UEFA Avrupa Ligi 10/11 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
UEFA Avrupa Ligi 10/11 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2010 Cuma

Beşiktaş 1-3 F.C. Porto

Beşiktaş’da cicim ayları bitti. Dün oynanan Porto maçı mağlubiyet serisini üçe çıkardı ve Beşiktaş bu 3 maçta 7 gol yemiş oldu. Beşiktaş çok eksik bir kadro ile sahaya çıktı, zaten çoğunluk da maçı Porto’nun kazanacağını düşünüyordu. Takımda bu kadar eksik oyuncu varken “şu oynasaydı, bu oynasaydı” diyerek Schuster’e yüklenecek bir durum yok, belki sadece İsmail düşünülebilirdi. Schuster’e yüklenenlerin asıl dayanak noktası ise Hakan tercihi ki çok da haksız sayılmazlar. Hakan’ın durumuna ben bile üzülüyorum, sahaya çıkarken ayaklarının titrediğini hissedebiliyorsunuz ama olmuyor işte. Yetersiz ve gelişmiyor.

Beşiktaş maça ev sahibi takım agresifliği ile başlamadı ki bu bir tercihse bence yanlış bir tercih değil. Üzerine gelen Beşiktaş’ı Porto çok daha erken cezalandırabilirdi. Gole kadar topa daha çok Porto hakimdi, durgun tribünler önünde istediklerini yaptılar ama Beşiktaş’a pozisyon da verdiler. Gerçi maçın başında önce Nihat’ın sonra da Bobo’nun gol yapamadığı pozisyonda Beşiktaş skor avantajını eline geçirseydi de maçı kazanması çok zordu. Çünkü Beşiktaş’ın çok kötü bir savunması var. Herkes Schuster’in Beşiktaş’ını Mustafa Denizli’nin takımına tercih eder tamam ama geçen sezon izlediğimiz savunma özelliğinin bu kadar çabuk ortadan kaybolması da şaşırtıcı. O takımı tamamen çöpe atmak yerine bu yeni takım ile harmanlamak bence daha doğru olacaktı. Beşiktaş çok kolay gol yiyen bir takım ve bu golleri çıkartacak kadar da skorer değil.
.
Dün Quaresma ve Guti olsaydı da Beşiktaş’ın maçı kazanması çok zordu, neticede bu iki yıldız takımın gol yemesini engellemiyor. Bu maçta kabak ağırlıkla Hakan ve Zapo’nun başına patladı ama bence bu sezon İbrahim Toraman da çok kötü oynuyor. Yenen 3 golde de hatası var, sayılmayan Porto golünde de Hulk’a paspas oldu.

Sezonu erken açan Beşiktaş’ın bu dönemlerde düşüşe geçeceğini tahmin ediyordum ama sonuç anlamında beklediğimden de sert bir düşüş yaşadılar. Bu hafta Kayseri deplasmanı var ve oradan 3 puanla dönmeleri hiç kolay olmayacak. Malum, dengesiz bir milletiz. İyi giden şeyleri abartmayı çok seviyoruz, işler kötü gitmeye başlayınca da eleştirinin cılkını çıkartıyoruz. 1 ay öncesine kadar fazlasıyla göklere çıkartılan Schuster 3 maç ile bu kadar eleştiriliyorsa Kayserispor karşısında alınacak bir mağlubiyet işleri onun için iyice zorlaştıracaktır.

Son cümle Hulk için olsun. O iki senedir hayalini kurduğum forvet.

20 Ağustos 2010 Cuma

PAOK 1-0 Fenerbahçe

.
Alınan skor iyi değil, en azından bir gol gelmeliydi ki bence sahada o golü hak edecek kadar oynanan bir futbol da vardı. PAOK'un taraftarıyla birlikte ilk 15-20 dakika Fenerbahçe'nin üzerine çökeceği belliydi. Aslında beklediğim kadar yoğun baskı olmadı. Fenerbahçe 1-2 kez açık verir gibi olsa da fena değildi ama yine de kalesinde golü gördü. Seken top PAOK’lu oyuncunun ayağına mükemmel oturdu ve Fenerbahçe mağlup duruma düştü. Rakip öne geçince daha sakin oynamaya başladı, Fenerbahçe de biraz toparlandı ama işin hücum tarafında Semih ve Alex etkisiz kalınca uzaktan atılan şutlar dışında rakibi fazla tehdit edemedi. İlk devrede PAOK’un yakaladığı net bir pozisyon daha var ama Antalyaspor’a karşı 1’i çizgiden olmak üzere iki golü çıkaran Gökhan Gönül yine sahneye çıktı ve mükemmel bir takip ile bir golü daha önledi. Bu gerçekten bambaşka bir çocuk, çok büyük bir futbolcu. Alex’den sonra kaptan olmasını çok istiyorum.
.
İkinci devreye Aykut Kocaman Semih yerine Niang ile başladı ki bu çok doğru bir hamleydi. Maçın hakemi insanı tedirgin ediyordu ve ilk devre Semih ile de sert bir diyaloğa girmiş, 1-2 pozisyon sonra da sarı kart göstermişti. Semih’in oyunda kalması kırmızı kart riskini arttıracaktı. Niang’ın beni etkilemesi için 45 dakika bile yetti, harika işler yaptı. Fenerbahçe forması altında düzgün bir forvet görmeyeli çok olmuştu, bu yüzden biraz ekstra etkilenmiş de olabiliriz ama Niang ile birlikte oyunun şekli gerçekten değişti, Alex de ikinci yarıda onunla birlikte çok daha iyi oynamaya başladı.
.
Fenerbahçe kırmızı karta kadar olan bölümde gayet iyiydi. Topa sahip oldu ve iyi bir pas trafiği kurdu. Her an golü atabilecek gibiyken kırmızı kart geldi ve PAOK 10 kişi kaldı. Bu dakikadan sonra kapanan rakibe karşı Fenerbahçe çözüm üretemedi. Yine pozisyonlar buldu ama olması gerektiği kadar değil. Son dakikalarda Papazoglou sahalarda kolay rastlamayacağımız ama Fenerbahçe taraftarının Güiza sayesinde çok alışık olduğu bir pozisyondan yararlanamadı. Bu maç iki farkla bitseydi çok yazık olacaktı. Bence ikinci devrede es geçilen biri net iki penaltı pozisyonu da var.
.

Dün öne çıkan isimler Gökhan Gönül ve ikinci yarıdaki performansı ile Niang oldu. Ben Mehmet Topuz’u da yine beğendim, onun iki maçtır sergilediği oyun beni memnun ediyor. Onu bir de nispeten zayıf bir rakibe karşı Emre ile birlikte orta sahanın göbeğinde görmek istiyorum. Bu arada ilk dün 11’de 7 Türk oyuncu vardı ve Emre sakat, Özer de kenardaydı. Buna rağmen İlhan haricinde sahadaki takım benim gözüme zayıf bir takım gibi gelmiyordu. Kaliteli Türk oyuncular bu sezon Fenerbahçe’nin en büyük avantajı olacak. Aykut Kocaman’ın şu an savunma bölgesi haricinde her türlü rotasyonu yapma şansı var.

Neticede tek farklı mağlubiyet çok kötü bir skor değil ama Aykut Kocaman’ın da maçtan sonra söylediği gibi tek farklı mağlubiyetlerin en kötüsü. Yine de PAOK beni Young Boys kadar tedirgin etmiyor, Saraçoğlu’nda Fenerbahçe savunmasına çok fazla bela çıkartabileceklerini düşünmüyorum ama tabii ki tedbiri elden bırakmamak lazım.

Fenerbahçe toparlanma aşamasında ve bu dönemde önemli oyunculardan yoksun oynamak zorunda kalması ise şanssızlık. Dün sahaya çıkan kadroda önemli eksikler vardı. Stoch, Emre, Dia ve hatta Niang takımın kapasitesini direkt etkileyen oyuncular. Ben ilk defa dün takımda bir ışık gördüm, aksaklıklar vardı ama düzelebilecek şeyler olduğunu düşünüyorum. Eksikler de döndükten sonra elde gayet iyi bir kadro olacak ve ben bu eksik oyuncuların da forma giyeceği ikinci maç için hiç karamsar değilim.

19 Ağustos 2010 Perşembe

PAOK - Fenerbahçe


Otobüs ile Selanik deplasmanı.. Düşünmesi gibi güzel ama ne yazık ki zirve yapan iş temposu bırakın deplasmana gitmeyi günde en fazla 3-4 saat uyumama izin veriyor.

Hem işlerin hem de yaz aylarının etkisiyle futbola kendimi hala tam anlamıyla verebilmiş değilim. O maç öncesi stresini bile pek yaşamıyordum ama bu PAOK maçı ile sanırım havaya giriyorum. Deplasmana giden otobüsten 1-2 haber duydum, bu sabah takımın Atatürk’ün evini ziyarete gittiğini öğrendim falan ve ufak ufak heyecanlandım. Sanırım bu sene ilk kez..

Galibiyet istiyorum, hem de çok..

Ayaklarına kuvvet..

6 Ağustos 2010 Cuma

PAOK



Zor kura, hem de olabilecek en zoru. Aykut Kocaman da gerçekten çok şanssızmış, her şey onun için çok ters gidiyor. Neyse, maç zamanı gelsin de o zaman detayları konuşuruz. PAOK hakkında karşıma çıkan bu detayı paylaşayım da havaya girelim.


Panthessalonikian Athletic Club of Constantinople

In 1926 established PAOK which translated means the Panthessalonikian Athletic Club of Constantinople, retaining the symbols of their “Greekness”, the twin-headed eagle of the Byzantine empire combined with mourning black to symbolize the tragic history of the greeks in Turkey and white, the colour of optimism, a window onto the future, symbolizing their struggle for tomorrow and the victories they intended to win.

Özetleyecek olursak çift başlı kartal Bizans'ı, siyah renkleri Türkiye'de yaşamış olan Yunan vatandaşların "trajik" tarihlerini, beyaz renk ise umudu ve gelecekte kazanmak istedikleri zaferler için yaptıkları mücadeleyi sembolize ediyormuş..

Kendilerine sevgilerimizi sunuyoruz ve "Constantinople" değil, "İstanbul" diyoruz..

16 Temmuz 2010 Cuma

Beşiktaş 3-0 Víkingur Gøta


Uzun bir zamandır bizim takımlarla ilgili bir şeyler yazmıyorum. Aslında Dünya Kupası sonrasında Fenerbahçe ile ilgili bir şeyler karalayıp dikkatimi ülke içine çevirmek istiyordum. Malum, Daum’dan Aykut’a, transfersizlikten Kaya Peker’e kadar yazılacak çok şey oldu ama yaşananlar genelde tatsız şeyler olunca vazgeçtim. Sanırım soğumuşum. Tabii ki Fenerbahçe’den değil, Fenerbahçe tartışmaktan yorulmuşum. Hiç böyle bir ara vermemiş gibi normal tempoma devam edeyim, bir şeyler oldukça bloga tekrar notlarımı düşmeye başlayayım.

Dünya Kupası sonrası başlangıç Beşiktaş ile oluyor. Dün gün içinde bir yerden bilet gelince hiç aklımda yokken maça gittim. Beleş bilet oldu mu maç ayırt etmeden giderim. Beşiktaşlı çok arkadaşım var, işin içine maç öncesi semtte rakı içme de girince genelde Beşiktaş maçları için gelen teklifleri reddetmiyorum. Mekanlar arasında bizim grubun tercihi Çarşı Balık, yeri gelmişken semtte rakı içme adeti olanlara da tavsiye edeyim.

Rakip çok zayıftı. Bu yüzden detaylı bir maç yazısı yazmaya gerek duymuyorum. Aklımda kalanları kısa kısa geçeceğim. Öncelikle sahaya çıkan 11’den bahsedelim. Ben şaşırdım ve bu 11’in rakip ne kadar zayıf olursa olsun doğru bir tercih olduğunu düşünmüyorum. Çok hücumcu çok gol anlamına gelmiyor. Delgado, Tabata, Quaresma, Bobo ve Nihat’in aynı anda ilk 11’de olması çok garip. Hücum gücünü bu şekilde arttırmaya çalışırken de sol bekte İsmail yerine Üzülmez’in oynaması daha da garip.

Böyle bir düzende olan yine Delgado’ya oldu. Benim Delgado’ya sempatim vardır ve dün de Quaresma’dan çok onun neler yapabileceğini merak ediyordum ama Ernst’in yanında ya da belki çok az önünde oynayınca pek bir şey yapma şansı kalmadı. İlk gol öncesinde Tabata’ya çok güzel bir pası vardı, ikinci golde de Ekrem’in önüne topu o yuvarladı ama maçın genelinde pek ortaya çıkmadı. Adam Beşiktaş’a geldiği günden beri adam gibi bir orta saha önünde oynayamadı. Tam onun istediği gibi bir kadro geçen sene kuruldu, Fink-Ernst ikilisi önünde çok büyük işler yapabilirdi ama sakatlığı onun büyük şanssızlığı oldu.
.

Ferrari kadroda yoktu, sanırım bir sakatlığı varmış ama sanki Schuster onu bu sezon pek tercih etmeyecek. Dün sağ bekte Erhan oynadı. Elinden geleni yapıyor ama çok yetersiz ve Beşiktaş’ın orada fazla alternatifi de yok. Geri dörtlü bu sezon Beşiktaş’a çok sıkıntı yaratabilir.

Guti’nin gelişinden ve hangi yabancıların kadroda kalacağını gördükten sonra Beşiktaş hakkında daha iyi bir değerlendirme yapılabilir ama ben etrafta yazılan çizilen her senaryoda orta sahada direkt Necip’i görüyorum. Bu yetenekli gencin alternatifi de Uğur İnceman. Böyle bir orta saha ile Beşiktaş’ın işi çok zor olur. Necip’i yetersiz gördüğümden değil ama ilk adam olmak için biraz erken. Bu sezon 10-15 maç direkt, 10-15 maç da kenardan gelerek oynaması Necip için çok daha hayırlı olacaktır. Fink’in kontratının dondurulacağına dair söylentiler var, bir Fenerbahçe taraftarı olarak doğru olmasını diliyorum.

Beşiktaş’ın kaliteli yabancıları var ama yerlilerin yetersizliği belki de sezonu kaybettirecek. Ben onların yerinde olsam elimde 20 milyon € ile Robinho’nun peşine düşeceğime Nuri, Gökhan İnler, Eren ve Halil’den başlayıp sırasıyla öne çıkan bütün Türk oyunculara saldırırım. Direkt oynayabilecek tek bir Türk oyuncu transferi bile birçok şeyi değiştirecektir.

Beşiktaş dün çok duran top kullandı. Serbest vuruşları bilemiyorum ama 26 korner kazandılar bunların birçoğu boşa gitti, rakip kalede en ufak bir tehlike bile yaratmadı. Süper Lig’de duran topun önemi malum. Bu işi iyi becerebilen takımlar hep bir adım önde olacaktır.

Devre arasında kapalı tribünde büyük bir kavga çıktı. Ben numaralıda olduğum için detay göremedim ama kesici aletler de ortaya çıkmış. Bu kadar aradan sonra takımlarına kavuşmuşken böyle bir maçta bile kavga etmeyi başaranları ayrıca tebrik etmek lazım.

Evet, assolisti sonlara bıraktık. Quaresma transferi ile ilgili bir şeyler yazamamıştım. Zaten kafamdakileri yazsaydım muhtemelen kıskanç damgası yiyecektim. Kısaca bir Fenerbahçeli olarak Beşiktaş’a gelmesi beni mutlu etti diyeyim ama bu mutluluğun “ülkemizde yıldız oyuncu izlemek güzel” temeline dayanmadığını da belirteyim. Ben zamanında Fenerbahçe için Roberto Carlos haberleri çıktığında o transferi de istemiyordum.

Quaresma dün çok istekliydi. Top istedi, dripling yaptı ve adam geçti. Rakip de zayıf olunca genelde istediklerini yapabildi, kaptırdığı toplar sonrasında da oyunu bırakmayıp yine topun peşine düştü. Çünkü öne çıkmak istiyordu, bunu da başardı. Penaltıda taraftarın da ittirmesiyle yanlış yaptı. Atışı kullanmak için topu Bobo’dan aldı ve Bobo da buna bozuldu. Ne yalan söyleyeyim, sırf tribündekilere kapak olsun diye penaltının kaçmasını çok istedim.

Roberto Carlos yeni gelmişti, Shakhtar ile yapılan hazırlık maçında oynuyordu ve tribünler onu gördüğü için çok heyecanlı ve mutluydu. Carlos topla birlikte rakip sahaya geçtiği anda kaleye 40-50 metre olsa bile tribünlerden “vur” sesleri yükseliyordu. Çok rahatsız olmuştum. Dün de bu havayı İnönü’de hissettim. Bunun hem Quaresma hem de takımın geri kalanı için arızalı bir durum olduğunu düşünüyorum. Penaltıda yaşananlar da bunun bir göstergesi. Guti’nin gelişi bu tek adam olma durumunu da ortadan kaldıracağı için Beşiktaş’a fayda sağlayacaktır ama Quaresma’yı nasıl etkileyeceğini bilemem.

Assolist Quaresma dedik ama başka biri daha var. Quaresma onun stada giriş bileti diyorduk ve dün de Yıldırım Demirören’i aylar sonra İnönü’de gördük. Kim bilir, belki bir gün o stadda büyük başkan sesleri de duyarız. İmkansız demeyin, şu an bile iki transfer sonrasında bunu söylemeye başlayanları görüyoruz..