Trabzonspor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Trabzonspor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Fenerbahçe 1-3 Trabzonspor

Ofisten maç için adeta kaçtım ve yakınlarda 8. sınıf bir meyhaneye kendimi attım. Maç çıkışı ofise dönerken etrafıma bakındım ve gördüm ki insanların çoğunun yüzleri gülüyor. Ofise girdiğimde de farklı bir görüntü yoktu, kapıda beni 3 haftadır takımına saydıran ve “ben ilgilenmiyorum artık” diyen Galatasaray’lı arkadaşım karşıladı. Çevrede Trabzon’lu haliyle fazla değil ama Fenerbahçe’li olmayan çok insan var ve hepsinin keyfi tavan yapmış durumda. İnsan böyle zamanlarda Fenerbahçe taraftarı olduğu için daha bir başka mutlu oluyor. Birkaç gün çok iğrenç espriler dinleyeceğiz, Trabzonspor galibiyeti ile başkalarının nasıl küçüldüğünü göreceğiz ama olsun, gülü seven dikenine katlanır..

Trabzonspor’un kupayı daha çok istemek ve daha çok konsantre olmak için Fenerbahçe’ye göre daha fazla sebebi vardı. Ligde bir iddialarının olmaması, rakibin Fenerbahçe olması ve 5 Mayıs gibi şeyler Ankaragücü maçında bazı isimlerin kulübede oturmasını bile getirdi. Fenerbahçe için 27 sene kupadan uzak kalmak normal şartlarda tabii ki bir motivasyon kaynağı ama maçtan önce bir şeyler yazma fırsatı bulabilseydim yine hiç havaya giremediğimden, benim bir taraftar olarak bile kupaya fazla konsantre olamadığımdan bahsedecektim. Maçtan önce de çok Fenerbahçe’li bu maçta bir kart cezası ya da sakatlık olmamasını, takımın çok yorulup Ankaragücü deplasmanına fazla yıpranmış olarak çıkmamasını diliyordu ve “27 sene almamışız, 1 sene daha almasak da olur, ligi alalım o bize yeter” diyordu. Kaybettikten sonra bu söylediklerim herkese inandırıcı gelmeyebilir ama umrumda değil. Düne kadar kimse bu maçı adam gibi düşünmüyordu bile, akıllar Ankara'daydı. En basitinden Emre'nin kenara gelmesinin altında bile kırmızı kart görüp hafta sonu cezalı olması vardı. Fenerbahçe kazansaydı da herhalde çılgınlar gibi sevinmezdim, en azından şu an öyle geliyor. Tabii ki mağlubiyete üzüldüm ama çok da yıkılmadım, hatta maç sonunda yüzümde manidar bir tebessüm vardı. Kupayı alamıyor olmamız artık beni bile tebessüm ettiriyor..

Bizim bu ruh halimiz futbolculara da yansımış gibiydi, son haftaların o istekli ve mücadeleci takımını mağlup duruma düştükten sonra bile sahada göremedik. Belki de son 3-5 haftada verilen toplam gol pozisyonu bu maçta verildi. Trabzonspor sonuna kadar hak etti ve kazandı. Şenol Güneş’e tebrikler, onun sevinmesi beni çok yıpratmıyor.

Bize de Alex’in, onu izleyebildiğimiz için ne kadar şanslı olduğumuzu bir kez daha hatırlatan harika golü kaldı. Ankaragücü maçı için sakat ya da cezalı oyuncu vermemek de teselli oldu. Umarım bu mağlubiyet lige etki etmez ve işleyen makina bozulmaz. Şampiyonluk gelirse de bizi bugün bile çok fazla yıkmayan bu mağlubiyet o zaman hiç umrumuzda olmaz..

15 Nisan 2010 Perşembe

Karadeniz İsyanda Eski Açık Yardımda


Trabzonspor’un girdiği hidroelektrik santrali işleri ile ilgili olarak daha önce fikrimi belirtmiştim. Ben bir spor kulübünün böyle bir sektörün içine girmesini açıkçası pek anlamıyorum, hele ki yöresine zarar verecek bir hidroelektrik santrali projesinde Trabzonspor gibi gücünü o yöreden alan bir kulübün olmasını pek mantıklı bulmuyorum.

Cumartesi günü Beşiktaş taraftarları tarafından eski açıkta açılan bu pankartı görmüştüm, blogda yer vermek istiyordum ama atladım. Bugün bir yerde karşıma çıkınca blog arşivine katmak istedim. Pankart “Karadeniz İsyandadır Platformu” tarafından hazırlanmış, web sayfaları burada. Düşünenlerin aklına, pankartı açanların ellerine sağlık.

Aslında “ellerine sağlık” yerine geçmiş olsun demek daha doğru olabilir. Pankart açılır açılmaz polis saldırmış, o taraftarları baya hırpalamış ve sonra da gözaltına almış. Emir kimden geldi, hangi mantıkla bu pankarta o derece büyük bir tepki verildi bilmiyorum. Birilerine batmış işte.

Umarım benzer pankartları Avni Aker’de her maçta görürüz.

30 Mart 2010 Salı

Kayserispor 1-0 Trabzonspor


Trabzonspor harika bir maç çıkardı. 90 dakika boyunca çok üstün oynadı, pozisyonlar da buldu. Ağırlaşan zemine rağmen durmadı ve bu maçı çok hak etti ama olmadı. Kayserispor'un son dakikada gelen golüne neredeyse ben bile üzüldüm, kazanmayı fazlasıyla hak eden futbolcuların sahadan üzgün ayrılmamaları gerekiyordu ama futbol işte.

Trabzonspor'un bu güzel futbolunu izleyip de Şenol Güneş'i takdir etmemek olmaz. Ülke dışında geçirdiği dönem boyunca kendini çok geliştirdiği ortada, sahadaki duruşu ve verdiği röportajlar bile çok farklı. O gerçekten değişmiş ve işin garibi bana Trabzon'da da bazı şeyleri değiştirebileceğini hissettiriyor. Hatta bir Fenerbahçe'li olarak bana "İyi ki sezon başında gelmemiş" dedirtiyor..

8 Mart 2010 Pazartesi

Hafta Sonu

Hafta sonundan akılda kalanları yine kısa kısa bloga not edeceğim. Beşiktaş ve Galatasaray maç yapmadı ama boşalan gündemi Diyarbakırspor-Bursaspor maçı doldurdu. Oradan başlayalım.

* Diyarbakır’da çıkan olaylar hakkında yorum yaparsam işin içine mutlaka siyaset de girecek, o yüzden bu topa girmiyorum. Bir şeyler söyleyeceksem yetersiz güvenlik tedbirlerini söylerim, maçın o şartlar altında başlamasını eleştiririm. Tatil kararını çıkarmak için birinin bir yerine taş gelmesi gerekmiyordu. Hatta maçın bir gün öncesinde sadece Dedeman otelinde olanlardan sonra bile bu maç tarafsız bir sahaya alınabilirdi.

* Bursaspor televizyonunda yayınlanan görüntüleri yeni gördüm, gece 02.00’de arabalarıyla otelin önünden korna çalarak geçenler provakatör değil, oranın halkı. “Olay siyasidir, provakasyondur” diyerek işin içinden çıkmak da çok doğru değil, insanların o hale nasıl geldiğini düşünmek gerekir. İlk maçtan sonra basının sergilediği tavır üzerinde özellikle durmak gerekir.

* Neticede Allah korudu, çok daha büyük şeyler olabilirdi. Ölü bile çıkabilirdi. İlla ki Bursa’da Diyarbakır’lılar vardır, olay oralara da sıçrayabilirdi. Şükretmek lazım.

* Trabzonspor son dakikalarda bulduğu iki golle kazandı. Maçı izlemedim ama televizyon başına geldiğimde Trabzonspor atağı başlıyordu. O top da gol oldu. Tekrarda gördüm ki pozisyonun başında Gençlerbirliği lehine verilmeyen penaltı var, o top dönüp gol oluyor. Kasımpaşa da yine son dakikada gol yemiş ve evinde Kayserispor karşısında iki puan kaybetmiş. Yılmaz Vural’ın o haline hiç üzülmedim, ona olan sevgimi baya kaybetmişim.

* Ankaragücü yine berabere kaldı, en komiği ve bana en çok zevk veren şey de tribünde duyulan Hikmet Karaman sesleri oldu. Hikmet Karaman’ı sevdiğimden değil, Ankaragücü’nün bu yaşadıkları hoşuma gittiğinden keyif aldım. Yine de çok şanslılar, küme düşmeyecekler. Bir beraberlik de Manisa’dan çıktı, bu maçta da sahaya birçok yabancı madde atılmış ve oyun da zaman zaman durmuş. Maçın en üzücü olayı ise tabii ki genç Güray’ın ayağının 4 yerinden kırılması.

* Barcelona’nın Almeria deplasmanında 2 puan bırakmasıyla İspanya’da lider değişti. Barcelona 10 kişi kalmasına rağmen %73’lük bir topa sahip olma oranı yakaladı ama bir türlü gol gelmedi. Madrid’de Sevilla ilk 20 dakika biraz futbol oynadı ama daha sonra Real Madrid rakibini sahasından çıkarmadı. 2-2’den sonra tempoları düşmüştü, haliyle yorgunluk da başlamıştı ama biraz da hakemin itmesiyle son dakikada yine baskı kurdular ve 3. golü de buldular. Real Madrid şampiyon olmayı Barcelona’dan daha çok istiyor ama istemek Barcelona karşısında yeterli olacak mı göreceğiz.

* Bu sezon Arsenal’in şampiyonluğu istiyorum dedikten sonra üst üste puan kayıpları geldi. Nazar değmesin diye çok konuşmak istemedim ama onların da bir fikstür avantajı olduğunu söylemek lazım. Tek sorun var, hala çok sık sakatlık oluyor. Şampiyonlar Ligi mücadelesinin uzaması onları çok yıpratabilir. Porto karşısında Fabregas oynamayacakmış ama yine de turu atlayacaklarını düşünüyorum.

* Inter bu hafta da puan kaybetti. Roma-Milan maçının berabere bittiği haftada kazanmak çok önemliydi, Chelsea’yi elemeleri durumunda sonraki Şampiyonlar Ligi maçları öncesinde oyuncu dinlendirme şansları olacaktı. Olmadı, puan farkı 4’de kaldı. Takipçilerin az da olsa şampiyonluk umutları devam etti.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Bursaspor 1-1 Trabzonspor

Maçı izlemeyi çok istiyordum, güzel maç olacağını düşünüyordum ve yanılmadım. İki takımın güçleri eşit dersek herhalde yanlış olmaz, haliyle beraberlik de beklenen bir sonuçtu. Gerçi Sercan ve Volkan'ın yokluğunda ibre belki biraz daha Trabzonspor'a dönmüştü ama neticede Bursaspor da ev sahibiydi. İki takım da çok iyi mücadele etti, iki takım da maçı kazanabilirdi.

İlk devre top daha çok Bursaspor'da kaldı ama daha net pozisyon bulan taraf Trabzonspor oldu. İkinci devre ise maç iyice güzelleşti. İki takım da karşılıklı pozisyonlar yakalamaya başlamışken ve her an gol olabilecek gibiyken Bursaspor 66. dakikada Ozan İpek'in ortasına Batalla'nın vurduğu kafa ile öne geçti. Golde kaleci Onur'un da hatası var ama daha büyük hata Cale'nin. O kısacık Batalla kafayı vururken Cale onun pozisyonunu bozmak bir yana topa da arkasını döndü.

Golden sonra iki teknik adam da hamlelerini yaptı. Ertuğrul Sağlam Iglesias yerine Veli'yi, Bekir Ozan yerine Ergic'i ve son olarak da Batalla yerine Krita'yı alarak iyice arkaya yaslandı, özellikle son 10 dakika neredeyse orta sahayı geçememeye başladı. Şenol Güneş'in Colman'ı dışarı alması ne kadar doğru tartışılır ama ondan sonra yaptığı değişiklikler bence yerindeydi. Önce Song yerine Burak oyuna girdi ve Serkan sağ beke geçti. Bu değişiklikten sonra Trabzonspor'un baskısı iyice arttı, hatta Burak iki gol pozisyonu da yakaladı. Yokları oynayan Alanzinho'nun yerine de Gabric girdi ve o girdikten 2-3 dakika sonra da beraberlik golü geldi. Cale'nin ortasına Egemen dokundu, arka direkte kendini unutturan Umut tamamladı. Maçın hakkı da zaten beraberlikti.

Güzel bir maç izledim. Bursaspor da Trabzonspor da gerçekten taş gibi takımlar. Bu iki iyi takımın ama özellikle Şenol Güneş ile Trabzonspor'un bu şekilde ne kadar devam edebileceğini merak ediyorum.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Hafta Sonu



Yine önce yurt içinden başlayarak hafta sonumuzu kısa kısa not edelim;

* Tribünden izlediğim Fenerbahçe ve Beşiktaş maçlarını yazdım. Trabzonspor maçına bölük pörçük bakabildim, Kayserispor-Galatasaray maçının ise sadece özetlerini izleyebildim. Özetlerden sadece hakem yorumu yapabilirim çünkü maçta fazla pozisyon olmamış. Açıkçası Kayserispor’lu Hakan’a çıkan iki sarı kart da bana ucuz geldi ve bu pozisyonlar sonrasında Kadıköy’de Keita’ya su şişesi gelmediğine dair inancım arttı. Cangele’ye kalkan hatalı bir ofsayt bayrağı var, pozisyonun üzerinde fazla durulmadı ama devamı gol olabilirmiş. Mustafa Sarp’ın hareketine ise penaltı çalsa kimse bir şey diyemezdi, en azından Carlos'a çalınandan 2 kat daha fazla penaltı. Galatasaray aleyhine de hatalar olmuş olabilir, maçı izlemediğim için bilemiyorum. Özetlerden aklımda kalanlar da bunlar.

* Trabzonspor maçına ne zaman baksam tribünler oynanan futboldan memnun gözüküyordu. Atılan goller güzel, Umut’un kaptan olduktan sonra takım ile birlikte artan performansı da dikkat çekici. Umut’la birlikte Serkan Balcı’nın formunda da büyük bir yükseliş var, çok etkili oynuyor. Maçın en güzel yanı ise dolu tribünlerdi. O havada Olimpiyat Stadı’nı İstanbul’un 3 büyük takımı da o derece dolduramazdı.

* Sivasspor-Denizlispor maçı çalkantılı geçmiş ve kazanan da ev sahibi takım olmuş. Özden’in maç sonundaki görüntüleri bazılarının içini burkmuş olabilir ama ben zevk aldım. Özetlerde önce top toplayıcı ile ağız dalaşına girdiğini görmüştüm. Daha sonra da hakemin ayırdığı bir itiş kakışı tekrar alevlendirdi, tartışmanın kavgaya dönmesini sağladı ve en son da Mehmet Yıldız boğazını tuttuğu anda kendini yere attı. Mehmet Yıldız da oyundan atıldı. Denizli nefreti ve Özden’in bu hareketlerinin etkisiyle son dakikada yedikleri golden ekstra keyif aldım.


* Kasımpaşa-Antalyaspor maçı da güzel maç olmuş ve Kasımpaşa trajik bir şekilde 2 puan kaybetmiş. Maç boyu birçok pozisyon yakalamışlar, gollere kadar Antalyaspor’un pozisyonu var mıydı hatırlamıyorum ama son 5 dakikada gelen iki golle maç beraber bitti. Yılmaz Vural milli takım hayallerini bir kenara bırakıp takımına dönerse kendisi için daha hayırlı olacak, gidişat iyi değil.

* Euro 2012 grup kuraları çekildi. Ne yalan söyleyeyim pek umursamadım. Kahvaltı hazırlarken televizyon açıktı, arada kafamı uzatıyordum o kadar. Zaten nedense hep aynı takımlarla eşleşiyoruz gibime geliyor, kura sonrası yorumlar da hep aynı. Lider bile çıkabiliriz, üçüncü olmamız imkansız vs. Neyse, kuralar hayırlı olsun ama önce milli takımın bir teknik direktörü olsun. Artık kimi bulup insanlara beğendirecekler çok merak ediyorum. Trapattoni ve Hiddink isimleri geçtikten sonra burun kıvırılmayacak adam bulmaları kolay değil. Bu arada 2012 ve 2014 turnuvalarının eleme maçlarının yayın hakkı da Ntv tarafından alınmış. Sevindim.

* Chelsea-Arsenal maçını Fenerbahçe maçında olduğumdan izleyemedim, sadece evde biraz tekrarına baktım. Chelsea 25 dakikada işi bitirmiş, sonra Arsenal çok tırmalamış ama olmamış. Arsenal’in şampiyon olmasını istiyorum dediğim günden beri sanırım maç kazanamadılar ve lider Chelsea’nin 8 puan gerisinde kaldılar. Diğer derbide ise Liverpool-Everton’ı tek golle geçti. İlk 20 dakikayı izledikten sonra çıkmak zorundaydım, bir de son 15 dakikayı izleyebildim ama asıl izlenmesi gereken dakikaları kaçırmışım. Fellaini’nin atılması gerekirken Kyrgiakos atılmış ki Fellaini’nin daha öncesinde yerdeki Kuyt’un kafasına topla karışık attığı tekme de vardı. Mağlubiyeti sahada yaşamasını tercih ederdim ama o da kenara gelmek zorunda kalmış.

* Messi yine muhteşem bir gol attı. Görmeyenler buradan izleyebilir. La Liga için daha fazla bir şey söylemeye gerek yok, bu gol bana yetti.

* İtalya’da Milan Inter’e kaybettikten sonra oynadığı iki maçı da kazanamadı. Oysa ki o maç öncesinde şampiyonluk kelimesini bile telafuz etmeye başlamışlardı ama şu an fark 10 puan. Artık Roma ile ikincilik için kapışırlar.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Hafta Sonu Üzerine



Hafta sonu bilgisayardan uzak durmaya çok alıştım, herhalde bundan sonra da böyle gidecek. Sadece dün akşam maçı izlediğim yerdeki bilgisayardan bir liderlik gönderisi girdim. Ben de stres yapmışım, ilk devrenin sonu beni çok germiş. Maç bitince çok rahatladım, liderliği kutlamak içimden geldi. Neyse, ben yine kısa kısa hafta sonundan aklımda kalanları not edeyim.


* Önce Fenerbahçe. Güzel başlayıp kabus gibi devam eden ilk devre başladığı gibi iyi bitti. Ben bile çok yoruldum. Takım hem dışarıdan çok darbe aldı, hem de kendi kendine darbeler vurdu. Kopmadan az bir farkla geride bitirmeyi kabul edebilecekken devrenin liderlik ile bitmesi çok güzel.

* Fenerbahçe iyi oynadı ve kazanmayı hak etti. Özellikle rüzgara karşı oynanan ilk devrenin ilk yarım saatinde ortaya konan futbolu beğendim. Savunmada hatalı hatta rezalet bir ofsayt kararı ile kesilen pozisyon dışında ilk devre Trabzonspor’a pozisyon verilmedi, hücumda da devreyi 1-2 farkla önde kapatabilecek pozisyonlar bulundu. Kalan bölümde ise büyük maçlardaki klasik Fenerbahçe futbolunu gördük. Rakibe boş alan bırakmayan ve topa olabildiğince sahip olmaya çalışan takımı bir kez daha izledik.

* Maçın adamı yine Güiza. Maçın başında çıkardığı şuta inanamadım, kaçırdığı Youtube’luk golle kendime geldim. Genelde iyi oynadığını düşünüyorum hatta 1 gol daha atacak gibi geliyordu ama Song’un dizinin de katkılarıyla yerini Semih’e bıraktı. Takımın en zayıf halkası 2 haftada 5 puan kazandırdı ve takımına liderliği getirdi.

* Andre Santos sol bekte hoşuma gidiyor. Fiziği ve devamlılığı arkada oynamak için daha uygun. Özer ise kötüydü. Gereksiz riskler aldı, çok top kaybı yaptı. Sağ kanatta Gökhan ve Mehmet Topuz da iyiydi. Alex yine Alex’di, kafasıyla ara pası attı ve vurduğu o kafada neredeyse 1 metre sıçramıştı. Fenerbahçe adına en iyiler ise benim için önce Bilica, sonra da Cristian’dı.

* Gol sevincini yaşarken Güiza’nın yanında onu sürekli fırçalayan Emre ve Alex ile beraber Semih’e koşması beni etkiledi, daha doğrusu çok mutlu etti. Şampiyon olmak istiyorsan önce takım olacaksın.

* Beşiktaş-Bursaspor maçınının sadece ilk devresini izleyebildim. Öyle bir zeminde oynanan futbolu değerlendirmek doğru değil çünkü sahada oynanan futbol değil başka bir şeydi. Ben öyle bir sahada sadece mücadele gücünü ve oyuncu zekasını yorumlarım. Gördüğüm bölümde toplara korkmadan giren ve daha diri gözüken taraf Bursaspor’du.

* O zeminde topun nereye gideceğini, sahanın neresinde sekip neresinde yapışıp kalacağını görüp ona göre oynamak zeka işidir. Bursaspor bunu da daha iyi beceriyordu. Bunda futbolcunun zekası kadar teknik direktörün de payı var. Ertuğrul Sağlam zemine göre oyuncu tercihi ve oyun sistemi belirlerken Mustafa Denizli oyuncu değişiklikleri ile maça damgasını vurmuş.

* Galatasaray maçını rakı sofrasında otururken göz ucuyla takip ettim o yüzden çok fazla yorum yapamayacağım ama Gençlerbirliği’nin arka arkaya yakaladığı 3 pozisyonda golü bulamamış olması büyük şans. Galatasaray da pozisyona girdi tamam ama Gençlerbirliği’nin pozisyonlar öyle böyle değildi. Antalyaspor maçından sonra bu maçta da rakip takımın bulduğu birbirinin kopyası pozisyonlar üzerine Galatasaray’lıların çok düşünmesi lazım. Golde ise ben aslan payını Keita'ya veririm. Elano'nun pası da tabii ki güzel ama Keita koşusuyla pası çağırdı.

* Kayserispor bir maç kaybedince özüne döndü. Maç sonu vermiş oldukları görüntüler beni hiç şaşırtmadı. Boşuna bu ülkenin en çok nefret edilen takımlarından biri değiller. En komiği ise Antalyaspor’lu futbolcuların zaman geçirmek için yere yatmasından şikayet etmeleriydi. Evet evet, Kayserispor rakibin futbol dışı zaman geçirmesini eleştiriyorlardı.

* Ankaragücü’nün kaybetmesine sevindim ama Baki’ye üzüldüm. Sivassspor’un ikinci golünde hatası vardı, takımı beraberliği yakaladıktan hemen sonra kendi kalesine attığı golle maça damgasını vurdu.

* Barcelona 6. kupayı da kazandı. Bir sezonda 6 kupa. Bu takım için daha fazla söyleyebilecek bir şey kalmadı.

* Barcelona kazandığı 6. kupayı kutlarken Real Madrid de Zaragoza karşısında aldığı 6 gollü galibiyete sevindi. Higuain’in attığı 2. gol harika. Galiba bu adam Avrupa’nın en iyi forvetlerinden biri ama aynı zamanda belki de en underrated oyuncusu. Underrated demek istemezdim ama bu kelimenin Türkçe karşılığı tam olarak yok.

* Mancini kendisini Juventus’a atmaya çalışıyordu, Manchester City oldu. Mark Hughes için üzüldüm ama bu sonu sezon başında tahmin ediyordum. Arapları kesecek bir isim değildi. Aslında beklediğimden fazla bile dayandılar.

* İngiltere’de Manchester United ve Liverpool kaybederken Chelsea de West Ham deplasmanından 1 puanla döndü. Liverpool’dan umudu kestiğimize göre bu sezon Arsenal’in şampiyon olmasını istiyorum. O da olmayacaksa Chelsea olsun.

* TRT vereceğini söylediği Bundesliga maçlarını kafasına göre yayından kaldırıyor. TBMM Tv için farklı bir kanal bulamıyorlarsa maçları başka bir kanaldan verebilirler ama onlar direkt maçı vermemeyi tercih ediyorlar. Bu hafta da Bayern Münih maçı güme gitti. Hayır, her şeyi geçtim yayın hakkı için verdikleri paraya yazık.

* Hafta içi Türkiye Kupası maçları oynanacak. Değeri her gün azalan kupayı daha da değersiz hale getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Futbol tatile girdikten sonra maç oynatıp kendileri bile bu kupayı kaale almadıklarını gösteriyorlar. Maç saatleri ise tam facia, Fenerbahçe Saraçoğlu’nda 18.30’da oynuyor. Galatasaray ise Trabzonspor ile Sami Yen’de 21.30’da. Sanki “tribünlere ne şekilde daha az seyirci getirebiliriz” diye özellikle uğraşıyorlar.

* Süper Lig’e yine 1 aydan fazla ara veriliyor. Herhalde biz çok aptalız, bizim düşünemediğimiz şeyleri düşünüp de böyle bir takvim belirliyorlar. Bizden çok ara veren bir lig var mı merak ediyorum ama sanmıyorum. Yapacak bir şey yok, 1 ay boyunca transfer yalanları ve devam eden Avrupa Ligleri ile idare edeceğiz.

20 Aralık 2009 Pazar

14 Aralık 2009 Pazartesi

Hafta Sonu Üzerine


Yine bilgisayardan uzak, sofraya yakın bir hafta sonu geçirdim. Bu kadar geç kalınca kısa kısa not düşmekten başka yapacak bir şey yok.
.
.

* Seyircisiz maçlardan çok korkarım, her sonuç ihtimal dahilindedir. İzlemesi ise zulüm. Fenerbahçe-Ankaragücü maçı bir seyircisiz maçın verebileceği maksimum zevki verdi. Bol pozisyonlu, bol gollü ve heyecanlı geçti.

* Kredi 0 olduğu için takım mecburen mücadele etti ve galibiyeti de bu mücadele getirdi. Son haftalar ile kıyasladığımızda oyunun hücum tarafı oldukça tatmin ediciydi. İlk 10 dakikadan sonra Fenerbahçe oyunun kontrolünü eline aldı ve pozisyonlar buldu. Gol zor geldi ama Ankaragücü’nün cevap vermesi o kadar zor olmadı. Vassell ile buldukları gol hem pas hem de vuruş olarak harika.

* Bilica çok kötüydü, anlamsız riskler aldı ve top kayıpları yaptı. Özer ve çoğunluğun aksine Mehmet Topuz’u beğendim. Alex ise yine Alex’di. Bence Fenerbahçe adına maçın en iyisi Cristian oldu, ben çok beğendim. Arkadan yetişerek rakipten aldğı çok kritik 4-5 top var. Kim ne derse desin Cristian Fenerbahçe için çok faydalı bir oyuncu ve çok yerinde bir transfer.

* Son dakikada gelişen tartışmalı pozisyon gol“müş”. Piero topun tamamının içeride olup olmadığını ölçeme“miş” ama tuvalet kağıdı olayı tüm açıklığıyla izleyicilere göster“miş”.

* Fenerbahçe’de futbolcuların neredeyse hepsi formsuz. Bireysel performanslarında büyük düşüş var, kapasitelerinin çok altında oynuyorlar. Takımın forvetsizlikten sonra en büyük sorunu şu an için bu.

* Galatasaray yediği iki komik gole rağmen maçı kazanmasını bildi. Erken gelen 2 golden sonra beraber izlediğim arkadaşlara “Galatasaray 4-2 alır” demiştim, bir gol fazla söylemişim. Antalyaspor’un direkten dönen 3 topu ile beraber başka pozisyonları da var. Hatta bence bir de verilmeyen penaltısı. Sezon başında Galatasaray’ın savunmaya takviye yapmamış olmasını anlayamadığımı burada defalarca söyledim, devre arasında bu mevkiye transfer yapılmazsa çok şaşırırım.

* Beşiktaş’ın kazanamayacağını düşünüyordum. İlk devre beklediğimden daha etkili bir futbol oynadılar ve golü de buldular. Manisaspor kalecisi İlker Avcıbay Galatasaray karşısında çok iyi oynamıştı, Beşiktaş’a karşı da iyi bir maç çıkardı. Devre sonunda fikrim değişmişti, kazanacaklarını düşünüyordum ama o ilk devrede gördüğümüz etkili futbolu 2. devre göremedik. Ernst’de haklı bir düşüş var, CSKA maçında da beğenmemiştim. Fink de 60’dan sonra yorulunca Beşiktaş’ın şansı iyice azaldı. Mustafa Denizli Uğur İnceman tercihiyle devre arasında kimin gönderileceği yönünde bir ipucu verdi. Tabata gibi gözüküyor ama onu da devrede göndermek hiç kolay olmayacak.

* Trabzonspor Şenol Güneş ile yine kazandı ve Fenerbahçe karşısına moralli çıkacaklar. Kendi sahalarında oynuyorlar ve eller ayaklar titremezse maçın favorisi de onlar.

* Makakula atmaya devam ediyor, bu hafta attığı gol çok güzel. Mükemmel vurdu. Kayserispor da liderliğini devam ettiriyor ama ben zirveye Sivasspor kadar tutunabileceklerini sanmıyorum.

* Şanlıurfa’da yapımına 1992 yılında Süleyman Demirel’in temel atmasıyla başlanan GAP Arena stadı sonunda Şanlıurfaspor-İskenderun Demirçelikspor maçıyla açıldı. Bugüne kadar yaklaşık 50 milyon TL’nin harcandığı stad 30.000 kişilik ve tüm tribünlerin üstü kapalı. Fotoğraf stada ait, zemin bir Türkiye klasiği olarak bozuk gözüküyor.

* Berlusconi’nin ağzını burnunu dağıtmışlar. 20 gün rapor almış, partilerine rahat rahat devam eder. Bu olay onu mutlu etmiş bile olabilir. Milan’ı da Inter ve Juventus’un puan kaybettiği haftada San Siro’da dağıttılar, Palermo net bir galibiyet çıkardı.

* Liverpool – Arsenal maçının çok daha güzel geçmesini bekliyordum. 4-4 biten o maçı yaşayınca haliyle beklentiler yüksek oluyor. Liverpool geriye düştükten sonra bile hiçbir şey yapamadı. İlk devre ortada giden oyun ikinci devre tamamen Arsenal lehine döndü. 4-4’lük maçı hatırlatan tek şey de Arshavin oldu, harika bir gol attı.

7 Aralık 2009 Pazartesi

Hafta Sonu Üzerine



Hafta sonu dışarıda geçti, yoğun gündeme dair bir şey yazamadık. Haliyle keyif de kaçtı, istesem belki dün akşam bir şeyler yazardım ama çok kızdım, çok üzüldüm. Ancak toparlanıyorum. Aklımda kalanları kısa kısa not düşelim.



* Kazım’ın cezasından sonra “Fenerbahçe taraftarı da yönetimine kızmaya başladı, o yöneticiler de çıkıp konuşmaya başlayacaktır. Herhalde kavga başlamadan TFF rahat etmeyecek.” demiştim. Kavga başladı. Herhalde başta medya olmak üzere herkes rahatlamıştır.

* Galatasaray maçından sonra söylenenlere Fenerbahçe yönetimi karşılık vermedi. Hakemlerin ve ceza kurullarının bu ortamdan etkilendiğini söyleyebilirim. Hakem hatalarını geçeyim ama verilen 2 maçlık seyircisiz oynama cezasını, Bilica’nın cımbızla çekilmesini ve Kazım’ın cezasını gönül rahatlığıyla örnek verebilirim. Bu dönemde Fenerbahçe taraftarı yönetiminin sessizliğine kızdı. Şimdi yönetim konuştu, yine kızılıyor.

* Kızanları belaltı vurmuyorlarsa haksız bulmuyorum. Bu konuşmanın yapılması gereken daha doğru zamanlar oldu. Kaybedilen bir maçın hemen sonrasında konuşunca haklıyken haksız duruma düşebiliyorsunuz. Kullanmayı çok sevdiği resmi sitesinden hafta başında daha düzgün ve usturuplu bir açıklama yapması daha doğru olurdu.

* Geçtiğimiz sezonun başında ve sonunda, bu sezonun başında, 8’de 8 yaparken ya da Galatasaray’ı yenmişken bile Aziz Yıldırım’ın istifa etmesi gerektiğini savunanlar vardı. Fikirlerine katılırım ya da katılmam o ayrı ama bugüne kadar Aziz Yıldırım’a karşı sesini çıkarmayanların puan kayıplarından sonra istifa çığlıkları atmaya başlamasını samimi bulmam ve o insanları yerin dibine soktuğumuz spor medyası ile aynı kefeye koyarım.

* Tüm hata hakemlere ve federasyona yıkılmadı. Açıklama içinde "Bizim takımımız kötü oynuyor. Bunu kabul ediyoruz biz de. Düzelteceğiz. Ama bizim oyuncularımız kaliteli ve iyi oyuncular. Biz nasıl 8-10 maç kazandıysak, bundan sonra da bunun tedbirlerini alacağız. Hep beraber, hocayla, oyuncularla bunu düzelteceğiz.” cümleleri var. Zaten hiçbir Fenerbahçeli bugün ortaya çıkan durumun sorumlusu olarak hakemleri göremez ama üst üste gelen o hatalar olmasa Fenerbahçe’nin fazladan birkaç puan alması mümkündü.

* Tepkinin veriliş şekli belki yanlış ama geç kalınmış da olsa böyle bir tepkinin verilmesi bu ülkede gerekliymiş. Önemli olan bu tepkiyi verdikten sonra sorunların çözüleceğini düşünmemek ve futbol takımının bir anda içine girdiği bu rezil duruma müdahele etmektir. Bu rezil durumları yüzünden birçok taraftar hakem kararlarına ve verilen cezalara laf etmekten utanıyordu.

* Ve Fenerbahçe futbol takımı. Hollanda deplasmanın üzerine ligin en zor deplasmanlarından biri takımın dip yaptığı döneme denk geldi. Bu maçtan gelecek 3 puan ekstra olacaktı. Maçın hakkı bence beraberlikti. Ortada geçen maçta öne geçmek çok önemliydi ve bunu başaran Eskişehirspor maçı da kazandı. Penaltıları geçeyim, her maç buna benzer şeyler oluyor diyeyim ama Bilica’ya yapılan açık faulün verilmemesini geçemiyorum. Eğer verilmeyen bir korner yüzünden art niyet aranabiliyorsa, ben de rahatlıkla 4 dakika verilen uzatmalarda bir gol gelmesine ve en az 1,5-2 dakika duraklama olmasına rağmen tabelada 94’ü bile tam görmeden maçın bitirilmesinde de art niyet arayabilirim.

* Beşiktaş ve Galatasaray’ın kaybettiği ekstra puanlar bu rezil durumu minimum kayıpla atlatmamıza yardımcı oluyor. Oynanacak iki çok zor maç var. Zirveden uzaklaşmadan devre arasına sağ salim girmek gerek. Bunun için Fenerbahçe’nin şansa da ihtiyacı var.

* Peki ne yapmak lazım? Bu terse dönüşün Galatasaray maçı sonrasında başladığı ortada. O 20 günlük ara ve gevşemeye meyilli futbolcuların işin cılkını çıkarması takımı bitirdi. Futbolculara sert bir tokat atmak ve kendilerine getirmek gerekiyor. İş ahlakı olmayan, mesleklerine saygı göstermeyen isimler hemen gönderilmeli. Takımdan ayrılmak isteyen Carlos ve Güiza gibi isimlere de güle güle denmeli. Ruh, mücadele, savaşmak edebiyatlarını geçiyorum, işinin gereklerini yerine getirmeyen bir oyuncuya bile taviz verilmemeli.

* Gazeteleri okumamıştım, bugün biraz göz gezdirdim. Vatan gazetesi işin bokunu çıkarmış durumda. Bugün de Fenerbahçeli futbolcuların parti verdikleri otel odasında bulunan kelepçelerden bahsediyorlardı. Herhalde kendi fantezileri.

* Bu hafta sonu geçtiğimiz sezona geri döndüm. Fenerbahçe’nin kazanmasıyla değil rakiplerin kaybetmesiyle sevinir oldum. Kaybedilen 2 puanın tek sorumlusu olarak hakemi gösterenler abartıyor. Zaten daha aklı başında olanlar hakemi 1-2 cümle ile geçip son 20-25 dakikayı sorguluyor. Hayır işi garibi, hakem ne yaptı diye sorulduğunda da verilen cevaplar arasında Kewell’ın kart gördüğü korner pozisyonu ile son faul atışının yerinden yapılmadığı öne çıkıyor.

* Art niyetli hakem Mehmet Topal’ın pozisyonuna penaltıyı çalardı. Saçmaladı, son 10 dakika iyice kontrolü kaybetti ve Galatasaray aleyhine basit fauller çaldı. Belki ortada çok fazla şey yokken kendisine küfür eden tribünlere ya da bazı futbolculara ve sinirle hatta inatla saçma kararlar verdi. Belki “Ben tribünden etkilenmem” şovu yapmak istedi, bilemiyorum ama öyle ya da böyle Galatasaray ikinci devrenin ilk 20-25 dakikasında oynadığı futbola devam etseydi ortada hakem konuşacak bir durum kalmazdı. Belki de bu ekstra tepki diğer maçların aksine en azından 2. devrenin büyük bir bölümünde çok iyi oynayıp da puan kaybettikleri için olabilir.

* Mustafa Sarp formasını yırttı, üzerine bir de Aziz Yıldırım’a laf atınca yeni Galatasaray kahramanı oldu. Bundan sonra tribünde yırtık formalı görüntüsünün yer aldığı pankartlar görebiliriz. Ben ise hakemin yüzüne alenen ettiği küfürler yüzünden ceza alacak mı diye düşünmekteyim. Hakem yüzüne edilen küfürleri cezalandıramadı, ceza kurulları Kazım’a gösterdikleri hassasiyeti ona da gösterecek mi merak ediyorum.

* Bu Cüneyt Çakır kimin nesidir bilmiyorum ve bu adama Avrupa’da tıkır tır maç verilmesini de anlamıyorum. Eskişehirspor-Ankaragücü maçında rezil bir maç yönetmişti, Kasımpaşa-Sivasspor maçına da damgasını vurdu.

* Şenol Güneş Trabzon’a hoş geldi. Bence elinde iyi bir kadro ve kendisinin de kredisi var. Yükseleceklerini düşünüyorum. Son hafta Fenerbahçe maçı ise ayrıca ilginç olacak.

* Kayserispor-Bursaspor maçı çok keyifliydi. Gündüz maçı bir de dolu tribünler önünde oynanınca tadından yenmiyor.

10 Kasım 2009 Salı

Engin Baytar


Antipatikliğine dönem dönem vurdumduymazlık, maçtan kopma gibi ekstralar ekleyerek bordo-mavili formaya sarı kart istatistiği eklemekle yükümlü savruk açık-forvet oyuncusu. Karikatür gibi bir adam. Türk futbolcusunun profesyonellik eksikliğinin poster çocuğu. Trabzon'un da sanki yeterli problemi yokmuş gibi gidip her yerde kadro dışı kalan Engin'i transfer etmesi...

9 Kasım 2009 Pazartesi

Uşaklar niye santrfor almadınız siz harbiden?



Gökhan aslında şöyle golcüdür, Umut böyle futbolcudur
meselesi değil. Belirli meziyetleri olan, fizik olarak da, teknik olarak da ortalama üstü ama neticede (Fatih-Gökdeniz tamsa) yarım buçuk oyunculardır benim gözümde. Ve işlerin iyi gittiği ortamlarda, üzerlerinde çok psikolojik baskı olmadığında, ya da cmfm diliyle kadro rotasyonu içinde faydalı olacak oyunculardır. Fizik olarak bitik olmadıklarından da, eğer belli bir seri iyi performansla özgüvenleri yükselse, sezonda 20 golü geçmeleri de mümkündür. Bu potansiyeli dolduracak performansa gelmeleri ise Avni Aker'de mümkün değil. Öte yandan Broos'un sezon başında bu ikilinin potansiyelini görüp bana yeter demiş olma ihtimali de var tabi. Ancak yöneticilerin bunu geçen sene görmüş olması gerekirdi. Fatih Tekke meselesine hiç girmeden, bir kalburüstü santrfor transferi yapılmalıydı geçen sezon. Belki suçlu rolünden mazlum rolüne bürünen Umut bir anda patlayacak, milli takıma göz kırpacaktı. Belki ilk başta küsüp Ümit Karanvari bir isyan havasına bürünen Gökhan yedekten girip girip atmaya başlayacak, mojo'sunu bulacaktı. Belki gelen oyuncu coşacak, bu oyuncular başka kluplerde devam edeceklerdi kariyerlerine. Ve evet belki o da çözüm olmayacak Trabzon yine aynı diyecektik. Bunların hepsi boş varsayımlar bu noktada, ama birşey denemek ya da denememek karşılaştırıldığında olası sonuçlar ve olasılıkları bir santrfor transferini gerktirirdi be paşam, onu diyorum.

p.s. Hakan Arıkan'ın hakkını da yemeyelim bu ikilinin bu haftaki kabusu olarak. Özellikle Umut'un zorlamalarına karşı çok iyi dayandı.

18 Ağustos 2009 Salı

TSL 2. Hafta


Cennetten dünyaya hızlı bir düşüş yaptım. Pazar günü Sivasspor maçına gidebildim, dün de Beşiktaş maçını izleyebildim ama uzun ayrılıktan sonra yığılan işler bloga bir şeyler karalamaya ancak müsade etti. İlk haftayı geçiyorum, geride bıraktığımız haftadan aklımda kalanları yazıyorum.

* Fenerbahçe’yi herkes gibi ben de beğendim. Takım Alex’in çıkmasından sonra üretken olamasa da sergilenen mücadele ve gol isteği beni memnun etti. Kanatlar, bekler, Emre ve hatta bazen Bilica sık sık ceza sahası içinde gözüküyorlar. Geçtiğimiz yıla göre fizik güç ile birlikte takımdaki en büyük değişim bu oldu.

* Lugano ile tekrar anlaşma sağlandı. Kadro derinliği iyice arttı, Süper Lig'de ilk 3'e oynayabilecek iki dengeli 11 çıkarma şansı var. Yabancı kontenjanı da sorun değil, her yabancının kesilebileceği çeşitli alternatifler yaratmak mümkün. Deivid’in yanında kimi oturtursanız oturtun sahaya çıkardığınız kadro fazla zayıflamıyor. Wederson da bu sene toparlamış gibi, artık Carlos’u kenara alma şansı da var.

* Yazılan çizilenin aksine bu sezon Fenerbahçe’nin Avrupa’da da ilerleyebileceğini düşünüyorum. Çok zor biliyorum ama bir Fenerbahçe-Galatasaray finali hele ki geçen sezonun UEFA finalini düşündüğümüzde çok da ütopik bir hayal değil.

* Galatasaray maçını izlemedim, yorum da yapamayacağım ama herhalde bu sezon Galatasaray taraftarları her iki kalede de bol gol izleyecek. Denizlispor karşısında da savunma dörtlüsü tamamen değişmiş, rotasyon mu arayış mı bilemedim. Rijkaard yapınca sorgulamak yasak, ben de fazla düşünmüyorum.

* Beşiktaş çok da iyi oynamadan kazandı ama seyircisiz maçlarda iyi oynamak da hiç kolay değil. Ben muhteşem bir futbolun oynandığı, çok çekişmeli geçen bir seyircisiz maç hatırlamıyorum. Beşiktaş’ın zaten bir tempo sorunu vardı, seyircisiz maçta tempo yapmakta iyice zorlandılar. Kağıt üstünde çok etkili hücum oyuncuları olan bir takımın bu kadar etkisiz hücum etmesi garip, ilk devre Nobre’nin kafa pozisyonundan başka organize bir atak geliştiremediler. Catania, Lyon, Porto, Fenerbahçe ve Belediye maçlarında Beşiktaş toplam 3 gol bulabildi. Hatlar birbirinden çok kopuk, sistemin gerektirdiği kompakt yapı ortada yok. Bu oyuncu yapısıyla 4-3-3’e gelene kadar tercih edeceğim 2-3 farklı diziliş var.

* Maç sonunda Rıdvan anlatıyordu: “Holosko’nun oynaması, Bobo’nun ise forvete geçmesi gerekiyor” Evet, bence de iyi olur ama iş dönüyor dolaşıyor yabancı kontenjanına geliyor. Dün Fink kenara geldi, herhalde sezon boyunca yabancı rotasyonu da Fink-Bobo-Holosko arasında olacak. Sivok-Ferrari-Ernst-Tello arasından birini kenara almak pek mümkün değil.

* Tello ikinci devre ortaya çıktı ve 3 puanı aldı. İlk golde pozisyonun içindeydi, maç berabere giderken birkaç kez sinyallerini verdiği golü de serbest vuruştan buldu. Öne geçtikten sonra Beşiktaş iyi oynamaya başladı. Bol pas yaptı, topa sahip oldu, oyunun kontrolünü elinde tuttu.

* İbrahim Üzülmez tercihini Ali Ziotuni’nin varlığına bağlıyorum, milli maç yorgunu İsmail bu oyuncu karşısında çok zorlanabilirdi. Nihat ise hala hazır değil, hazır olabileceğinden de şüpheliyim. Yine de ben olsam asist yapmışken ve oyun onun için biraz daha kolaylaşmışken Nihat’ı sahada tutardım, gol bulabilirdi.

* Ferrari İtalyan bir stoper olduğu için savunmaya bir kaya, takıma seviye atlatacak bir oyuncu transfer edildiği gibi bir izlenim vardı, en azından konuşulanlar böyleydi ama bana pek öyle gelmedi. Kötüydü demiyorum, Veysel’in kafasına giden ve büyük ihtimal gol olacak bir pozisyonu kesmesi haricinde rakip de onu fazla zorlamadı ama ben ayağına ilk top alışında ya da ilk müdahelesinde onun farklı olduğunu hissederim sanıyordum, öyle olmadım.

* Antalyaspor küme düşmenin en büyük adayı gibi, gerçi geçtiğimiz yıl da hiçbir maçta Beşiktaş’a karşı bir varlık gösterememişlerdi. Dün sahada Veysel, Balili ve Ziotuni’ye yer vermelerine rağmen Beşiktaş’ı 1-2 cılız pozisyon haricinde zorlayamadılar. Ömer Çatkıç’ın pembe formasını görünce maçın seyircisiz oynandığına bir kez daha üzüldüm, İnönü dolu olsa herhalde skor avantajından sonra Ömer ile büyük makara yaparlardı.

* İlk hafta Sivasspor’u deplasmanda yenen Trabzonspor bu hafta sahasında Diyarbakırspor’a yenildi. Gerçekten çok ilginç bir takım.

31 Mayıs 2009 Pazar

TSL 34. Hafta ve Şampiyon Beşiktaş..

Şen Şef de bu diyarlardan gitti, blog iyice öksüz kaldı. Pazar günü yine çalışıyorum, yine fena durumdayım ama Süper Lig şampiyonunu not etmek, bu lanet sezonun bitişinden duyduğum mutluluğu paylaşmak lazım. Bir anlamı kalırsa 18 Haziran sonrası geride bıraktığımız sezonu uzun uzun yazarız.

Başkanı tüm başkanlardan, teknik direktörü tüm teknik direktörlerden, futbolcuları Süper Lig'de forma giyen her futbolcudan ve tabii ki taraftarı yani kısaca en tepeden en alta kadar her hücresiyle Beşiktaş camiası bu kupayı herkesten çok istedi. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın aynı anda bu kadar kötü yakalanmasının imkansız olduğunun bilinciyle her maça aynı ciddiyetle asıldı ve şampiyon oldu. Her şey bir yana takımda bir görevi olan herkes mesleğinin hakkını, aldıkları paranın karşılığını sonuna kadar verdi. Anadolu yakasında oturan biri olarak fazla korna sesi duymayınca çok da rahatsız olmadım, keşke kaybedilen her şampiyonluk böyle olsa diye düşündüm. Beşiktaşlı arkadaşların şampiyonluğu kutlu olsun.

En az Beşiktaş camiası kadar büyük tebrik de benden Sivasspor'a gidiyor. 3 senedir bu ülkede bir Sivasspor gerçeği var, yine zirvedeler yine büyük paralar harcayan takımların üstündeler. 3 büyükler dışındaki tüm kulüplere bu 3 sene ders olarak okutulmalı. Trabzonspor da benim onlar için koyduğum sezon başı hedefine ulaştı. Önümüzdeki sene için teknik adam seçimi çok önemli, doğru tercih ve 2-3 nokta transfer ile daha iddialı bir Trabzonspor izleyebiliriz.

Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzonspor ile oynadığı 6 maçta 14 puan alan ama buna rağmen ligi şampiyonun 10 puan gerisinde kapatan Fenerbahçe için söylenecek her şeyi söyledik, sezon çok önce bittiği için değerlendirme yapmaya gerek yok. Galatasaray için de aynı şeyler geçerli, iki takım da bu kadar kötü oldukları sezonda bile son 6-7 hafta içindeki abuk sabuk 2-3 puan kaybını yapmamış olsalardı çok daha farklı bir son hafta izleyebilirdik. Onlar da kenara çekilip bizim gibi Beşiktaş Sivasspor yarışını izlemeyi tercih ettiler.

Lanet sezonun son 1 ayında çok yoğun olup gündemi takip etmekten geri kaldığım için çok mutluyum, işler bundan daha güzel bir dönemde sapıtamazmış. Rahatladığımda blogda transfer haberlerini ve yeni sezon analizlerini konuşuyor olacağız. Olur da önümüzdeki sezon da benim için böyle geçerse blogun uğursuzluğuna inanıp kilit vuracağım..

10 Mayıs 2009 Pazar

TSL 31. hafta


İş dolayısıyla Ankaragücü maçında uzak kaldığımız Saraçoğlu’na gitmemeyi düşünmedim bile, hem rakip Denizlispor’du hem de orada olmayı özlemiştim. Şampiyonluktan uzak olmak beni huzurlu bir ruh haline sokuyor ama maç özeti için saatlerce diğer maçların yorumlanmasını beklemek de canımı sıkıyor. Çoğunluk için en anlamsız maçı tribünden izleyince asıl önemli maç sonuçlarını da ancak özetler ile yorumlayabiliyoruz.

Fenerbahçe kazandı. Üzerinde çok fazla durmanın bir anlamı olmayan, durağan ve dönem dönem insanı baya sıkan klasik bir Saraçoğlu maçı izledik. Uzun uzun maç yorumu yapmak içimden gelmiyor, birilerinin ilgisini çekeceğini de sanmıyorum. Alex’i özlemişim onu fark ettim, o girdikten sonra Fenerbahçe bolca pozisyon bulmaya başladı. Şaka maka iki aydır oynamıyordu, Fenerbahçe için onsuz kalmak aslında hiç kolay değil. Gökhan Gönül yine stoperdeydi ve çok iyi bir oyun çıkardı. Emre yine iyiydi, Güiza da fena değildi. Deivid’in bazı halleri ise canımı çok sıkıyor. Ali Bilgin nefret ve küfür ettiğim ilk Fenerbahçe’li futbolcu olmuştu, bugün de aynen devam etti. Canımı sıkan şey ise Semih’in oyundan çıkış şekli oldu. Alex’e yerini bırakması tribünlerden büyük tepki aldı, ben de garipsedim ama oyundan çıkarken yaptıkları beni şaşırttı. Tabelada numarasını görünce ellerini yana açması ve maç berabere olmasına rağmen yavaş yavaş oyundan çıkması ona yakışmadı. Fenerbahçe kaptanı teknik direktörünü tribünlere yem etmemeli.

Süper Lig kalitesiz diyoruz, doğrudur yanlıştır onu bilmem ama çok heyecanlı olduğu ortada. Yarıştan haftalar önce kopan Fenerbahçe Ankaraspor ve Ankaragücü kazansaydı potadaydı. Aynı senaryo Galatasaray için de geçerli. Varsayımlardan öte olan bitene bakalım, Beşiktaş liderlik koltuğuna oturdu, belki de olabilecek en doğru zamanda. Geçtiğimiz hafta her şey bitmiş gibi bir havaya giren taraftarlar bu hafta ise şampiyonluk kutlamalarına başladılar. Artıyı da eksiyi de Beşiktaş camiası çok büyütüyor. Avantaj büyük o kesin tabii ki ama kalan maçlara, özellikle 33. hafta oynanacak maça iyi bakmak lazım. Hani Süper Lig iki takıma indirgenmeye çalışılıyor ya, işte o bahsedilen büyüklerden sıralamada dördüncü olan İnönü’ye gelecek..

Sivasspor sanırım dağılıyor, sinirler de iyice bozuldu, bundan sonra işleri çok zor. Hacettepe karşılaşması onlar için bir şans ki zaten Anadolu takımları da Sivasspor’a yatıyor! Özetlerden gördüğüm kadarıyla İBB maça çok iyi başlamış, iki golü bulduktan sonra üçüncüyü de kaçırmış. Sivasspor’un da pozisyonları var, ilk devre sonunda soyunma odasına tek farkla gidebilselermiş maçı çevirebilirlermiş. Her iki devrede de direkleri dövdükleri pozisyonlar var, biraz da top onları istememiş.

Galatasaray'ı Bülent Korkmaz yönetiminde en çok pozisyon yakaladığı maçlardan birini çıkarmış gibi gördüm. Kaçan pozisyonlar var ama penaltıyı da Lincoln iyi yedirmiş. Bu adama sarı kart gösteren hakemler suçlu oluyor ya ona yanıyorum. Süper Lig’de tezgah var, ondan olsa gerek. Trabzonspor sessiz sedasız hatta pek kaale de alınmadan geldi ve zirveyi tekrar yakaladı. Bu ligde her şey olabilir, üçte üç onları şampiyon bile yapabilir ama son maç Fenerbahçe ile oynayacaklar. O maç bir ölüm kalım maçı haline gelirse bana Fenerbahçe kazanır gibi geliyor, kazanırsa da neler olur düşünemiyorum.

Hala çok zor maçlar var, hala çok şey olabilir. Uzaktan izliyorum, arada iç çekiyorum ama öyle ya da böyle bu tiyatronun sonunda ne olacağını ise çok merak ediyorum. Bir Fenerbahçe’li olarak da bir an önce bu sezon bitsin, bir an önce yenisi gelsin istiyorum.

28 Nisan 2009 Salı

TSL 29. Hafta

Arkhe buna da el atmadığına göre hakikaten çok sıkışık. Bendeniz de bilgisayar problemi ve yeniden Q klavyeye geçiş sancısı çekmekteyim. Kısa tutacağım yani.


Lider Sivas'ın açık biçimde favori olduğunu yazmıştım cuma günü. Malesef maçı seyredemediğim için atıp tutamayacağım fazla bu konu üstünde. Gollerde Mehmet Yıldız'la alakalı sözlerimizin gerçekleştiğini not ettik ama. Neticede lider Sivas'ın önünde 5 maç kaldı.

Beşiktaş takibe devam ederken Tello ve Yusuf'un asistleri aklımıza kazındı. Yabancı sayısı sorunsalı baymaya başladı artık bu takımda, Mustafa Hoca maça santrforsuz çıkarak risk aldı, ilk yarı Es-es bir tane sıkıştırsa çok farklı bir maç seyrederdik.

Trabzonspor olağan bir süreçten geçiyor, önce bir itekleme, sonra sallantı ve istifa. Bu klavyeyle can çekişmeme değmez detayları yazmak, herkesin bildiği şeyler.

Gelgelelim kayıp pehlivanlara. Galatasaray azımsanmayacak sayıda kişi tarafından "aman diyim" kontenjanından şampiyonluk adayı olarak görülüyordu. 1-0, 1-0 kıçın kıçın gelişinden kelli. Bu maçtan önce dahi zerre heyecan veya umut taşımadığımı söyleyeyim. Ezeli rakip bir gece önce Boğaz'ın öte yakasında nostaljik bir deprem yaşar da, bizimkiler "büyük" dramadan pay istemez mi? Büyük Kaptan-Kısa Hoca Bülent Korkmaz maçtan sonra hala "şampiyonluk şansımız bitti gibi ama...", uefa-muefa birşeyler söyledi. Hoca'yla ilgili gelecek sezon için karar verildiğinde, ya da başka deyişle Korkmaz görevden ayrıldığı gün uzun analizini yaparız.

Kalkedon taraflarını da fazla anlatmaya gerek yok. Uzun zamandır bu kadar kötü bir sezon geçmemişti. Şimdi buna tepki olarak dengesiz adımlar atılması ve bir tür Kadıköy girdabına düşülme tehlikesi var. Ama eğer Aziz Yıldırım olmasaydı o su çoktan karışmaya başlamıştı bile. Kabul edilmeli ki Yıldırım senelerdir çok ciddi bir kalkan oldu bu camianın olumsuz birçok dinamiğine. Kupa finalinden sonra çok daha net yorum yapılabilir Fenerbahçe için.
Bursaspor'un onları geçme ihtimali varsa da gelecek sezonun Avrupa Kupası katılımını Beşiktaş'ın ilk 2'ye girmesi belirler, sahi ben niye finali kaybedeceklerini varsayıyorum? Ha evet, rezalet durumdalar çünkü. Bakalım isteyince şak diye uykudan uyanıp kupaya uzanabilecekler mi?

24 Nisan 2009 Cuma

Favori Sivas

Sivasspor 1.90, Beraberlik 3.10, Trabzonspor 3.00

Bunlar ülkemizin devlet eliyle teşvik edilen kumar müessesesi iddaaaa'dan. Benim hiç işil olmaz da, nadiren evde çok maç seyretmeyi planladığım haftasonlarında heyecan artırıcı olarak kullanmışlığım var. Madde gibi oldu lan böyle de :) Yazımızın başlığı da buradan geliyor. Kendi yorumumuz ise karşılaştırmalarda çıksın.

İki takım arasında 4 puan fark var. Sivasspor bugüne kadar evinde Trabzon'a hiç puan vermedi. Toplamda yapılan 7 maçın da biri hükmen olmak üzere 4'ünü kazandı, 1 kez kaybetti. Cumartesi günü maça gidenler yanlarında kimliklerini de getirmek zorunda. Trabzonlu taraftarların Sivas tribünlerine sızmalarından şüphelenen polis Sivas kimliği olmayanları maça almayacakmış. Biletler bitmiş ve hatta sahte bilet lafları havada uçuşmuş bile.


Kaleci
Micheal Petkovic - Tony Sylva
Fazla uzatmaya gerek yok, Petkoviç bu sezonun belki de en iyi kalecisi TSL'de. Tony ise Trabzon geleneğine uygun bir biçimde güven vermeyen, "ama iyi kaleci aslında" dedirten cinsten. Avantaj Sivas.

Defans
Kilit oyuncular:
Fabio Bilica - Rigobert Song


İki futbolcunun da kariyerleri ve bu sezon takımlarına olan katkıları tartışılmaz. Bilica biraz daha atletik ve sert, ısırgan bir stoper, Song ise biraz daha akıllı yer tutan ve kritik son hamleleri yapabilen bir kurt. Birisini diğerinden ayırabilmek için bu hafta sonu karşılarında oynayacak forvetlere bakalım. Song-Egemen ikilisinin Mehmet Yıldız-Tum ikilisine karşı havadan sıkıntı yaşayabilecekleri bariz zaten, hele uzun topa dayalı hücum setleri seven Sivas formasıyla daha da tehlikeli bu ikili. Sivas defansı ise bütün sezon Trabzon'un en aksayan, en eleştirilen yanına karşı oynayacak, Gökhan-Umut ikilisi olarak ele alırsak. Şöyle bir ezbere bakıldığında Sivas'ın defansını oyuncu ve takım anlayışı olarak Trabzon'dan önde görürüm bir kafa farkla. +2 Sivas.

Orta Saha
Kilit Oyuncular:
İbrahim Dağaşan - Selçuk İnan


Sivasspor defansif bir takım, çok çalışan, boğuşan, rakibe attığı adımı işkenceye çevirmeye çalışan bir anlayışla oynuyorlar. Öncelikle rakibin hücum ederken muazzam yorulmasını hedefleyen bir yol bu. Bu oluşumun içinde sivrilen bir oyuncu var Sivas'ta. Sahaya Filistin bayrağı dikerek meşhur olan, sonra da yaptığı gösterişsiz ama faydalı işlerle liderde dikkat çeken İbrahim Dağaşan bu sistemin önemli askerlerinden. Evet belki orta sahada kilit adam bu mudur diye burun kıvıranlar olur ama Ersun Yanal'ın öyle düşüneciğini sanmam mesela. Zaten muhteşem yaratıcı, yetenekli bir göbeği olmayan Trabzon için ne anlama geldiğini maçta göreceğiz. Çok top kapan, rakibi sinirlendirebilen, sert bir ön libero İbrahim, maç boyu yorulduğuna da pek şahit olmuyoruz. Öte yandan Selçuk İnan bordo-mavililerin orta sahada önemli bir tehdidi. Formda bir Selçuk şutları ve paslarıyla çok önemli işler yapabilir Trabzon adına, bu gerçekleşmeden bu maçtan galibiyet almaları çok zor. Bu ikili karşı karşıya sık sık gelecektir, bu eşleşmelerin sonuçları ile maçın skoru alakalıdır sanırsam. Kendisine beraberliğin de az-çok yetebileceğini düşüneceğinden disiplinli ve sabırlı oynaması muhtemel olan Sivas'ın orta sahası biraz daha psikolojik avantaj hissetse dahi ben iki takımı eşit görüyorum bu bölgede.

Hücum
Kilit Oyuncular:
Mehmet Yıldız - Yattara

Mehmet Yıldız için söylenecek çok şey var. Fiziğini bu kadar iyi kullanan bir futbolcu daha yok belki de Türkiye'de. Top saklaması, hücum presi, hava topu indirmesi var, devamlılığı olduğu için gol de atabiliyor ama son vuruş becerisi eksilerinden. Defansları değerlendirirken dile getirdiğimiz gibi Tum'la beraber uzun toplarda sıkıntı yaratacaklar Song-Egemen ikilisine. İki oyuncunun da top dağıtması fena olmadığından kanattan ve orta sahadan destek verebilecek Musa Aydın, Sezer Badur gibi oyunculara da pozisyon yaratabilirler. Diğer tarafta ise Yattara'nın resmi var çünkü özel bir oyuncu İbrahima. Sivas işini zorlaştırmak için herşeyi yapacaktır. Yattara'nın gününe göre bu yeterli olmayabilir. Hem duran toptan, hem de dribbling ve ortalarıyla Trabzon'un pozisyon üretme konusunda eline baktığı ilk isim olan Yattara, bazen öyle işler yapabiliyor ki Gökhan ve Umut bile reddedemez. Sonradan oyuna girmesi muhtemel Balili ve Alanzinho da ayrı iki piyango. Ne olacağını kestirmek zor. Evinde oynamasının avantajı bir yana, oyun anlayışları bakımından da Sivas hücumu maç öncesi bana daha gole yakın gözüküyor, sizi bilemem. +3 Sivas o zaman.

T.D.
Bülent Uygun - Ersun Yanal
Bülent Uygun'un kendisinden ne kadar hazzetmesem de, başarısını gözardı edemem. Transferdeki ve takıma adapte etmedeki başarısı örneğini çok fazla bilmediğimiz türden. Takım, oyun disiplinine de diyecek birşeyimiz olamaz. Ama konu eğer bir tek maç ise karşılaştırmayı başka biryerden götürmek lazım. Maç içerisinde sisteme hep bağlı olarak oynayan Sivas'ın yarım da B planı olduğunu söyleyebiliriz. Ama maç içerisinde hamle yapmasıyla, giden maçları çevirmesiyle ünlü bir hoca değildir kendisi. Ersun Yanal da aslında onun gibidir, maçın gidişatına göre takımla fazla oynayan bir hoca değildir, ki milli takımda müthiş eleştirilirdi bu konuda. Ayrıca sistemini de sezon içerisinde kurcalayan bir hoca da değildir, aynı Uygun gibi. Ama bir farklarını söyleyeyim, Ersun Yanal maç öncesi rakibi analiz etme konusunda sanki biraz daha iyi gibi geliyor bana, ya da belki sadece büyük maçlarda takımını rakibe göre oynatan bir yapısı var diye bana öyle geliyor. Ama bunun sonuçları olumlu da olabiliyor olumsuz da. Maçtan sonra buna bir kez daha bakarız. Teknik direktör karşılaştırmasında çoğunluk Uygun'u öne çıkaracaktır, ama ben kendi adıma bu maç için birinin diğerine göre takımları için daha büyük avantaj olacağını sanmıyorum.

Bu değerlendirmenin ışığında Sivasspor gerçekten de favori gibi duruyor. Temennim ise Trabzon'un kazanıp ligin tepesini karıştırmasıdır. Hakem Cüneyt Çakır.

Sivasspor - Trabzonspor
Sivas 4 Eylül Stadı
25.04.2009
16:15 - LigTv

20 Nisan 2009 Pazartesi

TSL 28. Hafta

Şampiyonluktan uzak olmanın keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Ayaklarımı uzatıp Beşiktaş maçı izliyorum, Galatasaray maçını önemsemiyorum, Sivasspor’un puan kaybına sevinmiyorum. Sinir yok, stres yok. İşler de fenalaşmışken bu kopuş isabet oldu. Neyse, bundan daha fazla Polyanna olamam, Beşiktaş’dan başlayalım keza hafta sonu tam anlamıyla izleyebildiğim tek maç o oldu. Gerginlik olabilir diye maçı merak ediyordum, şansıma ofisten de erken kurtuldum ve maça yetiştim. Bursaspor ısınmaya pankartla çıkınca maça çıkarken taraftar mesajı verecekleri belli olmuştu, neyse ki abartıp sivrilik yapmadılar. 16. dakikada ise Beşiktaş taraftarının Bursa ile uğraşması, “Delikanlı Bursa neredesin”, “Ararım seni her yerde” tezahuratları yapması bence gereksizdi. Bursaspor bizim üzerimizden prim yapıyor, bizim muhattabımız olamazlar derken böyle yapınca şikayet etme hakkınız da olmuyor.

Maçı kırmızı kart öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak lazım, Beşiktaş eksik kalmadan önce maça hakim olan takım Bursaspor’du. İlk 10 dakika öne çıkarak olması muhtemel Beşiktaş baskısından kurtulmuş oldular. Sercan ve Tadeu’nun yokluğunda Romaschenko’nun da sakatlanması şanssızlıkları oldu. Buna rağmen pozisyon buldular, 10 saniye içinde 2 kez direkten dönen top gerçekten büyük talihsizlik. Mustafa Denizli kazanan takımdan vazgeçmişti ki bunun sinyallerini demeçleriyle vermişti. Ligin bitimine bu kadar kısa süre kalmışken rotasyon peşinde koşmak bence pek mantıklı değil. Buna rotasyon da demek doğru değil, bütün taşlar yerinden oynuyor. İlla ki rotasyon istiyorsam Sivok’u kenara alıp yerine adam koyarım, her şeyi ters yüz etmem. Yükselen grafiğin en önemli noktası Cisse-Ernst ikilisi bu maç bozulmuş, Sivok ön tarafa çıkmıştı. Çek futbolcu orta sahada oynayınca belki de içgüsel olarak savunma içine fazla gömülüyor. Böyle olunca da Ernst Cisse’li düzene göre nispeten daha geriye düşüyor ve kontrol etmesi gereken alan büyüyor. Bu olunca Delgado da zorlanıyor, dün gördüğümüz düzende Yusuf olsa o da çok zorlanacaktı. Delgado’ya da yazık zaten, geldiğinden beri adam gibi bir orta saha önünde hiç oynayamadı.

İlk devre sonunda çıkan kırmızı karttan sonra o dakikaya kadar hiç ortalarda olmayan Tello’nun yerine Cisse oyuna girdi. Bir oyuncu takımın performansını nasıl etkiliyor yine gördük. Trabzonspor’u sahasına hapseden Cisse-Ernst’li takım biri eksilince İBB tarafından sahasına hapsedilmişti. Dün de eksik Beşiktaş bu ikiliye kavuştuktan sonra dengeyi kurdu, maçı kazanabilecek pozisyonlar da yakaladı. Devrenin başında Bursaspor’u sahasında bekledi, kontra atak kovalıyordu. Muhtemelen Mustafa Denizli takımının kondisyonuna güvenirken maçın sonunda Bursaspor’un oyundan düşeceğini düşünmüştü ki haksız da çıkmadı. Dakikalar ilerledikçe Beşiktaş ileride daha çok gözükmeye başladı. Nobre’nin eksikliği de önemli, o varken Beşiktaş oyunu rakip sahaya yığabiliyor ama Bobo dün çok kötüydü. 90. Dakikada vurduğu kafa gol olsa yine kahraman olacaktı ama kim ne derse desin bu iki isim arasında benim tercihim Nobre olur. Dün de ben olsam Serdar’ı oyuna alırken onu çıkartıp Holosko’yu forvete yollardım. Bursaspor’lu futbolcular sayısal üstünlüğü ele geçirince belki de ilk devredeki oyunun etkisiyle sanki biraz “bu maçı nasıl olsa kazanırız” havasına girdiler. Ciddiyetsiz oynadılar, birkaç gol olabilecek pozisyonu bencillik yaparak harcadılar.

Beşiktaş’da maçın adamı bence Gökhan Zan oldu. Harika oynadı, birçok pozisyonu tehlikeli hale gelmeden kesti. Holosko’yu da nispeten toparlamış gördüm ama devre başında fena bir gol kaçırdı. Bursaspor’da Veli’yi oyundan çıkana kadar beğendim, Kore’li Shin Young Rok’u Noat Samisa yazdığında zaten kıllanmıştım, dün de çok beğendim. Fenerbahçe maçlarında çok dikkatimi çekmemişti, etkili değildi. Tuna çok kötüydü, 2-3 ciddi top kaybı yaptı ki biri Bobo’nun sarı kart gördüğü penaltı pozisyonuydu. Bu arada daha önce de dikkatimi çekmişti, Ertuğrul Sağlam’ın Beşiktaş’da başladığını gördüğümüz tikleri gitmiş, belli ki daha bir rahatlamış.


Cumartesi akşamı Ankara’da düşenin dostu yine sahneye çıktı ve Ankaraspor’a da el atarak 10 maç aradan sonra yüzlerini güldürdü. Fenerbahçe’li futbolcuların geçen hafta yaşananlardan sonra en azından taraftara karşı biraz sorumluluk hissedip bu maçı kazanacaklarını düşünüyordum ama sanırım düşündüğümden de fazla gamsızlar. Dün ofisten geç çıkınca ancak 2. devreye yetişebildim ki fazlası için de çok uğraşmadım. Mehmet Çakır’ın golünden sonra tepki vermedim, hatta maçı bile yarım gözle seyrettim. Beni maç kaybetmekten çok böyle bir ruh haline girmiş olmak üzüyor. Aragones benim de canımı artık iyice sıkmaya başladı. Elindeki kadro belli diye fazla eleştirmek istemiyorum, çok sakatlık yaşandığı için, geçtiğimiz senenin kadrosundan sadece Aurelio’yu değil bence Deivid ve Wederson’u da kaybettiği için anlayışlı olmaya çalışıyorum ama Deniz’i nasıl oynatmaz, girdikten sonra her hareketi olumlu olan Gökhan Emreciksin varken nasıl Kazım’ı tercih eder anlamakta zorlanıyorum. Hafta sonu skorlarından sonra bu maçta giden üç puan bence isabet oldu. Sürekli umutlanıp tekrar tekrar hayal kırıklığına uğramak beni yordu. Olacağı ne de olsa belli. Puan farkı azalır, rahat fikstür geldi derken olmayacak puanlar kaybedilir ve sinir sistemi yine alt üst olur. O yüzden bir daha umutlanmanın hiç gereği yok.

Galatasaray da bu son cümlede söylediklerimi yaşıyor. Maçı izlemedim ama futbol adına bir şey yokmuş ki zaten o stadda bir Süper Lig maçında güzel futbol gördüğümü hatırlamıyorum. Sivasspor ve Beşiktaş’ın puan kayıpları ile onlar da umutlanmışlar ama geleceklerinin Fenerbahçe’den farklı olacağını düşünmüyorum. İki ileri, bir geri formatında devam edeceklerdir. Trabzonspor Avni Aker’de galip geldi, eğer toparlanmışlarsa ligi 3. bitirirler ki bu onlar için çok önemli bir başarı olur. Sivasspor ise deplasmanda iki puan bıraktı ama Beşiktaş’ın ekstra puan kaybıyla bunu bir anlamda telafi etmiş oldu. Bu hafta taşıdıkları deplasman yükünü Beşiktaş’ın üzerine bıraktılar. Önümüzdeki hafta sahalarında Trabzonspor ile oynuyorlar, kazanırlarsa şampiyonluk yolunda dev bir adım atmış olacaklar. Beşiktaş yine ilk 8’den bir takım karşısında galip gelemedi, Kayserispor maçıyla kırdıkları zincirin bir anlamda devam ettiği gözüktü. Sivasspor’un Trabzonspor karşısında kazanması halinde bunu dev adım olarak yorumlamamdaki sebeplerden biri de zaten fikstür, Beşiktaş daha Fenerbahçe ve Galatasaray maçları oynayacak. Bu maçlardan başka iç saha maçı da yok. Yine de bir takımı nispeten daha şanslı görmüyorum, Süper Lig’de bu sene öyle şeyler gördük ki bu noktada bir yorum yapmak bana çok mantıklı gelmiyor.

13 Nisan 2009 Pazartesi

TSL 27. Hafta


Süper Ligde 27. haftayı geride bıraktık. Bu hafta ile birlikte iki takımı daha arkamızda bırakmış olduk, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın şampiyonluk şansını zaten geçiyorum ama bu iki takım büyük bir sürpriz olmazsa önümüzdeki sezon Şampiyonlar Ligini de Star Tv ekranlarından takip edecekler. Derbi hakkında ise değil daha fazla bir şey yazmak bir şeyler düşünmek bile içimden gelmiyor. Neticede iki takım da son kurşunlarını kafalarına sıktılar. Aralarındaki tek fark bir tarafın yönetiminin sessiz kalması ve maçı sadece iki puan artı iki oyuncu kaybıyla kapatması oldu, Galatasaray tarafı ise bence bundan daha fazlasını kaybetti. Adnan Polat’ın açıklamalarını kendi taraftarı bile normal karşılamadı, hem kendisinin hem de kulübünün itibarını zedeledi.

Beşiktaş camiası herhalde şu an en mutlu camia, kendi başarıları kadar asıl rakiplerinin içinde bulunduğu bu durumdan da büyük keyif alıyorlar. Gülüyorlar, eğleniyorlar ve dalga geçiyorlar. Haksız da sayılmazlar ama çok uzakta değil daha sezonun ilk devresinde Yıldırım Demirören buna benzer açıklamalar yaptığında, aynı insanlar her ne kadar başkanlarını ufaktan eleştirseler de onunla aynı mantıkta cümleler kurup aynı şeyleri savunuyorlardı. Gerçi şimdi de sorsanız Fenerasyonu, iki büyük yaratmak isteyen bu kalleş düzeni ve taraflı yayıncı kuruluşu da alt edip zirveye çıkıyorlar.. Aslında bu olanlardan onlar da ders çıkarmalı, özellikle son yıllarda kaybedilen her şampiyonluğun faturasını önlerini kestiğine inandıkları kurumlara çıkarmanın, her fırsatını bulduğunda “Bizi şampiyon yapmazlar” cümlesine sığınmanın ne kadar mantıksız olduğunu görmeliler. Demek neymiş? Sen doğruları yaptığında ve kazanmayı herkesten çok istediğinde ne Lig Tv ne de iki büyük yaratmak isteyen düzen falan kalmazmış.

Beşiktaş ve Sivasspor artık tamamen koptular. Açıkçası ne olursa olsun ben bu şampiyonluk yarışını ikisine de yakıştırıyorum. En azından sahada mesleklerine saygı duyan oyuncular görüyorum. Bunu söylerken ilk devre olanları ve konuşulanları bir kenara bırakıyorum, sadece sahaya çıkan ve mücadele eden 11 oyuncuya bakıp konuşuyorum. Sivasspor’u tabii ki ayrı bir takdir ediyorum. Ülkenin çoğunluğu onlardan nefret etse de, yönetimi, teknik direktörü ve halkının siyasi görüşü için çok şey söylense de ben o topun peşinde koşan adamların emeğini görmezden gelmek istemiyorum. İkinci devre bir ara düşüşe geçiyor gibi de oldular, hatta Bülent Uygun’un da kontrolü kaybetmesiyle çoğumuz toparlanamayacaklarını düşündü ama öyle ya da böyle yine toparladılar. İki senedir herkesi yanıltarak zirveye oynuyorlar. Beşiktaş’in ise nedense hala kendisini yakma potansiyeli olduğunu düşünüyorum, bana hala kırılgan ve çok kolay yıkılabilecek daha doğrusu kendini yakabilecek bir takım hissi veriyorlar. Bir anda bir yöneticinin ya da taraftarların her şey berbat edebilme ihtimali var. Trabzonspor’un ise bu iki takımı zorlama şansı olduğuna inanmıyorum, bence ligi 3. bitirebilirlerse önemli bir iş yapmış olacaklar.

İyi ki yarın Şampiyonlar Ligi mücadelesi başlıyor, bu hafta sonunun üzerine ilaç gibi gelecek.

6 Nisan 2009 Pazartesi

TSL 26. hafta

Süper Lig’de 26. hafta az önce biten Gaziantepspor-Galatasaray maçıyla geride kaldı. Galatasaray Baros’un 10. dakikada attığı güzel golle deplasmanda çok önemli üç puan kazandı, kaybedilecek puanlar camiayı Fenerbahçe karşısında galip gelinse bile dönülmesi zor olacak bir kaosa sokabilirdi. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama Galatasaray da Fenerbahçe de bu hafta oynadıkları maçların bazı anlarında üst sıralara oynayan Anadolu takımı görüntüsü verdiler.


Galatasaray yorgundu, özellikle 2. devre oyundan iyice düşeceklerini düşünüyordum ama beklediğim kadar olmadı. Bunda Antep’in o bildiğimiz pas trafiğini ilk 10 dakika haricinde sergileyememesinin de etkisi var. Bugün iyi değillerdi, maçın başını ve son 5-10 dakikayı ayırırsak sadece Tabata kazanmak için bir şeyler yapmaya çalıştı, etkili de oldu. Bu adamı izlemek gerçekten çok keyifli. Erken gelen golden sonra ev sahibi hemen bozuldu, Galatasaray oyunun kontrolünü eline aldı ve pozisyon da buldu. Buna rağmen iyi oynamadı dediğim Gaziantep’in de gole çok yaklaştığı pozisyonlar oldu. Galatasaray savunmasını bugün beğenmedim, sadece Tabata’nın ayaklarına bakan rakibe olmayacak pozisyonlar verdiler. Volkan çok aksıyor, haftaya Gökhan Gönül ve Deivid karşısında Galatasaray buradan çok sorun yaşayabilir.

Baros attığı güzel gol dışında da iyiydi, sarı kart gördüğü pozisyondaki deparını gözden kaçırmamak lazım. Kewell yorulana kadar ayağına aldığı her topu iyi kullandı. Arda’da da milli maç yorgunluğu bariz göze çarptı ama yine de 2-3 etkili pas attı, kötüydü denemez. Antep tarafında ise göze Tabata’dan başka çarpan bir isim olmadı, o da tek başına en fazla bu kadarını yapabilirdi. Baros’un golünden 80. dakikaya kadar olan bölümü izleyen biri ev sahibinin geride olduğunu anlayamazdı, saldırgan değildiler. Son 5-10 dakikada gol için Galatasaray kalesine yüklendiler ve 2-3 net pozisyon da buldular ama biraz da beceriksizlikten golü bulamadılar. Neticede Galatasaray puan kaybını sürpriz görmeyeceği bir deplasmandan üç puanla döndü ve Fenerbahçe karşısına biraz daha dik çıkma şansını yakaladı.


Beşiktaş ve Fenerbahçe maçlarını zaten yazmıştık, Sivasspor’a ise haksızlık yapmaya devam ediyorum. Zor geçmesi beklenen Denizli deplasmanından üç puanla döndüler. İki senedir "bir yerde çökerler" diye bekleyenleri yanıltmaya devam ediyorlar. Makina düzeninde oynuyorlar, sistemleri belli, gireni çıkanı belli, oyun içi aksiyonları belli ve haftalardır bunları aynı başarıyla yapmaya devam ediyorlar. Ben elimden geldiğince teknik direktörün ve başkanın karakterini aklıma getirmemeye çalışıyorum. Futbolculara bakıyorum, sahada yaptıkları doğrulara bakıyorum ve takdir ediyorum.

“Trabzonspor’un düşüşe geçeceğini hep söyledik” klasiğine girmek istemiyorum. Evet çok söyledim ama bu kadarını da beklemiyordum. İBB maçı özelinden bahsetmiyorum, o maçta kaybedilen iki puan benim için çok büyük sürpriz değil ama genel gidişatta bu kadar dibe vuracaklarını düşünmemiştim. Şanssızlık da var, çok gol kaçırıyorlar ama bu çöküşte taraftarın da payı var. Avni Aker’de o şartlar altında futbol oynamak çok zor olsa gerek. Sezon başında yakalamış oldukları o güzel havayı çok çabuk kaybettiler. Sanırım onlar için zirveyi bu kadar uzun süre tepelerde götürmek pek hayırlı olmadı, daha geriden takip ediyor olsalardı bu yeni kurulan kadro üzerinde belki de bu kadar baskı yaratılmayacaktı.

Yapması gerekeni yani işini en iyi şekilde yapan iki takım ligin zirvesine oturdular, belki de lig başından beri zirvedeki ilk kopmayı ortaya çıkardılar. Her şeye rağmen ligin bitmesine 8 hafta var ve bu iki takımın da oynayacağı çok zor maçlar olacak. Önümüzdeki hafta Beşiktaş’ın da Sivasspor’un da işi hiç kolay değil. Pazar akşamı lider de değişmiş olabilir, Beşiktaş’ın iki puan arkasına iki takım da yerleşmiş olabilir. Sami Yen’de ise derbiyi izleyeceğiz. Bir derbi öncesinde iki takımın da aynı anda bu kadar kötü durumda olduğunu ben hatırlamıyorum. Kazanan yarışın içinde kalacak, kaybeden ise son 7 haftada şampiyonu belirleyecek maçların figuranı olacak..