Internazionale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Internazionale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Haziran 2010 Cuma

Finalden #2

Üzerinden günler geçti, final diye sayıklamıyorum ama bir işe başlayıp ilk bölümü yazdıktan sonra yarıda bırakamam. Blogda eksik kalmasını istemiyorum. Bol fotoğrafla yolculuğun Madrid bölümünü de kısaca yazayım ve sonra da ufak ufak Dünya Kupası havasına artık gireyim.
.
Madrid sokaklarında Inter taraftarlarının şehirde bariz bir üstünlüğü vardı. Daha kalabalık olmalarının yanı sıra Almanlara göre biraz da daha genç bir yaş ortalamasına sahip olduklarından sesleri daha çok çıktı, çok daha iyi eğleniyorlardı. Yoldan geçen İspanyol kızlarına hafif takılıp hemen Inter tezahuratlarına geri dönüyorlardı. Çok eğlendiler. Sırasıyla en çok Milito, Mourinho ve Zanetti tezahuratları duydum. Nispeten yaşı geçmiş bazı İtalyanlarda Facchetti forması vardı ama formaya isim basılmışsa büyük farkla Zanetti tercih edilmiş. E normal, ben de onu bastırırım.

Genelde iki takım taraftarları aynı yerlerde eğleniyorlar ve bazen karşılılık atışıyorlardı ama büyük bir olaya ben şahit olmadım, bir şey de duymadım. Sadece ihtiyaç molası için otele girdiğimizde bizim sokakta ufak bir kavga çıktı. Biraz daha kalabalık olan Alman grup İtalyanları püskürttü ama fotoğraftaki şişman karizmatik arkadaşın olay yerine intikali ortalığı sakinleştirdi. Zaten 5 dakika içinde de polis geldi. Arkasında ACAB yazılı t-shirt giyen İtalyan elemanın varken polislerle diyaloğa girmesi de ortaya güzel bir kare çıkardı.


Taraftarlar için hazırlanan alanlara hiç gitmedim, şehir merkezinde eğlenen taraftarlarla zaman geçirmeyi tercih ettik. Şehirde karşılaştığım Türkler genelde Fenerbahçe taraftarıydı, Plaza Mayor’un yan sokaklarından birinde köşeyi dönünce bir grupla karşılaşınca ufaktan Fenerbahçe tezahuratı da yaptık. Sonradan öğrendim ki o grup Flying Dutchman tayfasıymış. :) Tribünde de Fenerbahçe formalı bir çift ile yan yana düşmüştük. Sadece Alman taraftarlara ayrılan tribünün arkasındaki sokakta bir Galatasaraylı gördüm. Beni Fenerbahçe formasıyla gören bazı yabancı gruplar takılmak için “Beşiktaş” diye tezahurat yaptılar. Herhalde bu yıl Şampiyonlar Ligi’nde oynamaları bu tercihte etkili olmuştur.

Metro ile maça giderken Bayern taraftarı bir grupla aramızda kendi adıma güzel bir diyalog geçti. Bir kısmı bana şampiyonluğun kaçması ile ilgili takılırken Hırvatistan-Olic formalı 2-3 kişi de hem konuyu tam anlamadan gülüyor, hem de formamın hangi takıma ait olduğunu “İstanbul he?” diyerek çözmeye çalışıyordu. “120. dakikayı, o golü hatırlıyor musun? O golü atan adam var ya Semih, onun takımı işte” derken “Lütfen sus, o maçtan bahsetme, kapat konuyu” diyerek arkalarını döndüler. Büyük zevk aldım.

Dönüşte normal olarak bazı spor yazarları ve federasyon yetkilileriyle aynı uçaktaydık. Adını vermeyeyim, bir gazeteci bir ara tam önümüzdeki yolcu ile sohbet etmeye geldi. Van Gaal’ı bokluyordu. Üç oyuncuya bel bağladığını, hiçbir taktik alternatifi olmadığını, zaten genelde düz bir teknik direktör olduğunu söylüyordu. Önce güldüm ama sonra sinirlerim bozuldu. Bu adamların çoğunu, özellikle bu sehayatları federasyona ve gazetelerine ödeten adamları Türk futbolu üzerinde yaşayan asalaklara benzetiyorum. Hiçbir şeyden haberin olmadan git istediğin yeri bedavadan gez. Çoğu önce Barcelona’ya inmiş, oradan Madrid’e geçmişler. Gelmeyene “Vuu Barcelona süperdi abi, keşke gelip 1-2 gün de orada kalsaydın” diyorlar. Bir şeyler bilseler gezmeleri bu kadar dokunmaz ama hem bilmezler, hem de niye geldikleri, meslekleriyle ilgili ne kazandıkları, ne öğrendikleri belli değil. Aileleri de yanlarında, bir güzel bronzlaşmışlar, uçakta Van Gaal’a bile sallayabiliyorlar. Hayat onlara güzel.


Giderken biraz buruktum, Inter’i ezelden beri çok seven biri olmama rağmen Barcelona'yı orada göremeyecek olmaya takılmıştım. Ama her şeye rağmen çok güzel geçti, keyif veren bir tecrübe oldu. Şampiyonlar Ligi finaline hangi takım çıkarsa çıksın o maç öncesi ortamı, sahanın içi, tribünlerdeki görsellik, şehrin hazırlığı gibi şeyler olayı bambaşka bir hale getiriyor. Ortada olan ünvanı her iki taraf da çok istiyor, neticede işin ucunda Avrupa'nın en büyüğü olmak var. Onların bu tutkusunu dışarıdan biri olarak izlemek bile çok güzeldi. Mümkün oldukça gitmek ve o coşkuyu yaşamak lazım. Umarım kıçımı kaldırıp devamını getirebilirim.

FC Bayern München 0-2 F.C. Internazionale

22.05.2010 / Estadio Santiago Bernabeu


26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sonunda Gitti




Sonunda resmi açıklama geldi ve Pellegrini'ye sessizce veda edilirken Mourinho da büyük bir gürültüyle Real Madrid'in yeni teknik direktörü oldu. Ben de rahatladım.

Cumartesi günü maç bitiminden itibaren her yerde Mourinho var. Inter'den ve futbolcularından pek bahsedilmiyor, büyük başarıları bu transferin gölgesinde kaldı. Kaptan Zanetti'nin ağlaması, Milito'nun sevinci, Lucio'nun Alman taraftarları Bayern atkısıyla selamlaması gibi şeylerin yerine Mourinho'nun kırmızı donunu görüyoruz. Bu başarıda tabii ki payı çok büyük ama tamamı da ona ait değil. Şu tiyatroya maçın hemen sonunda başlamasa, anlaşmayı tüm detaylar hallolduktan sonra yapılacak bir basın toplantısıyla açıklasa daha iyi olurdu. En azından Inter ve futbolcular biraz daha onore edilebililirlerdi. Ama doğru, aslında çok gereği yok. Neticede 3 kupayı da Mourinho kazandı, futbolcular değil..

Bu değişikliğin olmasını istediğimi daha önce söylemiştim. Jose Mourinho Real Madrid'e çok yakışacak, en az Cristiano Ronaldo kadar. Hem artık ben de Inter'i eskisi gibi daha gönülden destekleyebileceğim. Son iki yılın şampiyonu Barcelona için de bu iyi bir motivasyon olacaktır, rakibini geride bırakmayı geçen sezondan daha çok isteyecektir. La Liga şampiyonluğu her iki takım için de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ile aynı değerde olacaktır.

Herhalde benim de bundan daha fazla nefret edebileceğim bir kombinasyon olamaz, Real Madrid bu anlamda kusursuz bir ekip kurdu. Sanırım önümüzdeki sezon La liga maçları hayatımda daha fazla yer kaplayacak.

25 Mayıs 2010 Salı

Dönüş

.
Döndük, dolaştık kürkçü dükkanımıza geri döndük. Burada futbolla ilgili neler olduğuna dair çok bir fikrim yok ve kendimi bunun için şanslı hissediyorum. Buradaki finalden düşüncelerimi uzun uzun yazıp kaçmıştım, daha fazla üzerine düşünmek istemiyorum. Zaten ortam hala içimi sıkıyor. Herhalde Daum'u taraftarın da isteği doğrultusunda gönderecekler, yeni teknik direktör aranacak, transferler gecikecek vs. Biraz sessiz kalıp neler olacağını görmek bu günlerde benim için daha sağlıklı.

Öteki futbolda ise keyfim yerinde. Her ne kadar Mourinho'nun bu kupa üzerindeki büyük payı beni hala biraz rahatsız etse de bir Inter sever olarak 45 yıl sonra kupanın gelişini ve büyük kaptan Zanetti'nin ellerinde yükselişini yerinde izlemek, kısa ama keyifli bir Barcelona gezisi sonrası Madrid'de özellikle İtalyanlarla iki gün aynı futbol ortamını paylaşmak harikaydı. Maçtan önce sokaklarda Mourinho ve Zanetti ile birlikte en çok Milito adına tezahurat yapılıyordu, o Milito attığı iki mükemmel golle hem kupayı getirdi hem de ne kadar mükemmel bir forvet olduğunu gösterdi. Üst düzey forvetler arasında adı hiç geçmiyordu, hakkını vermiyorlardı, o zorla aldı.

Barcelona gerçekten bambaşka bir şehirmiş, hayran kaldım. Nou Camp'da renovasyon sebebiyle müzenin bazı bölümlerini ve soyunma odalarını gezememek içimde kaldı ama yine de çok etkilendim. Madrid'de futbol yaşamaktan şehri gezecek fırsat bulamadım ama iyi bir tercih yaptığımı düşünüyorum. Maç öncesi alkol ve eğlence, ufak bir taraftar kavgasına şahit olmak, Metro ile maça toplu gidiş ve maç sonrası kutlamalar bana fazlasıyla yetti. Yazmak istediğim şeyler var ama bu hafta biraz yoğunum. Belki önümüzdeki haftaya sarkar. Aklımda kalanları, bazı fotoğraf ve videoları blog arşivine mutlaka ekleyeceğim. Eksik kalmamalı, neticede her yıl Şampiyonlar Ligi finaline gitme şansım yok.


En çok da büyük kaptan için sevindim. Maç bittikten çok sonra bile hala sahadaydı, tribünleri selamlıyordu. Tarihe geçen bu kupa onun ellerinde yükseldiği için çok mutluyum.

Forza il capitano,
Forza nerazzurri,
Forza La Grande Internazionale..

6 Mayıs 2010 Perşembe

F.C. Internazionale 1-0 AS Roma


Hangi maçı izleyeceğime karar veremiyordum ama daha erken başlayan İtalya Kupası finalinden kopamadım. Manchester City-Tottenham maçı da çok heyecanlı geçmiş ama ben bu mücadeleyi seçtiğim için mutluyum.

Mükemmel bir ilk yarı oldu, bana Serie A'yı, İtalyan futbolunu neden sevdiğimi tekrar hatırlattı. Sahada harika bir futbol mu vardı? Hayır. Bol gol pozisyonu? Hayır ama her dakika itiş, kakış, sertlik, mücadele yani kısacası maçı kazanmak için topla oynamak haricinde ne gerekiyorsa onu yapan iki takım vardı. Biribirlerinden nefret eden oyuncular izledim. Her an pislik yaptılar, adeta iki düşman grup mahalle maçı yapıyor gibi bir şeydi. Belki bazen çirkefliği abarttılar ama aslında ben bu maçta olanları pislik ya da çirkeflik olarak değil amatörlük olarak tanımlıyorum. İki takım da aynı şeyleri yaptı. Maç boyunca 15 yaşındaki çocuklar gibi birbirleriyle kavga ettiler, futboldan çok kavga izledik.

Tribünler de işin kremasıydı, özlemini duyduğumuz, endüstriyel futbol denen şeyin bir virüs gibi futbolun her yerine girdiği yılların çok gerisinden, yıllar öncesinden kalmış gibi coşkulu, ateşli ve saf tribünler vardı.

Milito ilginç bir adam, bazen katlanılması zor bir futbol oynar gibi gözüküyor ama takımına büyük katkı yapıyor. Bu maçta da mükemmel bir gol attı ve takımına kupayı getirdi. İkinci devre nispeten daha sakin geçti. Roma yüklendi, aslında beraberliği yakalayacak pozisyonlar da buldu ama gole ulaşamadı. Son dakikalarda kupa umudunu kaybedince tekmeye başlayacaklarını tahmin ediyordum. Ateşi yakan Totti oldu ve Balotelli'ye tekmeyi atarak kırmızı kartı gördü. Maç sonunda da sahada kısa süreli olaylar oldu, fazlası da olabilirdi.

Bende mi bir anormallik var bilmiyorum ama "Böyle maç olmaz" diyerek kanal değiştiresim gelmedi, "Pis herifler, bu maç izlenmez" gibi şeyler de hiç aklımdan geçmedi. Bütün maçı tebessüm ederek izledim, kavga çıktıkça güldüm. Herhalde iki takım adına kaleye toplam 9 gollük şutun atıldığı bir maç en fazla bu kadar keyif verebilirdi. İtalya'da taraftarlar da futbolcular da gerçekten başka kafalar yaşıyorlar.

Bu akşam bir de İtalyanların neden iyi hakemler çıkardığını bir kez daha anladım. Böyle maçların bitmesini başarabilen hakemler dünya üzerindeki her maçı yönetebilir.

Son bir not daha düşeceğim. Fotoğrafını bulamadım ama kupa büyük kaptan Zanetti'ye çok yakışıyor..

28 Nisan 2010 Çarşamba

FC Barcelona 1-0 F.C. Internazionale


Dünyanın en iyi ve en güzel takımı kaybetti..
.
Keşke bu şekilde kaybetmeseydi, keşke Inter finali ilk maçta olduğu gibi "futbol oynayarak" alabilseydi. O zaman ben de yıllardır Barcelona ile beraber en sevdiğim takım olan Inter'i o finalde daha coşkulu destekleyebilirdim..

Bir de lüften kimse bana savunma futbolu, taktik ya da deha gibi şeyler anlatmasın, ben daha önce bu kadar çirkinlik görmedim. Hakem de bu çirkinliğe çok müsade etti, oyunun tempo kazanmasına hiç izin vermedi ve bence golün iptal edilmesi de hatalı bir karardı. Inter tarafında tek takdir edeceğim savunma yetenekleri zaten çok üst düzeyde olan futbolcuların gol yememek için verdikleri insanüstü mücadeledir. Keşke biraz daha temiz kazansalardı..
.
Finale kim çıksa üzülmem diyordum ama tadım çok kaçtı. Böyle bir şans bir daha gelmez..

21 Nisan 2010 Çarşamba

F.C. Internazionale 3-1 FC Barcelona


Az gollü ve kısır bir maç bekliyordum. Bu sebeple maçı evde internetten ara ara takip ederim diyordum ama arkadaş çevresinin tahriklerine kapılıp D-Smart'ı ve rakısı olan bir yere kendimi attım. Bir önceki turun sonunda Mourinho'dan çekindiğimi söylemiştim, korktuğum başıma geldi. Sezon başında sorsalar ve bu kupa finalinde Barcelona olmayacaksa kim olsun deseler saniye düşünmeden Inter derdim. Bilen bilir, benim için değeri Barcelona'ya yakındır ama final Bernabeu'da olunca tercihim haliyle Barcelona oluyor.

Maçı dışarıda izlediğim için net görememiş olabilirim ama sanırım 90 dakika sonunda ekrana yansıyan istatistiklerde Barcelona lehine 518-158 gibi bir pas sayısı vardı, topa sahip olma oranında da yine %63-37 ile bir Barccelona üstünlüğü vardı. Ama ne ilginçtir ki en azından son 15 dakikayı bir kenara bırakırsak Inter de en az Barcelona kadar pozisyon buldu, gole yaklaştı. Bu noktada iki isim öne çıkıyor. İlki tabii ki Mourinho, diğeri ise Milito. Arjantinli bence kusursuz bir forvet performansı sergiledi.

Barcelona golü gelmeden önce de Inter savunma arkasına atılan toplarla gol kovalıyordu ve hatta Barcelona'dan daha net bir pozisyon da bulmuştu. Barcelona golü geldikten sonra da oyunun şekli değişmedi. Inter rakibin topla oynamasına izin verdi ama pozisyon vermedi. Hızlı çıkışlarla da gol kovaladı ve bunda da başarılı oldu.. Atıyorum sanki Fenerbahçe Eskişehir deplasmanında oynar gibiydi. Bunu ne Eskişehirspor'u ne de Inter'i ezmek için söylüyorum, oyun mantığından bahsediyorum. Inter sahasında oynamasına rağmen savunma yaptı ve kontra ataklarla gol aradı. Milito oyunda kaldığı sürece bence muhteşem oynadı. Hangi bölgeye giderse gitsin o taraftaki Barcelona'lı savunmacının başına bela oldu. Arkaya çok iyi koşular yaptı, Barcelona savunmasını çok yıprattı. 1-0 geriye düşen Inter oyun formatında çok fazla değişiklik yapmamasına rağmen üst üste 3 gol buldu. Bu arada ikinci golde ofsayt olabilir, bizdeki çizgi çekme olayları oralarda olmadığı için emin olamadım.
.
Gerek maç öncesinde gerekse maç içinde taktiksel olarak Guardiola'nın önüne geçen Mourinho'nun bence tek hatası Eto'o yerine Milito'yu dışarı almasıydı. Milito çıktıktan sonra klasik bir Barcelona baskısı başladı ama gol gelmedi ki bu da hem Inter'in hem de Mourinho'nun şansı oldu. Bu dakikalarda hakemin atladığı bir de penaltı var, Dani Alves'in düşürüldüğü pozisyon bence penaltıydı. Guardiola tek farkla gerideyken kenarda Abidal'ı hazırlamıştı ama henüz değişiklik yapılmadan Inter'in 3. golü geldi. Buna rağmen değişiklik işleme kondu ve Zlatan yerine Abidal oyuna girdi. O son 15 dakika baskısında Zlatan oyunda olsaydı belki bir gol çıkardı. Belki o değişiklik olmasaydı öyle bir baskı da kurulmayacaktı, bunu kimse bilemez ama iki farklı geriye düştükten sonra ben İbrahimovic'i oyundan almazdım.

Barcelona'nın en çok üzerinde durulan iki oyuncusu Messi ve Xavi maç boyunca neredeyse hiç gözükmedi. İkisi de hiç boş alan bulamadılar. Bu maçta ortaya çıkan skorda Barcelona'nın Espanyol maçı üzerine yaptığı uzun otobüs yolcuğunun da etkileri olabilir ama herhalde İspanya'da kimse bu sebeple sızlanmıyordur. 3-1 Inter için üzerinde saniye düşünmeden kabul edilecek bir skor. Nou Camp'da Barcelona 30 dakikada bu dezavantajı ortadan kaldıracak golleri rahatça bulabilir ama neticede rakip bir İtalyan takımı, hem de Mourinho'nun kontrolünde bir İtalyan takımı olacak.

Hayalim Madrid'de Barcelona'nın Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırmasını yerinde görebilmek ama en azından Inter'in ilk Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna şahit olmak da benim için fazlasıyla yeterli bir teselli olacak. Yine de kendimi fazla kandırmayayım ve tarafımı belli edeyim. 28 Nisan'da dualarım Barcelona ile olacak..

8 Nisan 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi'nde Yarı Final


Bu sezon Şampiyonlar Ligi’nin her aşamasında olduğu gibi çeyrek finalde de sürpriz yaşadık, dün akşam Bayern Old Trafford’dan turla döndü ve United’ın elenmesiyle yarı finalde İngiliz takımı da kalmamış oldu. Ferguson’un sahaya çıkardığı kadro şaşırttı. Ben de en büyük şaşkınlığı Rooney’i sahada görünce yaşadım, adama boşuna domuz gibi demiyormuşuz. Bunun yanında Gibson ve Rafael de benim sahada görmeyi beklemediğim isimlerdi. Bayern ise 1 gol avantajla gittiği Manchester deplasmanına Robben, Ribery, Olic ve Müller ile çıkma cesaretini göstermişti. Ferguson’un ilk maçta yaptığı değişiklikler maçı Bayern’e çevirmişti, dün yaptığı tercihler de turu kaybettirdi.

Daha ne olduğunu anlayamadan skor 2-0’a geldi, ilk devrenin sonuna doğru fark 3 oldu. O dakikadan sonra işin şeklinin değişebileceğini herhalde kimse düşünmemiştir ama Olic’in golü maçı bir anda farklı bir boyuta getirdi. Bayern’in atacağı bir gol turu geçmek anlamına geliyordu ve bu ev sahibi takımda bariz bir tedirginlik yarattı. İlk devre pas vermeyerek takımını bir golden eden genç Rafael’in anlamsız kırmızı kartı sonrasında da Manchester iyice arkaya yaslandı. Birkaç etkili kontra atak buldular ama oyunun şekli Bayern golünün er ya da geç geleceğini gösteriyordu. Almanlar kontrolü ve disiplini hiç kaybetmediler, sabırla rakip kaleye yüklendiler ve aslında o dakikaya kadar çok da iyi işler yapamayan Robben’in attığı harika golle öne geçtiler. Robben’in gol sevinci de attığı gol kadar güzeldi, çok hoşuma gitti. Golden sonra da Bayern kalan zamanın nasıl öldürülebileceği dersini verdi, rakibe neredeyse hiç top göstermeden son 10-15 dakikayı yediler. Bayern Münih’e karşı ekstra bir sevgim yok ama normalde dün turu onların atlamasını isterdim. Yine de hazırlıklarını yaptığım final yolculuğunu düşündükçe Manchester’ı destekledim ama olsun, Barcelona’nın orada kupayı kaldırması da bana fazlasıyla yetecek.


Diğer eşleşmeden gelen takım ise ilk maçın getirdiği skor avantajıyla Lyon oldu. Şampiyonlar Ligi tecrübeleriyle turu geçen taraf olacaklarını zaten düşünüyordum ama dün Bordeaux da yarı finale fazlasıyla yaklaşmış.

Yarı finalde Inter-Barcelona ve Bayern Münih-Lyon eşleşmelerini izleyeceğiz. İlk maçlar 20-21 Nisan, rövanş maçları ise 27-28 Nisan tarihlerinde oynanacak. Ne yalan söyleyeyim Mourinho’nun yaratabileceği bir mucizeden çekiniyorum. Barcelona ile beraber en sevdiğim iki takımdan biri Inter, normalde finale çıkmalarını çok isterim ama bu sene değil. 22 Mayıs’da o kupayı Bernabeu’da Barcelona kaldırmalı..

26 Mart 2010 Cuma

Samuel Eto'o


Sanırım geri döndü.

Livorno maçının özetini ve dolayısıyla Eto'o'nun iki muhteşem golünü ancak dün görebildim. Bu maçtan önce Serie A'da 23 maçta 8 golü vardı, Zlatan gibi o da geçtiğimiz sezon sergilediği performansın gerisinde ama Chelsea'ye attığı kritik golden sonra bu iki harika gol sezonun geri kalanında çok daha iyi şeyler yapacağını gösteriyor. Golleri görmediyseniz kısa özeti izlemenizi tavsiye ederim. Eto'o'nun iki golünden sonra ikinci devre gelen 3. golde de Maicon topa çok acaip vurmuş.

Araştırmadım, bana mı öyle geliyor bilemiyorum ama sanki Pandev'in oynadığı maçlarda ileride kim oynuyorsa onun performansı artıyor ve Inter de daha iyi bir futbol oynuyor.

19 Mart 2010 Cuma

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final Eşleşmeleri

.
Çeyrek Final
Lyon - Bordeaux
Bayern Münih - Manchester United
Arsenal - Barcelona
Inter - CSKA Moskova
.
Yarı Final
Bayern Münih - Manchester United / Lyon - Bordeaux
Inter - CSKA Moskova / Arsenal - Barcelona


Kuralar çekildi, geçtiğimiz sezon izlediğimiz Barcelona – Manchester United finali 2010 yılı için de ufukta gözüktü.

Dün tahmin yaparken Lyon, Bordeaux, CSKA üçlüsünden ikisinin birbiriyle eşleşmesine pek ihtimal vermiyorum” demiştim ama oldu. Lyon ile Bordeaux Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde eşleşti ve yarı finalde bir Fransız takımı olması da kesinleşti. Herhalde iki takım taraftarları da mutluluktan uçuyordur, onların yerinde olmayı çok isterdim. Muhteşem bir macera yaşayacaklar. Burada Lyon’u Şampiyonlar Ligi tecrübesiyle bir adım önde görüyorum.

Arsenal – Barcelona eşleşmesine üzülmedim dersem yalan olur, keşke bir tur daha sonra eşleşebilselerdi ama bir taraftan da mutluyum. Seyir zevki en yüksek iki takımın arasında oynanacak iki muhteşem maç izleyeceğiz. Tabii ki favorim Barcelona ama ne yalan söyleyeyim Arsenal tur atlarsa çok büyük bir şaşkınlık içine girmeyeceğim.

Inter bir önceki tur şanssız bir kura çekmişti, CSKA eşleşmesi ile onu telafi etti. Arsenal-Barcelona gibi daha önce Şampiyonlar Ligi finalinde karşılaşan Manchester United ve Bayern Münih de bu kez çeyrek finalde eşleşti. Bu da benim dün yaptığım tahminlerden tek tutturduğum eşleşme oldu.

Umarım Star Tv yediği küfürlere dur diyecek ve Şampiyonlar Ligi keyfini yaşamamıza müsade edecektir. Özellikle Arsenal-Barcelona maçlarından biri bile kaçarsa televizyon binalarının önünde eylem yapmaya gidebilirim.

Yukarıda yazdığım eşleşmelerde önce yazılan takım ilk maçı kendi sahasında oynanacak. İlk maçlar 30-31 Mart, rövanşlar ise 6-7 Nisan tarihlerinde oynanacak. Yarı final tarihleri ise 20-21 Nisan ve 27-28 Nisan 2010.

18 Mart 2010 Perşembe

Son "8"


Barcelona – Inter – Manchester United – Arsenal – Bayern Münih – Lyon – Bordeaux – Cska Moskova

Çeyrek finale kalan 8 takım bunlar oluyor ve yarın İsviçre’de çekilecek kura sonucunda birbirleriyle eşleşecekler. Bu seviyede genelde 4 İngiliz takımı görmeye alışmıştık ama Liverpool’un gruptan çıkamamasından sonra Chelsea de kupaya veda edince çeyrek finalde 6 farklı ülkenin takımını izleyeceğiz. Pek ihtimal vermiyorum ama Lyon,Cska ve Bordeaux takımlarından ikisi birbiriyle eşleşirse bu takımlardan birini yarı finalde görmek daha bir ilginç olacak.

Yarın aynı zamanda yarı final eşleşmeleri de belli olacak ve bizler de final tahminlerini daha net bir şekilde yapmaya başlayacağız. Tahmin yapmak zevkli, bu yüzden finalden önce yarın çekilecek kuralar için de bir tahmin yapayım;

Barcelona – Lyon
Manchester United – Bayern Münih
Inter – Bordeaux
Arsenal – Cska Moskova

17 Mart 2010 Çarşamba

"Special"



Chelsea 0-1 Internazionale


Maç yazısına Star Tv’nin kulaklarını çınlatmadan başlamak olmaz. İki yabancı takımın maçını meyhanede izlemek zorunda kaldım. Yedikleri küfürler ve beddualardan belinin doğrulabileceğini sanmıyorum. Bu kafayla devam etsinler bakalım ne olacak, ne kazanacaklar. Hatta Şampiyonlar Ligi finalini de D-Smart’dan versinler, belki o zaman alırız.

Inter’de Eto’o-Pandev-Milito-Sneijder, Chelsea de ise Drobga-Malouda-Anelka-Lampard-Ballcak gibi hücum potansiyeli yüksek oyuncular sahadaydı ama beklediğimiz hücum zenginliğini pek görmedik. Özellikle ilk devre yoğun bir Chelsea baskısı ve gol pozisyonları bekliyordum ama Inter buna hiç müsade etmedi. Sadece ilk devrenin son 10 dakikasında biraz bunaldılar ama başta Samuel olmak üzere Inter savunmasının kusursuz performansı Chelsea’ye gol şansı vermedi. Mourinho’nun Inter’i zaten istediği zaman bunu çok iyi yapıyor, dün de tur atlamayı çok istiyorlardı. İlk devre rakip kaleye onlar da pek gitmedi ama Chelsea’nin gelmesine de izin vermediler.


İkinci devre oyunun kontrolü tamamen Inter’e geçti, Chelsea rakip savunmayı hiç zorlayamadı. Julio Cesar’a adam gibi top bile gelmedi. Ballack-Joe Cole ve Zhirkov-Kalou değişiklikleri de Inter’in işine geldi, orta sahaya tamamen hükmetmeye başladılar. Düşünsenize, maç sonunda ekrana yansıyan topa sahip olma oranlarında deplasmanda oynayan Inter’in üstünlüğü vardı. Bu çok sıradışı bir olay. Oyuncu değişikliklerinden sonra oyunu tamamen kontrol etmeye başlayan Inter’de Sneijder sazı eline almaya başladı, önce Milito’yu sonra da Pandev’i pozisyona soktu ama gol gelmedi. 3. denemesinde ise Eto’o uzun pası harika kontrol etti ve çok düzgün vurdu. Golden sonra da Inter taraftarlarının kutlamaları başladı.

Hem Inter daha üstün bir oyunla kazanarak turu geçtiği için, hem de en sonunda bir İtalyan takımı bir İngiliz takımını Şampiyonlar Ligi dışına ittiği için gayet mutluyum. Bu turu geçmek adına Inter ligde çok şey kaybetti ama o kaybettiği puanların karşılığını dün akşam aldı. Real Madrid ve Chelsea kupanın dışında kaldı, hayalimdeki Barcelona-Inter finali de bir adım daha yaklaştı..

15 Mart 2010 Pazartesi

Hafta Sonu


Fenerbahçe, Formula 1 ve Diyarbakırspor’u hafta sonundan ayrı tuttuk, kalanları da yine kısa kısa not edelim. Fenerbahçe ve Diyarbakırspor’u yazdıktan sonra Süper Lig’den bahsetmek içimden gelmiyor, direkt Avrupa’ya geçeceğim.

* Pazar akşamını Barcelona ve Real Madrid renklendirdi. Barcelona Valencia karşısında ilk devre zorlandı ve kalesinde pozisyonlar da gördü ama ikinci devre sahneye Messi çıktı. Attığı 3 gol de mükemmel. İlk golde attığı son çalımı, göstere göstere attığı ikinci golü ve son goldeki vuruşunu defalarca izleyebilirim. Barcelona 1-0 öndeyken Zigic inanılmaz bir gol kaçırdı, o dakikada gelecek bir beraberlik işi çok zorlaştırabilirdi. Bu pozisyondan kısa bir süre sonra da Valencia 10 kişi kaldı ve maç da orada bitti.

* Real Madrid maçında üçü Higuain’den olmak üzere 4 gol izledik ama dikkatleri çeken futboldan çok tekmeler oldu. Hakemin bazı kararlarına sinirlenip iyice pisleşen Valladolid oyuncuları maç boyunca tekme attılar, en acımasızı da Ronaldo’ya denk geldi. Antipatik olup sürekli nefret toplayınca bazı vahşi futbolcular o şekilde ceza kesebiliyorlar. Real Madrid puan kaybetseydi çökebilirdi, çok kritik bir maç kazandılar.

* Inter Muntari’nin akıl almaz aptallıkları ile Catania deplasmanında kaybettiken sonra Milan da son dakikada Seedorf’un attığı mükemmel golle kazanınca fark 1 puana indi. Chelsea eşleşmesi Inter’e çok şey kaybettirdi, Serie A’dan tamamen kopmuş gibiler. Elenirlerse çok rahat şampiyon olacaklardır ama devam ederlerse karşılarında birçok farklı güç varken işleri gerçekten zor. Inter’in şampiyonluk kaybetmesi kariyerinde önemli bir leke olacaktır ama zirveyi bırakmayacaklarına inanıyorum. Juventus ise sürünmeye devam ediyor, Siena karşısında 10. dakikada üç farkı yakaladılar ama kazanamadılar.

* İngiltere’de ilk 3 takımın şampiyonluk, arkadan gelen 4 takımın da Şampiyonlar Ligi mücadelesi aynı hızda devam ediyor ve uzaktan izleyen bizlere de keyif veriyor. Zirvedeki 3 takım da bu haftayı kayıpsız atlattı. Chelsea ve United sahalarında Rooney ve Drogba'nın ikişer gol attığı maçlarda farklı kazanırken Arsenal Hull City deplasmanından 3 puanı alarak önemli bir iş başarmış oldu. Şu an lider United’ın 2 puan gerisinde bir maçı eksik Chelsea ile aynı puandalar. Hala işleri çok zor ama Arsenal’in şampiyon olmasını çok istiyorum. Bu arada Tuncay da yine olay çıkarmış. Pulis tarafından devre başında oyundan alınınca o da direkt stadı terk etmiş. Böylece bu yaz bizim medyada çıkacak transfer haberlerinin en popüler ismi de belli oldu.

* Almanya’da Hertha Berlin sahasında kümede kalma yolundaki rakiplerinden Nürnberg’e kaybedip şansını neredeyse sıfıra indirince olaylar çıkmış. Maç bitiminde taraftarlar sahaya inmiş, kameraları kırmış ve stadlarına da zarar vermiş. Polis olayları zor kontrol edebilmiş, 30 taraftarı da gözaltına almışlar. Böylece bizdeki “
Bakın, Avrupa’da da oluyor!”culara da gün doğdu.

8 Mart 2010 Pazartesi

Hafta Sonu

Hafta sonundan akılda kalanları yine kısa kısa bloga not edeceğim. Beşiktaş ve Galatasaray maç yapmadı ama boşalan gündemi Diyarbakırspor-Bursaspor maçı doldurdu. Oradan başlayalım.

* Diyarbakır’da çıkan olaylar hakkında yorum yaparsam işin içine mutlaka siyaset de girecek, o yüzden bu topa girmiyorum. Bir şeyler söyleyeceksem yetersiz güvenlik tedbirlerini söylerim, maçın o şartlar altında başlamasını eleştiririm. Tatil kararını çıkarmak için birinin bir yerine taş gelmesi gerekmiyordu. Hatta maçın bir gün öncesinde sadece Dedeman otelinde olanlardan sonra bile bu maç tarafsız bir sahaya alınabilirdi.

* Bursaspor televizyonunda yayınlanan görüntüleri yeni gördüm, gece 02.00’de arabalarıyla otelin önünden korna çalarak geçenler provakatör değil, oranın halkı. “Olay siyasidir, provakasyondur” diyerek işin içinden çıkmak da çok doğru değil, insanların o hale nasıl geldiğini düşünmek gerekir. İlk maçtan sonra basının sergilediği tavır üzerinde özellikle durmak gerekir.

* Neticede Allah korudu, çok daha büyük şeyler olabilirdi. Ölü bile çıkabilirdi. İlla ki Bursa’da Diyarbakır’lılar vardır, olay oralara da sıçrayabilirdi. Şükretmek lazım.

* Trabzonspor son dakikalarda bulduğu iki golle kazandı. Maçı izlemedim ama televizyon başına geldiğimde Trabzonspor atağı başlıyordu. O top da gol oldu. Tekrarda gördüm ki pozisyonun başında Gençlerbirliği lehine verilmeyen penaltı var, o top dönüp gol oluyor. Kasımpaşa da yine son dakikada gol yemiş ve evinde Kayserispor karşısında iki puan kaybetmiş. Yılmaz Vural’ın o haline hiç üzülmedim, ona olan sevgimi baya kaybetmişim.

* Ankaragücü yine berabere kaldı, en komiği ve bana en çok zevk veren şey de tribünde duyulan Hikmet Karaman sesleri oldu. Hikmet Karaman’ı sevdiğimden değil, Ankaragücü’nün bu yaşadıkları hoşuma gittiğinden keyif aldım. Yine de çok şanslılar, küme düşmeyecekler. Bir beraberlik de Manisa’dan çıktı, bu maçta da sahaya birçok yabancı madde atılmış ve oyun da zaman zaman durmuş. Maçın en üzücü olayı ise tabii ki genç Güray’ın ayağının 4 yerinden kırılması.

* Barcelona’nın Almeria deplasmanında 2 puan bırakmasıyla İspanya’da lider değişti. Barcelona 10 kişi kalmasına rağmen %73’lük bir topa sahip olma oranı yakaladı ama bir türlü gol gelmedi. Madrid’de Sevilla ilk 20 dakika biraz futbol oynadı ama daha sonra Real Madrid rakibini sahasından çıkarmadı. 2-2’den sonra tempoları düşmüştü, haliyle yorgunluk da başlamıştı ama biraz da hakemin itmesiyle son dakikada yine baskı kurdular ve 3. golü de buldular. Real Madrid şampiyon olmayı Barcelona’dan daha çok istiyor ama istemek Barcelona karşısında yeterli olacak mı göreceğiz.

* Bu sezon Arsenal’in şampiyonluğu istiyorum dedikten sonra üst üste puan kayıpları geldi. Nazar değmesin diye çok konuşmak istemedim ama onların da bir fikstür avantajı olduğunu söylemek lazım. Tek sorun var, hala çok sık sakatlık oluyor. Şampiyonlar Ligi mücadelesinin uzaması onları çok yıpratabilir. Porto karşısında Fabregas oynamayacakmış ama yine de turu atlayacaklarını düşünüyorum.

* Inter bu hafta da puan kaybetti. Roma-Milan maçının berabere bittiği haftada kazanmak çok önemliydi, Chelsea’yi elemeleri durumunda sonraki Şampiyonlar Ligi maçları öncesinde oyuncu dinlendirme şansları olacaktı. Olmadı, puan farkı 4’de kaldı. Takipçilerin az da olsa şampiyonluk umutları devam etti.

25 Şubat 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi / 23-24 Şubat

Belki erken gelen gol olmasaydı bambaşka bir maç izleyecektik. Terry çok kolay geçildi, Milito da yakın köşeye güzel vurdu. Inter baskı kurmadan golü buldu ve sonrasında da hakimiyet Chelsea’ye geçti. İyi bunalttılar Inter’i, Drogba’nın direkten dönen muhteşem bir serbest vuruşu vardı. Bence Inter’den daha güçlü ve daha iyi bir takım olduklarını bu dakikalarda gösterdiler. Devrenin sonunda bir de penaltıları verilmeyince soyunma odasına mağlup gittiler.

2. devrenin başında golü bulan ise Chelsea oldu. Kalou köşeye çok düzgün vurdu ama Cesar’ın çıkartabileceği bir toptu. Inter bu gole yine tam bir baskı kurmadan çok çabuk cevap verdi . Cambiasso’nun bu golü bence muhteşemdi, ikinci topa o şekilde vurabilmek büyük iş. Hiç yoktan gol çıkardı.

Golden hemen sonra gelen Balotelli-Motta değişikliği belki maç beraberliğe gelmişken işleme kondu ama gol gelmesine rağmen Mourinho vazgeçmedi. Balotelli sağa, Eto’o da sola kaydı. Milito iyice tek kaldı. Çok da kötü olmadı, Chelsea ilk devre geldiği kadar gelemedi. Lucio zaman zaman biraz pisleşerek de olsa Drogba’ya bir şekilde top göstermedi. Biraz Anelka sahneye çıktı ama o da Lampard’ın yakaladığı hazırlanış olarak çok güzel pozisyon dışında üretkenliğe yetmedi. İyi oynamayan Eto’o yerine Pandev’in oyuna girmesine rağmen Inter de etkili gidemedi.

Neticede Inter kazandı, ne olursa olsun ufak da olsa avantajı eline geçirdi. Belki muhteşem bir futbol olmadı ama bu eşleşme içindeki hikayeler maçı olduğundan çok daha güzel gösterdi, çok zevk verdi. İkinci maç bundan çok daha güzel olacaktır, öncesinde ve sonrasında ortaya harika kareler çıkacaktır. Bana Inter turu geçecek gibi geliyor, istediğim de zaten bu ama maçın uzatmaya gitmesini Inter’in turu geçmesinden bile daha çok istiyorum.
.
CSKA-Sevilla maçının özetlerini bile izleyemedim, hiçbir fikrim yok. Sevilla evine avantajla dönüyor. Bir önceki gün de deplasman takımları istediklerini aldılar. Olympiakos karşısında Bordeaux’un kazanmasını bekliyordum, gol yemeden kazandılar ve büyük bir ihtimalle turu da aldılar.

Barcelona karşısında Stuttgart ise sert ve tempolu bir ilk yarı oynamış. Her yere iki kişi koşmuşlar, hücumda da gol pozisyonları bulmuşlar. İkinci devre belki Stuttgart’ın gücünün de bitmesiyle maç klasik bir tek taraflı Barcelona maçına dönmüş, son dakikaya kadar topa hakim olarak maçı bitirmişler.

Herhalde bu 3 deplasman takımı da turu geçer.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Hafta Sonu



Yine önce yurt içinden başlayarak hafta sonumuzu kısa kısa not edelim;

* Tribünden izlediğim Fenerbahçe ve Beşiktaş maçlarını yazdım. Trabzonspor maçına bölük pörçük bakabildim, Kayserispor-Galatasaray maçının ise sadece özetlerini izleyebildim. Özetlerden sadece hakem yorumu yapabilirim çünkü maçta fazla pozisyon olmamış. Açıkçası Kayserispor’lu Hakan’a çıkan iki sarı kart da bana ucuz geldi ve bu pozisyonlar sonrasında Kadıköy’de Keita’ya su şişesi gelmediğine dair inancım arttı. Cangele’ye kalkan hatalı bir ofsayt bayrağı var, pozisyonun üzerinde fazla durulmadı ama devamı gol olabilirmiş. Mustafa Sarp’ın hareketine ise penaltı çalsa kimse bir şey diyemezdi, en azından Carlos'a çalınandan 2 kat daha fazla penaltı. Galatasaray aleyhine de hatalar olmuş olabilir, maçı izlemediğim için bilemiyorum. Özetlerden aklımda kalanlar da bunlar.

* Trabzonspor maçına ne zaman baksam tribünler oynanan futboldan memnun gözüküyordu. Atılan goller güzel, Umut’un kaptan olduktan sonra takım ile birlikte artan performansı da dikkat çekici. Umut’la birlikte Serkan Balcı’nın formunda da büyük bir yükseliş var, çok etkili oynuyor. Maçın en güzel yanı ise dolu tribünlerdi. O havada Olimpiyat Stadı’nı İstanbul’un 3 büyük takımı da o derece dolduramazdı.

* Sivasspor-Denizlispor maçı çalkantılı geçmiş ve kazanan da ev sahibi takım olmuş. Özden’in maç sonundaki görüntüleri bazılarının içini burkmuş olabilir ama ben zevk aldım. Özetlerde önce top toplayıcı ile ağız dalaşına girdiğini görmüştüm. Daha sonra da hakemin ayırdığı bir itiş kakışı tekrar alevlendirdi, tartışmanın kavgaya dönmesini sağladı ve en son da Mehmet Yıldız boğazını tuttuğu anda kendini yere attı. Mehmet Yıldız da oyundan atıldı. Denizli nefreti ve Özden’in bu hareketlerinin etkisiyle son dakikada yedikleri golden ekstra keyif aldım.


* Kasımpaşa-Antalyaspor maçı da güzel maç olmuş ve Kasımpaşa trajik bir şekilde 2 puan kaybetmiş. Maç boyu birçok pozisyon yakalamışlar, gollere kadar Antalyaspor’un pozisyonu var mıydı hatırlamıyorum ama son 5 dakikada gelen iki golle maç beraber bitti. Yılmaz Vural milli takım hayallerini bir kenara bırakıp takımına dönerse kendisi için daha hayırlı olacak, gidişat iyi değil.

* Euro 2012 grup kuraları çekildi. Ne yalan söyleyeyim pek umursamadım. Kahvaltı hazırlarken televizyon açıktı, arada kafamı uzatıyordum o kadar. Zaten nedense hep aynı takımlarla eşleşiyoruz gibime geliyor, kura sonrası yorumlar da hep aynı. Lider bile çıkabiliriz, üçüncü olmamız imkansız vs. Neyse, kuralar hayırlı olsun ama önce milli takımın bir teknik direktörü olsun. Artık kimi bulup insanlara beğendirecekler çok merak ediyorum. Trapattoni ve Hiddink isimleri geçtikten sonra burun kıvırılmayacak adam bulmaları kolay değil. Bu arada 2012 ve 2014 turnuvalarının eleme maçlarının yayın hakkı da Ntv tarafından alınmış. Sevindim.

* Chelsea-Arsenal maçını Fenerbahçe maçında olduğumdan izleyemedim, sadece evde biraz tekrarına baktım. Chelsea 25 dakikada işi bitirmiş, sonra Arsenal çok tırmalamış ama olmamış. Arsenal’in şampiyon olmasını istiyorum dediğim günden beri sanırım maç kazanamadılar ve lider Chelsea’nin 8 puan gerisinde kaldılar. Diğer derbide ise Liverpool-Everton’ı tek golle geçti. İlk 20 dakikayı izledikten sonra çıkmak zorundaydım, bir de son 15 dakikayı izleyebildim ama asıl izlenmesi gereken dakikaları kaçırmışım. Fellaini’nin atılması gerekirken Kyrgiakos atılmış ki Fellaini’nin daha öncesinde yerdeki Kuyt’un kafasına topla karışık attığı tekme de vardı. Mağlubiyeti sahada yaşamasını tercih ederdim ama o da kenara gelmek zorunda kalmış.

* Messi yine muhteşem bir gol attı. Görmeyenler buradan izleyebilir. La Liga için daha fazla bir şey söylemeye gerek yok, bu gol bana yetti.

* İtalya’da Milan Inter’e kaybettikten sonra oynadığı iki maçı da kazanamadı. Oysa ki o maç öncesinde şampiyonluk kelimesini bile telafuz etmeye başlamışlardı ama şu an fark 10 puan. Artık Roma ile ikincilik için kapışırlar.

24 Ocak 2010 Pazar

F.C. Internazionale 2-0 AC Milan


İtalya'nın kralı..

***

Inter'in eksikleri ve Milan'ın form durumu ışığında son yıllarda Milan'ın belki de en umutlu ve kazanma şansının da en fazla olduğu maç buydu. Takımlar sahaya çıkarken bile oyuncuların halinden Inter'in kazanma isteği çok net görülüyordu. Maça da hızlı başladılar, 8. dakikada gole çok yaklaştılar, 2 dakika sonra da Milito'nun çok güzel vuruşu ile öne geçtiler. Takımın ne kadar hırslı olduğu golden sonra Milito'nun halinden, Zanetti'nin kenara koşmasından anlaşılıyordu. Söylemezsem zaten rahat edemem, büyüksün Kaptan.

Bir kontradan Inter ikinci golü de bulacak gibi bir görüntü vardı ama hakem Rocchi hala anlamadığım bir karara imza attı. Eğer gördüğümüz olaydan yani sadece alkış ve bravo kelimesi sebebiyle o kırmızı kart çıktıysa büyük rezalet. Aynı hakem gayet şiddetli itiraz eden Boriello'nun yanaklarını okşayınca insanın ayrı bir sinirleri bozuluyor. Yazık, Sneijder o dakikaya kadar da çok iyi oynuyordu, keyif veriyordu.

2. devre başında Milan'ın saldıracağı çok açıktı. Onlar saldırdılar, Inter kapandı. Pozisyon da buldular ama gol çıkmadı, Cesar'ı geçemediler. Inter Pandev'le bir kez çıktı, top direkten döndü. Oyun biraz dengelenir gibi olurken Maicon'un hakeme yedirdiği serbest vuruş sonrasında belki de maçın en iyisi Pandev net bir gol attı ve noktayı koydu. 2-0'dan sonra da Meazza'da Mourinho ve Inter taraftarlarının şovu vardı. Lucio'nun kırmızı kartı ve verilen penaltı çok az tedirginlik yarattı ama Cesar da şova eşlik etmek istedi, penaltıyı muhteşem çıkardı. Adam çok büyük kaleci. Penaltıdan hemen sonra Maicon 3. golü atsaydı çok daha güzel olacaktı ama olsun, yine de muhteşem bir maç ve muhteşem bir galibiyet oldu.

Basın toplantılarında neler konuşulduğunu, Mourinho'nun neler söylediğini, hakem tartışmalarını merak ediyorum. Maç sonrası da izlediğimiz 90 dakika kadar keyifli geçebilir. Hiç beklemediğim kadar güzel bir maç oldu, çok zevk aldım. Inter'in 10 kişiyle kazanması da "Acaba olur mu?" diyen ve ufak ufak Milan'ın şampiyonluk şansından bahsedenlere güzel bir cevap oldu.

Forza Nerazzurri,
Forza La Grande Internazionale..