30 Eylül 2009 Çarşamba

Alaçatı finale

Artık bitiriyoruz dedik, bitirelim madem...

Windsurf
Tabi bu resimdeki ben değilim. Ve tabi eylül ortasına kadar da board'un üstüne çıkmadım. Normal olarak. Ve fakat ondan sonra az çok kıvırdım diyebilirim. Haziranda başlasaydım peheey diyebilmek için bilinçaltım beni durdurmuş olabilir bu vakte kadar. Bakalım gelsin seneye jibe atmalar, 7 metrekare yelkenler. Dün 5.0'la çıktım bu arada boru değil :) Efendim kalkıp da heralde sadece rüzgarın sesi ve sen filan gibi cümleler kasmaya gerek yok, sörf işte, Rüştü'den bağımsız. Güzel bişey yani ne bileyim, daha iyi yapınca daha da zevkli oluyor sanırsam. Rüzgar sörfünün -artık herkes biliyor zaten- Alaçatı'dan ala mekanı yok Türkiye'de, Datça filan zordur yani öğrenmek için (bak bak gitmiş de denemiş gibi). Evet baba, yavaş yavaş board'un küçülecek, yelkenin büyüyecek, kilometre işi yani ne diyim ben sana. Yaparsın yaparsın :))



Sakız
Karşı tarafta malum Sakız Adası var. Kios diyor yerliler, onu Xhios diye mi ne yazıyorlar. Biz Sakız demişik, sakız ağacının yeri yurdu olması bakımından, yunancada sakız mastika bu arada, hani Trakya'nın ooOo mastika mastika'sı, sakızla tatlandırılmış bir çeşit uzo zaten, Bulgar mastikası daha bizim rakı gibi. Çeşme'de de var bu ağaçlardan, çok az kalmış ama var. Falım firması bu işe el atmış, arttırmaya çalışmakta sayılarını. Hakikaten de ağaçtan damladığı için damla sakızı dediğimiz bu reçineyle tatlandırılan sütlü tatlılar (özellikle de muhallebi), kurabiyeler, Türk kahvesi, Votka filan çok acayip başarılı. Reçeline ceviz batırıp yiyerek yoldan çıkar insan filan. Yalnız asıl bomba sakız likörü (buna mı diyorlar mastika diye merak ettim ama likörü başka mastika, uzosu başka mastika). Burgaz firmasının yaptığı versiyonla avunmak pek mümkün değil ama. Kaçak gelen Yunan versiyonunu buldun mu zaten anlıyorsun vaziyeti. Yakalayan şişe şişe alsın alabiliyorsa. Daha ötesinde birşey içmedim hayatımda. Bak ben diyorum bunu, yok diyorum... (Runner up: kumru, o da çok böyle efsane birşeydir pek çokları için, lakin bana çok süper birşey ifade etmiyor, tosttan hallice. Peki niye yazdım buraya. E çünkü kralı burada yenir, tamam Alaçatı değil ama Çeşme'de. Çok hastaları olduğundan yazmadan edemedim)

Toparlarsam, birkaç temel öğe fevkalade mazhar eyledi şu gönlümü. Basitleştir, hareket et, arkada güzel müzik çalsın. Hadi basitleştirme konusunda zaten bir diplomam vardır benim de, hareket etme konusunda senelerce sınıfta kalmış bir insan olarak ilaç gibi bir yaz geçirdim. Verdiğim 8-10 kilo da bundan zaten. Normal hareket repertuarıma badmington, surf gibi şeyler eklerken, çalışırken g.tümün üstüne oturamamam da isabetli oldu ziyadesiyle. Yüzdüm de tabi ama, hayat boyu antrenman yaparcasına yüzmekten hazzetmediğim için denizle olan ilişkimin asıl güzel tarafı deniz buz gibi olduğu zamanlarda girip şoklanmak oldu. Acayip birşey çok tavsiye ederim, Ali Şen'in bildiği birşey var bu konuda kesinlikle. Ve son olarak bol bol güzel müzikler dinledim, normalde dinlediğimden çok daha fazla. Bir de öyle bir görüntünün fonundaydı ki heralde daha da güzel geldi dinlediğim herşey.

İşte böyle dostlar. Bloga döndüm dönmesine de daha futbol yazmak için erken galiba. Zaten Arkhe diyor denilecek ne varsa. Dayanamayıp da yazana kadar zorlamam kendimi bu konuda. Çok da ölüp bittiğin sanmıyorum kimsenin aman yaz diye. Yoksa öyle misiniz lan? Neyse, belki yemek yazarım biraz daha. Eğlenceli oluyor sizi münasebetsiz zamanlarda acıktırmak.

Şampiyonlar Ligi'nde Salı

Dün evde olsaydım Star benden çok küfür yerdi. Katılmak zorunda olduğum bir rakı-balık organizasyonu vardı (hiç de sevmem zaten), ekranda maç olmayınca ben de bir şey kaçırmamış oldum ama bu Star'ın yaptığının eşşeklik olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bildiğim kadarıyla UEFA kurallarına göre her maç günü bir maç açık kanaldan şifresiz verilmek zorunda, yanılıyorsam düzeltin. Biraz bakındım ama bulamadım, bir ara daha derin araştıracağım ama eğer böyleyse Star nasıl kendi kafasına göre iş yapabiliyor anlamıyorum. Buna bir ses çıkarmak, en azından UEFA'ya tepkiyi iletmek lazım.
.
Özetleri de sabah ezanı ile versinler, dün çok erken verdiler. Neyse biz o özetlerden gördüğümüz kadarıyla maç notlarını düşelim.
.
E Grubu
Fiorentina 2–0 Liverpool
Debreceni 0–4 Olympique Lyon
.
Liverpool'un net mağlubiyeti beni şaşırttı, iki gol de Jovetic'den geldi. Açıkçası en azından bir beraberlikle döneceklerini düşünüyordum. Fiorentina iki kez Debreceni ile oynayacak ve bu maçlardan 6 puan çıkartırsa öne fırlayacak. Liverpool-Lyon maçları grubun kaderini belirleyecek gibi gözüküyor. Liverpool'un gruptan çıkacağına inanıyorum ama Lyon'un alacağı ekstra puanlar işi çok zorlaştırabilir.
.
F Grubu
Rubin Kazan 1–1 Internazionale
Barcelona 2–0 Dinamo Kiev

Klasik bir Barcelona maçı olmuş, topa sahip olmada 69-31, kaleyi bulan şutlarda da 11-0'lık bir ev sahibi üstünlüğü var. İlk gol Messi'den geldi, Pedro'nun attığı ikinci gol de çok şık. Inter ise ikinci maçında da kazanamadı. Maçın başında yenik duruma düşmüşler, beraberlik golü ise Stankovic'den gelmiş. Balotelli kırmızı kart görünce son yarım saat 10 kişi oynamışlar, belki de beraberliğe şükretmeleri lazım.

G Grubu
Unirea Urziceni 1–1 Vfb Stuttgart
G. Rangers 1–4 Sevilla
.
Sevilla bu sonuçla gruptan lider çıkacağını göstermiş oldu. Tüm goller ikinci yarıda atılmış. Luis Fabiano ve Kanoute etkileyici bir hücum ikilisi. Dün de büyük işler yaptılar, ikisi de maçı bir gol bir asist ile tamamladı. Diğer maçta ise henüz 5. dakikada Serdar Taşçı'nın golüyle öne geçen Stuttgart ikindi devrenin başında gelen gole engel olamadı. Varga'nın attığı gol harika.
.
H Grubu
Arsenal 2–0 Olympiakos
AZ Alkmaar 1–1 Standard Liege
.
Arsenal golleri son 15 dakikada buldu ama o dakikaya kadar pozisyon bulmakta pek sıkıntı çekmemiş. Özetleri izlerken kaleci Nikopolidis'in haline acıdım, adam bir ara sersem gibiydi. İnanılmaz bir Arsenal baskısı ve üst üste gelen pozisyonlardan gol çıkmayınca devre golsüz bitti. İkinci devre Olympiakos 1-2 yan topla cılız tehlikeler yaratmış o kadar. Arsenal ise hak ettiği golü 78'de Eduardo'nun asisti sonrası Van Persie ile buldu. Arshavin'in attığı gol klas ama ofsayt.
.
Standard Liege Arsenal'i beklemediğimiz kadar çok zorlamış ama puan alamamıştı. Alkmaar karşısında bulduğu son dakika golüyle ilk puanını aldı. AZ Alkmaar'ın bu gruptan çıkacak 2. takım olacağını düşünüyordum ama artık işleri çok zor.

29 Eylül 2009 Salı

Alaçatı'da koca bir yaz II

Neden hayatımın en güzel yazı oldu 2009 diyordum...

Deniz börülcesi
Demeti 40 kuruş, hadi 50 yabancıysan. Haşlayıp, süzüp, soğuduktan sonra 2 dk.da temizleyip zeytinyağı, limon, az jilet sarımsakla, tuzla bitirirsin. Soğuk yenir. Bir kişiye bir demet yeter. Minimum 2 duble içtirir. Aslında bana gene de yetmedi ama daha önce hiç bu kadar bol yeme fırsatı bulamamıştım. (Runner up: Roka. Sanki bedava. Her yerde size sorulmadan masaya bol roka konması harika. Burada roka da roka yani ha)

Köpeğime özgürlük
Mina isimli siyah labradorum hayatında ilk kez bu kadar dışarıda kaldı, bu kadar oynadı, denize girdi. En önemlisi kendisini hiç dışarı çıkarmadım. Zaten dışarıdaydı, açıktı, özgürdü, dilediği zaman dilediği yerde (nereye yapmayacağını bilerek elbet) bıraktı doğal atığını. 13 seneyi apartman köşelerinde geçirmiş bir köpeğe sorabilseniz daha ne isterdi ki...

NO TV
Yerine göre günde 16 saat televizyona maruz kalan biri olarak gururla söylüyorum ki haziran 3'ten bugüne izlediğim televizyon miktarı da anca 16 saattir (maçları çıkarırsan tabi). Benim adım Şen Şef, ben bir telekoliktim (-Merhaba Şef). Tamam film, dizi seyrettim dvd'den biraz ama çok az çok, normaline göre piii... Sonrası değil tabi ama geçirdiğim ilk 3 hafta Fight Club'da Edward Norton'un ilk kafayı yiyip terkedilmiş evde yaşamaya başladığı dönem gibiydi. Bir süre sonra televizyonu özlemiyor insan. Ama ilk haftalar acayipti. Çarşıda bi dükkanın önünden geçerken bir ekran görüp içeriği farketmeden görüntüye takılıp kaldığım oluyordu resmen. Sonra unuttum gitti, seyretme fırsatım olan zamanlarda cnbce sitcomlarından yakalamak isterdim, heyhat o da olmadı.

Hava/Ses/Görüntü Temizliği
Hani 1-2 hafta tatile gidip arınıyor ya insanlar şehir kirliliğinden, hah, onu al 8-10'la çarp. Bir aydır buradayken Ilıca'da kalmaya gittiğimde gece ortamın ışığı ve gürültüsünü ne kadar farkettiğimi anladığımda şaşırmıştım. Ilıca! Havada kömür, çöp, sinek ilacı, egsoz, kulağımda tek korna sesi olmadan geçen 4 ay... Önümde deniz, yanımda rüzgar, sağımdan güneş batar, solumdan ay yükselir... Peh. Kalkıp buradan 4-1-3-2, kontrollü oyun filan diye başlayan cümle mi kurabilirdim şimdi ben e dostlar?

Midye Dolma
İstanbul'da çocukluğumdan beri yemiyorum. Bodrum, Çeşme'de kaçırmam. En minik, en tazesinden yüzlerce yerim, yedim. Daha da yerdim de buradaki görevlerim bakımından yakışıksız olabilirdi. İzmir'in midyesi en iyidir, dolmasını ise muhakkak Mardinliler yapacak. Niye? Öyle.

Bendeki Scooter aşkı
Arizona yıllarımda yaptığım en akıllı hareket 50'lik bir Honda Ruckus almak olmuştu. Ama İstanbul'da binemiyorum. Tabi ki binerim de akıllı bir hareket değil bana göre. Özleyip duruyordum. Eski, plakasız, ruhsatsız ama hakiki Japon malı bir Honda Vision aldık yaz başı. 4360 km.lerdeydi. 2000 kilometre de biz koyduk üstüne 4 ayda. İki kere piston değişti, 2-3 kere karbüratöründeki toz toprak temizlendi ama Land Rover'ların, Saab'lar, Honda'ların kaldığı yerde bir gece bile beni dağdaki çakalların önünde koymadı. Aslanım benim. Adı da Metin. Hö? Motorun yanında Honda, biraz altında Vision ve onun dibinde Met-in yazıyor. Bu da Kara Metin. Neyse atlamak istemediğim şudur, ilk hafta filandı, her yere, herkese yabancıydım, yalnızdım.Ücra denebilecek bir yerdeydim. 4 km toprak yoldan sonra asfalta çıkılıyor, 1 km daha öteden de yerleşim başlıyordu. Burada ne yapacağım kalacağım, nasıl yaşayacağım tam belli değildi. Akşam oluyordu, karnım acıkmaya başlamıştı. Yolluk bir kafa yapıp yola çıktım. Karşımda denizin arkasındaki tepelerin ardından güneş batmakta idi, kendim virajı almış aşağı meyille hızlanmaktayken birden sağımdaki güneşten kızarmış sazların üzerine vuran gölgemi gördüm. Önce kamburumu düzelttim :) Sonra mı, mutlu oldum. İyi ki buradayım dedim. Eğer son nefes verilirken harbiden film şeridi olayı olacaksa, iyi bir şarkıyla slow-motion yapsınlar o sahneyi.

Gece
Herkes geceden başka türlü beslenir. Benim dimağım genelde geceleri açılır. Beynim daha çok dopamin, seratonin, adrenalin vb. üretir. O bakımdan uyuyarak filan heba etmeyi sevmem pek geceyi. Burada tabi biraz dengem bozuldu ilk başlarda, sabah uyandım, gece uyudum filan. Sonra bir gece çakırkeyf dönmekteydim köyden motorla ki ayışığı kamaştırdı gözümü. Öyle gerçek bir karanlık var ki burada dolunay varken ışıkları kapatıp yola devam edebilirsiniz, öyle gerçek bir karanlık var ki burada ay yokken yıldızlara bakarken başınız dönebilir. Bir de ayıptır söylemesi bizim mekanda bir mehtap oluyor dolunay vakti, bütün koyu dolduruyor ayaklarının altında... Genel olarak yaz boyu hep gece bir ara uyudum, aylardır sabahı çıkarmadım oturarak. Benim adım Şen Şef, ben iflah olmaz bir bir sabahlayıcıydım. Aslında burada yazdığım tüm noktaların bunda payı var ama şehirde yaşarken atladığımız birşey var. O da asla gerçek bir karanlık ortamda olmuyoruz. Bazen elektrikler kesilince odada birisi OH çeker. Bu bundandır. Perde, panjur filan demeyin sakın, ondan bahsetmiyorum. Akşam olurken farketmekten bahsediyorum karanlığı. Romantiklikle filan da alakası yok pisleştirmeyin beni :) Sadece ışığın bile bir stimülan olduğunu hatırlayın. Onun dengeli bir şekilde yok olması da aslında temel bir ihtiyaç.
Yarın bitiriyoruz...

28 Eylül 2009 Pazartesi

Artık 44 Lira


Bu sene zam yapılmamalıydı. Güçlü, dirençli ve seviyeli bir protesto ile bir şeylerin değişebileceğine inanıyordum ve bu da oldu. Kale arkası biletleri tekrar 44 TL.

Taraftarın sesini dinlediği için yönetime teşekkür etmeli ama daha fazlası gerekiyor. En azından bir tribün, mesela Migros ya da iki kale arkasının alt katları için daha da düşük bir fiyat belirlenmeli. Bence 33 TL uygun bir fiyat olur. O tribünlerin taraftara, bir çok insanın da o tribünlere ihtiyacı var. Güzel bir adım atıldı, bir ufak adım daha atılırsa harika olacak.

Kulübe


+ Emre, Özer, Bekir, Deniz ve hatta Abdülkadir.
.
E hiç fena değil..

Antalyaspor 1-2 Fenerbahçe

Maç sonrası alkol hevesine yenik düşünce yazıyı yazamadık. Yoğun geçen Pazartesi de maç yazısını bu saatlere sarkıttı. Ben bakamıyorken blogda meğer neler olmuş. Şen Şef dönmüş, bize bir ufak sitem de etmiş. Haksız sayılmaz aslında ama isabet oldu. Onu da biraz dürtüp harekete geçirmiş olduk. Bloga yazmaya başlasında ben banner’a çıplak fotoğrafımı da koyarım, fark etmez.. :)

Fenerbahçe maça iyi başladı, en azından kazanma isteğini net olarak görüyorduk. Başta Alex olmak üzere bütün takım hep ileri oynamak istiyordu, golün geçe kalmadan geleceği çok belliydi ve öyle de oldu. Öne geçtikten sonra farkı ikiye çıkaracak pozisyonlar da bulundu ama Gökhan’ın kısa süreli uykusu ve Zitouni’nin güzel kafası ile kaleye gitmeyi pek düşünmeyen Antalyaspor beraberliği yakaladı.

Antalyaspor maç boyunca çok kötüydü, futbol oynamak adına hiçbir şey yapmadılar. Sadece sık sık taktik faullere başvurdular. Maç sonunda durum nasıldı bilmiyorum ama 75. dakikada Fenerbahçe’nin 6 faulüne karşılık Antalyaspor 18 faul yapmıştı.Orta sahayı geçmeye pek niyetleri yoktu, kendini en çok hırpalayan isim kulübedeki Mehmet Özdilek’di. Fenerbahçe iyi oynamıyor gibi gözükse de rahatça maçı farklı kazanabilecek pozisyonlar buldu.
İkinci devre de Fenerbahçe pozisyon bulmaya devam etti, kötü oynayan bir takım nasıl bu kadar pozisyon buluyor diye eleştirenlerin bunu da düşünmesi lazım. Aslında cevap belli, Süper Lig kalitesiz. Son dakikada gelen komik gol de bunun göstergesi ama yine de Fenerbahçe’ye yöneltilen eleştiriler bana biraz abartılı geliyor. Emre’nin yokluğunda o ilk haftalardaki pas trafiğinin biraz bozulması da temponun düşmesi de normal ama zaten Fenerbahçe’den bu oyuncu yapısıyla yüksek tempo beklemek de mantıklı değil. Fenerbahçe budur, bütün maç tempolu oynamaz, istese de oynayamaz. Sadece dönem dönem tempoyu arttırabilir ama yürüyerek oynasa da bir şekilde pozisyon bulur, az pozisyon verir. Bu takımdan bir Barcelona çıkmasını beklememek lazım..

Gökhan Gönül’de anlamsız bir sinir ve ciddi bir konsantrasyon bozukluğu var, yenen gol onun hatasından geldi. Bir de bozduğu ama yan hakemin kaçırdığı bir ofsayt pozisyonu var, acil toparlanmalı. Kazım özellikle ilk devre çok etkiliydi, onu yuhalayanların bu adamın niye deplasmanlarda daha iyi oynadığını bir düşünmesi lazım. Alex’e ayrı bir paragraf açmak gerekir ama aynı şeyleri tekrarlıyor olacağım. Onun sanatını izlemek yine çok güzeldi.

Wederson’u beğeniyorum, Carlos’u da kimsenin aradığını da sanmıyorum. Bilica ise her gün daha iyi oluyor, son iki maçtır mükemmel oynuyor. Mehmet Topuz silikti, hiç sorumluluk almadı ama Cristian onun adına da önemli işler yaptı. Güiza’ya ise ilk defa küfür ettim, sonunda benim de sabrımı taşırdı. Alex’in muhteşem pası boşa gittiği için de ekstra sinirlenmiş de olabilirim, bilemiyorum. Haline de üzülüyorum, son dakika golünden sonra verdiği görüntü hiç iyi değildi. Çok bitik ve üzgün bir hali var. 1-2 maç dinlendirilmesinin şart olduğu tek isim bence Güiza. Santos da kötüydü, aslında geldiği günden çok da farklı oynamıyor ama gol atamadıkça göze batmaya başladı. Yine de oynamaya devam etmesi gerektiğini düşünüyorum, buradaki futbola alışması en zor isim o..
.
Galatasaray bu hafta ilk puanlarını kaybetti, Fenerbahçe maçını bile bu kadar geç yazmışken bir de Galatasaray maçını yazmayacağım ama aklımdan geçen ufak şeyleri söyleyeyim. Ayhan’ın yokluğu ile birlikte takımda aksaklıklar başladı, bu “yıldızlar karmasının” bir oyuncuya bu kadar bağımlı olması üzerine düşünmek lazım. Keita, Elano, Baros gibi transferli alkışlarken sıkıntılı mevkinin alternatiflerinden Linderoth’un bu takımdaki varlığını da sorgulamak gerekiyor. Önümüzdeki haftalarda daha fazla sakatlık problemleri yaşayabileceklerini de düşünüyorum, kadroda bu potansiyeli olan oyuncu sayısı çok fazla. Ön alanda sorun olmasa bile savunma ve orta saha sıkıntı verebilir. Bu puan kaybıyla stres yükünü eleştirilen Fenerbahçe’den alan da Galatasaray oldu. Daha az deplasman oynamalarına rağmen gerideler ve derbiye böyle bir puan farkıyla gelmeleri halinde, 5 puan geride kalma riskinin getireceği ekstra yükü de omuzlamak zorunda kalacaklar.

İsteyen çekirgeye benzetmeye devam etsin ama öyle ya da böyle Fenerbahçe deplasmanda oynadığı 4. maçtan 12. puanını aldı. Bu benim için 7’de 7 yapmaktan çok daha önemli bir nokta, daha önce de söylemiştim. Kimileri fikstürün büyük takımlar için çok şey ifade etmediğini söyleyebilir ama ben buna özellikle 2. devre kümede kalma savaşının da kızışacağını düşününce hiç katılmıyorum. Fenerbahçe’nin 2. devre önemli bir fikstür avantajı var. İlk devreyi Galatasaray’dan kopmadan bitirmek çok önemli, o yüzden bu ufak puan farklarına çok önem veriyorum. Derbiden önceki iki maç da çok zor, özellikle Gençlerbirliği beni çok tedirgin ediyor. Bu maçta puan kaybı yaşanmazsa hayal bile edemeyeceğim bir başlangıç yapılmış olacak. Devreyi zirvede bitirmek ise Fenerbahçe’yi şampiyonluğun en güçlü adayı yapacaktır..

Akçakaya Mevkii, Alaçatı - İzmir


Efendim Milano'ya ektiğimiz umutlar yeşermedi belki ama ivmeyi kaybetmeden başka bir sorti yaptık İstanbul'un dışına. İstanbul'la alıp veremediğim yok, diyecektim de, demiyorum anasını satayım. Var bi dolu çünkü. Aaa olur mu, İstanbul'a laf edilir mi diyor içimden bir ses, edilse de arkadaş ortamında konuşulur, öyle yazıya dökülmez. Sanki şehir küsecek bana. Oysa dediğim gibi "bu şehiiiir bana hep daral veriyor" aslında. Hakikaten çok severim filan bir yandan bütün İstanbullular gibi, lakin turist olarak gelip gitmek yaşamaktan daha iyi olur gibi geliyor artık bana. Neyse hem konu başlığı İstanbul değil, hem de prangaları kalın demirlerle bağlı arkadaşlara daha fazla antipatik olmak istemiyorum, zira ya yenilgiyi kabul etmek, ya da sevgilinin hatalarını görmezden gelmek durumundalar. Gelelim İzmir sularına...

Haziranın başında yaşlı ve sadık köpeğimle demirlediğimiz mekandan artık ufaktan ayrılma vakti gelmiş bulunuyor. 4 ay önce hiç bitmeyecekmiş gibi duran bir yaz mevsimi yedik bol karpuzlu, rakılı, espressolu, deniz tuzlu. Daha kimse gelmeden geçirdiğim 3 hafta gibi, şimdi de herkes gittikten sonra 1 hafta daha kalmam gerekti, biraz ihtiyaçtan biraz keyiften. Ben de bu arayı fırsat bilerek hem size hem de aslında galiba daha önemlisi kendime anlatayım azıcık bu yazı, burayı, şu ruh halini. Şimdi ama gidip kendime bi cafe latte yapayım, afyonum daha patlamadı zaar...

Soğan içi şiddet


Evet varmış. Yeni banner'da soğan var, acaba şu soğan olabilir mi diye bakarsan dikkatlice. Neyse hemen bu postun ardından izleyicilerimize soralım anket koyup, onlar hangisini tercih ediyor merak ettim.

Öte yandan ne zamandır blog yükünü hiç paylaşmadığım için Arkhe'nin bana dürtükleme yapması, homurdanması da normal. Kardeş soğanı öpüyore, I'll be right back! :)

26 Eylül 2009 Cumartesi

Google Süper Lig


Ne kadar sağlıklıdır, sonuçlar kişiden kişiye değişiyor mu bilmiyorum ama Google’a Süper Lig’de oynayan takımların adını yazınca çıkan sonuç sayısını merak ettim. Benim yaptığım aratmalara göre ortaya çıkan liste şu şekilde;

Beşiktaş -------------------------------------> 29.300.000
Galatasaray ---------------------------------> 28.500.000
Fenerbahçe ---------------------------------> 27.100.000
Trabzonspor ---------------------------------> 11.600.000
Sivasspor -------------------------------------> 6.050.000
Bursaspor -------------------------------------> 5.200.000
Ankaraspor -----------------------------------> 3.810.000
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor ----->3.340.000
Kayserispor ----------------------------------> 3.320.000
Denizlispor -----------------------------------> 3.310.000
Ankaragücü ----------------------------------> 2.980.000
Gençlerbirliği ---------------------------------> 2.860.000
Antalyaspor ----------------------------------> 2.670.000
Manisaspor -----------------------------------> 2.480.000
Diyarbakırspor -------------------------------> 2.410.000
Eskişehirspor ---------------------------------> 2.390.000
Gaziantepspor --------------------------------> 2.310.000
Kasımpaşa ------------------------------------> 2.300.000 (Spor Klübü yazınca 697.000)
.
Beşiktaş’ın zirveyi ele geçirmesinde herhalde semtin de etkisi vardır ama ikisini ayırmak mümkün değil. Aynı şey İBB için de geçerli. Ankaraspor’u ise küme düşmek bu kadar yukarıya taşımış olsa gerek. Bursa Sivas’ı geçer diye tahmin ediyordum ama 5. sırayı Sivasspor almış.
.
Bu araştırma bize neyi gösteriyor? Bence hiçbir şeyi.
.
Niye bununla uğraştım? Merak ettim, baktım. Bakmışken de bloga yazayım dedim o kadar.

Çatı Grafik



Blog'un banner'ını Şen Şef amatör bir çabayla yapmıştı, bizde bu işlerden anlayan pek yoktur. Uğraşırız, blog’a şekil veririz, yan tarafa fotoğraflar koyarız diye de çok atıp tuttuk ama pek el sürmedik. Belki o geri dönünce uğraşırız.

Şirketin grafik çalışmalarını, basılı malzemelerini Çatı Grafik yapar ve ortaya da hep iyi işler çıkar. Oradaki favori grafikerimiz Bora’dan bloga bir banner rica ettim, o da sağolsun hemen 3 tane yapmış ve göndermiş. Aslında daha çok beğendiğim alternatif vardı ama bir türlü yerleştiremedim. Belki daha sonra Bora ufak rötuşlar yapar ve onu kullanırız ama bunu da sevdim.

Bora’dan banner isterken Çatı Grafik adına bir post gireceğimi söylemiştim, bu anlamsız banner yazısı ile de gereksiz vaadimizi yerine getirmiş olduk. :)

24 Eylül 2009 Perşembe

Falan Filan


Blogger’ın bu hali insanın bütün yazma şevkini öldürüyor, olanı biteni takip edesim bile kalmıyor. Araya bayram da girip yoğun iş temposuna bol alkollü bir ara verince blog öncelik sırasında çok gerilere düşüyor.

Süper Lig’de değişen bir şey yok. Zirvedeki iki takımın taraftarları ve medya galibiyet serisi üzerine ukalalık yapmakla meşgul, derbi öncesi puan kaybının pek mümkün olmadığı konuşuluyor. Çok da mantık dışı bir düşünce değil ama iki takım da ilginç bir şekilde aynı dönemde kötü futbol oynamaya başladı. Galatasaray daha iyi gibi gözüküyor ama iyi Galatasaray ile kötü Fenerbahçe aynı puanda, bunu atlamamak lazım. 10. hafta maç Kadıköy’de. Bakalım futbolun tanrısı, sihirbaz teknik direktör, mucizevi teknik adam, Rijkaard makus talihi değiştirebilecek mi.

Mustafa Denizli ve Beşiktaş ile ilgili yazmıştık. Ankara rezaletinden doğan bu ara ve önümüzdeki 4 hafta fikstürleri onlar için önemli bir şans. Sivasspor’dan ise bu sezon hiç bahsetmedik, kaybetmeye devam ediyorlar. Aynı çizgiyi devam ettiremeyeceklerini herkes düşünüyordu ama bu kadarını da herhalde kimse beklemiyordu.

Serie A ve La Liga’nın kaderi de Süper Lige benziyor. Inter-Juventus ile Barcelona-Real Madrid ikilileri ligden kopup gidecek gibi gözüküyor. Barcelona Inter maçında sinyali vermişti, acaba Şampiyonlar Ligi motivasyonu mu diye düşündük ama değilmiş. Son iki lig maçı geçtiğimiz sezonun Barcelona adına sadece kağıt üstünde bittiğini ama sahada hala aynen devam ettiğini gösteriyor. Real Madrid seneye de bir 200 milyon € daha harcamak zorunda kalabilir.

İtalya’da ise her ne kadar puan durumu an itibariyle net olarak bir şeyleri belli etmese de çok belli ki Inter ve Juventus’dan başka bir takımın şampiyon olma şansı yok. Bence Juventus’un da şampiyon olma ihtimali hiç yok o ayrı. Milan da Şampiyonlar Ligine katılabilirse o büyük başarısını kutlar.

Premier Lig bu sezon da bambaşka. Manchester derbisi ağzımızı yine açıkta bıraktı, Giggs hayranlığımızı bir kat daha arttırdı. İlk devre beklemediğim kadar baskın çıkan City’ye karşı ikinci devre karşı konulamaz bir United baskısı izledik. Yine de maçın hakkı beraberlik demek kolay değil, United ikinci devre galibiyeti çok hak etti. Tabii ki bu Hughes’un uzatma dakikalarına yaptığı itirazı haksız çıkarmaz ama Old Trafford işte, normal.

Chelsea Tottenham’ı da zorlanmadan geçti ama maç 1-0’ken Keane’nin düşürülüşü bence penaltı. Gerçi orada beraberlik gelse de bence Chelsea puan kaybetmezdi. İlk iki sıra belli ki United ve Chelse arasında gidip gelecek ama 3. ve 4. sıralar için verilecek mücadele de en azından şampiyonluk mücadelesi kadar keyif verecek.

Almanya ve Fransa henüz şekillenmedi, en azından ben fikir belirtecek kadar takip edemedim. Eurobasket’e ise özellikle değinmedim, elim gitmedi. Turnuva öncesi büyük çoğunluğun şampiyonluk adayı olan İspanya turnuvayı kazandı, biz ise beklediğimiz gibi Yunanistan’a elendikten sonra tüm maçları kaybettik. Beklendiği gibi acımasız eleştiriler hemen döküldü, en düzgün kalemler bile nankörce eleştiriler yapmaya başladılar. Tabii ki şaşırmadım, bizde bu işler böyle. Nankörüz. Bütün düşünceler ve yorumlar tek bir topun 40-50 cm’lik bir çemberin içinden geçip geçmemesine göre değişebiliyor.

Şimdilik bu kadar. Buna da şükür. Blogger dualarımız seninle, lütfen geri dön. Aslında galiba bugün daha iyi gibiydi, yoksa düzeldi mi? Umarım.

Blog takip edemeyince boş zamanları New Star Soccer almaya başladı. Eskiden oynardım, bu aralar anlamsızca tekrar tutuldum. Basit ama muhteşem bir oyun, bilmeyenler bir denesin. Çok eğlenebilirler. Şifre arayan olursa yorumlardan yardımcı olurum.

20 Eylül 2009 Pazar

Manchester United 4-3 Manchester City

.
Giggs tapılası adam.. 3 asist, harika futbol..
.
Vay be.. Muhteşem bir maç oldu, muhteşem..
.
Man. United-----4-3-------Man. City
Rooney 2----------------------Barry 16
Fletcher 49-------------------Bellamy 52
Fletcher 81--------------------Bellamy 90
Owen 90 + 6

%100 Futbol'dan Sarhoş Geçti


"Başarı yaşanmadı kardeşim. Beşiktaş taraftarının duası ile oraya geldi Beşiktaş. İçten gelen dualarla çifte kupa kazandı. Buna başarı denmez. Biz kaybettik onlar da kaybetti. Buna başarı mı diyorsun? Dualarla Beşiktaş şampiyon oldu."
*
"İstifa etmeyeceğim, görevimi sonuna kadar götüreceğim. İstifa edecek benim önümde daha çok kişi var. Öncelikle, aldıklarını vererekten teknik direktör, arkasından sayın Yıldırım Demirören. Tabi sonra sıra bize de gelecek, ancak önce onlar bir yolunu alsınlar."
*
"Az bile konuştuğumu düşünüyorum. Geçmişte yaşadığımız acı tecrübelerle ben ileriyi pek göremiyorum. Çözüm yolu mu kaldı, sabır mı kaldı, taraftarın yüzüne bakacak halimiz mi kaldı? Yönetici olarak maskeyle sokağa çıkar olduk. "

19 Eylül 2009 Cumartesi

Beşiktaş 0-1 Kayserispor

En son söyleceğimi baştan söyleyeyim. Şimdi istifa diye bağırmanın hiçbir anlamı yok, inandırıcı olmuyor. İşler yolunda gidince “takımın iyiliği için susuyoruz” de, 3 maç kaybedince istifa diye bağır. Demirören bile muhtemelen fazla kaale almıyordur. “İki maç kaybettik diye bağırmaya başladılar, normaldir” diyip geçiyordur. Şimdi “planlama yanlış” diye konuşmak kolay. Tello, Delgado varken Tabata alındığında eleştirmiyorsan şimdi ağzını açmayacaksın. İsmail’e o paralar verildiğinde “gelecek satın aldık” diyorsan maç kaybedince “Antep’e başkan ol” diye bağırmayacaksın.

Geçtiğimiz sezon farkı yaratan istek ve motivasyonun bu sene olmadığı çok ortada. Aslında bunun dışında başka da bir değişiklik yok. Beşiktaş geçen sene de hücumda organize olamıyordu, futbol adına büyük işler yapmıyordu. Herkes kapasitesinin altına düştü, geçen sene ise belki iki katını oynuyorlardı. Tello’ya bakın, duran top kullanmaktan başka bir şey yapamıyor. Adam geçemiyor, dripling yapmıyor, basmıyor, mücadele etmiyor. Arada bir şut atıyor o kadar ve işin kötüsü Beşiktaş gol atmak için sadece onun ayaklarına, duran toplarına ve şutlarına bakıyor. Eksikleri olan takıma Tabata ve Nihat gibi gereksiz ve sorun yaratabilecek takviyeler de yapıldı. Cisse gözden çıkarıldı, yerine Fink alındı. Cisse ile ne kadar fark yarattığını görüyoruz.


Mustafa Denizli 4-3-3’e tutuldu gidiyor, belki de bu takımın en son oynayacağı sistemi tercih ediyor ki bugün takımın tam olarak ne şekilde dizildiğini çözmekte bile zorlandık. Tabata yuhalanıyor, neden? Tamam kötü oynadı, gol de onun kaptırdığı toptan geldi ama onu da suçlamak çok doğru değil. Karman çorman bir oyuncu topluluğu içinde nerede oynadığını çözmeye çalışarak bir şeyler yapmaya çalışıyor. Geçtiğimiz sezon Cisse-Ernst bozuldu, şampiyonluk gidiyordu. O bölgeye dokunmamak gerektiği çok ortadayken Fink kenarda oturuyor, Ernst tek başına bir şeyler yapmaya çalışıyor. Fink oyuna girdikten sonra ibrenin Beşiktaş'a nasıl döndüğü de ortada, pozisyonlar o dakikadan sonra geldi. Yenen gol ise facia. Ernst ileri çıkıyor, dönüşünde orta sahada 50 metre boşluk var. Tabata mı geri koşup akını kesecek yoksa Tello mu orta sahada rakip karşılayacak? Kayserispor o Beşiktaş'a karşı golü çok daha erken de bulabilirdi.

Beşiktaş pas yapıyor, ceza sahasına yaklaşıyor ama ataktan pozisyon çıkmadan eriyip gidiyor. Kayserispor topa çok daha az sahip olmasına rağmen daha derli toplu bir görüntü verdi, daha tehlikeli pozisyonlar yarattı. Golde Makalula’nın topu çekişi harika ama öncesinde Ferrari’nin uzaklaştıramadığı bir top var. Twente maçında Dos Santos’un yaptığı hatanın aynısından yaptı. Futbol dışında ise Kayserispor’da değişen bir şey yok. Özellikle Beşiktaşlılar ve Fenerbahçeliler için bu ligin en nefret edilesi takımı onlar. Çok çirkefler, çok sinir bozuyorlar. Buna rağmen tribünlerin kafayı onlara erken taktığını düşünüyorum. Zaten kafayı takmışlardı, çok çabuk üzerlerine oynamaya başladılar. Bünyamin Gezer’e de biraz gereksiz tutuldular. Takımı itmek yerine onunla uğraştılar.


Mustafa Denizli ikna edilemese ve Çeşme’den hiç dönmese hem kendisi hem Beşiktaş için daha hayırlı olacaktı. İşini istemeyerek yapıyor gibi bir hali var, böyle yapacağına o zaman bıraksa efsane olacaktı ama artık yapacak bir şey yok. Sezona bu şekilde devam etmek Beşiktaş için de Mustafa Denizli için de daha doğru olacaktır. Bundan sonra ne yapacaklarını iyi düşünmeleri lazım. Haftaya maçları yok, bu ara onlar için bir şans. Takımın fizik kondisyonu için kötü diyemeyiz ama geçen seneki gibi de değil. Saha içi organizasyonu da çalışmakla, iyi antreman yapmakla olur ve ben Beşiktaş’ın sezon başında iyi bir hazırlık dönemi geçirmediğini düşünüyorum. Bence hemen toparlanmak ve Pazartesi, Salı gibi gidilebilecek bir yurt dışı kampı ayarlamak gerekiyor. Şampiyonluk tabii ki artık çok zor ama kabullenip bir şey yapmamak da olmaz. Ülkeden ve basından uzaklaşmak Beşiktaş adına şu an için en doğru hareket olacaktır.

Yıldırım Demirören mi? Evet “yeter” artık ama iki kupaya rağmen “yeter” olmalıydı, fark 12 puan olunca değil. Bu saatten sonra kendi Başkanı için Levent Erdoğan bile canlı yayına bağlanıp “yeter” diyebiliyor.

Türkiye 74-76 Yunanistan


Büyük ihtimalle yendiğimiz iki takım final oynayacak. İspanya’ya kaybetseydik herhalde bu kadar üzülmezdim ama bizden daha kötü bir takıma kaybetmiş olmak baya koydu. Maçı da daha fazla düşünmek istemiyorum, baya koydu.

Bir cümle de hakemler için. Ben sahada olsaydım son düdükle birlikte ilk önüme gelen hakemi döverdim.

Çok üzüldüm. Bu takım Avrupa Şampiyonu olabilirdi.

18 Eylül 2009 Cuma

Fenerbahçe 1-2 F.C. Twente


Hiç maç havasında değildim, sanırım pek ciddiye almamışım. Maç sonrası kızgındım ama ilginçtir çok da üzülmemiştim. Futbolcuların da benden farkı yoktu. Hiç maç havasında değillerdi ve maçı ciddiye almamışlardı. Benim buna hakkım var ama futbolcuların yok. Bana her yıl milyon Euro’lar ödemiyorlar. Sion maçından sonra ikinci kez geçtiğimiz sezonun vurdumduymaz ve maç seçen takımını gördük. Mağlubiyeti önemsemiyorum, çok da üzülmedim. İlla ki gruptan çıkılacaktır ama her galibiyetin takım puanına katkı yaptığı bilincinde olmayan futbolcular ve teknik heyet sinirleri bozuyor.

Standartının altında olan Emre haricinde göze çarpan, biraz iyi oynadı diyebileceğimiz bir oyuncu bile yok. Sadece Bilica beni rahatsız etmedi. Gökhan Gönül yorgun, düşüşe geçti. Carlos sanki gitmek istiyor, dün zaten kötü olan ve sadece gezinen Santos’u da ekstra bozdu. Cristian geldiğinden beri en kötü futbolunu oynadı, Kazım sabırları bu maç ile taşırdı. Güiza bir tane top tutamadı, Alex’in sahadaki varlığını unuttuk. Ciddiyetsizlikten korkuyordum ama bu kadar dağınık, herkesin kendi kafasına göre takıldığı bir takım görmeyi beklemiyordum.

Kötü oyun kabul edilir ama Sion maçından sonra ikinci kez sahada mücadele etmeyen bir takım gördük. Bariz bir yorgunluk vardı. Ne kanatlar işledi, ne pas trafiği sağlandı. İkinci yarı biraz daha isteklilerdi ama nasıl kaçar diyebileceğimiz bir pozisyon hatırlamıyorum, belki bir tek Alex’in kafası. Buna rağmen Fenerbahçe golü buldu ama Gökhan’ın tedavi olduğu bir pozisyonda yerini kimse doldurmadı, onun boş bıraktığı alandan gelişen atakta Volkan uzun süredir unutturduğu gollerden birini yedi, kısa bir süre sonra da ikinci gol geldi. Berabereyken kenarda oyuna girme fırsatı bulamayan Semih ve Deivid’in ikinci golden sonra oyuna girmesi ise pek bir şeyi değiştirmedi ama Semih’in kanatlara açtığı iki pozisyon ile yarattığı farkı umarım Daum bu kez görmüştür.

Kazım sezon başındaki çizgisini kaybedeli çok oluyor, ısrar etmenin alemi yok. Onun yerine Mehmet Topuz ile başlanmalıydı. Özer’i de artık bu takımda ciddi dakikalar alırken görmek istiyorum, en azından ilk devre sonunda Carlos ve Kazım yerine bu iki isim girebilirdi. Ya da en önemlisi Güiza-Semih değişikliği yapılabilirdi. Teknik ekip de herhalde maçı ciddiye almıyordu ve bir şekilde kazanacaklarını düşünüyordu ama olmadı.

Bu aralar bir mağlubiyet bekliyordum, bu maç takıma güzel ve fazla zarar vermeyen bir tokat oldu. Standart oyunuyla gruptaki tüm takımları ikişer kez yenebilecek güçte olan Fenerbahçe lige puansız başladı. Kaybedilen fazla bir şey yok, önemli olan gerekli derslerin çıkartılması. Bir mağlubiyetle “takım yetersiz, Daum Aragones’i aratır, bu takımdan hiçbir şey olmaz” çığlıkları atmak çok anlamsız ama başta teknik heyetin, sonra da futbolcuların taraftar tepkisi üzerine iyice düşünmeleri lazım.

Taraftar Süper Lig’de olduğu kadar Avrupa’da da başarı istiyor. Bu kupada final oynamanın imkansız olmadığını biliyor ve futbolcusundan ciddiyet bekliyor.

17 Eylül 2009 Perşembe

Zico --> Olympiakos


Zico Olympiakos ile anlaşmış. Sanırım Fenerbahçe ve Şampiyonlar Ligi performansı onun için iyi bir etiket oldu. Pek fazla boşta kalmıyor, Fenerbahçe sınıfındaki takımlar tarafından rağbet görüyor.

Kültür onu fazla zorlamayacaktır, Türkiye tecrübesinin faydasını fazlasıyla görecektir. Burada Aziz Yıldırım ile çalıştı, ona yeter de artar. Umarım Ege’nin diğer yakasında işler istediği gibi gider ve sonra da bir gömlek daha yukarıda bir takımın başına geçer.

F.C. Internazionale 0-0 F.C. Barcelona


Barcelona’yı daha çok seviyormuşum onu fark ettim, bunu merak ediyordum. Deplasman takımı maça hızlı başladı ve ilk 10 dakikada iki kez Messi bir kez de kaleci ile karşı karşıya kalan Zlatan ile kaleyi yokladı ama gol çıkmadı. Daha sonra oyun biraz daha rayına girdi. Topa daha çok sahip olan Barcelona’ydı ama oyunda mutlak üstünlük kurdu denemez. Inter iyi direndi.

İkinci devre ise Barcelona Inter kalesine kabus gibi çöktü. Bazı hücumlarıyla yine zevkten dört köşe oldum, bazen ayaklandım. Bu yarıda oyun neredeyse tamamen Inter ceza sahası etrafında geçti ama gol çıkmadı. Barcelona oynadığı futbolun karşılığı kadar pozisyon bulamadı. Neticede her ne kadar sahada İtalyan olmasa da Inter de bir İtalyan takımı ve kalelerini iyi savundular.

Inter geçtiğimiz sezona göre daha iyi bir kadroya sahip ve bence Şampiyonlar Liginde final şansı en fazla olan 3-4 takımdan biri. Barcelona’da ise hiçbir şey değişmemiş, geçtiğimiz sezon bıraktıkları yerden devam ediyorlar. Seri sakatlıklar ya da büyük şanssızlıklar olmadığı sürece mücadele ettikleri her kupanın bir numaralı favorisi onlar.

Türkiye 67 - 69 Slovenya


Tercihim Inter – Barcelona maçı oldu, basketbol maçını ise gece izledim ama ara ara dönüp skora da bakıyordum. İlk bakışımda skor 12-12’ydi, sonra açtığımda 37-18 gördüm ve şok oldum. Devre sonuna kadar fark en azından 10’a insin yetebilir diyordum, 39-32 bitti.

Barcelona Inter’i bunaltırken topun her dışarı çıktığı anda Ntv’ye döndüm, bir türlü yakalayamıyorduk. Biz gidiyorduk, onlar kaçıyordu. Maçın son 2 dakikasını izledim, son top girmeyince çok da yıkılmadım. Kazansaydık çok güzel olacaktı o ayrı. Bir tek böyle muhteşem bir geri dönüş yapmadığımız kalmıştı, sadece buna üzüldüm.

Ender turnikeyi atabilirdi ve kahraman olabilirdi ama maçı kazanmak istedi. Şut şansını verdiği oyuncu da bir Hidayet ya da Ersan değildi, Engin’di. Bu şekilde kaybetmek bu takıma çok yakıştı. Benim de şampiyonluk umutlarımı arttırdı.
.
Yunanistan’ı yeneceğimize fazlasıyla inanıyorum çünkü bu takım harika bir “takım”.

16 Eylül 2009 Çarşamba

İşlem Tamam


ANKARASPOR A.Ş.'nin, aynı ligde mücadele ettiği MKE ANKARAGÜCÜ SPOR Kulübü ile arasındaki ilişkinin, sportif rekabeti engelleyici, müsabakaların ve ligin dürüstlüğünü, kamuoyunun ligin dürüstlüğüne ilişkin algısını zedeleyecek nitelikte olması nedeniyle, TFF Statüsü'nün 18. ve 76. Maddeleri ile Kulüp Tescil Talimatı'nın 17. Maddesine aykırılıktan dolayı talimatlara aykırılık nedeniyle FDT'nin 45/1. Maddesi uyarınca konuyla ilgili uluslararası kural ve kabullerde belirlenmiş olan ölçütler de dikkate alınarak takdiren BİR ALT LİGE DÜŞÜRÜLMESİNE karar verilmiştir.

Karar metni bu. Böyle bir karar verip Ankaragücü’nü ligde tutuyorlar. Aralarındaki ilişki nedeniyle bir takımı küme düşürüyorlar. İlişki çift taraflı olur, Ankaraspor’un küme düştüğü yerde diğer takıma dokunmamak saçmalıktır. Bunun da bir açıklamasını yapmışlar;


MKE ANKARAGÜCÜ SPOR Kulübü hakkında; aynı ligde mücadele ettiği ANKARASPOR A.Ş. ile arasındaki ilişkinin sportif rekabeti engelleyici ve TFF Statüsü'nün 18. ve 76. Maddeleri ile Kulüp Tescil Talimatı'nın 17. Maddesine aykırı olmasından dolayı talimatlara aykırılık nedeniyle sevk yapılmış ise de; aynı ligde yer alan iki kulüp arasındaki ilişkinin sportif rekabeti engelleyici nitelikte olduğu durumlarda, ulusal kurallar ile uluslararası kural ve kabuller uyarınca bir kulübün bir alt lige düşürülmüş olması, norm ile amaçlanan sonuçların meydana gelmesi açısından yeterli bulunduğundan, konuyla ilgili uluslararası kural ve kabullerde belirlenmiş olan ölçütler dikkate alınarak takdiren ANKARASPOR A.Ş.'nin bir alt lige düşürülmesi yönünde karar verildiğinden, anılan kulüp hakkında CEZA TAYİNİNE YER OLMADIĞINA, karar verilmiştir.

Bu iki takım rekabeti engelleyici ve dürüstlüğü zedeleyici bir durum yaratmışlar, yani kısaca kurallara aykırı davranmışlar. Ankaraspor düşürülünce bu durum ortadan kalkmış ve Ankaragücü’ne ceza vermeye gerek kalmamış. Düşürecekleri takım seçimini de karar metninde süslü kelimelerle anlatmışlar ama neye dayanarak yaptıklarını sadece kendileri biliyorlar ama biz de tahmin edebiliyoruz. Ortada kurallara aykırı bir durum var, kurallara aykırı olarak menfaat sağlayan takım ligde kalıyor, varlığı sadece kağıt üzerinde devam eden takım küme düşürülüyor. Hangi hukuk kavramı böyle bir şeye müsade eder anlamıyorum.

Melih Gökçek denen “... ...” da tiyatroya hemen başladı. Utanmadan futbola siyaset karıştı diye şikayet ediyor. Hedefine ulaştı, şimdi de mazlumu oynuyor. Ankaragücü artık onun ve Süper Lig’de, kendisine yük olan Ankaraspor’dan da kurtuldu. İki takımı da ligde tutsalar bu kadar işine gelmezdi.

Futbolcuların ve teknik adamın durumları ayrı, sanırım bu konuda henüz net bir açıklama yok. Muhtemelen futbolculara transfer hakkı tanınacak, Jurgen Röber ise rezil bir tecrübe edinmiş olacak ve ülkesine dönecek. Belki bir de tazminat alır, o tazminatı da Ankara Belediyesi seve seve öder. Onu da artık Gökçek'e oy verenler düşünsün. Bir de karar öncesinde Ankaragücü’ne giden oyuncular var. O transferler hemen iptal edilmelidir. Bu karar metinlerini yazıp da o transferlere ses çıkarmamak rezillikten başka bir şey değil.

Ankaraspor küme düştü ama Ankaragücü Süper Lig’de.. Bu rezillikte emeği geçen herkesin Allah belasını versin.

Beşiktaş 0-1 Manchester United

Şampiyonlar Ligi çok büyük bir organizasyon, orada olmaya özenmiyorum dersem yalan olur. Bu büyük organizasyonun bir parçası olmak insana keyif veriyor. Manchester United’ın İnönü’ye gelmesi önemli bir olay, bir yerden kombine gelince de hem bu büyük takımı izlemek hem de İnönü’de Şampiyonlar Ligi ortamını görmek için maça gittim. Gerçi gerek futbol kalitesi gerekse maç ortamı olarak bir Şampiyonlar Ligi maçı havası yoktu ama yine de Sir’ü görmek, bence dünyanın en iyi sol beki Evra’yı, Rooney’i ve diğerlerini 3-5 metre yakından izlemek keyifliydi. Yakından insan daha bir net fark ediyor, United’lı futbolcular Türk futbolcusundan fizik olarak çok üstünler. Formalar bile üzerlerinde bir başka duruyor.
.
Temposuz bir maç oldu, iki takım da fazla pozisyona giremedi. Maçın kısır geçeceğini tahmin ediyordum. Başa baş giden bir oyun olacağını ama Manchester’ın bir gol sıkıştırıp maçı kazanacağını düşünüyordum, bahislerim de bu yöndeydi. Alex Ferguson’un takımı savunma güvenliğini hiç bırakmadı, arkasını açıp Beşiktaş’ın üzerine galibiyet için fazla gitmedi. Bu görüntü Beşiktaş için zaten çok zor olan gol şansını neredeyse sıfırladı. Sanki ara vermeden 3 maç daha oynansa İngiliz takımı İnönü’de gol yemeyecekti.
.

İlk devre Beşiktaş hücumları sadece Serdar Özkan’ın ayağına bakıyordu. Rakibe iyi basmalarına rağmen topu ayaklarında fazla tutamayınca oyunun kontrolü hep deplasman takımında kaldı. Ernst muhteşem oynadı ama Galatasaray maçında olduğu gibi son 20 dakikada oyundan düştü. Adama yazık zaten, hem savunmada hem hücumda deli gibi çalışıyor. Fink olmayınca Ekrem ne kadar elinden geleni yapsa da Ernst’in üzerine fazla yük biniyor.
.
İkinci devre başında top biraz daha Beşiktaş’da kalmaya başladı ama yine pozisyon gelmiyordu. Beşiktaş’ın hücumda organize olamaması yeni bir şey değil aslında, geçtiğimiz sezon da bu böyleydi. Farklı olan takımdaki aşırı istek, konsantrasyon ve kazanma isteğiydi. Gol için, kazanmak için sürekli mücadele eden takım istediğini alıyordu ama ben Beşiktaş’ın geçtiğimiz sezon iyi bir hücum takımı olduğunu ama işlerin bu sezon bozulduğunu düşünmüyorum.
:
Herkes gibi Serdar’ın oyundan alınmasına ben de şaşırdım. En azından bir 15 dakika daha sahada kalmasını bekliyordum. İlla ki Yusuf’u oyuna almak istiyorsam da Tabata’yı yanıma alırdım, Brezilyalı belki de Beşiktaş’ın en kötüsüydü. Yusuf da oyuna girdikten sonra sol kanatta çok top kaybı yaptı ve tepki topladı. Arkası da fazla açıldı. Ondan 5 dakika sonra da Tello Tabata’nın yerine oyuna girmişti. Sahada aynı anda Tello ve Yusuf varken merkeze Tello geçiyor, sola Yusuf. Bu mantığı anlayamıyorum ve işin ilginç tarafı bu yerleşim iyice kanıksanmış, fazla dile getirilmiyor. Tello tamam ama sol açık Yusuf, bilemiyorum bana çok garip geliyor..

Oyuncu değişikliğini ben de hatalı buluyorum ama mağlubiyeti buna bağlamak da pek doğru değil. United maçı kazanmak için bir hamle yapacak ve gol için kendini biraz zorlayacaktı. Serdar’ın çıkışından daha etkili olan ise deplasman takımının yaptığı değişiklik oldu. Serdar sahada kalsa da çok şey değişmeyebilirdi. Oyundan çıkan Carrick ve etkisiz Rooney yerine giren Owen-Berbatov ikilisi forvete yerleşti. Düzen 4-4-2 oldu, kanatlar, özellikle Üzülmez’in savunduğu kanat İnönü tribünleri Cavese ile ilgilenirken iyice zorlanmaya başladı. Golün geleceği belli olmuştu..

Yine bir sağ kanat akınında top terse döndü. İbrahim Kaş’dan kurtulan Nani vurdu, Hakan’ın kurtardığı topu Scholes tamamladı. Hakan’ın en büyük eksikliği zaten bu, kurtardığı toplar rakibin önünde kalıyor ama yine de ben o golü hatalı yediğini söyleyemem, top çok sert geldi. Scholes’un koşusunu kimsenin takip etmemesi ve o rahat vuruşu yaptırması ise hepimizin beğendiği savunmanın belki de maç boyunca yaptığı tek hataydı.


Bu maçtan alınacak 1 puan Beşiktaş için önemli bir artı olacaktı ama kayıp çok da önemli değil. Zaten dün maç sonunda tribünleri de fazla çökmüş görmedim. Tabii ki üzüntü vardı ama herhalde çoğunluk daha kötü bir sonuç için kendini hazırlamıştı. Skor beni etkilemediği için keyifli bir gece geçirdim diyebilirim. Keyif kaçıran tek bir nokta vardı, o müzik çalıp da çocuklar santrada Şampiyonlar Ligi logosunu sallarken sahaya Fenerbahçe’nin çıkmaması..

15 Eylül 2009 Salı

milliyet.com.tr


15 Eylül 2009 - Salı / Milliyet

Bildiğimiz Rüştü İşte..


Kulağından operasyon geçiren Beşiktaş'ın tecrübeli kalecisi 3 hafta sahalardan uzak kalacak.

NTV Spor
Güncelleme: 23:51 TSİ 14 Eylül. 2009 Pazartesi

İSTANBUL - Şampiyonlar Ligi'de Manchester United ile karşılaşacak olan Beşiktaş'ta, son antrenmanda sağ kulak zarında zedelenme olan Rüştü Reçber, 3 hafta sahalardan uzak kalacak. Manchester United ile oynanacak maçta forma giyemeyecek olan Rüştü'nin, ligdeki Kayserispor ve Ankaraspor karşılaşmalarında da oynaması zor görünüyor.


***

Şaşırdık mı? Tabii ki hayır. Herhalde aramızda bunu tahmin edenler ve bekleyenler vardı.

Hakan'ın da işi zor. 4 maçta 1 gol yemişken ve göze batan bir hata bile yapmamışken kendini kulübede buldu. Şimdi de bir anda Manchester United karşısına çıkacak. Yarın belki de kariyerinin en önemli maçını oynayacak, ya tamamen batacak ya da çıkacak.