Şampiyonlar Ligi 10/11 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şampiyonlar Ligi 10/11 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2010 Çarşamba

Jose'nin Oyunu

Maç skorlarını internetten takip ederken son dakikalarda Ajax karşısında Real Madrid'den iki oyuncuya kırmızı kart çıktığını gördüm. Kavga çıkmıştır diye tahmin ettim ama Ramos da Xabi Alonso da ikinci sarı kartlarını görerek oyun dışında kalmışlardı. Tam anlayamadığım olayın ne olduğunu özetlerde gördüm. İki oyuncu kenardan gelen direktif sonrasında bilerek birer sarı kart daha görerek oyun dışına çıkmışlardı. Görüntüleri burada görebilirsiniz. Böylece sonraki maçlar için sarı kart cezalısı durumuna düşme risklerini azalttılar, birer sarı kartı silmiş oldular.

Çok şaşırtıcı değil. Hele ki ilgili takım Real Madrid ve tepedeki adam da Mourinho olunca hiç şaşırtıcı değil. Mourinho bir de utanmadan maç sonunda "böyle rahat bir maçta kırmızı kartlar çok gereksizdi" gibilerinden bir şeyler söylemiş.

"Bunda ne var? Kendini yere atmak ile aynı şey" diye düşünüp bu olayı önemsemeden geçenler olabilir. Saygı duyarım ama ben öyle düşünmüyorum. Daha önce de bilerek kart görenler oldu, bunun benzerlerini ülkemizde de gördük ama iki oyuncunun arka arkaya dalga geçer gibi kart görmesi ve bunu daha ufak hesaplar peşinde koşarken yapmaları beni rahatsız etti.

Benim rahatsız olmamda işin içinde Real Madrid ve Mourinho'nun olmasının da mutlaka payı vardır ama Kopenhag maçında Barcelona yedek kalecisi aptal Pinto, rakip oyuncu ofsayt düdüğü sanıp da topu bıraksın diye ıslık çaldığında da ceza alması gerektiğini düşünüyordum. İnsanları aptal yerine koyup da avantaj elde edenlerin cezalandırılması gerekir.

Bu sarı kartlık hareketleri hakem çözememiş olabilir ama maç sonunda işin aslının ne olduğu ortaya çıkmışken UEFA'nın bu olaya gereken cezayı vereceğini umuyorum. Çıkan haberlere göre de soruşturma başlatmaya hazırlanıyorlarmış. Umarım kasıtlı olarak görülen bu kartları centilmenliğe aykırı olarak değerlendirirler ve fazladan birer maç ile daha cezalandırıp bu zeki arkadaşlara gereken dersi verirler.


4 Kasım 2010 Perşembe

AC Milan 2-2 Real Madrid C.F.

Internetten maç izlemem ama arkadaşlarla bir arada olunca bu maç için bir ayrıcalık yaptım. İzlemişken de akılda kalanları bloga not edeyim dedim.

Maçı 20. dakikada açabildiğim için öncesinde olanlar ile ilgili çok fikrim yok ama ben izlemeye başladıktan hemen sonra Milan Zlatan ile çok net bir pozisyondan yararlanamadı. Real Madrid iyi değildi ama yine de maç kaybedecek gibi bir görüntü vermiyorlardı. Buna rağmen Zlatan ilki kadar net olmasa da takımını öne geçirecek fırsatı bir kez daha yakaladı ama kötü bir vuruş yaptı. Ortada geçen oyunda ilk devre sona ermek üzereyken Di Maria’nın harika pasında Higuain Real Madrid’i 1-0 öne geçirdi ve devre de böyle bitti.

İkinci devre oyunun hakimi Real Madrid’di ve Milan rakip kaleye gitmekte zorlanıyordu. Hatta rakip kaleye gitmeye niyetleri yok gibiydi. Real Madrid sahasında rahatça top gezdirirken karşısında bir baskı görmüyordu ve bu durum tribünlerde de homurdanmaya yol açtı.

Ve 60. dakikada İnzaghi oyuna girdi, maçın da gidişatını değiştirdi. Ortada bir pozisyon falan yokken önce Pepe’nin ayağı kaydı ve topu Zlatan’a kaptırdı. Onun ortasında da Casillas fena yumurtladı ve Inzaghi klasikleşen boş kale gollerinden birini attı. Bu golden 5-6 dakika sonra bir kez daha sahneye çıktı ve Milan 10 dakika içinde kimse beklemiyorken öne geçmiş oldu. İkinci gol çok açık ofsayt, hakem nasıl kaçırdı anlamadım. Aslında Inzaghi savunmanın arkasına çok iyi hareketlendi ama pasın zamanlaması kötüydü.

Neticede Inzaghi kendisine çok yakışan iki golle Avrupa kupalarında en çok gol atan oyuncu oldu. Blogda mutlaka bahsetmişimdir, ben Inzaghi’yi zerre sevmem. Takım arkadaşı 5 kişi çalımlayıp buna boş kaleye gol attırır ama Inzaghi gol sonrası x bir finalde en güzel golünü atmış gibi sevinerek tribünlere koşar. Her şeye itiraz eder ve o yüzünün aldığı hal beni çıldırtır ama bunlara rağmen ona saygı duyuyorum. Topsuz oyunda mükemmel, nerede duracağını ondan iyi bilen bir oyuncu olduğunu sanmıyorum. Tekniği çok iyi değildir, toplara mükemmel vurur diyemezsiniz, hızıyla rakipleri paspas eder gibi bir durum da yoktur ama Inzaghi bir şekilde o topu kaleye sokuyor.

Milan öne geçtikten sonra bir İtalyan takımının nasıl zaman öldüreceğini bize en iyi şekilde gösterdi. Yerden kalkmadılar, kornerleri kullanmadılar ve Madrid’li futbolcuları çıldırttılar. İki takımı da sevmem ama Real Madrid-Mourinho birleşmesi onları bende rakipsiz hale getirdiği için dün o durumdan keyif aldım. Milan’ın kazanmasını istiyordum ama futbolun adaleti bu kez yerini buldu. 90+4’de Benzema’nın güzel pasında Pedro Leon vurdu, Abbiatı topu bacak arasından içeri aldı ve maç da berabere bitti.

Mesut iyi değildi, adını çok az duydum. Oyunda olduğu bile fark edilmiyordu. Ronaldo ise milyonların ondan nefret etmekte ne kadar haklı olduğunu yine gösterdi. Şu pozisyonda da kendini rezil etti.

Böylece Real Madrid gruptan çıkmayı garantiledi ve Mourinho da Real Madrid ile yenilmezlik serisini devam ettirdi. Açılışı yapmak için 28 Kasım’ı bekliyoruz.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Bursaspor 0-3 Manchester United


Manchester United Bursa’dan 3 puanı elini kolunu sallayarak aldı ve ülkesine döndü. Her ne kadar Bursaspor’un 1-2 pozisyonu varmış gibi gözükse de sahaya dengeli ve iyi bir kadro ile çıkan United, büyük bölümü çok sıkıcı geçen maç boyunca oyunun kontrolünü elinde tuttu, istediği gibi oynadı ve rahat bir maç kazandı. Sahanın herhangi bir yerinde bir boşluk olduğunda anında o bölgeyi değerlendirdiler. Bunun karşısında Bursaspor’lu futbolcuların tek yapabildiği ise topun peşinde koşmak oldu ki istatistiklerde de rakipten daha fazla koştukları görülüyor. Maçın adamı benim için Paul Scholes. Ona büyük bir hayranlık duyuyorum.

Bu görüntüyü Bursaspor’un tecrübesizliğine değil yetersizliğine bağlıyorum. Sorun tecrübeyse ortada bir Twente örneği var, onların da bu ligdeki ilk senesi. Tamam ülke futbolunun durumu da ortada ama ben Bursaspor’un çok büyük işler başarmasa da bu yaptığından biraz daha fazlasını yapabileceğini düşünüyordum. Yine 4 maçı gol atamadan kaybedebilirlerdi ama en azından oynadıkları 4 maçta 10’ar dakika da olsa futbol adına bir şeyler gösterebilirlerdi.

Bir ufak da dün gecenin güzelliklerinden biri olarak anlatılan Bursa tribünlerinden bahsetmek lazım. Manchester United maçında bile hala Ankaragücü tezahuratı yapabiliyor olmalarına güldüm, bari burada eksik kalsaydı. Tribünlerde ufak boşluklar olmasına ise anlam veremedim. Gerçi bilet fiyatları hakkında bilgim yok ama ne olursa olsun şu maç için elde bilet kalmış olması bana garip geliyor. Her şeyi geçtim, United’ı izlemek için ben bile bu Fenerbahçeli halimle İnönü’ye giderken adam şu maça gitmiyor.

Maç boyunca tribünler çok sessiz ve etkisizdi. Üçüncü gol geldikten hemen sonra ise tribünler hareketlendi. O ortamı maç berabereyken ya da tek farklı gerideyken bile yaratsalardı belki bir şeyleri değiştirebilirlerdi. Kimse kusura bakmasın ama bu yaptıkları ise bence mastürbasyondan başka bir şey değildi. Belki biraz da reklam.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Auxerre 0-1 Real Madrid

Şampiyonlar Ligi maçları sonrasında eskiden bloglarda sanki daha çok yazı olurdu. Maçları izlemek artık iyice zorlaştı, izlenmeyen maçların da yorumu haliyle olmuyor. Ben Auxerre-Real Madrid maçını izleyebildim, kısaca maçı not edeyim. Aman bir yanlış anlaşılma olmasın, tabii ki D-Smart almadım. Evinde olan bir arkadaşıma misafir oldum. Çok da güzel bir maç olmadı, belki de gecenin en tatsız maçıydı. Sadece bu maçın yayınında, diğer maçlarda gol oldukça o tarafa bağlanıyorlardı, aksi takdirde Auxerre-Real Madrid maçını herhalde 90 dakika izleyemezdim.

Jose Mourinho’nun kadro tercihi merak ediliyordu, bir tek Benzema’nın yerinin garanti olduğunu söylemişti. Sahaya çıkan 11’de bazı değişiklikler vardı, Carvalho yerine savunmanın göbeğine Ramos geçmiş, ondan boşalan yeri de Arbeloa doldurmuştu ama asıl değişiklik orta sahadaydı. Di Maria ve Mesut kulübedeydi. Muhtemelen maçın Fransa’da olması sebebiyle de Lass ve Benzema bu iki oyuncunun yerine oynuyordu. İlk devre top hakimiyeti Real Madrid’deydi ama kötü bir futbol sergilediler. Özellikle Ronaldo rezaletti. Bir iki pozisyon buldular ama bunlar da organize atakların sonucunda gelmemişti.

İkinci devre Mourinho’dan beklenen müdaheleler gelmeye başladı. Önce Benzema’nın yerine Mesut girdi ve Real Madrid klasik formatına döndü. Oyunun şekli biraz daha değişti ama Lass, Xabi ve Khedira’dan oluşan orta saha üretken olmak için yeterli değildi. Zaten ben Lass’a o kadar dakika nasıl dayandığını anlayamadım, belki 10’dan fazla saçma sapan top kaybı yapmıştır. Sarı kartı gördükten sonra üzerine 1-2 faul yapınca Mourinho da dayanamadı ve onun yerine Di Maria’yı alarak Carvalho haricinde ideal 11’e dönmüş oldu. Baskı iyice arttı, Auxerre tamamen kapandı. Golün öyle ya da böyle geleceği hissediliyordu. Gerçi ani bir Auxerre hücumunda Pepe neredeyse kendi kalesine çok şık bir kafa golü atıyordu ama top direkten döndü. Bu pozisyondan sanırım 3-5 dakika sonra da Mesut’un ceza sahasına gönderdiği topa Di Maria’nın yaptığı net vuruş Real Madrid’e galibiyeti getirdi. 86. Dakikada, oyunun bitmesine uzatmalarla beraber 10 dakika gibi bir süre varken Higuain yerine diğer Diarra oyuna girince, kuponum yatacak olmasına rağmen Real Madrid’in gol yemesini istedim ama Aykut’u cezalandıran futbol oyunu ne yazık ki Mourinho’yu cezalandırmadı.

Espanyol ve Levante maçları ile beraber Real Madrid’i Mourinho ile izlediğim üçüncü maç bu oldu ve yine beğenmedim. Takımın tüm saldırganlığı gitmiş gibime geldi. Dün özellikle Ronaldo tanınmayacak haldeydi, ayakta duramıyordu. Yaptığı olumlu bir şeyi hatırlamıyorum. Kaydı düştü, yanlış tercihler yaptı, hatalı paslar attı ve çok farklı dışarı giden şutları oldu. Suratından ruh halinin de pek iyi olmadığı anlaşılıyordu. Bu halleriyle Barcelona’yı Pellegrini kadar bile zorlayamayabilirler ama neticede bahsettiğimiz takım Real Madrid, başındaki adam da Jose Mourinho. Mutlaka çok şey değişecektir.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Bursaspor 0-4 Valencia CF

Bir sezonu daha tribünde her maç öncesi tüylerimi diken diken eden o Şampiyonlar Ligi müziğini televizyondan dinleyerek geçirmek zorunda olmak çok üzücü. Bu ligde yer almak gerçekten çok güzel bir şey. Bursaspor camiası da geçtiğimiz sezondan beri harika bir rüyayı yaşıyordu. Bu rüyayı en güzel ifade etme biçimleri ise ligin son maçlarından önce takım sahaya çıkarken çalan bu Şampiyonlar Ligi müziği olmuştu. Dün hayalini kurdukları anı yaşadılar ve o rüyadan uyandılar. Gerçek biraz sert bir tokat olarak yüzlerine çarptı. Bazı şeyler öyle dışarıdan gözüktüğü kadar kolay değil işte..

Yazdıklarımdan pek de üzgün olmadığım anlaşılmış olabilir. Üzülmedim ve üzülmüş gibi de davranamam. İçimden gelen bu, yapacak bir şey yok. Normalde Bursaspor camiasına karşı ekstra bir tavrım yoktu ama geçtiğimiz sezon içinde başlayan negatiflik, kazandıkları şampiyonluk sonrasında gördüklerim ile birleşince beni bu skordan memnun olur hale getirdi. Bunu sadece şampiyonluk mücadelesini kazandıkları için de hissediyor olabilirim, bilemiyorum ama sezon içinde de buna benzer bir şeyler yazmıştım. O zamanlar benim için tek sorun taraftarlarının tavrıydı ama sezon sonunda işin içine futbolcular ve yönetim de girdi. Taraftar bir yere kadar anlaşılabilir ama konu yöneticiler ve futbolcular olunca işler değişiyor. O büyük başarılarını hazmedemediler, sevinmesini bilemediler ve yakışıksız işlere girdiler. Dün Bursaspor'u desteklemeyi, duygusal olarak çok güçlü bir şekilde olmasa da en azından ülke puanımız iyice diplere doğru inerken mantığımla hareket ederek kazanmalarını dilemeyi isterdim ama yapamadım. Tabii ki çılgınlar gibi sevinmedim ama üzülemedim..

Maç hakkında ise yazacak fazla bir şey yok. Başından sonuna kadar tek taraflı bir mücadele oldu. 4-0 bitti ama çok daha fazlası da olabilirdi. Bu mağlubiyet tabii ki her şeyin sonu değil. Zaten mantık çerçevesinde konması gereken hedef grup üçüncülüğü olmalı. Bu açıdan bakınca 1 puan çok iyi bir kazanç olabilirdi ama yine de puansız dönmek ileride telafi edilebilir. Oynayacakları 5 büyük maç daha var.

14 Eylül 2010 Salı

Fantasy Football / Futbolun Şifreleri


Geldim ama biriken işler bana blog ile ilgilenecek zamanı pek bırakmıyor. Oysa basketboldaki başarıdan Süper Lig'e ve Fenerbahçe'ye kadar yazacak çok şey var. Futbolu bir yana bırakayım ama basketboldaki başarıyı takdir etmemek olmaz. Bu takım geçtiğimiz yıl da aynı dönemlerde bizi gururlandırmıştı. Onlar için o zamanlar "izlediğimiz en iyi milli takımlardan birisi, belki de en iyisi" demiştim, şimdi aynı şeyleri daha rahat söyleyebiliyorum. Hepsinin ellerine sağlık, bizi çok mutlu ettiler. Bir de şu para pul işlerine bu kadar girmeselerdi daha iyi olurdu ama neyse..

Asıl bloga el atma sebebim yine Fantasy Football. Lig başlamadan ufak bir ödül koyarız demiştim, sözümü tutayım. Benim sponsorlarım falan yok, kendi çapımda bir ödül vereceksem en mantıklı tercih yine kitap olur.

2007'de Fenerbahçe adına düzenlenen 100. Yıl Spor ve Bilim Kongresi organizasyonunu biz yapmıştık. Fikir beraber çalıştığımız bir profesör ile birlikte bizden çıkmıştı ve projeyi kulübe kabul ettirebildik. Kulüpten organizasyon adına fazla bir destek alamadık ama bu sayede konu ve konuşmacıları da daha özgürce seçebiliyorduk. Kongre sırasında öne çıkan Stefan Szymanski ve Simon Kuper isimleri de bizden çıkmıştı. Fena bir organizasyon olmamıştı, ben çok keyif almıştım.

Bu ikili, davetli konuşmacılar için seçtiğimiz Hilton'da tanışmışlar ve bu tanışıklık sonucunda da ortaya bu güzel eser çıkmış. Ben kesinlikle tavsiye ederim. Belki bazı bölümler aklınıza yatmayabilir ve mantıksız gelebilir ama şaşıracağınız istatistikler ve ilginç detaylar ile karşılaşacaksınız. Kitabın tanıtımını da kopyalayayım ve burada anonsunu yaptığımız ligimize de herkesi tekrar davet etmiş olayım.

****

Amerika neden uluslararası futbolda baskın değildir… Ve nasıl hâkim hale gelebilir?
Yeryüzündeki en iyi futbol ülkesi hangisidir?
En tutkulu taraftar kimindir? Futbolun intihar oranlarına etkisi nedir?
Hangi spor dünyada hâkimiyet sağlayacak? NFL mi, İngiliz Premier Ligi mi?
Futbol kulüplerini yönetenler neden bu kadar ahmak?

Bunlar futbol taraftarlarının sorduğu sorulardan bazıları. Futbolun Şifreleri bu sorulara cevap veriyor.

Bir ekonomistin beyni ve bir spor yazarının becerisiyle yazılan bu kitap gündelik futbol meseleleri için güçlü analitik araçlar kullanıyor, eldeki verilere her yönden bakıyor, dünyanın en sevilen oyunu hakkındaki mantığa aykırı gerçekleri gözler önüne seriyor. Bunlar üst üste konduğunda, futbola bakışımızı devrimsel bir biçimde değiştiriyor. Bu, oyunun uluslararası oynanma biçimini bile etkileyebilir.

“Bu kitap sadece matematiksel analizlerin toplandığı bir kitap değil. İddiaları oldukça iyi savunulmuş. Szymanski işini iyi bilen bir ekonomist ve Kuper da doğuştan muhalif. Klişelere gelemiyor. Kitap ayrıca, Brezilya’nın bir eli sakat bir kaleciyle nasıl Dünya Kupası’nı kazandığı ya da Manchester United’ın 2008 Şampiyonlar Ligi finalinde Chelsea’yi nasıl yendiği türünden ilginç, şahane hikayeler de içeriyor...”

10 Eylül 2010 Cuma

CL Fantasy Football 10/11


Tatildeyim, bilgisayardan da uzağım ama fantezi futbola bir ufak zaman ayırmasaydım rahat edemezdim.

Detaylardan daha önce burada bahsetmiştik, kurallara da aynı yerden ulaşılabilir.

Ligi geçen sezon pamukk kazanmıştı ama o zaman bir hediye yoktu. Bu sene her iki lig için de birer ufak hediye verilir, en güzeli de kitap olur. Bir şeyler düşünüp, lig başlamadan onu da söylerim.

Lig kodlarımız ise şöyle;

Classic: 49229-10199

Head to Head: 49229-10202


Herkesi bekleriz..

20 Ağustos 2010 Cuma

Bursaspor 0-3 Manchester United


Manchester United Bursa’dan 3 puanı elini kolunu sallayarak aldı ve ülkesine döndü. Her ne kadar Bursaspor’un 1-2 pozisyonu varmış gibi gözükse de sahaya dengeli ve iyi bir kadro ile çıkan United, büyük bölümü çok sıkıcı geçen maç boyunca oyunun kontrolünü elinde tuttu, istediği gibi oynadı ve rahat bir maç kazandı. Sahanın herhangi bir yerinde bir boşluk olduğunda anında o bölgeyi değerlendirdiler. Bunun karşısında Bursaspor’lu futbolcuların tek yapabildiği ise topun peşinde koşmak oldu ki istatistiklerde de rakipten daha fazla koştukları görülüyor. Maçın adamı benim için Paul Scholes. Ona büyük bir hayranlık duyuyorum.

Bu görüntüyü Bursaspor’un tecrübesizliğine değil yetersizliğine bağlıyorum. Sorun tecrübeyse ortada bir Twente örneği var, onların da bu ligdeki ilk senesi. Tamam ülke futbolunun durumu da ortada ama ben Bursaspor’un çok büyük işler başarmasa da bu yaptığından biraz daha fazlasını yapabileceğini düşünüyordum. Yine 4 maçı gol atamadan kaybedebilirlerdi ama en azından oynadıkları 4 maçta 10’ar dakika da olsa futbol adına bir şeyler gösterebilirlerdi.

Bir ufak da dün gecenin güzelliklerinden biri olarak anlatılan Bursa tribünlerinden bahsetmek lazım. Manchester United maçında bile hala Ankaragücü tezahuratı yapabiliyor olmalarına güldüm, bari burada eksik kalsaydı. Tribünlerde ufak boşluklar olmasına ise anlam veremedim. Gerçi bilet fiyatları hakkında bilgim yok ama ne olursa olsun şu maç için elde bilet kalmış olması bana garip geliyor. Her şeyi geçtim, United’ı izlemek için ben bile bu Fenerbahçeli halimle İnönü’ye giderken adam şu maça gitmiyor.

Maç boyunca tribünler çok sessiz ve etkisizdi. Üçüncü gol geldikten hemen sonra ise tribünler hareketlendi. O ortamı maç berabereyken ya da tek farklı gerideyken bile yaratsalardı belki bir şeyleri değiştirebilirlerdi. Kimse kusura bakmasın ama bu yaptıkları ise bence mastürbasyondan başka bir şey değildi. Belki biraz da reklam.

Auxerre 0-1 Real Madrid

Şampiyonlar Ligi maçları sonrasında eskiden bloglarda sanki daha çok yazı olurdu. Maçları izlemek artık iyice zorlaştı, izlenmeyen maçların da yorumu haliyle olmuyor. Ben Auxerre-Real Madrid maçını izleyebildim, kısaca maçı not edeyim. Aman bir yanlış anlaşılma olmasın, tabii ki D-Smart almadım. Evinde olan bir arkadaşıma misafir oldum. Çok da güzel bir maç olmadı, belki de gecenin en tatsız maçıydı. Sadece bu maçın yayınında, diğer maçlarda gol oldukça o tarafa bağlanıyorlardı, aksi takdirde Auxerre-Real Madrid maçını herhalde 90 dakika izleyemezdim.
.
Jose Mourinho’nun kadro tercihi merak ediliyordu, bir tek Benzema’nın yerinin garanti olduğunu söylemişti. Sahaya çıkan 11’de bazı değişiklikler vardı, Carvalho yerine savunmanın göbeğine Ramos geçmiş, ondan boşalan yeri de Arbeloa doldurmuştu ama asıl değişiklik orta sahadaydı. Di Maria ve Mesut kulübedeydi. Muhtemelen maçın Fransa’da olması sebebiyle de Lass ve Benzema bu iki oyuncunun yerine oynuyordu. İlk devre top hakimiyeti Real Madrid’deydi ama kötü bir futbol sergilediler. Özellikle Ronaldo rezaletti. Bir iki pozisyon buldular ama bunlar da organize atakların sonucunda gelmemişti.
.
.
İkinci devre Mourinho’dan beklenen müdaheleler gelmeye başladı. Önce Benzema’nın yerine Mesut girdi ve Real Madrid klasik formatına döndü. Oyunun şekli biraz daha değişti ama Lass, Xabi ve Khedira’dan oluşan orta saha ile üretken olmak için yeterli değildi. Zaten ben Lass’a o kadar dakika nasıl dayandığını anlayamadım, belki 10’dan fazla saçma sapan top kaybı yapmıştır. Sarı kartı gördükten sonra üzerine 1-2 faul yapınca Mourinho da dayanamadı ve onun yerine Di Maria’yı alarak Carvalho haricinde ideal 11’e dönmüş oldu. Oyunun gidişatını asıl etkileyen değişiklik de bu oldu. Baskı iyice arttı, Auxerre tamamen kapandı. Golün öyle ya da böyle geleceği hissediliyordu. Gerçi ani bir Auxerre hücumunda Pepe neredeyse kendi kalesine çok şık bir kafa golü atıyordu ama top direkten döndü. Bu pozisyondan sanırım 3-5 dakika sonra da Mesut’un ceza sahasına gönderdiği topa Di Maria’nın yaptığı net vuruş Real Madrid’e galibiyeti getirdi. 86. Dakikada, oyunun bitmesine uzatmalarla beraber 10 dakika gibi bir süre varken Higuain yerine diğer Diarra oyuna girince, kuponum yatacak olmasına rağmen Real Madrid’in gol yemesini istedim ama Aykut’u cezalandıran futbol oyunu ne yazık ki Mourinho’yu cezalandırmadı.
.
Espanyol ve Levante maçları ile beraber Real Madrid’i Mourinho ile izlediğim üçüncü maç bu oldu ve yine beğenmedim. Takımın tüm saldırganlığı gitmiş gibime geldi. Dün özellikle Ronaldo tanınmayacak haldeydi, ayakta duramıyordu. Yaptığı olumlu bir şeyi hatırlamıyorum. Kaydı düştü, yanlış tercihler yaptı, hatalı paslar attı ve çok farklı dışarı giden şutları oldu. Suratından ruh halinin de pek iyi olmadığı anlaşılıyordu. Bu halleriyle Barcelona’yı Pellegrini kadar bile zorlayamayabilirler ama neticede bahsettiğimiz takım Real Madrid, başındaki adam da Jose Mourinho. Mutlaka çok şey değişecektir.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 0-1 BSC Young Boys


Önce hemen şunu söyleyeyim, Young Boys tahmin ettiğimiz kadar kötü bir takım değildi. Ben de dahil birçok kişiyi yanılttı. Fenerbahçe’ye göre çok daha takım ve çok daha hazır olan taraf iki maçın sonunda hak ederek turu atladı.

Aralık gibi 5-6 aylığına yok olacağım. Bu yüzden bu sezon kombine almadım ve iyi ki de almamışım. Daha ilk maçın ilk yarım saati dolmadan çevremdekilerle kavga edecek duruma gelmiştim. Stadda gergin, çirkin ve çok zor bir ortam var. Fenerbahçe’nin ilk iki maçını boş tribünler önünde oynayacak olması bu kez avantaj olacak.

Saha içi ile ilgili söyleyecek fazla bir şey yok, iki maçta da yetersiz bir takım gördük. Ben saha içi sorunların aşılacağına, eksiklerin ve transferlerin takıma katılmasıyla iki maçtır gördüğümüzden çok farklı bir Fenerbahçe izleyeceğimize inanıyorum. Bu takımın iyi bir iskeleti vardı, takviyeler yapıldı ve daha da yapılacak ama henüz Aykut Kocaman’ın katabildiği bir artı yok. Oysa yeni bir teknik direktör geldiğinde işler kötü gitse de sahada o teknik direktöre ait farklı bir şeyler görülür. Mesela en kötü hatırlanacak takımlardan biri olan Aragones’in takımında bile en azından değişik duran top organizasyonları görürdük. Daum’un takımı çok koşardı, Parreira’nın takımı sabırlı oynardı ya da ne bileyim, Zeman’ın 4-3-3’ü vardı. Ama Aykut Kocaman’ın takımında henüz ona ait bir şey göremiyoruz. Sistem değişikliğinden bahsetmiyorum, geçen sezon izlediğimiz futbolda ciddi değişiklikler olması gerektiğini de söylemiyorum ama en azından “Aykut ile şurada şu olmaya başladı” gibi bir cümle kurabilmeliydik. Her şeye rağmen bunu da çok kötü geçen, takımın yarısının yer almadığı hazırlık kampına bağlıyorum ve saha içindeki sorunların düzeleceğine dair umudumu devam ettirebiliyorum.

Sahanın dışında olanlar canımı çok daha fazla sıkıyor. Dün eve geldiğimde yine çok üzgün ve bitik durumda değildim. Niye? Çünkü dünün birebir aynısını daha önce yaşamıştım. Mesela Trabzonspor maçı sonucundan da Denizli deplasmanına kıyasla çok daha az etkilenmiştim. Çünkü ne de olsa daha önce de son maçta şampiyonluk kaybetmiştim. Bir sonraki sezon başına transferler yetişmeyince yine çok zayıf bir kadroyla oynamak durumunda kalıp Kiev’e elenmiştik ve o eşleşmenin ikinci maçı biter bitmez dün olduğu gibi Saraçoğlu’nda yine “yönetim istifa” sesleri duymuştum. O sezonun 14 Şubat’ında Alex Kadıköy’de yuhalanmıştı. Kim bilir, dün devrede oyundan alınan Alex belki de bu sezonun ilerleyen haftalarında yine yuhalanır.
.
Fenerbahçe o sezon şampiyon olmuştu ve bir sonraki sezonda da tarihinin en büyük Avrupa başarısına imza atmıştı. Yine aynı şeyleri görür müyüz? Olabilir, bu mümkün. Fenerbahçe 2006-2007 sezonu başlarken bugün olduğundan daha iyi durumda değildi. Peki aynı başarıları yaşandıktan sonra yine aynı hataların tekrarlanma ve aynı kötü günlerin tekrar yaşanma ihtimali nedir? Oldukça fazla.

Canımı sıkan da tam olarak bu işte, Şampiyonlar Ligi’ne veda etmek ya da an itibariyle sahada iyi bir takım izleyememek değil. Fenerbahçe bu sezon şampiyon olsa ve seneye Şampiyonlar Ligi’nde büyük başarılara imza atsa da bu değişmeyecek. Hep aynı şeyler oluyor, geçmişte birçok hatadan ders alınmasına rağmen iş saha içine gelince bu olmuyor.

Bugün forvet transferi açıklanabilir, hatta yarın da Güiza gönderilip yerine çok iyi bir stoper alınabilir. Fenerbahçe iyi bir takım haline gelip çok başarılı olabilir ama Young Boys ile bir daha oynayama şansı olmayacak. Şampiyonlar Ligi’ne katılma umudum zaten fazla değildi, mevzu da orada olamamak değil işte. Mevzu bu takımın forvet transferi yapacağı en az 8 aydır çok net bir şekilde belli olmasına rağmen, normal şartlarda lig bittikten sonra 1-2 hafta içinde o transferin açıklanması gerekirken hala ortada bir şey olmaması. Fenerbahçe’nin elenmesini tek bir forvet transferine bağlamıyorum, yanlış anlaşılmasın. Forvet sadece bu başarısızlığın sebebi olan zihniyetin, bahsettiğimiz hataların etiketi oluyor.

Zor bir sezon olacak, camia daha çok başında fokur fokur kaynamaya başladı. Fenerbahçe bu zorlukları aşıp da başarılı olursa keyfi çok daha büyük olacak. Daha önce bunu yaşadık, biliyorum. Ama aynı şeyleri sürekli yaşamaya, bu garip döngüye daha ne kadar devam edeceğiz, işte bunu bilemiyorum ve çok daralıyorum.

29 Temmuz 2010 Perşembe

BSC Young Boys 2-2 Fenerbahçe

Geceden Fenerbahçe adına söyleyebilecek güzel şeyler fazla değil. Stoch, Volkan ve atılan gollerin güzel organizasyonlar sonucunda gelmesi haricinde başka bir şeyden mutlu olamıyorum ama anlamsız bir karamsarlık içine de girmiş değilim. Fenerbahçe hem eksik ve sakat oyuncuların fazla olması hem de transferlerin geçe kalması sebebiyle iyi bir hazırlık dönemi geçiremedi. Dün izlediğimiz takımın belki de yarısı bu takımın ideal 11’inde olmayacak ama artık hızlanmak gerekiyor. Bu eleme maçları dışında Fenerbahçe’nin lig fikstürü de zorlu başlıyor ve camianın gergin durumu da malum. Fenerbahçe ve Aykut Kocaman’ın yapacağı kötü bir başlangıç akbabaları iyice saldırganlaştıracaktır.

Bahis meraklısı bir arkadaşım maçtan önce “ben bu takımın maçını ne zaman görsem düşünmeden üst oynarım” dediğinde, eksik ve sorunlu Fenerbahçe savunması için çok zor bir maç olacağını düşünmüş ve biraz ürkmeye başlamıştım. Young Boys gerçekten değişik bir takımmış, etkileyici bir futbol izlettiler. Sürekli hızlı ve kalabalık bir şekilde ileri oynamayı düşünüyorlardı. Sahadaki tek taraflı oyunun sebebi Young Boys’un beklenenden iyi bir takım olması mıydı yoksa Fenerbahçe’nin mi beklenenden kötü oynamasıydı emin değilim. Her ne kadar bizim olmadığımız Dünya Kupası’na giden İsviçre’de şampiyonluğu son maçta kaçırmış bir takım olsalar da Fenerbahçe ile aynı kefeye koymak olmaz.

Fenerbahçe için ilk devre sıkıntılı geçti ama skor olarak iyi bitti. Young Boys gol yemeyi önemsemez bir anlayışla çok saldırgan bir futbol oynuyordu. Bazen halı saha maçı izliyormuş gibi hissettim ve Fenerbahçe de bu kontrolsüz futbolu iki kez cezalandırabildi. İkinci devre ise bir kişi eksik kalmasına rağmen daha derli toplu bir futbol izledik. Fenerbahçe iyice kapandı ve son bölüme kadar rakibede fazla pozisyon vermedi ama bu kez de hiç hücum edemedi. Son 10 dakikada yorgunluğun da etkisiyle kalesinde çok ciddi tehlikeler yaşadı. Fenerbahçe bu maçın genelinde şanslı olmasaydı kalesinde en az 4-5 gol görebilirdi ama eksik kalmasaydı da rakip kaleye en az 1-2 gol daha atabilirdi.
.

Ben de Bilica’ya kafayı takmış olanlardanım ve burada da birkaç kez forvetten sonra öncelikli transfer tercihimin savunma olduğunu söylemiştim. Bir forvetin geleceği kesin ama bence bir de stoper almak ve Bilica’yı rotasyon oyuncusu haline getirmek gerekiyor. İyi performans verdiği oluyor ama tam bir saatli bomba, ne yapacağı hiç belli değil. Deivid’in Fenerbahçe’ye verebilecek bir şeyi kalmadığını düşünüyorum, ne yazık ki ondan umudumu kestim. Çok ince hesaplara girmeden gönderip açılacak kontenjan bir savunma oyuncusu ile doldurulursa çok iyi olur ama bunun için de fazla zaman kalmadı. Bir de Andre Santos gerçekten çok kilo almış, fizik olarak biraz kendini toparlamazsa Fenerbahçe sol kanadı Young Boys karşısında yaşadığı sıkıntıları sezon içinde de yaşayabilir.

Kazım’a gerçekten inanamıyorum, adam ilk maçında yine atıldı ki zaten karta kadar da Önder’i sürekli yalnız bırakıyordu, hiç adam kovalamıyordu. Gördüğü ikinci kart biraz ağır olabilir ama ne olursa olsun ilk maçında böyle bir riski nasıl alır aklım ermiyor. Normal bir insan hareketlerine ekstra dikkat eder ama işte bazı şeyleri değiştiremek çok zor. Mesela zeka seviyesi. Kazım bunların hiçbirini düşünemiyor, kafası o yönde çalışmıyor. Kendine yazık ediyor.

Yazıyı pozitif bitirelim. Stoch beni çok etkiledi ve heyecanlandırdı. Çok faydalı işler yapıyor. Attığı gol çok şık ama ilk goldeki alan boşaltan koşusunu da es geçmemek lazım. Driplingi, mücadelesi, hızı ile uzun zamandır taraftarların istediği tip bir oyuncu. Aynı zamanda da çok sempatik, attığı golden sonra çok içten sevindi. Maçta sonra Kadıköy’deki maç ile ilgili gelen soruya cevap verirken bile heyecanlandığı belli oluyordu. Stoch birçok kişinin umduğundan çok daha büyük işler yapabilir. Tribünler de onu çok sevecek.
.
Neticede şansının da yardımıyla hak ettiğinden çok daha iyi bir skor aldı. Futbol benim de canımı sıktı ama biraz sakin olmak lazım. Bu takım geçen sezon şampiyonluğu son maça kadar kovaladı ve bu sezon da o takımın iskeletini koruyarak üzerine önemli takviyeler yaptı. Hele takım iyice bir şekillensin, çok önemli eksikler dönsün ve şu forvet her kim olacaksa gelsin, sonra daha sağlıklı yorumlar yaparız.
.
.
Not: Formalar bence sahada mükemmel gözüküyordu, çok beğendim.