28 Mayıs 2010 Cuma

Euro 2016 - Fransa


Euro 2016'ya ev sahipliği yapacak ülke beklediğim gibi Fransa oldu, 1 oy farkla kaybetmek de bizim züğürt tesellimiz.

Sonuç ve bizim izlediğimiz yol her platformda tartışılıyor ve birkaç gün daha tartışılacak. Neden böyle olduğu hakkında herkes farklı bir şey söyleyecektir. Ulaşım, konaklama, stadların hazır olmaması ve Euro 2012 örneği, tribün olayları, Ramazan, Platini, final sunumunun içeriği ve şekli vs. Fransa karşısında önde olduğumuz noktaların fazla olduğunu da savunanlar olacaktır, bu organizasyonu düzenleyemeyeceğimizi düşünen de. Bu konularda ortak yol bulmak mümkün değil ki zaten artık tartışmanın da bir anlamı yok. Biz alamıyorsak İtalya alsın isterdim ama neticede Euro 2016'yı Fransa düzenliyor.

Daha önce adaylığımızla ilgili iki yazı yazmış ve düşüncelerimi belirtmiştim. Ben stad, ulaşım, konaklama gibi detayların bu organizasyonların yapılacağı ülkenin belirlenmesindeki en önemli noktalar olduğunu düşünmüyorum. Buyrun işte, Euro 2012 / Ukrayna-Polonya ve daha da önemlisi Güney Afrika'da düzenlenecek olan Dünya Kupası önümüzde duruyor. Mutlaka projenin iyi hazırlanması, her türlü hazırlığın karşı tarafı tatmin edecek şekilde yapılması gerekiyor ama ağırlık başka tarafta. İşin sadece projelerde, turnuvanın hangi ülkede daha iyi geçeceği noktasında bittiğini düşünmek zaten saflık olur.

Evet, en önemlisi lobi gücü ama sadece futbol dünyası içinde değil. Futbolu yönetenlerin gelecek kaygıları ve sonraki seçimlerin oy hesapları da bu turnuvaların kararı verilirken yapılıyor. Ama ben yine de bu derece büyük organizasyonların nerede düzenleneceğine sadece futbol adamlarının karar verdiğine inanmıyorum. İşin içinde bin çeşit siyasi, diplomatik, stratejik ve hatta belki de askeri hesap olduğunu düşünüyorum. "Faul! FIFA'nın Karanlık Yüzü" isimli kitabı okumanızı tavsiye ederim. Orada geçen bir örnek var, tekrar vereceğim. 2006 Dünya Kupası'nın yapılacağı ülkeyi belirlemek için yapılan oylamanın 9 gün öncesinde Alman ulusal güvenlik kurulu bir araya gelmiş. Şansolye ve dört bakan silah ihracatı politikalarını aksi yönde değiştirip Suudi Arabistan'a 1.200 adet tanksavar füzesi yollamak için karar almış. Ve bu hamle 24 oyun sadece birini almak için yapılmış. Şenes Erzik'in sonucun açıklanmasından sonra söylediklerinde Platini'ye dokundurması ile beraber bu yönde de imalar vardı.

Her şeye rağmen lobi anlamında da olabildiğince iyi iş çıkarmışız ki 1 oy farka kadar yaklaşmışız. Kim ne derse desin ben Şenez Erzik'e de teşekkür ediyorum. Bu sonuçtan ötürü ona tepki verenler var ama ben elinden geleni yaptığına inanıyorum ki kendisi de gerekli kulisi yaptığını dile getirdi. Platini'nin Fransa için çalışmasını abartarak eleştirenleri de anlamıyorum. Şenes Erzik'i ülkesi için yeterince çalışmadığını söyleyerek onu suçlayıp, Platini'yi ülkesi adına çalıştığı için eleştirmek bana pek tutarlı gelmiyor.

Dünya Basketbol Şampiyonası'nı alırken Fransa'nın bir oy önündeymişiz, Euro 2016'yı ise bir oy farkla onlara kaptırdık. Biz aday olmaktan bıkmayız, muhtemelen 2020 için tekrar aday olacağız. Olalım zaten, bu ülke büyük bir futbol organizasyonu düzenlemeyi tüm eksiklerine rağmen hak ediyor. Hatalardan ders alınması ve 2016 adaylığının aksine herkesin gönülden destekleyeceği ve sahipleneceği bir proje ile işe kaldığımız yerden devam etmek lazım. Organizasyonu alamadık diye projelerden vazgeçilmesin, kazanamadık diye her şey iptal olmasın. 4 sene sonra tekrar bu arenaya çıkacaksak "şunu yapacağız bunu yapacağız" diye değil "bunları yaptık" diyerek çıkalım.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sonunda Gitti




Sonunda resmi açıklama geldi ve Pellegrini'ye sessizce veda edilirken Mourinho da büyük bir gürültüyle Real Madrid'in yeni teknik direktörü oldu. Ben de rahatladım.

Cumartesi günü maç bitiminden itibaren her yerde Mourinho var. Inter'den ve futbolcularından pek bahsedilmiyor, büyük başarıları bu transferin gölgesinde kaldı. Kaptan Zanetti'nin ağlaması, Milito'nun sevinci, Lucio'nun Alman taraftarları Bayern atkısıyla selamlaması gibi şeylerin yerine Mourinho'nun kırmızı donunu görüyoruz. Bu başarıda tabii ki payı çok büyük ama tamamı da ona ait değil. Şu tiyatroya maçın hemen sonunda başlamasa, anlaşmayı tüm detaylar hallolduktan sonra yapılacak bir basın toplantısıyla açıklasa daha iyi olurdu. En azından Inter ve futbolcular biraz daha onore edilebililirlerdi. Ama doğru, aslında çok gereği yok. Neticede 3 kupayı da Mourinho kazandı, futbolcular değil..

Bu değişikliğin olmasını istediğimi daha önce söylemiştim. Jose Mourinho Real Madrid'e çok yakışacak, en az Cristiano Ronaldo kadar. Hem artık ben de Inter'i eskisi gibi daha gönülden destekleyebileceğim. Son iki yılın şampiyonu Barcelona için de bu iyi bir motivasyon olacaktır, rakibini geride bırakmayı geçen sezondan daha çok isteyecektir. La Liga şampiyonluğu her iki takım için de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ile aynı değerde olacaktır.

Herhalde benim de bundan daha fazla nefret edebileceğim bir kombinasyon olamaz, Real Madrid bu anlamda kusursuz bir ekip kurdu. Sanırım önümüzdeki sezon La liga maçları hayatımda daha fazla yer kaplayacak.

CL Fantasy Football 2010 / Son


Şampiyonlar Ligi başlarken blog adına farklı şekilde puanlanan iki ayrı Fantasy Football ligi açmıştık. "Cipolla Classic" adı ile açılan ve 21 kişinin katıldığı ligi "Cimnastikspor" toplamda 684 puan alarak benim yönettiğim "Cipolla FC" takımının sadece iki puan önünde zirvede bitirdi. Bir ödül vaadim olmadığı için sadece kendisini tebrik edebiliyorum. Daha az takımın yer aldığı "Cipolla Head 2 Head" ligini ise Cimnastikspor'un bir galibiyet önünde yer alarak zirvede bitirebildim.

Dünya Kupası için de FIFA'nın internet sitesi üzerinden bu oyunu oynayabileceğiz. Bu linkten üye olabilirsiniz ama takımları kurmak için kadroların açıklanmasını bekleyeceğiz. Ben yine iki lig kurdum, zamanı geldiğinde ayrı bir yazı ile oynamak isteyenleri davet edeceğim. Belki kitap gibi ufak bir ödül de koyarız. Şimdiden lige girmek isteyen olursa kodlar şu şekilde:

Arkhe Classic: 221194-52819
Arkhe Head to Head: 221194-52824

Bu arada lig adı olarak nedense "Cipolla" uygunsuz isim uyarısıyla kabul edilmedi, mecburen Arkhe demek zorunda kaldık.

Finalden #1

Final yolculuğula ilgili olarak bloga ufak notlar düşeceğimi söylemiştim, detayların arşivde olması gerekiyor. Uzun uzun yazmaktansa bol fotoğrafla aklımda kalan şeyleri sırasıyla yazacağım. “Finalden” diyorum ama gidip görmüşken Nou Camp yazmamak olmaz. Öncelikle Barcelona'ya gittiğimiz için oradan başlıyorum.
.
Nou Camp beni stadın kendisinden çok kompleksin bütünüyle etkiledi. Stada giden yol çok güzel ve çok ferah, çevre de oldukça açık. Nou Camp, Mega Store, 8.500 kişilik Palau Blaugrana (Barcelona’nın basketbol, hentbol, futsal takımlarının maçlarını yaptığı yer) ve 15.000 kişilik “mini” stadyum yan yana tek bir kompleks içinde yer alıyor. Stada gelmeden önce hemen sol tarafta da La Masia’yı görüyorsunuz. Tarihi ve karizmatik bir dış görünüşü var ama o büyük yeteneklerin yetiştiği yer olduğuna inanmakta güçlük çektim. Öyle dev ve modern bir tesis görüntüsü yok.

Ana girişi geçince ise sanki bir festival alanına gelmiş, içeride o güne özel bir program varmış gibi hissediliyor ama standart bir gündü, ekstra bir şey yoktu. İnsanlar stadın çevresinde geziniyor, çimlerde yatıyor ve hemen Store’un önünde bulunan mekanda yemek yiyip içki içiyor. Çevreyi gezen erkekten çok kız görmek ise beni ayrıca şaşırttı. Mega Store içinde alışveriş yapanların çoğunun bayan olması belki normal ama müze ve stad içinde de o kadar çok olacaklarını hiç düşünmezdim.

Store iki katlı ve çok büyük, resmen para basıyor. İçeride milli takım formaları ile beraber Inter, Manchester United ve Celtic gibi diğer Nike formalarının satıldığı bir bölüm de var. Barcelona ürünleri ise pahalı, t-shirt’ler 25 €’dan başlayıp 60 €’ya kadar çıkıyor. Müze girişi 17 €, girişte Şampiyonlar Ligi kupası ile birlikte çektirdiğiniz fotoğraf ise 13 €. Müzenin çıkışı sizi direkt olarak Store’a atıyor, para kazanmak adına her şeyi düşünmüşler. Barca poşetinde patates cipsi bile satılıyor.


Nou Camp dışarıdan çok büyük gözükmüyor ama ben tribüne çıktığımda bir an durup olduğum yerde kaldım. Büyük, gerçekten çok büyük. Bu arada çok şanssızmışız, renovasyon sebebiyle soyunma odaları, basın odası ve müzenin bir bölümü ne yazık ki kapalıydı. Müzede en çok ilgiyi 6 kupa çekiyor, hemen yanında da Messi’nin kazandığı Ballon D’or var. İçeride de büyük bir kalabalık var ve stadı gezenler sadece yabancı turistler değil. Tura katılan İspanyolların da sayısı hiç az değildi.


Otele dönüş yolunda yaptığımız yorumlar tek bir cümle ile özetlenebiliyordu:

Adamlar yapmış abi”..


25 Mayıs 2010 Salı

Dönüş

.
Döndük, dolaştık kürkçü dükkanımıza geri döndük. Burada futbolla ilgili neler olduğuna dair çok bir fikrim yok ve kendimi bunun için şanslı hissediyorum. Buradaki finalden düşüncelerimi uzun uzun yazıp kaçmıştım, daha fazla üzerine düşünmek istemiyorum. Zaten ortam hala içimi sıkıyor. Herhalde Daum'u taraftarın da isteği doğrultusunda gönderecekler, yeni teknik direktör aranacak, transferler gecikecek vs. Biraz sessiz kalıp neler olacağını görmek bu günlerde benim için daha sağlıklı.

Öteki futbolda ise keyfim yerinde. Her ne kadar Mourinho'nun bu kupa üzerindeki büyük payı beni hala biraz rahatsız etse de bir Inter sever olarak 45 yıl sonra kupanın gelişini ve büyük kaptan Zanetti'nin ellerinde yükselişini yerinde izlemek, kısa ama keyifli bir Barcelona gezisi sonrası Madrid'de özellikle İtalyanlarla iki gün aynı futbol ortamını paylaşmak harikaydı. Maçtan önce sokaklarda Mourinho ve Zanetti ile birlikte en çok Milito adına tezahurat yapılıyordu, o Milito attığı iki mükemmel golle hem kupayı getirdi hem de ne kadar mükemmel bir forvet olduğunu gösterdi. Üst düzey forvetler arasında adı hiç geçmiyordu, hakkını vermiyorlardı, o zorla aldı.

Barcelona gerçekten bambaşka bir şehirmiş, hayran kaldım. Nou Camp'da renovasyon sebebiyle müzenin bazı bölümlerini ve soyunma odalarını gezememek içimde kaldı ama yine de çok etkilendim. Madrid'de futbol yaşamaktan şehri gezecek fırsat bulamadım ama iyi bir tercih yaptığımı düşünüyorum. Maç öncesi alkol ve eğlence, ufak bir taraftar kavgasına şahit olmak, Metro ile maça toplu gidiş ve maç sonrası kutlamalar bana fazlasıyla yetti. Yazmak istediğim şeyler var ama bu hafta biraz yoğunum. Belki önümüzdeki haftaya sarkar. Aklımda kalanları, bazı fotoğraf ve videoları blog arşivine mutlaka ekleyeceğim. Eksik kalmamalı, neticede her yıl Şampiyonlar Ligi finaline gitme şansım yok.


En çok da büyük kaptan için sevindim. Maç bittikten çok sonra bile hala sahadaydı, tribünleri selamlıyordu. Tarihe geçen bu kupa onun ellerinde yükseldiği için çok mutluyum.

Forza il capitano,
Forza nerazzurri,
Forza La Grande Internazionale..

18 Mayıs 2010 Salı

Finale Giderken, Finalden Kaçarken

:
2006 kabusundan hemen sonra iş için bir hafta Antalya’ya gitmem gerekiyordu, çok güzel denk gelmişti. Şimdi de gidiyorum. Yine tam zamanında kaçıyorum ama biraz daha güzeline. Bir finalden kaçıp başka bir finale gidiyorum. Şu lanet yanardağ bir şeyler çıkarmazsa önce Barcelona’ya, oradan da final için Madrid’e geçiyorum. Yola Barcelona’yı Bernabeu’da izlemek amacıyla çıkmıştık, orada da üzüldük ama olsun, buna da şükür. Gitmeden bloga son bir şeyler daha not düşeyim, kendi adıma elimden geldiğince bu sezonu kapatmaya çalışayım ve uzaklaşayım. Döndüğümde neler yaşanmış olur bilemiyorum. Maç sonrası eve gelince bir şeyler yazdık ama onlar ilk anda çıkanlardı, düşüncelerimin tamamı değil. Neticede ben her ne kadar nispeten sakin olsam da çok sağlıklı bir durumda olmayabilirim, o an düşünemediğim birçok şey oldu.

Kim ne derse desin işi zıvanadan çıkaran şey anons olayı oldu. Şampiyonluk kaybetmek sorun değil, biz daha beterini de yaşadık ama Hayatım Fenerbahçe’den aldığım şu yukarıdaki fotoğraf gerçekten çok üzücü. İki dakika içinde böyle bir git gel yaşamak gerçekten hiç kolay değil. Anonsun bilinçli olarak yaptırıldığını düşünenlere ben akıl sır erdiremiyorum. Kesinlikle tek bir adamın saçmalamasıydı ama o adamın maç oynanırken mikrofonla istediğini söyleyebilecek bir konumda olması tabii ki büyük bir hatadır. O anons olmasaydı belki şu an çok başka bir halde olacaktık, belki camia üzerinde bu derece büyük bir yıkım yaratmayacaktı. Daum ve yönetim için istifa sesleri yine duyulabilirdi ama belki sahada yıkılıp kalan futbolcular alkışlanacaktı. Dışarıdan bakınca komik gözüktüğünün farkındayım, dalga geçilmesini de anlayabiliyorum ama sınırı bilmek lazım. Genelde zaten ülke insanının ruh sağlığının çok iyi durumda olduğunu söylemek zor. Bu ülkede takımı maç kaybedince kendini öldürenler de oldu, Pazar günü de olabilirdi. Kimseden bu kadar derin düşünmesini beklemiyorum ama en azından biraz empati yapılabilir.

.
Hazır konu oraya yaklaşmışken önce Fenerbahçe dışındakilerden bahsedelim. Bursasporlular dışında kalanlar ile ilgili olarak benim söyleyecek fazla bir şeyim yok. Maç sonrası yazdığım bazı şeyler yanlış anlaşılmış, ya da öyle anlamak istemişler. Sevinmelerini, Fenerbahçe’nin bu şekilde şampiyonluk kaybetmesinden keyif almalarını anlayabiliyorum. Bu kadarı biraz abartı gelse de sevinmeleri çok normal. Bana ters gelenler takımlarının kaybetmesini isteyecek kadar küçülebilenler ve “Trabzon Fener’e yatacak” dedikten sonra azıcık bile utanmadan o Trabzonspor’un beraberliğini kutlayanlar. Fenerbahçe’den nefret etmekte haklı olabilirler ama bazıları son haftalarda en az o nefret ettikleri Fenerbahçe kadar çirkinleştiler, hem de içinde olmadıkları bir yarışta. Söylediklerine kendileri bile inanmayan, ciğeri beş para etmez gazeteci bozuntularının yalanlarıyla insanlara yüklendiler. Hep eleştirdikleri o adamların gurur duyacakları evlatları gibi oldular. Şike dediler, oyuncuların haysiyetiyle oynadılar. Bunu Bakan seviyesinde olanlar bile yaptılar. Toraman’ın yaptığı futbol içi hataları Giray yapsaydı yine pisleşeceklerdi. Bugün “Onur’lu Trabzon” diyenler o çocuğun hatalı çıkışlarından biri gol olsaydı onu da iki dakikada harcayıp, şerefsizlikle suçlayacaklardı.

Diğerlerini de geçtikten sonra Bursaspor’a gelelim. Öncelikle futbolcuları, teknik ekibi ve Ertuğrul Sağlam’ı tebrik ediyorum. Bursaspor camiasının da benim için can sıkan davranışları olmadı değil. En basitinden kutlamalardaki şu görüntü bile bence büyük bir hazımsızlık örneğidir, önümüzdeki sezon kendilerine karşı bir nefret duymamı sağlayabilir. Taraftarları hakkındaki düşüncelerimi daha önce yazmıştım, kendilerinden zaten pek haz etmem. O seyircinin Diyarbakırspor maçındaki davranışlarını, gazeteci döven başkanlarını ve Ertuğrul Sağlam’ın hakemlere bazen kenarda bela okuyarak, bazen maç sonunda saydırarak yüklenmelerini yok sayamam ama yine de bunlar Bursaspor'u tebrik etmemi engellemez. Neticede sezona şöyle bir baktığımızda şampiyonluğu onların da sonuna kadar hak ettiğini söyleyebilirim. Gerçekten çok büyük bir iş başardılar.
.
.
Ve Fenerbahçe.. Malum bu ara Fenerbahçe dışında bir şeyler düşünmek pek kolay değil. Yorduk biz de kafamızı. Olanı biteni anlamaya çalıştık, neler olacağını düşündük. Berabere bitmesi mucize gibi gözüken bir maçın bu şekilde sona ermesi ve nasıl olduğunu hala anlayamadığım o garip anons olayı ilahi adalet mi? Olabilir. Mesela ben değil ama Bilica üzülmeyi hak etti, ya da o balonların üzerine lig şampiyonluğu hayal eden köpek çizenler için bu son normal. Ama bu üzüntüyü hak etmeyen çok insan vardı. Başta ameliyatlarını erteleyip acılar içinde mücade eden Özer, Gökhan Gönül ve sonra da haftalardır her maçını gücü bitene kadar savaşarak oynayan diğer futbolcular ile Fenerbahçe de bu şampiyonluğu en az Bursaspor kadar hak etti. Şampiyonluğu çok istedi. Bu son 10 haftada kazandığı her maçta rakibinden daha iyi futbol oynadı. Gol yemedi, pozisyon vermedi. Aynı performası son maça da taşıdı, hatta belki de sezonun en iyi futbolunu oynayıp uzun süredir gördüğüm en tek taraflı maçı izletti. Kalesinde saçma sapan bir gol gördü, sonra Trabzonspor’u ceza sahası çevresine hapsetti. 9 kişiyle tek bir gol atabilmek için her şeyi yaptı ama topu o çerçevenin içine sokamadı.
.
Olan buydu aslında, top bir türlü içeri girmedi. Artık bundan sonra ne olacağını düşünmek lazım. Açıkçası ben hala neyin daha iyi olduğuna karar verebilmiş değilim ama her ne diyeceksem bunu geride bıraktığımız sezonun cezası olarak değil önümüzdeki sezon için söyleyeceğim. Aziz Yıldırım ya da Daum gitsin diyeceksem bunu o top girmediği için değil, bizi gelecekte onlarla daha kötü şeyler beklediği için diyeceğim. Kalmalarını isteyeceksem de Fenerbahçe için daha hayırlı olacağını düşündüğüm için isteyeceğim. Zaten birçok noktada işin içinden çıkamıyorum, sadece aklıma geleni söyleyeceğim.
.
.
Önce Aziz Yıldırım ve yönetim kurulundan başlayalım. Şampiyonluk gelseydi takıma müdahele ettikleri için başarıdan fazlasıyla nasipleneceklerdi, o top içeri girmediği için şu an normal olarak eleştirinin en büyüğü de onlara geliyor. Hatalarını görmek ve eleştirmek doğru, başkanın geçmişinde de onlarca hatası var. Ben de bunları çok iyi görüyorum, ben de çok şeyinden rahatsızım. Ama yine de anında istifa istenmesini, koskoca bir kulübün kaderinin bir gole bağlı olmasını anlayamıyorum. Kimse aksini iddia etmesin, uzun süredir Aziz Yıldırım’dan nefret eden ve istifa etmesini isteyenler bile bir gol gelseydi tabii ki ortalığı böyle yangın yerine çevirmeyecekti. Yine gitmesini isteyeceklerdi ama daha doğru ve düzgün bir şekilde. Ben ağırlıkla kalmasını, futboldan biraz daha uzaklaşarak kalmasını istiyorum ama hatalarından ders alıp almayacağına dair net bir şeyler söyleyemiyorum. Kendi burnunun dikine gitmekten vazgeceğinden, başka insanların fikirlerine saygı duyacağından, şirket-kulüp dengesini sağlayacağından emin olamıyorum. Daha önce kendinde düzelttiği şeyler oldu ama bunu tekrarlayabilecek mi bilemiyorum.

Evet, belki de gitme zamanı geldi ama sonrasını hesaplamadan, gidişinin arkasında belirsizlikten başka bir şey göremiyorken ben gitsin diyemiyorum. İçinde bulunduğumuz ruh hali ile alacağımız kararların çok sağlıklı olamayacağından ve Fenerbahçe’nin zarar görebileceğinden çekiniyorum. En basitinden bugün gitmesiyle beraber önümüzdeki sezonun kadro yapılanmasında nasıl bir buhrana girebileceğimizi düşünüyorum. Birçok olumsuzluğun yanı sıra Fenerbahçe birçok önemli noktada ileriye gittiğini görüyorum ve işlerin bu iyi giden noktalarda da terse dönmesinden korkuyorum. Belki bu korku sebebiyle de birçok hatayı sineye çekmeye çalışıyorum. Kararsızlığa düşüp “artık gitsin” diyorum ve yerine kimin gelebileceğini düşünüyorum. Aziz Yıldırım yerine onun hatalarını yapmayacak ama iyi götürdüğü işleri de aynen devam ettirecek birinin gelmesini istiyorum. Çoğunluk gibi ben de Mehmet Ali Aydınlar diyebiliyorum ama seçimde o çoğunluk dediklerimizin oy vermediğini, başka hesapların dönebildiğini aklıma getirip kulübün yanlış ellere teslim edilmesinden çekiniyorum. Belki ben de yanılıyorum, belki korkunun ecele faydası yok ama ben sadece her ne olacaksa daha sağlıklı bir şekilde olsun istiyorum. Aslında bu söylediklerimden bile emin değilim. Bilemiyorum, sadece düşünüyorum.


Şimdi de Christoph Daum’a gelelim. Maçtan önce sonuç ne olursa olsun kalması gerektiğini düşünüyordum ama kalırsa önümüzdeki sezon üzerine nasıl gideceklerini de tahmin edebiliyorum. Bu yıl zor şartlarda çalıştı, elinde önemli bir bölümü kendisine miras kalan bir takım vardı ve gerek kendi ülke içi reputasyonu, gerekse bir önceki sezon sebebiyle fazla kredisi de yoktu. Ne olursa olsun Daum’un kötü bir sezon geçirmediğini düşünüyorum. Sonu hüzünlü bitti ama önümüzdeki sezon için bu takımın güzel bir iskeleti ve kaliteli yerli oyuncuları oldu. Başta Güiza ve Bilica’nın yerine olmak üzere yapılacak yerinde takviyelerle ortaya çok uyumlu, dengeli ve güçlü bir Fenerbahçe kadrosu çıkabileceğine inanıyorum. Şampiyonluk son maçta kaçtı diye yeni bir teknik direktör gelirse bu takımı ne kadar ileri götürür bilemiyorum. Tercihim Daum’un kalmasıdır ama yukarıda da söylediğim gibi üzerine yığılacak medya baskısı ve bu medyadan etkilenecek taraftar işleri daha kötüye de götürebilir.

Futbolcuları suçlamıyorum çünkü ellerinden geleni yaptıklarını gördüm. Şampiyonluk kaçtıysa, önceki haftalarda puanlar dağıtıldıysa bunda mutlaka futbolcuların da suçu var ama en azından daha önce hep rahatsız olduğumuz ruhsuzluğu, mücadeleden kaçmayı bu sezon görmedik. Bazı isimlerle yolların ayrılmasını istememin sebebi ise bu takım için yeterli olmamaları ve bu formanın içini dolduramıyor olmalarıdır.

Herkesin olduğu gibi genelde çok iyi, hatta uzun zamandır göremediğim kadar iyi bir sezon geçiren taraftarın da yani bizlerin de suçu var. Bu takım seyircisiz oynamak zorunda kalıp da puan kaybettiyse, şampiyon takım Kadıköy’de 2-0’dan 3-2 galip gelmesinde tribünlerin de payı varsa gösterdiğimiz büyük çabaya rağmen bizler de aradan sıyrılamayız.


Bunlar benim fikirlerim, gerçi hala içinden çıkamadığım bir sürü şey var. Farklı düşünen birçok kişi var, herkesin fikirlerinde haklı olduğu noktalar da var ama bence her ne söyleyeceksek biraz daha soğukkanlı düşünüp öyle söylemeliyiz. Bir anda her şeyi asıp kesmek Fenerbahçe’ye faydadan çok başkalarının mastürbasyonuna katkı sağlar, onları eğlendirir. Biz daha önce de düştük ama hep kalkmayı başardık. 80’lerde, 90’larda da büyük üzüntüler yaşadık ama hep toparlandık. Biz bunlara dayanıklıyız, yine dayanırız. Bütün yıl hep beraber uğraşıp her şeyi bir anda daha önce de kaybettik ama oradan geri dönmeyi ve tekrar kazanmayı başardık. Yine başarırız. Yeter ki heybetinden yere göğe sığdıramadığımız Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçelilere daha sıkı sarılalım, biz yine en güçlü şekilde ayağa kalkarız..

Dediğim gibi, ben bir süreliğine kaçıyorum. Bu birkaç zor gün içinde burada olmamak da benim şansım. Bakalım döndüğümde nelerle karşılaşacağım..

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 1-1 Trabzonspor


2006'dan sonra bu beni çok yıkmadı, son düdükten sonra büyük bir sükunet içinde yerime oturup etrafı izledim.. Aslında o gerizekalı anons olmasaydı belki birçok taraftar kaybetmeyi benim gibi karşılayacaktı..

Şampiyonluk gelince dünya yanacaktı, o şampiyonluk kısa bir süreliğine gelip gidince Fenerbahçeli kendi dünyasını, Saraçoğlu'nu yaktı..

Kaleciler, hakemler, federasyon bu akşam hepsi temizlendi.. "Aziz Yıldırım ligi satın aldı" lafları lazım oluncaya kadar rafa kalktı.. "Kupayı Trabzon'a verdiler, karşılığında ligi aldılar" diyenler şimdi Bursaspor camiası ile birlikte şampiyonluk kutluyor.. Sezon boyunca bunları söyleyenler şimdi biraz utanırlar mı? Hiç sanmam.. 2006'dan biliyorum..

Ülkenin %70'i bu akşam çok mutlu, hep birlikte savaştılar ve çok istedikleri şampiyonluğu aldılar.. Bursaspor başkanı Yazıcı bile "Bursaspor'un şampiyonluğu için tüm Türkiye'yi kutluyorum" dedi.. Adam haklı, bu şampiyonlukta sesini Bursa diye bağırırken kısan Trabzonspor taraftarının, kendi maçına skor almak için bile bakmadan Fenerbahçe maçını dualarla takip eden Galatasaraylının, takımının rakibine teslim olmasını gönülden isteyen Beşiktaşlının yani kısaca herkesin payı var..

Direkler, kaleci ve savunmanın çıkardığı toplar, 10'dan fazla gol pozisyonu ama rakibin tek atağında ortaya doldurulan topun gol olması.. Bu takımın buraya kadar geleceğini bile kimse tahmin etmiyordu. Bu maçta da ellerinden geleni yaptılar, rakibi adeta ezdiler, kazanmak için her şeyi denediler ama olmadı işte..

Artık Fenerbahçe'ye daha sıkı sarılmaktan başka yapacak bir şey yok.. Bir topun içeri girmemesi bu kulüp üzerinde yıkım etkisi yaratmamalı.. Hep birlikte üzüleceğiz ama ayağa kalkmak lazım, kalkamayacak olan da bence biraz uzaklaşsın.. Fenerbahçe'yi de yanına çekmesin..
.

Ben Fenerbahçe'yi böyle günlerde daha çok seviyorum..

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Ekaterina Gamova..


Çok üzüldüm, bu takımda Avrupa Şampiyonluğu yaşamanı çok istiyordum..
.
Her şey için teşekkürler, seni bu forma altında izlemek çok güzeldi..
.
Güle güle elf kızı, seni çok özleyeceğiz..

14 Mayıs 2010 Cuma

Tv'de Futbol / 14-17 Mayıs


14 Mayıs Cuma
17:15 Rubin Kazan – CSKA Moscow / Spormax

15 Mayıs Cumartesi
13:00 Lokomotiv Moscow – Amkar/ Spormax
17:00 Chelsea – Portsmouth / Ntv Spor
19:00 Antalyaspor – Kayserispor / Lig TV
21:00 Atletico Madrid – Getafe / Ntv Spor
21:00 W.Bremen – Bayern Münih / Kanal A
21:45 Milan – Juventus / Ntv Spor
23:00 Almeira – Sevilla / Ntv Spor

16 Mayıs Pazar
00:30 Fluminense – A.Goianiense / Spormax
16:00 Siena – Inter / Ntv Spor
16:00 Chievo – Roma / Ntv
20:00 Fenerbahçe – Trabzonspor / Lig Tv
20:00 Bursaspor – Beşiktaş / Spormax
20:00 Gençlerbirliği – Galatasaray / Salon 1
20:00 Barcelona – Valladolid / Ntv Spor
20:00 Malaga – Real Madrid / Ntv
22:00 Gremio – Corinthians / Spormax

17 Mayıs Pazartesi
00:30 Vasco da Gama – Palmeiras / Spormax

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Javier Zanetti..

Milli takımlar Dünya Kupası için kadrolarını belirlediler. Bir ufak heyecan da kadrolardan kimlerin eleneceği konusunda yaşanacak ama onun biraz daha zamanı var.

Birçok yerde kadrolar detaylarıyla yer aldı, üzerine yorumlar yapıldı. Süper Lig bitmeden Dünya Kupası havasına girebileceğimi sanmıyorum, o yüzden kadrolar üzerine çok uzun şeyler yazamayacağım. Konuşulacak isimler de zaten hemen hemen belli. Dunga’nın garip kadro seçimi, De Rossi, Totti ve Del Piero’nun Lippi tarafından dışarıda bırakılması, Domenech’in Benzema ve Nasri’yi düşünmemesi vs.

İngiltere ve Almanya’da fazla sürpriz yok, İspanya’da ise dikkat çeken isim Valdes. Hak ettiğini aldı ve kadroya girdi. Belki de henüz havaya giremediğim için açıklanan kadrolar çok canımı sıkmadı. Arjantin kadrosu haricinde..

Cambiasso ve Lucho bence de kadroda olmalıydı ama yine de aksi fikirlere saygı duyarım. Dışarıda kalmasını kabul edemeyeceğim tek bir isim var, o da Büyük Kaptan Javier Zanetti.. Böyle bir sezondan sonra ne olursa olsun o kadroda olmalıydı, belki de Maradona’ya saha içinde en çok yardım edebilecek oyuncu oydu.

Kadro seçimlerinin benim için skandal kararı budur. Çok sevdiğim bu büyük lideri Dünya Kupası’nda izleyemeyeceğimiz için gerçekten üzüldüm..

Batuhan Karadeniz --> Eskişehirspor


Batuhan 2 milyon € karşılığında bonservisi ile birlikte Eskişehirspor’a verildi. Bu transferin tartışılması gereken iki tarafı var. Birincisi satılmasının doğru olup olmadığı, diğeri ise satış sözleşmesi.

Batuhan’a ben de çok kaptırdım, bu çocuk adam olmayacak dedim. Tamam, başka yerde harikalar yaratacak olsa da Beşiktaş’da belki olmayacaktı ama yeterli şansın verilip verilmediği tartışılır. Ben 3-4 maçını hatırlarım, başka da bir şey yok. Tabii ki Batuhan da çok suçlu, geçmişindeki şımarıklıkları ve disiplinsizlikleri tekrar etmeye gerek yok. Ama o çocuğun hala aynı halde olmasında yöneticilerinin ve teknik direktörlerinin de hataları var. Batuhan hala çocuk, üzerine yeterince düşülüp düşülmediğini bilemeyiz ama bu çocuğun ülke dışında sadece futbol olarak değil karakter olarak da çok gelişeceğini rahatça söyleyebiliriz. Milli takımda oynadıktan, Old Trafford’da sahaya çıktıktan sonra adamdan A2 maçında sahaya çıkmasını istemek futbolcu yetiştirme yolunda ne kadar doğru bir adım tartışılır.

Her şeye rağmen satılmasını anlayışla karşılamaya çalışırım. Herkesi bezdirmiş, son noktaya getirmiş olabilir ama çok daha mantıklı bir şekilde elden çıkartılabilirdi. Neticede Batuhan geçtiğimiz sezon Eskişehirspor formasıyla Süper Lig’de neler yapabileceğini gösterdi. Fenerbahçe ve Galatasaray seçeneklerini yok sayınca belki 2 milyondan daha fazla veren bir takım bulmak pek kolay değil ama en azından transfer sezonu beklenebilirdi. Batuhan birçok futbolcunun takasında rahatlıkla kabul görecek bir isimdi. Bir sonraki satışı için konan “Fenerbahçe ve Galatasaray’a giderse 5 milyon €, başka bir takıma giderse bedelin %25’i” gibi kolaylıkla yok sayılabilecek bir madde yerine geri alma opsiyonu konabilirdi.

Önümüzdeki sezon Batuhan’ın göstereceği performans Beşiktaş yönetiminin ve Mustafa Denizli’nin başını çok ağrıtabilir.

Bir Şampiyon Daha


Fenerbahçe bayan voleybol takımından sonra bayan basketbol takımı da play-off'lar da dahil olmak üzere oynadığı 29 maçın tamamını kazanarak, üst üste 5. kez şampiyonluğa ulaştı. Bu da gerçekten muhteşem bir performans, emeği geçen herkese çok teşekkürler.

Fenerbahçe'de Birsel mükemmel bir karakter, belki de takımda en sevdiğim oyuncu. Bayan basketbolu izlemekten hiç haz etmem ama Penny Taylor'ı izlemek bana bile büyük keyif veriyor. Ebony'nin soyunma odası görüntüleri ona olan sevgimi bir kat daha arttırdı. Kızların şampiyonluk sevinçlerini sahada yaşayamadığı gecede Ajavon'un soyunma odasında Aziz Yıldırım ile olan diyaloğu ve ısrarlı şampanya isteği bizi güldürdü, Başkan'ın "Çok bağırmayın, dayak yiyeceğiz" sözleri ise tebessüm ettirdi. Kısacası yönetimiyle, yabancılarıyla, Türkleriyle Fenerbahçe bu branşta da yine muhteşem bir "takım" görüntüsü verdi.

Zafer Kalaycıoğlu'nun çırpınışları ayrı bir keyif verdi, maçın bitimiyle beraber kızların üzerine atılan maddeler "Acaba bu kez kimden tahrik oldular?" sorusunu akıllara getirdi. Galatasaray tarafında gecenin belki de tek güzel görüntüsü Adnan Polat'ın mağlubiyeti edepli bir şekilde kabullenip kupa töreni sonuna kadar salonda kalmasıydı.

3 önemli branşta şampiyonluk kupaları müzeye geldi. Önümüzde iki branşta oynayacağımız iki final daha var ama bu gece öncelikle bu kızların gecesi, sadece onları övmek gerekir. Muhtemelen onları bu Pazar maç öncesinde Saraçoğlu'nda alkışlayamayacağız ama kim bilir, belki de sezon sonunda 5 kupayı birden sahanın ortasına koyup, bu güzel takımın da önemli bir parçası olduğu büyük bir Spor Kulübünü ellerimiz kızarana kadar alkışlayacağız..

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Şampiyon

.
38 maçta atılan 103 gol ve +71 averaj. Ezeli rakipler Manchester United, Arsenal ve Liverpool ile oynanan 6 maçta alınan 6 galibiyet. Sahasında oynadığı 19 maçta taraftarlarına izlettiği 68 gol ve üç adet 7 gollü galibiyete şampiyonluk maçında eklenen 8-0’lık bir zafer. Chelsea dün sonuna kadar hak ettiği bir şampiyonluğu hak ettiği şekilde kazandı ve kupa yıl içinde yaşadığı skandallarla sarsılan John Terry’nin ellerinde yükseldi. Chelsea de bu muhteşem performansla Mourinho zamanında topladığı antipatiyi büyük oranda tersine çevirdi.

Dün erken gelen gol bütün şampiyonluk tereddütlerini ortadan kaldırdı. Kalan dakikalar ise şampiyonluk kutlamaları ve Drogba’nın krallık heyecanıyla geçti. İkinci golü getiren penaltıyı Lampard kullandıktan sonra oyundan düşen ve yokları oynayan Drogba ikinci devrede attığı 3 gol ve toplamda ulaştığı 29 golle krallığı tek başına eline geçirdi.
.
Chelsea adına yılın en iyi oyuncusu bence kesinlikle Lampard, sezonu 22 gol ve 17 asist ile bitirdi. Ancelotti’nin bu sezon gösterdiği teknik direktörlük performansına da şapka çıkarmak lazım. Her ne kadar dün yayında İbrahim Altınsay sık sık United’ın sakatlıklarına değinse de Chelsea de bu sezon önemli haftalarda önemli oyuncularından yoksun olarak oynadı. Kadrodaki her oyuncudan maksimum performans almasının yanında Terry skandalı sırasında gösterdiği yönetim ve Şampiyonlar Ligi’ne vedadan sonra takımı ayağa kaldırmasıyla büyük iş başardı. Malouda ve Alex gibi isimler belki de kariyerlerinin en iyi günlerini onunla geçirdiler. İngiltere’de geçirdiği ilk sezonunda, oyuncu tipi kendisine çok uygun bir oyuncu topluluğuyla sezon başında beklediğim şampiyonluğu kazandı.
.

Fransa ve Almanya’da da şampiyonlar belli oldu ama işlerin yoğunluğunda bu iki lige yer veremedim. Gerçi çok ilgimi çekmeyen ve fazla takip etmediğim bu iki ligde sezon başında tahmin ettiğim takımların şampiyon olmasına herhalde çok da yer vermezdim.

İngiltere ile ilgili son bir şey daha söyleyeceğim, Premier League kupası gerçekten muhteşem bir kupa. Harika bir tasarım.

İki Beyin


...

'Regal' FC Barcelona

Barcelona futbolda başaramadı ama dün akşam Olympiakos karşısında aldığı rahat galibiyetle basketbolda Avrupa’nın en büyüğü oldu. Yarım yamalak izlediğim birkaç maç haricinde bu takımı sezon içinde fazla takip etmedim ama bu şampiyonluğu sonuna kadar hak ettiklerini ve Avrupa’nın en iyi takımı olduklarını biliyorum.

Gecenin benim için bir diğer güzel yanı da Başkan Laporta ile birlikte Busquets, Pique, Bojan, Xavi ve Puyol’un final maçını izlemek için Paris’e gelmiş olmalarıydı. Büyük kulüp, gerçekten çok büyük kulüp..
.

Ankaragücü 0-3 Fenerbahçe


Yine derin maç analizlerine gerek yok, ne de olsa hafta içi bir ton abuk senaryo dinleyeceğiz. Kimse de futbolu umursamayacak. Neticede Fenerbahçe kalesinde gol görmediği son 10 haftadaki 9. galibiyetini aldı. Herkes bir şeyler konuşuyor ama futbolcular hiçbir şeyi umursamadan mücadele etmeye ve kazanmaya devam ediyorlar. Bugün maçı iki duran top çözdü, belki mükemmel bir futbol izlemedik ama Fenerbahçe'li futbolcular 3 farkla öndeyken bile gol yememek için savaşıyorlardı.

Bende de az sayılmayacak bir Ankaragücü nefreti var, daha önce blogda onları çok anmışımdır. Düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu da bugün bir kez daha gördüm. İşe maç öncesi başlamışlar ve Fenerbahçe kafilesine saldırmışlar. Polis biber gazı kullanmış, yani olay öyle sadece küfür etme falan değil. Maç içinde gördüklerime ise zaten hiç şaşırmadım, adam gibi maçlarını izleyip takımlarını desteklemelerini beklemiyordum. Yerde yatan adamın üzerine bile madde attılar, anneler günü kutlamalarını ise tüm Türkiye dinledi. O başkana bu taraftar, bu taraftara da o başkan çok yakışıyor.

Zamanında Ümit Özat hakkında çok şeyler söylenmesine rağmen onu hep savundum ama bugün gördüm ki benim bildiğim gibi bir "adam" değilmiş. O sıradan bir Fenerbahçe futbolcusu değildi, o bu takımda kaptanlık yaptı. Onun yaşadığı gibi vedayı belki daha önce kimse yaşamadı . Aziz Yıldırım ile ne hesabı olursa olsun o görüntüleri vermemeliydi. Onu en güzel şekilde uğurlayan Fenerbahçe taraftarına böyle gözükmemeliydi. Tabii ki kazanmak istesin, hırslı olsun ama o kadar çirkinleşmemeliydi. Ümit Özat bugün birçok Fenerbahçe'linin sevgisini ve daha da önemlisi saygısını kaybetti. Yanlış yaptı.

Geldik son haftaya. Cumartesi bekliyordum ama maçlar Pazar günü oynanacakmış. Gözyaşı dökmek için fazladan bir gün daha beklenecek ama o gözyaşları sevinçten mi hüzünden mi dökülecek hala bilemiyorum. Takıma güveniyorum, o lanetli Şubat ayında bile umudumu hiç kaybetmedim ama neticede biz bir 2006 yaşadık. Ben önümüzdeki hafta için kendimi her sonuca, her türlü sona hazırladım.
.
Heyecanla bekliyorum..

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Beşiktaş 2-0 Manisaspor


Hiç aklımda yokken bir yerlerden gelen numaralı kombinesi ile maça gittim. Bu mücadeleyi detaylı olarak yazmanın bir alemi yok, benim de yorumum kısa olacak.

Fener'den Cim Bom'dan futbolcu almayın
Taraftarı çıldırtmayın
Bu taraftar arkanızda
Gelsin artık Quaresma


Beşiktaş camiası bir süredir geçirdiği evrimi benim gözümde dün tamamlamıştır, sonrası ise zaten komedi. Farklı bir kültüre sahip olmak Beşiktaş’ı rakiplerinden ayıran ve avantaj sağlayan, zamanında birçok insanı da taraftarı yapan, kulübüne bağlayan şeydi ama artık farklı değiller.

Ben Fenerbahçe’li olarak gitmişim, Necip’i falan merak ediyorum. Onun Mustafa Denizli ile olan diyaloglarını izliyorum, sahadaki hareketlerini takip ediyorum. Rıdvan ağlayarak önümden geçtikten sonra benim içim yanıyor, o hali maç boyu aklımda kalıyor. Atınç oyuna girerken 17 yaşında bir çocuğun o sahaya ayak basıyor olması beni bile heyecanlandırıyor ama adamların çoğu bunları umursamıyor. Fener diyor, Nouma diyor, sahada ter dökenlerden önce Quaresma diyor.

Yıldırım Demirören başladığı işi bitirmiş, bundan sonrası için kolay gelsin.
.
.
Not: Rıdvan için çok üzüldüm. Çok genç, toparlayacağına da inanıyorum. Her şey onun elinde, umarım kendine çok iyi bakar ve en kısa sürede sahalara döner. Büyük geçmiş olsun.

7 Mayıs 2010 Cuma

Tv'de Futbol / 7-10 Mayıs


7 Mayıs Cuma
20:00 Beşiktaş – Manisaspor / Lig Tv

8 Mayıs Cumartesi
16:30 Hertha Berlin – Bayern Münih / Trt Haber
20:00 Galatasaray – Antalyaspor / Lig Tv
22:00 Auxerre – Lens / Kanal A
22:00 Lille – Marseille / Kanal A
22:00 Real Madrid – A.Bilbao / Ntv
22:00 Sevilla – Barcelona / Ntv Spor

9 Mayıs Pazar
00:30 Botafogo – Santos / Spormax
16:00 Inter – Chievo / Ntv Spor
16:00 Roma – Cagliari / Ntv Spor
18:00 Man. United – Stoke City / Spormax
18:00 Chelsea – Wigan / Spormax
20:00 Ankaragücü – Fenerbahçe / Lig Tv

10 Mayıs Pazartesi
13:00 CSKA Moskova – Terek / Spormax
20:00 Trabzonspor – Denizlispor / Lig Tv

Şampiyon


Avrupa yakasında çalışıp da bu maçlara gelmek pek mümkün değil, hele ki maçlar 18.30'da olunca. Bu güzel takıma destek veremediğim için üzgünüm ama bu onlarla gurur duymama engel olmuyor. Erkeklerimizden sonra kızlarımız da bugün Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom'u 3-0 yenerek sonuna kadar hak ettikleri şampiyonluğu aldılar. Herhalde daha önce hiçbir takım şampiyon olmayı bu kadar hak etmemiştir.

Fenerbahçe Acıbadem 2009-2010 sezonunu 3 kupa ve bir de Şampiyonlar Ligi ikinciliği ile kapattı. Lig şampiyonluğunun namağlup kazanıldığını da ayrıca belirtmek gerekiyor. Muhteşem bir performans sergilediler, hepimizi gururlandırdılar. "Bir Fenerbahçe taraftarı nasıl bir takım görmek ister?" sorusunun cevabı oldular.

Kızlarla birlikte Mehmet Ali Aydınlar'a, Fenerbahçe Yönetim Kurulu'na, teknik ekibe, kızları yalnız bırakmayan amatör branş tutkunlarına ve bu muhteşem sezonda emeği geçen diğer herkese çok teşekkürler. Umarım seneye bu 3 kupanın yanına bir de Avrupa Şampiyonluğu eklerler. Zor ama bunu başarabileceklerine hepimiz inanıyoruz..



Not: Bayan basketbol takımımız da serinin ilk maçında Galatasaray'ı 57-51 yenerek, ligde rakibini iki kez mağlup etmesine rağmen seride 1-0 öne geçti. Onların da kupayı bırakmayacağına inancımız tam.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Tony Carr

Rio Ferdinand, Lampard, Terry, Joe Cole, Carrick, Defoe ve Glen Johnson bir aksilik olmazsa 2010 Dünya Kupası’nda İngiltere Milli Takımı formasını giyecekler. Bu isimlerin ortak özelliği ise West Ham altyapısından yetişmeleri ve ayrılırken transferleriyle kulüplerine büyük paralar kazandırmaları.

Tony Carr ise zamanında Bobby Moore, Geoff Hurst ile beraber aynı takımda oynayan ama geçirdiği sakatlık sebebiyle erken yaşta futbolu bırakmak zorunda kalan, daha sonra West Ham antrenörü olup, altyapı sistemini sıfırdan yaratan ve bu oyuncuların yetişmesinde en büyük pay sahibi olan kişi.

West Ham United ona şükranlarını sunmak için bir maç düzenlemiş, fotoğraflar da bu maçtan. Altyapıdan çıkan yıldızlardan oluşan bir karma ile Zola ve Di Canio gibi isimlerin yer aldığı West Ham karması arasından oynanan maçı Upton Park’da yaklaşık 15.000 seyirci izledi ve maçı 5-1 West Ham United karması kazandı.