şampiyonluğu bırakmaları zaten çok zordu, şimdi hiç bırakmazlar. Dördüncülük kovalayan takımlardan Genoa'dan sonra Fiorentina'yı da yenerken iki gol de Zlatan'dan geldi. İkinci gol muhteşem, yine acaip bir vuruş çıkartıyor. Umutsuz takiplerine devam eden iki takımdan Juventus geriye düştüğü maçta Bologna'yı 4-1 yenerken Milan da deplasmanda Siena'yı 5-1 ile geçti. Serie A'da tek büyük mücadele Şampiyonlar Ligi vizesi için devam ediyor, Genoa deplasmanda kazanınca bir adım öne fırladı ve Fiorentina ile Roma'nın iki puan önünde dördüncülüğe oturdu.


Barcelona Almeria deplasmanında rahat kazandı. Maç zaten daha çok Barcelona ile Almeria kalecisi Diego arasında geçti, olmayacak topları çıkardı. Alves de çok iyiydi ama Iniesta başka bir adam, onu izlemek büyük zevk. O olunca Barcelona'nın pas trafiği de çıldırıyor, ara ara 3-4 dakika Almeria'nın topa değmesine izin vermeden pas yaptıkları oldu ki Henry ve Eto'o rotasyona girmiş, kulübede oturuyorlardı. İki gol de Krkic'den geldi ama asıl güzel olan gollerin öncesi, o daracık alanlarda o kadar çabuk düşünüp o paslaşmaları yapmaları muhteşem. Real Madrid'in Bilbao deplasmanını izleyemedim, beş golle kazandılar. Real Madrid 2-0 öne geçtikten sonra Bilbao 10 kişi ile beraberliği yakalamış ama dayanamamış. Kırmızı kart pozisyonunda Yeste Casillas'ı itiyor ama o da kendini çok kötü atmış, yüzünü tutmalar falan yakışmamış ki onu severim. Belki herkes itilince kendini bırakır ama Casillas'lar öyle şeyler yapmaz, yapmamalı. Sanırım hakem de biraz Madrid'i kollamış, maça baya gerilmiş, tribünler de çıldırmış.
.
Almanya'da şampiyonluk kovalayan takımlardan sadece Hoffenheim puan kaybetti. Hertha hala lider, onları dörder puan geriden bu kez üç takım takip ediyor. Benim için Almanya'da haftanın olayı Ümit Özat'ın futbolu bırakması ama o zaten blogda kendine ayrı bir yer hak ediyor. Fransa'da Lyon kaybedince PSG için bir anda liderlik umudu doğdu ama Marsilya deplasmanda kazanarak yarışın içine girdi. Maç berabere giderken Camara kırmızı kart görmüş, kart sonrası kullanılan serbest vuruşdan da PSG çok şanssız bir gol yemiş. İki takım da Lyon'un bir puan arkasında yer alıyor.

TSL 24. Hafta

Fenerbahçe maçını yazmıştık, Trabzonspor-Galatasaray maçı da aynı haftada olunca belki o kayıp fazla hissedilmedi. Görünen o ki 70 puanı bulan şampiyon olacak ve Fenerbahçe şu an 44 puanda. Bu da Fenerbahçe’ye kalan 30 puanın sadece dördünü kaybetme hakkı veriyor. İlk devre bu maçlarda 24 puan toplanmıştı ama bu sefer derbiler de deplasmanda oynanacak. Fenerbahçe hakkında burada daha fazla bir şey söylemeye gerek yok.
.
.
Avni Aker’de bol gollü, pozisyonlu ve heyecanlı bir maç izleyeceğimizi tahmin ediyordum. Gol oldu, heyecan da vardı ama pozisyon sayısı ve tempo beklediğimden daha düşük oldu. Trabzonspor beklenmedik pozisyonlardan iki harika gol çıkardı, Galatasaray ise biri kontra atak biri de rakip oyuncuların seri hataları sonucunda iki gol buldu. Galatasaray’ın en sorunlu gözüken bölgesinde Hakan Balta ve Emre iyi performans gösteriyorlar, özellikle Hakan bence çok başarılı oynuyor. Bunda Bülent Korkmaz’ın savunmayı fazla düşünen anlayışının da etkisi var, orta sahalar genelde savunma oyuncularına yakın kalıyorlar, iyice gömülüyorlar ve o bölge iyi kapanıyor. Dün maç öncesinde Galatasaray cephesinde damga vuran ise Lincoln’ün kenarda oturması oldu. Neresinden tutsan elinde kalıyor, Lincoln’e kulüp bir ceza verdikten sonra buna gerek olduğunu düşünmüyorum, ya direkt kadro dışı bırakırsın ya da oynatırsın. Bu şekilde kenarda oturtmanın, çok ihtiyaç olan dönemlerde oyuna almamanın kimseye bir faydası yok. Maç sonrasında öne sürülen Hamburg bahanesi ise bence komik, verdiği cezanın arkasında duramıyor. Bence Bülent Korkmaz bu Lincoln olayıyla biraz puan kaybetti ve sanırım bu iş ileride de başını ağrıtacak.

Trabzonspor tarafında maça taraftar ve Alanzinho damga vurdu. Takımın en etkili olduğu dakikalarda iki kez oyunu durdurdular, buna bir de ilk gol sonrası hareketlenmesi muhtemel oyunu durduran stad ışıklarındaki arıza eklendi. Umut-Gökhan ikilisi izlediğim en kötü maçlarını çıkardılar,doğru düzgün bir gol pozisyonuna bile giremediler. Song da bence vasattı, ilk golde Baros’u kaçıran da, ikinci golde bence uzaklaştırabileceği bir topu Arda’nın önüne burakan da Song oldu. Maç öncesinde Yattara’nın oynamayacak olması Trabzon cephesinde moralleri bozmuştu ama onun yerine kadroda kendine yer bulan Alanzinho harika bir gol attı, bir de gol attırdı. Attığı golün de moraliyle topla fazla oynadığı dakikalar, işi halı saha futboluna çevirdiği anlar da oldu ama bazı pozisyonlarda çok rahat adam geçtiğini gördük. Yine de fikrim değişmedi, Alanzinho’dan Trabzonspor’a çok şey verebilecek bir oyuncu görüntüsü almıyorum. Bu maçı kaybetmek Trabzonspor için şampiyonluktan vazgeçmek anlamına geliyordu, en azından bir puanı kurtardılar ama rakip 10 kişi kaldıktan sonra uzatmalarla birlikte önlerinde duran 10-12 dakikayı daha iyi değerlendirebilirlerdi.


Beşiktaş şu an Süper Ligdeki en mutlu ve umutlu camia gibi duruyor. Galibiyetler bazı şeylerin üstünü örtüyor ama kazanan her zaman haklıdır. 6. sıradan 2. sıraya kadar yükselen bir takımı fazla pozitif oldukları için eleştirmemek lazım ama ilk devre de Beşiktaş bu maçları kazanmış ve tam olarak aynı puanı toplamıştı. Sorun zaten hiçbir zaman bu maçları kazanmak olmadı, Beşiktaş geçtiğimiz sezonlarda da ligde belli bir seviyenin altındaki takımlar karşısında kazanıp zorluk seviyesi yüksek maçlarda şampiyonluktan uzaklaşıyordu. Bu sebeple Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’ı için asıl sınav şimdi başlıyor.

Gençlerbirliği maçında gole kadar sıkıcı bir maç izledim, fazla pozisyon ve heyecan yoktu. Özetlerde bile adam gibi bir gol pozisyonu göremiyorsunuz, bir anda ilk golün geldiği dakikaya geçiliyor . Oyuncu değişiklikleri sonrasında oyuna giren iki oyuncunun var ettiği pozisyonu Ernst gole çevirince Beşiktaş skor avantajını yakaladı ve son dakikalarda iki gol daha bularak bu kez taraftarlarının maç sonunu daha stressiz geçirmesini sağladı. Skora bakınca Beşiktaş rahat kazandı denebilir ama ilk golü attığında bile henüz kurması gereken baskıyı kuramamıştı, artısı ise Gençlerbirliği’ne de pozisyon vermemeleri oldu. Bunda hem çok iyi oynayan Sivok’un, hem de Cisse-Ernst ikilisinin payı büyük, Beşiktaş’da ne olursa olsun bu ikili bozulmamalı. Ernst Beşiktaş’da çok iyi başladı, böyle devam ettiği sürece büyük katkı sağlayacak o kesin ama Beşiktaş’da Cisse de, Zapo da ve daha niceleri de hep iyi başlayıp sonra Beşiktaş’ın o futbolcuyu körelten ortamı içinde kaybolmuşlardı. Şampiyonluğu belki de en çok isteyen takım şu an Beşiktaş ve bu istek bu tip zorluk derecesi yüksek olmayan maçlarda üç puanları getiriyor. İstemenin yeterli olmadığı, futbol adına bir şeyler yapmanın gerektiği maçlar geldi. Bu Beşiktaş’ın son senelerin hatta ilk devrenin Beşiktaş’ından farklı olup olmadığını şimdi görmeye başlayacağız.

Belli ki bu puan kayıpları devam edecek, her hafta birileri avantaj kaçırırken başka birileri gülecek. Beşiktaş’ın farkı kazanması gereken maçları kazanmış olması ama bu şampiyonluk için yeterli olmuyor, sadece zor maçlar için rakiplerine kıyasla biraz daha kaybetme kredisi sağlıyor. Sivasspor da çok kritik Ankara deplasmanından üç puanla döndü ve yaşadığı sarsıntıyı biraz atlattı, önümüzdeki hafta oynayacakları Beşiktaş maçı şampiyonluk için ne kadar sağlam yürüyebileceklerini gösterecek. Görünen o ki son 2 haftaya kadar minimum 3 takım yarış içinde kalacak ve takımlardan biri ligin kalanında üstün bir form grafiği yakalamadığı takdirde zirvedeki beşlinin kendi aralarında oynayacağı maçlar şampiyonluk için belirleyici olacak. Bu maçlarda Beşiktaş ve Sivasspor fikstür olarak en avantajlı iki takım gibi ama iki takımın da geçtiğimiz yıllarda sahalarında oynadığı bu tip final maçlarını kazanamadıklarını da unutmamak gerekiyor.