30 Haziran 2010 Çarşamba

Güney Afrika 2010 / 29 Haziran


Japonya-Paraguay maçını izleyemedim, ancak penaltılara yetişebildim. Japonya’nın elenmesine üzüldüm. Yeterince Güney Amerika takımı vardı, uzakdoğudan bir takımın da kalmasını isterdim ve Japonya’ya da sempatim vardı. Yine de benim için güzel bir akşam oldu. İspanya’nın galibiyeti, golden sonra sinir bozarcasına top çevirerek maçın sonunu getirmeleri ve Ronaldo’nun hali bana gayet keyif verdi. Aslında ilk devre iki stoper önüne Pepe’yi de yerleştiren Portekiz istediklerini yapabiliyordu. İspanya topa sahip oluyor ve pas yapıyordu ama maçın başındaki pozisyonlar haricinde tehlikeli bölgeye yaklaşamıyordu. İyi savunma yapan Portekiz de hücuma çıktığı anlarda tehlikeli olabiliyor ve rakibini tedirgin ediyordu.

İkinci devre de benzer şekilde devam etti ama İspanya’nın pas trafiği Portekiz’de yorgunluk belirtileri ortaya çıkarmaya başladı. Mesela Portekiz’in bence en iyi adamı Coentrao, ilk devre harika bir sol bek performansı ile beni kendine hayran bırakmışken 2. devre onun savunduğu kanat Ramos tarafından dağıtıldı. Llorente’nin oyuna girişiyle birlikte İspanya baskısını ve temposunu iyice arttırdı ve pozisyonlar bulmaya başladı. Golün geleceği çok belliydi ve o gol de Portekiz sağ kanadını paramparça eden David Villa ile geldi. Pozisyon ofsayt olabilir ama gol harika bir Barcelona golü oldu.


Skor avantajından sonra İspanya’nın pas trafiğini bazen hayranlıkla, bazen de gülerek izledim. Portekiz’den bir oyuncunun kırmızı kart göreceğini tahmin edebiliyordum, hatta favori de Ricardo Costa’ydı. Sonunda eleneceğin bir maçta 1-0 gerideyken geçtim hücum etmeyi topa bile değememek insanı bu hale getirir, çok normal. Tekme de atılır, her türlü pislik de yapılabilir.

Grup maçları İspanya için daha zordu, artık kendi futbollarını daha rahat oynayabiliyorlar. David Villa solda çok iyi performans veriyor, ben şimdiden yeni sezonda izleyeceğimiz Barcelona için heyecanlanmaya başladım. Iniesta da kendine geldi. İspanya’da şu an tek sorun Torres gibi gözüküyor ama ben düz izlediğim takımı beğendim ve benim bu aşamadan sonra favorim de İspanya.

29 Haziran 2010 Salı

Güney Afrika 2010 / 29 Haziran

Yeni Hollanda beklendiği gibi Slovakya engelini de aşarak Brezilya’nın rakibi oldu. Robben 11’de başladığı ilk maçta klasik gollerinden birini atarak takımını öne geçirince oyun iyice Hollanda’nın istediği formata döndü. Grup maçlarındaki kontrollü oyun Hollanda’ya maç kazandırıyordu ama bir üretkenlik sorunları olduğu da ortadaydı. Robben’in dönüşü bu açıdan çok önemli, onunla birlikte “yemeyelim, ne de olsa bir tane atarız” mantığı çok daha iyi işleyebiliyor. Bu Hollanda bizlere eskisi kadar keyif vermiyor ama kim bilir, belki de kupayı alacaklar. Adamlar da haklı, en keyifli futbolu oynayana kupa vermiyorlar. Grup maçlarında esip gürledikten, dillere destan bir futbol oynadıktan sonra ülkelerine elleri boş dönmekten onlar da sıkılmış.

Slovakya dün sahaya oldukça ofansif bir kadroyla çıktı, Hamsik neredeyse ön libero oynuyordu. Aslında geriye düştükten sonra Hollanda kalesinde buldukları pozisyonlar da var. Vittek biraz daha gününde olsa Hollanda problem yaşayabilirdi.

Hollanda gibi geçmişinden farklı bir görüntü sergileyen diğer takım olan Brezilya ise Şili karşısında beklenenden rahat bir galibiyet aldı. İlk devre sanki Şili oynadı ama golleri Brezilya attı gibi gözüktü ama bu Brezilya’nın gerçekten iyi, sağlam ve güçlü bir takım olmalarından kaynaklanıyor. Az hata yapıyorlar, futbolun doğrularını yerine getiriyorlar. İyi savunma yapıyorlar ve doğru zamanda doğru hücum ediyorlar. İlk gol Şili savunmasının hatasından gelmiş olabilir ama 3-4 dakika sonrasında attıkları ikinci gol gerçekten çok güzel bir goldü.

Şili bu kupanın en iyi hatırlanacak takımlarından biri oldu, turnuvaya renk kattılar. Hücum isteklerinden ve mücadeleden hiç vazgeçmediler. Hatalar yaptılar,bu hataların sonucunda saçma goller de yediler, eksik de kaldılar. Çok daha fazla gol çıkartabilecekleri maçları yanlış tercihler yüzünden kısır skorlar ile de bitirdiler ama neticede hep keyif vereni yapmaya çalıştılar. Hep iyi hatırlanacaklar ama onlar evlerine dönüyorlar, futbolun doğrularını yapanlar ise kupa yolunda ilerlemeye devam ediyor.

Brezilya-Hollanda eşleşmesi belki çok gollü olmayacak ama çok çekişmeli geçeceği kesin gibi gözüküyor. Brezilya’nın savunma oyuncuları çok daha kaliteli isimler, yarı final yolunda Hollanda karşısında sanki bir adım daha öndeler.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Güney Afrika 2010 / 26-27 Haziran

Aslında üzerine tek tek yazılması gereken maçlar oynanıyor ama en başta da söylediğim gibi öncelikle arkama yaslanıp kupanın keyfini çıkarmayı istiyorum ve öyle de yapıyorum. 2. tur maçları güzel başladı ama hakemler grup maçlarında olduğu gibi büyük hatalar yapmaya devam ediyorlar. 1. turda bazı şeyler telafi edilebiliyordu ama artık yapılan hataların etkisi çok daha büyük oluyor. Maçların sonucu ve takımların kaderi direkt olarak etkileniyor, hataların dönüşü olmuyor. Kazanan tarafın galibiyeti çok hak edilmiş olsa da gölgeleniyor, kaybedene de yazık oluyor. Normal şartlarda maçların nasıl biteceği de karanlıkta kalıyor. Muhtemelen Almanya da Arjantin de rakiplerini eleyecekti ama artık hep bir “acaba” olacak. Yazık.

Maçın golsüz geçeceğini tahmin ediyordum ama hem oyun olarak hem de skor olarak fena yanıldım. İngiltere’nin bulduğu golün tam ortaya denk geldiği bir 10 dakikalık bölüm haricinde oynanan futbol en azından 4-1’lik skoru hak ediyordu. Almanya maça çok iyi başladı. Topa daha çok sahip oldular, uyumsuz İngiltere savunması arasında mükemmel hücum organizasyonları ile çok rahat pozisyon buldular. İngiltere karşı koyamıyordu ve ne olduğunu bile anlayamadan savunma ve kaleci hatalarıyla iki farklı geriye düştüler.
.
İki farktan sonra İngiltere biraz toparlandı, Almanya üzerine yüklenmeye başladı. Önce Lampard ile bir pozisyon buldular, hemen sonrasında da yenilen ilk golde büyük hatası olan Upson ile farkı bire indirdiler. Hemen ardından da uzun yıllar sonra bile konuşacağımız olay gerçekleşti. Bu maçtan muhteşem hikayeler çıkacağına inanıyorduk ama herhalde tarihin bu şekilde tekerrür edeceğini hiçbirimiz düşünmüyorduk. Tarihe geçen bir an oldu. O gol geçerlilik kazansaydı Gana karşısında bile bazı anlarda strese yenik düşen genç Almanlar böyle bir geri dönüşe karşılık veremeyebilirlerdi. Momentumu eline geçiren İngiltere bir anda başka bir kimliğe bürünüp Almanya’yı daha fazla boğabilirdi. O dakikadan sonra normal şartlarda ne olacağını ne yazık ki bilemeyeceğiz.
.

İkinci devreye verilmeyen golün getireceği hırsla İngiltere’nin hırslı başlayacağını düşünüyordum ama durağan ve Lampard’ın direkten dönen şutu haricinde efektif olmayan bir baskıdan fazlasını yapamadılar. Oyun disiplininden kopmaya başlamışlardı ve iki acaip kontra atak golüyle fişi tamamen çekmiş oldular. Kullandıkları bir serbest vuruş ve bir taç atışının dönüşünde birer gol yediler. 3. golde James’in, 4. golde de rezilleri oynayan Glen Johnson’ın ne yapmaya çalıştığını anlamadım. Almanlar işi bırakmayıp biraz saldırsalardı ortaya Dünya Kupası tarihine geçecek bir skor da çıkabilirdi.

İngiltere kupa boyunca çok kötüydü. Bir yerde toparlanacaklarını düşündüm ama yanıldım, turnuvayı başladıkları gibi bitirdiler. Takımda formda diyebileceğimiz, sezon içi performasını Dünya Kupası’nda devam ettirebilen tek bir isim bile söylemek kolay değil. En basitinden takımın en önemli ismi Rooney’i bir daha kariyeri boyunca böyle görür müyüz bilemiyorum. Yaşanan sakatlıkların bedelini İngiltere çok ağır ödedi, bireysel olarak birçok oyuncu en dip performanslarını sergilediler. Alternatif yaratamayan, aksayan takımı bir adım yukarı taşıyacak çözümler bile bulamayan Capello da kötü bir turnuva geçirdi.

Almanya ise bizim bildiğimiz Almanya’dan farklı. Çok sevilesi, sempatik,pozitif topluluk ve hepsinden önemlisi tam bir “takım”. Onları izlemek insana keyif veriyor, daha önce onlardan haz etmeyen insanlar bu turnuvada Almanları desteklemeye başlıyor. Şu an tüm ışıklar onların üzerinde, bundan sonra da önemli olan bu baskıyı ne kadar kaldırabilecekleri. Arjantin karşısında normal şartlarda benim için favoriler ama bu kupada bu aşamalarda favori falan olmaz. O eşleşmeden de çok acaip hikayeler çıkacak gibi duruyor..

Bu maçın da o skandal hakem hatası olmasaydı nasıl gelişeceği bilinemeyecek. Şahsen Arjantin ilk golünde çalınmayan ofsaytın İngiltere’nin verilmeyen golüne göre çok daha rezil bir hata olduğu düşünüyorum. Topun Messi’nin ayağından çıktığı anı geçtim neredeyse Tevez’in topa vurduğu anda bile pozisyon ofsayt. Karar üzerine tartışıp aynı hata üzerinde ısrar etmeleri de anlaşılmaz bir olay. Neyi tartıştıklarını ve neye istinaden gol kararının arkasında durduklarını merak ediyorum.

Maça da Meksika daha iyi başlamıştı, onlar 1-2 pozisyon bulurken Arjantin istediklerini yapamıyordu. Ama o skandal golden sonra Meksika tamamen bitti ve belki de o çöküntü sebebiyle büyük bir savunma hatası sonucunda Higuain’in ayağından ikinci golü yediler. Ben de beklentilerimin çok yüksek olduğu, her türlü sonuca hazırlıklı olduğum maçı, Arjantin kazanmasına rağmen pek keyif alamadan bitirdim. İkinci devrede gördüğümüz iki mükemmel gol de günü kurtarmaya yetmedi ve Arjantin-Meksika maçı da pek iyi hatırlanmayacak şekilde arşivdeki yerini aldı.
.
Üzerinden iki gün geçtikten sonra uzun uzun maç değerlendirmek pek anlamlı değil ama kısa da olsa diğer eşleşmelerden de bahsetmek lazım. Uruguay eşleşmenin net favorisiydi ama ben bir sürprize hazırlıklıydım. Aslında maça Güney Kore fena başlamadı. Bir topları da direkten döndü ama bu pozisyondan hemen sonra kalecisinin ve defansın ortak hatasıyla kalesinde golü gördü. Uruguay öne geçtikten sonra savunmaya çekildi. İyi bir savunma kurgusuna sahip oldukları için bunu anlayabiliyorum ama oyunu kendi sahalarında kabullenmeyi özellikle ikinci devre biraz abarttılar, biraz fazla kapandılar.

Bu kadar kapanarak maçın sonunu getiremeyecekleri bence çok açık belli oluyordu. Özellikle ikinci devrenin ilk 10 dakikasını geride bıraktıktan sonra golün geleceğini iyice hissedilmeye başlamıştı. Uruguay sahasından çıkamaz oldu, Güney Kore saldırdıkça saldırdı ve hak ettiği golü bularak beraberliği yakaladı. Golden sonra Uruguay kendine geldi. Oyuncu kalitesi böyle maçlarda çok daha iyi anlaşılıyor. Bir gol için dakikalarca saldıran Güney Kore karşısında biraz kıpırdanan Uruguay Suarez’in attığı muhteşem golle tekrar öne geçti ve çeyrek finale yükselen takım oldu.

ABD-Gana maçını izleyemedim ama sanırım 2. turun şimdiye kadar oynanan en keyifli ve çekişmeli maçını kaçırmışım. Gana kaybettiği Almanya maçı da dahil olmak üzere grup maçlarında çok iyi bir performans sergilemişti ama açıkçası aksini çok istememe rağmen turu Amerika’nın geçeceğini düşünüyordum. Fiziksel üstünlükleri Amerika karşısında ortaya ancak uzatma dakikalarında çıkmış ve Asamoah’ın şık golüyle öne geçmeyi de başarmışlar. Turu geçmelerine çok sevindim Ayew’in sarı kart cezasına rağmen Uruguay karşısında şanslarının olduğu düşünüyorum. Çeyrek finalin en çekişmeli maçlarından biri bence bu olacak.

Yazıyı yazarken maç programına baktım ve çok keyif aldığım bu kupanın sonuna geldiğimiz fark ettim. Sanırım kupa bittikten sonra değerini daha da iyi anlayacağız, yaz günlerimize büyük keyif kattı. Şu an tek sorun hakemler. Umarım bundan sonraki turlarda tadımızı kaçıracak hatalar görmeyiz.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Güney Afrika 2010 / 24-25 Haziran

Grup maçları bitti, ikinci tura yükselen takımlar ve eşleşmeler belli oldu. Gittikçe artan heyecan son maçlarda tavan yaptı. Maçların son dakikalarında bile kimin çıktığı kimin kaldığı belli değildi, beklenmedik sonuçlar da ortaya çıktı. İngiltere ikinci olup Almanya ile eşleşirken son finalistler İtalya ve Fransa da grup sonuncusu olarak elendi. Üzerinde yeterince konuşulmayan bir diğer sürpriz de Yeni Zelanda’nın grup maçlarını namağlup kapatmasıydı. Averaj takımı olacaklarını düşünen benim gibileri yanılttılar, grubu 3 puanla İtalya’nın üzerinde tamamladılar. Turnuva öncesindeki tahminlerime de bir bakayım dedim. Burada 16’da 10 yapmışım, BIY yarışmasında ise grup liderlerinde 8’de 7 tutturmuşum. Tek kaçırdığım İngiltere olmuş, e fena değil.

Bloga notları genelde maçların oynanma tarihine göre yazıyorum ama dün akşam çıkan sonuçlar beni çok mutlu ettiği için bu kez sondan başlayacağım. Maçlar öncesinde çok istiyordum ama İspanya ile Şili’nin gruptan beraber çıkması pek mümkün gözükmüyordu. İsviçre Honduras’ı yemeyince dileğim gerçekleşti. İspanya maçının sonlarında işin şekli belli olmasına rağmen İsviçre maçına hiç geçmedim, kanal değiştirdiğimde gol olmasından korkuyordum. Şili oynadığı futbolla bir üst tura çıkmayı fazlasıyla hak etti, 6 puan ile turnuvaya veda etselerdi çok yazık olacaktı. İspanya karşısında da maça çok iyi başladılar, beraberliğin onlara yetmesine rağmen korkmadan rakibin üzerine gittiler. İspanya etkisizdi ama David Villa kalecinin hatasını affetmedi ve çok klas bir golle takımını öne geçirdi. Şili’nin gördüğü gereksiz sarı kartların sorun yaratacağı belli oluyordu, Iniesta’nın golüyle birlikte de 10 kişi kaldılar. Kart ağır. Bir müdahele var ama kasıtlı değil. Bence hakem aynı oyuncunun 3-5 dakika önce yaptığı ve ikinci sarıyı görmekten zor kurtulduğu pozisyonun etkisinde kaldı.

Şili’nin devre başında bulduğu gol çok önemliydi, İsviçre’ye artık iki gol gerekiyordu. O maçtan gol haberi gelmedikçe İspanya ve Şili skora razı bir şekilde tempoyu düşürdü ve maçı iki taraf da mutlu tamamladı. Honduras’ı bu derece önemli bir maçta geçemeyen İsviçre için söyleyecek fazla bir şey yok. Bu grupta her şey çok açık, İspanya ve Şili daha iyiydi. Gruptan da beraber çıktılar. Bundan sonra farklı bir İspanya izleyeceğiz çünkü artık hiçbir maçı kazanma mecburiyetinde değiller. Oyunu istedikleri gibi kontrol edebilmeleri onların avantajı olacak. Kazanmak zorunda olarak oynamak kolay değil, iki taraf da eşit şartlarda başladığında İspanya hep daha şanslı olacak ama sakatlıktan yeni çıkan iki önemli oyuncunun, Iniesta ve Torres’in ilerleyen günlerde göstereceği performans çok önemli. Şili ise Brezilya ile eşleşti, bence ikinci turun en güzel maçlarından biri olacaktır. Bu turnuvada her sonuca hazırlıklı olmak lazım, favori her şeye rağmen tabii ki Brezilya ama Şili de bir sürpriz yapabilir.

G grubunda ise mucize gerçekleşmedi ve Portekiz gruptan çıkan takım oldu. Brezilya ile daha erken oynamak Fildişi Sahili’nin dezavantajı oldu. Son maçta iki taraf da beraberliğe razı olunca Brezilya ile Portekiz gruptan beraber çıktılar. Maçın berabere biteceği tahmin ediliyordu ama ilk yarı hiç beklenmedik şekilde sert geçti. Hakem turnuvadaki genel yönetim standartına uysaydı en azından iki takım da birer kişi eksilebilirdi. İkinci devre ise belki de teknik ekibin uyarıları sonrasında maçta tempo iyice düştü ve maç başladığı gibi sona erdi. Brezilya’nın Şili karşısında işi kolay olmayacak, Portekiz’e ise İspanya karşısında hiç şans tanımıyorum. Umarım ezilerek elenirler.

Perşembe günü İtalya’yı bloga not etmiştik, daha fazla bir şey söylemeye gerek yok. Fransa’dan sonra onlar da grup sonuncusu oldular ama iki ülkenin bu halinin sebepleri farklı. Fransa’nın iyi oyuncuları var ama teknik direktörü malum. İtalya’da ise çok kötü bir jenerasyon vardı ve Lippi de durumu kurtaramadı. E grubunda ise tahminlerin aksine gruptan çıkan takım Japonya oldu, Danimarka karşısında iki frikik golü ile maçı alıp götürdüler. İki vuruş da birbirinden güzel, üçüncü golde de Honda’nın rakibinden kurtuluşu mükemmel. Hollanda ile birlikte Japonya’nın ikinci tura yükselmesine sevindim.

İkinci tur eşleşmeleri bu şekilde, 3-4 maç çok güzel geçecek gibi gözüküyor. Brezilya-Şili, Arjantin-Meksika, İngiltere-Almanya ve İspanya-Portekiz maçlarından beklentilerim yüksek. Belki çok gollü maçlar olmayacak ama çok heyecanlı olacağı kesin.


Uruguay, Güney Kore, Amerika ve Gana dörtlüsünden biri yarı final oynayacak. Normalde bu tablo üzerinden hangi takımın yolunun açık olduğuna dair bir şeyler de söylenebilir ama bu turnuvada her sürprize açığım, hiçbir şey belli olmaz. O yüzden sadece 2. tur maçlarına bakıyorum ve tahminlerimi de aşağıya yazıyorum.

Uruguay – Güney Kore: Uruguay
ABD – Gana: ABD
Hollanda – Slovakya: Hollanda
Brezilya – Şili: Brezilya
Arjantin – Meksika: Arjantin
Almanya – İngiltere: İngiltere
Paraguay – Japonya: Japonya
İspanya – Portekiz: İspanya

24 Haziran 2010 Perşembe

Slovakya 3-2 İtalya


Baya üzüldüm. Tamam, İtalya’dan şampiyonluk beklemiyordum ama grup sonuncusu olmak büyük bir yıkım. Böylece son kupanın iki finalisti de gruplarında son sırayı alarak elenmiş oldu. Stoch’un devam etmesi de benim tesellim..

Maçın son 20-25 dakikasını takip edebildim, sanırım o bölüme kadar İtalya’nın yaptığı fazla bir şey de olmamış. Böyle bir maçta o dakikalara kadar, hatta ilk iki maçta hiçbir şey yapmayıp son 15 dakikada işi kurtarmayı beklemek pek mantıklı değil. Gerçi maçın son anlarında skor 2-1’e gelmişken İtalya’nın attığı bir gol de bence hatalı bir ofsayt kararıyla iptal edildi. Bu kötü durumlarına rağmen belki de gruptan çıkacaklardı ama neticede zaten hak etmemişlerdi. Düşünsenize, İtalya taç atışından gol yedi. Belki de ne halde olduklarını en iyi bu özetliyor.

Benim gibilerin sevgisini kazanan İtalya’nın bu İtalya ile ilgisi yok. Vasat oyuncuların, büyük liglerin gerisinde kalmış Serie A’daki orta sınıf futbolcuların oluşturduğu bu takımın başarılı olması zaten mümkün değildi. Belki de isabet olmuştur, belki de bu tokat sonrasında İtalyan futbolunda bir şeyler değişir.

Arrivederci azzurri..

Güney Afrika 2010 / 22-23 Haziran


Gruptan çıkanlar belli olmaya başladı. Bir yandan kimin devam edeceğinin heyecanını yaşıyor ve bunun üzerine ince hesaplar yapıyoruz. Diğer taraftan da belli olan 2. tur eşleşmelerinin heyecanını ufak ufak yaşamaya başlıyoruz. Şimdiden yıllar boyunca unutulmaması mümkün bir mücadelemiz oldu bile, İngiltere-Almanya. Meksika-Arjantin maçından da beklentilerim büyük, çok keyifli ve heyecanlı geçeceğini düşünüyorum. Önümüzde heyecan dolu 8 maç daha var, bakalım daha neler göreceğiz.

Maçlara geçmeden önce başka bir şeyden bahsetmem lazım, TRT’ye lafımı etmezsem rahat edemeyeceğim. Yayın kalitelerine, spikerlerine ya da yorumcularına bir şey demiyorum. Artık onları zorla kabullendik, dalga geçerek keyif almaya çalışıyoruz. Bazı noktalarda imkanlarının yetersizliğini de anlayabiliyoruz ama bir Dünya Kupası maçı, hele ki aynı anda büyük bir sevinç ve aynı büyüklükte üzüntünün yaşandığı maçlar biter bitmez yayını kesmeyi anlayamıyorum. Yıllardır bu işi yapan insanların, bu turnuvalar boyunca meslektaşlarının nasıl iş yaptığını gören yayıncıların böyle bir anlayışta olmasına akıl erdiremiyorum. Bunlar bu kafayla finalde kupa törenini de yayınlamazlar, kendimi buna bile hazırlıyorum.


Meksika ve Uruguay’ın beraberliğe razı olacağı düşünülüyordu, bahislerde bile beraberlik oranı iki tarafın galibiyet oranından çok daha düşüktü ama diğer tarafta bir Arjantin tehdidi olunca işler değişti. Meksika liderlik istedi, Uruguay aynı kararlılıkla karşılık verdi. Böylece ortaya keyifli ve heyecanlı bir mücadele çıktı. Meksika ataklarında Uruguay savunması hata yapmadı, güzel bir hızlı hücumla da golü buldu. Liderliği hak etmişlerdi, gruptan gol yemeden çıktılar. Güney Kore’nin onlara ters gelebileceğini düşünüyorum, her türlü sürprize de açığım ama yine de ibre Uruguay’dan yana. Meksika ise çok çabalamasına rağmen Güney Afrika’ya verdiği iki puanın bedelini Arjantin ile eşleşerek ödedi. Bu iki Güney Amerika takımının mücadelesi ikinci turun en zevkli mücadelelerinden biri olacaktır.

Fransa için ise bir şey söylemeye gerek yok, onlar zaten kendilerini yeterince rezil ettiler. Ev sahibi takımın Dünya Kupası’na Fransa’yı yenerek veda etmesi de çok güzel oldu, keşke o golü de yemeselerdi.

Yunanistan’ın bu kafayla, böyle bir anlayışla gruptan çıksaydı çok yazık olacaktı. Beraberlik yetmiyorken risk almak son 1-2 dakikada akıllarına geldi, gerçekten çok çirkin bir takım. Bu duygularımda Karagounis’in de payı büyük, çok çirkef bir adam. Yüzünden pislik akıyor. Arjantin tarafında ise Maradona bazı oyuncuları dinlendirmişti ama en çok dinlendirmesi gereken adamlar sahadaydı. Messi’yi oynatmasına lafım yok, hatta işime de geliyor ama Veron’u bu kadar yıpratmak ne kadar mantıklı bilemiyorum. En azından ikinci devrenin ortasında bu iki oyuncuyu da kenara alabilirdi. Neyse, öyle ya da böyle Maradona sayesinde bir Veron resitali izleyebildik. Mükemmel bir maç çıkardı, eskiden gelen hayranlığımızı pekiştirdi. Palermo’nun gol atması da ayrıca mutlu etti.

Nijerya-Güney Kore maçını izlemeyerek yanlış bir tercih yaptığımı biliyorum, aklım başıma son 10 dakikada geldi. Harika bir maç olmuş, iki takım da gruptan çıkma umudunu son dakikaya kadar sürdürmüş. Nijerya’nın kaçırdığı çok net pozisyonlar var, hele Yakubu’nun kaçırdığı bir gol var ki muhtemelen yıllar boyu birçok jenerikte karşımıza çıkacak. Nİjerya çıksa da üzülmezdim ama tercihim ve maçlar başlamadan önce ki tahminim Güney Kore’ydi. Uruguay karşısında işleri çok zor ama hiç şanslarının olmadığını da söyleyemem.

Bu grupta oynanan 17.00 maçlarını izleyemedim, akşam oynanan maçların arasına ise sık sık Mahut-Isner mücadelesini soktum. O ayrı bir hikaye zaten ama hala bitmediği için şimdilik bir yorum yapamıyorum. Futbol kalitesi olarak çok yüksek olmasa da çok heyecanlı 2 maç oynanmış, maçların son dakikalarında bile 4 takımın da gruptan çıkma şansı devam ediyormuş. İngiltere gruptan çıkamasaydı yazık olacaktı, turnuvalara büyük keyif katıyorlar. Maçı kayıttan biraz izledim, bazı bölümlerde iyi bir futbol oynamışlar ama tabii ki tatminkar değil. Milner ve Defoe’nun girişi İngiltere’yi olumlu etkilemiş, herhalde bu düzenle devam ederler ama Almanya’yı geçmek ve daha da ilerlemek için Rooney’e çok ihtiyaçları var. Slovenya karşısında 2-3 pozisyona da girmiş ama yararlanamamış, bir gol atsa onun için çok iyi olacaktı. Slovenya’ya fazla üzülmedim, ekstra sempatimin olduğu bir takım değil. Cezayir’in kurtaracağı beraberliğe fazla güvenmişler, elenmeyi de hak etmişler.

Amerika herhalde hiçbir platformda bu kadar sempati ve destek bulamaz. İngiltere karşısında gösterdikleri direnç, Slovenya karşısında geriden gelip beraberliği yakalamaları ve hatta hakem sebebiyle galibiyeti kaçırmaları ile takdir topladılar. Cezayir karşısında da bir golleri verilmedi, neredeyse iki hakem hatasıyla turnuvaya veda edeceklerdi ama Donovan buna izin vermedi. İkinci uzatma dakikasında yakaladıkları bir kontra atağı gol ile sonuçlandırdı ve Amerika’yı hak ettiği liderliğe taşıdı.

D grubunda her takım bir maç kazandı, Gana karşısında ikinci galibiyetini alan Almanya gruptan lider olarak çıktı. Avustralya-Sırbistan maçına hiç bakmadım, hiç yorum yapamayacağım. Avustralya’nın kazanması beklenmiyordu ama Sırbistan’ı kupa dışına ittiler. Bu skorla Gana da mağlup olmasına rağmen gruptan çıkmayı başardı, beni de mutlu etti. Amerika’yı eleyip bir üst tura da çıkmaları mümkün. Amerika sempatimizi kazandı dedik ama Gana’yı elemelerini isteyecek kadar da değil.

Alman oyuncuların üzerinde belli ki büyük bir baskı vardı. Bunu normal karşılamak lazım, genç bir takım ve tam bir liderleri de yok. Gana karşısında zor anlar yaşadılar, Gana öne geçebilecek 1-2 pozisyon buldu. Almanya geriye düşseydi geri dönemeyebilirdi ama sahneye Mesut çıktı ve çok şık bir gol atarak takımını rahatlattı. Aslında çok da iyi oynamıyordu, ilk yarı çok net bir gol de kaçırmıştı ama yeteneği ortaya çıktı ve Almanya’yı gruptan lider olarak bir üst tura taşıdı. Kim ne düşünüyor bilmiyorum, bu konuda tartışmanın da çok bir anlamı olmadığını düşünüyorum ama ben Mesut böyle ışıldadıkça mutlu oluyorum, gurur duyuyorum.

22 Haziran 2010 Salı

Güney Afrika 2010 / 18-21 Haziran


Dünya Kupası’nda ikinci maçlar tamamlandı ve gruplarda işler iyice karıştı. Gün geçtikçe daha heyecanlı maçlar izliyoruz, bir takımın kazanmak zorunda olması maçları iyice güzelleştiriyor. Vuvuzela sızlanmaları azaldı, ‘maçlar sıkıcı geçiyor’ lafları bitti. Sadece hakemler hakkında bazı şikayetler var ki haksız olduklarını söyleyemeyiz. Kötü yönetimler, skora etki eden hakemler izliyoruz. Muhtemelen FIFA’nın talimatlarının da etkisi ile kolay çıkan kartlar görüyoruz.

Kupa için bir favori söylemek zor, favorilerin hepsinin şansı hemen hemen aynı ama o favoriler arasında gruptan çıkmama ihtimali olanlar da var. Takımlar arasında büyük güç farkları yok, bu yüzden çok gollü olmasa da çok çekişmeli maçlar izleyebiliyoruz. Neredeyse her grupta her takımın yola devam etme şansı var, son maçlar çok daha heyecanlı geçecek. Genel görünüme şöyle bir baktığımızda ise Güney Amerika takımlarının Avrupa’ya oranla daha iyi durumda olduklarını söyleyebiliriz.

Turnuvanın ilk maçları sonunda öne çıkan takım Almanya olmuştu ama o Almanya sonrasında hakemin konuşulduğu maçta Sırbistan’a kaybedince gruptan çıkma şansını da tehlikeye atmış oldu. Maçın henüz 40. dakikasında 6 sarı bir de kırmızı kart gördük. Bu yönetimden zararlı çıkan taraf ise Almanya oldu. Önce Klose’yi kaybetti, bir dakika sonra da kalesinde golü gördü. Bu noktada Klose’yi de eleştirmek lazım, hakemin nasıl bir yönetim gösterdiğinin farkında olup biraz daha dikkatli olmalıydı.

Almanya eksik kalmasına rağmen etkisiz kalmadı ve rakip kalede özellikle Podolski ile net pozisyonlar buldu. Aynı Podolski, Vidic’in yaptığı saçma sapan bir elle müdahele sonucunda kazanılan penaltıyı da gole çeviremedi. Aslında izlediğim oyun bana penaltı kaçmasına rağmen Almanya’nın beraberlik golünü bir şekilde bulacağını hissettiriyordu ama Löw’ün oyuncu değişiklikleri ibreyi Sırbistan’a çevirdi. Mesut iyi bir gününde değildi ama ne olursa olsun ben onu kenara almazdım. Müller de mutlaka sahada tutacağım oyunculardan olurdu. Değişiklikler sonrasında Sırbistan yediği baskıdan kurtuldu ve hatta oyunun kontrolünü de eline aldı. Farkı arttıracak pozisyonlar da buldular fakat yararlanamadılar.

Grubun diğer maçının sadece ikinci devresini izleyebildim ama o bile bana yetti, çok keyifli bir maçtı. Avustralya öne geçti ama Kewell gol çizgisinde topa elle müdahe edince Gana penaltı kazandı ve Kewell da normal olarak kırmızı kart gördü. Avustralya henüz ilk yarıda 10 kişi kalınca maç tek taraflı bir hale döndü. Gana kurduğu yoğun baskıdan gol çıkaramadı, maçın sonlarına doğru Avustralya da maçı kazandırabilecek posiyonlar buldu ama yararlanamadı. Son maçlarda Almanya ile Gana’ya bir beraberlik yetiyor. Gönlümden geçen iki maçın da berabere bitmesi Almanya ile Gana’nın gruptan beraber çıkması.


Kupanın en büyük favorilerinden olan İngiltere şu ana kadar beklentilerin çok altında kaldı. Favoriler puan kaybedebilir, Amerika karşısında olduğu gibi bir oyuncunun hatası 3 puanı alıp götürebilir ama olay sadece bu değil. İngiltere kötü oynuyor, hiçbir şekilde tempo yapamıyor. Bunun sadece taktiksel bir sorun olduğunu sanmıyorum. İngiltere’yi elemelerde defalarca izlemiş bir adam değilim, o yüzden saha içi düzende nelerin yolunda gitmediği konusunda ukalalık yapamayacağım ama oyuncuları hepimiz izledik, neler yapabildiklerini biliyoruz. Sanki hepsi bireysel olarak çok formsuzlar, çok basit pas hataları yapıyorlar. Cezayir karşısında çok az pozisyon buldular. Maç sonrasında en büyük tepkiyi alan Rooney ayakta duramıyor, ayağında top tutamıyor. Slovenya karşısında kazanmaktan başka çareleri yok. Farklı bir galibiyet onları kendine getirecektir ama elenme stresi iki takım arasındaki büyük güç farkına rağmen maçı sürprize açık bir hale getiriyor.

Slovenya-Amerika maçı da en zevkli ve aynı zamanda hakemlerin skoru etkilediği maçlarından biri oldu. Favorim Amerika’ydı ama henüz maçın ilk devresi bitmeden Slovenya iki farklı üstünlüğü yakaladı. Birsa’nın ayağından buldukları ilk gol çok güzeldi. Amerika ikinci devreye haliyle risk alarak başladı ve devrenin hemen başında Donovan’ın ayağından bir güzel gol de onlar buldu. Bu golden sonra baskı iyice arttı, beraberlik golünün geleceği çok belliydi ve o gol de Bradley ile geldi. Amerika muhteşem bir geri dönüşe imza atıyordu ama bir golleri hakemin hala anlayamadığım bir kararıyla iptal edildi. Ne gördü de o golü iptal etti hiç bilmiyorum, Amerika lehine penaltı verse bile daha anlaşılır bir karar olurdu. Amerika son maçta Cezayir’i yenerse diğerlerinin ne yaptığına bakmadan gruptan çıkmış olacak.

Aslında Hollanda’nın şampiyon olabileceğini düşünenlerin sayısı da hiç az değil. Ben onlara pek şans tanımadım ama açıkçası iki maçta gördüğüm Hollanda hakkında ne düşüneceğimi de bilmiyorum. Japonya’yı tek golle geçtiler ve gruptan çıkmayı neredeyse garantilediler. Çok daha temkinli oynuyorlar, bir şekilde de skoru buluyorlar. Daha önceden olduğu gibi grup maçlarında futbolseverleri mest etmiyor olabilirler ama belki de bu futbol daha sert takımlar karşısında şanslarını arttıracak. Robben’in dönüşü de hücuma üretkenlik katacaktır ama Van Persie’nin de kendine gelmesi gerekiyor.

Danimarka ile Kamerun’un mücadelesi kupada en çok zevk aldığım mücadelelerden biri oldu. Kamerun Eto’o ile öne geçti ama Rommedahl’i durduramadı. Tecrübeli oyuncu ilk maçta Hollanda’yı da zorlamıştı. Bu maçta da önce Bendtner’e attırdı, ikinci devrede ise kendisi çok güzel bir gol atarak takımına 3 puanı getirdi. Hollanda’dan yedikleri iki gol sebebiyle gruptan çıkmak için Japonya karşısında kazanmak zorundalar, beraberlik Japonya’yı bir üst tura taşıyacak. Kamerun için ise üzüldüm. İyi oynadılar, çok saldırdılar, pozisyonlar da yakaladılar ama hem maçı hem de gruptan çıkma umutlarını kaybettiler.

Ne Slovakya-Paraguay maçını, ne de İtalya-Yeni Zelanda maçını izledim. İki maç hakkında skorlar dışında hiçbir bilgim yok, golleri bile göremedim. Honduras ve Kuzey Kore ile birlikte turnuvanın en zayıf takımlarından biri olarak gösterilen Yeni Zelanda iki maçında da yenilmedi. Bu grupta 4 takımın da gruptan çıkma şansı var. Kazayla İtalya’nın çıkamadığı gruptan Yeni Zelanda çıkabilirse acaip bir olay olur ve kupa tarihine geçerler.

Brezilya-Fildişi Sahili maçından beklentilerim fazlaydı. İki takımın da hücum ettiği, bol pozisyonlu ve çekişmeli bir maç bekliyordum ama öyle olmadı. Brezilya sessiz sakin 3 puanı 3 golle aldı. Fabiano’nun golle buluşması onlar için önemliydi, golcü oyuncu bu maçta iki gol attı. Attığı ikinci golün öncesinde ise topu iki kez elle müdahele ederek kontrol etti ama hakeme yakalanmadı. Aslında bu maç hakkında söylenebileceğim fazla bir şey yok. Muhtemelen yorumlar da ağırlıklı olarak oyunun gerginleştiği son 5-10 dakika üzerine yapılıyordur. Fildişi Sahili’ne sempati duyan ve benim gibi bu gruptan çıkmasını isteyen çok kişi vardı ama son dakikalarda olanlar bu sempatiyi azalttı. Üç farklı skorla giden bir maçta Elano’nun ayağı kırılabilirdi, üzerine bir ayak da Keita kırabilirdi. Keita’nın çok konuşulan olayı ile ilgili benim söyleyecek bir şeyim yok, onun nasıl bir karakter olduğunu biz zaten görmüş ve söylemek istediklerimizi söylemiştik. Mal meydanda, adamın karakteri bu. Daha fazla bir şey söyleme gereği duymuyorum ama Maradona argümanlarıyla Keita’yı savunanlara da çok gülüyorum.

Diğer maçta ise Portekiz Kuzey Kore’yi 7 golle geçti, biraz da ayıp etti. Ben maçı izleyemedim, sanırım izleyebilseymişim bu maç varolan Portekiz ve C. Ronaldo nefretime önemli katkılar yapabilirmiş. Skoru kesinlikle eleştirmiyorum ama saha içinde yine çirkin ve rakibi aşağılayan hareketler yapmışlar. Bu sonuçla Portekiz önemli bir averaj avantajı yakalamış oldu. Fildişi Sahili ve Keita Cuma günü Kaka’sız hatta belki de Elano’suz Brezilya’nın Portekiz’i yenmesi için dua edecek.

İşlerin en karışık olduğu gruplardan biri H grubu. Maçların sonunda 3 takımın da 6 puanda olması çok mümkün gözüküyor. Şili ilk maçta oynadığı etkileyici futbola rağmen Honduras’ı sadece tek golle geçebilmişti. Dün de maçın büyük bölümünü 10 kişi oynayan İsviçre karşısında birçok gol pozisyonundan yararlanamadılar ve maçı yine tek golle kazandılar. Hatta Eren son dakikada biraz becerikli olabilseydi maç berabere de bitebilirdi. Bu maça da hakemin etki ettiğini rahatça söyleyebiliriz. Kırmızı kart pozisyonunda Behrami kaşındı ama Vidal’ın da Keita’dan hiçbir farkı yoktu. Hakeme yedirdi ve rakibini oyundan attırdı. Sadece bu da değil, Şili’nin attığı golün başlangıcı da bence ofsayttı.

Diğer maçta ise İspanya Honduras’ı kendini fazla sıkmadan 2-0 ile geçti. İki golü de maçta bir de penaltı kaçıran David Villa attı. İlk golde rakiplerini geçişi de vuruşu da muhteşemdi. Villa bunları yaparken Torres ise Güiza’nın eksikliğini aratmadı. Kaçırdığı çok net pozisyonlar var ama daha da önemlisi güçten çok düşmüş gözüküyor. Bir an önce toparlanması lazım. İspanya da çok daha farklı kazanabilirdi ama onlar Şili’yi yendikleri takdirde kaçırdıkları golleri aramayacaklar, 2-0 onlara yetecektir. Şili ise iki maçta toplam 5-6 gol atabilecekken sadece 2 bulmanın bedelini çok ağır ödeyebilir. Umarım İspanya ve Şili bu gruptan bir şekilde beraber çıkarlar.

18 Haziran 2010 Cuma

Fantasy Football R-1


İlk maçlar çoktan bitti, geç de olsa Fantezi Futbol ligimizin puan durumu ile ilgili bilgi verelim. Görsele tıklayınca yeterince büyüyor.

Lider 88 puanla E blok No.1, onu 86 puanla DiegoL, 83 puanla da Jimnastikspor takip ediyor. Ben şanssız bir başlangıç yaptım, 68 puandayım. Sakatlıklardan çektim, kararsız kaldığım iki oyuncudan skor yapan hep almadığım oyuncu oldu. Head to Head liginde de gidip lig ikincisi DiegoL ile eşleşmişim. Ama önümüzde uzun bir maraton var, bu yeni ve bence güzel düşünülmüş puanlama sistemiyle farklar çok kolay kapanabilir.

Güney Afrika 2010 / 17 Haziran

İlk maçlarda da benim bir sıkıntım yoktu ama şikayeti olan çoktu. İkinci maçların başlamasıyla birlikte kupada tempo iyice arttı. Maçlarda heyecan var, "bütün maçlar alt bitiyor" diye sızlananlar için gol var, iyi futbol var, mutluluk var, drama var yani kısaca bir Dünya Kupası'nda olması gereken her şey yavaş yavaş olmaya başladı. Vuvuzela bile insanları daha az rahatsız eder oldu.
.

Güney Kore sahaya hiç beklemediğim kadar tedirgin ve ürkek çıktı. Oyunu kendi sahalarında kabullendiler, ben biraz daha cesur oynayacaklarını tahmin ediyordum. Arjantin çok fazla pozisyon bulmamışken iki farkı yakalamıştı bile. Skor 2-0’a gelince Güney Kore biraz çıkmaya başladı ve bu kez de onlar bir hata golü buldular. Demichelis’in hatası ile gelen gol onları umutlandırdı.

İkinci devre Güney Kore elinden geldiğince rakibini zorladı, hatta çok net bir gol pozisyonundan da yararlanamadı ama Higuain bir kontra atak sonucunda, ofsayt olan bir pozisyonda attığı golle Arjantin’i rahatlattı. Golden önce Messi yine ufak çaplı bir resital yaptı. Onun iyi oyunu ile takımın en kötülerinden gibi gözüken Higuain 3 gol attı. Bu adam golü kokluyor, doğru zamanda doğru yerde oluyor tamam ama Messi’nin hakkını vermek lazım. Bugün yine büyük keyif verdi. Rakip takım onu durdurmak için o kadar büyük bir efor harcıyor ki diğerleri çok rahat oynama imkanı buluyor. Arjantin kupada ilerlerse Messi muhtemelen Higuain’i gol kralı yapacaktır. Agüero da oynadığı kısa sürede iyi gözüktü, son golün de pasını verdi. Arjantin’in aldığı skor bir önceki maçtan aklımızda kalan sorunların üzerini örtmedi, savunma hala hiç iyi sinyaller vermiyor ki bir de Samuel sakatlandı.

Arjantin bu skorla büyük bir ihtimalle gruptan çıktı. Grup maçları ile elemeler daha farklı olacaktır. Ayrı bir konsantrasyon ve Maradona’nın vereceği motivasyon ile Arjantin her türlü eksikliğine rağmen hala bu kupanın favorileri arasındadır ama Samuel’den gelecek haber çok önemli.

Afrika takımlarına çoğumuzun sempatisi var, Nijerya Afrika takımları arasında nispeten daha fazla sempati duyduğum takımlardan biri. Dün kazanacaklarını düşünüyordum ama Kaita’nın aptalca kırmızı kartı belki de onlara maçı ve gruptan çıkma şansını kaybettirdi. Öne geçmişlerdi, Yunanistan’ın bir şeyleri değiştirecek hali de yoktu ama Kaita’nın maçta hiçbir gerginlik yokken hiç olmadık bir pozisyonda yaptığı inanılmaz hareket ibreyi Yunanistan’a çevirdi. O dakikaya kadar orta sahayı bile zor geçen Yunanistan Nijerya kalesine çökmeye ve pozisyonlar bulmaya başladı. Geleceği belli olan beraberlik golünü de devrenin son dakikasında buldu.

İkinci devre de farklı bir görüntü yoktu ama Nijerya maçı tekrar lehine çevirebilecek şansı da yakaladı. Hızlı çıktıkları bir atakta Yunanistan savunmasını az adamla yakaladılar ve biri boş kaleye olmak üzere iki vuruşu gole çeviremediler. Herhalde maçı izleyen herkes bu pozisyonun sonrasında Nijerya’nın maçı o anda kaybettiğini düşünmüştür. Öyle de oldu. Hem Arjantin maçında, hem de Yunanistan karşısında o dakikaya kadar mükemmel oynayan Enyama’nın hatası Yunanistan’a galibiyeti getirdi. Yunanistan çok kötü bir takım ve son maçı Arjantin ile oynayacaklar. Gruptan çıkmalarına ihtimal vermiyorum, umarım yanılmam. Güney Kore ile Nijerya arasından kim bir üst tura çıkarsa sevinirim.

Meksika Fransa’yı 2-0 yendi ve Fransa’nın gruptan çıkma şansı mucizelere kaldı. Fransa’nın bir şekilde gruptan çıkacağını düşünüyorduk ama böyle bir Fransa’nın Domenech ile bu şekilde başarısız olması da herhalde kimseyi şaşırtmamıştır. Meksika karşısında düzgün bir gol pozisyonu bile bulamadılar, sadece attıkları birkaç şut vardı. “Elensek de eve dönsek” der gibi bir halleri vardı. Gourcuff ve Henry’i yanında oturtan Domenech ile ilgili bir şey söylemeye ise artık gerek yok, Fransızlar ona bu kadar dayananları sorgulasınlar.

Meksika maçı kazanmayı sonuna kadar hak etti, Fransa’dan çok daha iyilerdi. Çok iyi mücadele ettiler, kazanmayı çok daha fazla istediler. Oyunu kontrol ettiler, pozisyonlar buldular ve maçı da kazandılar. Kazandıkları penaltının penaltı ile alakası yok, hatta çok komik bir aldatmaydı ama hakem bunu yedi. Belki de böylesi daha güzel oldu.

Sanırım dünya üzerinde kupayı takip edenlerin bugüne kadar en çok sevindiği akşam dün akşam oldu. Uruguay-Meksika maçında çıkacak bir beraberlik her iki takımı da gruptan çıkaracak ve muhtemelen sinir bozucu bir şekilde Fransa’yı kupa dışına itecekler. Bu durum beni de mutlu ediyor. Sebep sadece İrlanda eşleşmesi ve Euro 2016 sebebiyle değil, Fransa’yı ezelden veri sevmem.

Şampiyon Lakers


Çalışma hayatının takip ettiğim sporlara en kötü etkilerinden biri de NBA’den kopmam oldu. Sabah saatlerinde yayınlanan bir maçı izlemeyeli çok oluyor, yıllardır NBA’i sadece özetlerden takip edebiliyorum. Bu maçın tamamını izlemeyi kaldıramazdım ama son çeyreğe yetişmeyi kafama koymuştum ve öyle yaptım. İyi ki kalkmışım, gerçekten mükemmel bir son çeyrek izledim.

Perkins’in eksikliği şampiyonluğun kaderini belirledi, Lakers Celtics’i boyalı alandan vurdukça vurdu. Lakers’ın 23 hücum ribaundu var, nefret ettiğim Gasol de maçı 19 sayı 18 ribaund ile bitirdi ve Lakers Kobe’nin kötü geçirdiği bir gecede şampiyonluğu kazanmayı bildiler. Son çeyrekte çok iyi ve hakemlerin de müsadesiyle sert bir savunma yaptılar.

İstatistikleri incelemedim ama bu sert savunmaya rağmen son çeyrekte Celtics 6-7 serbest atış kullanmışken Lakers 20 civarı serbest atış kullanmıştı. Bunun dışında bir de çok kritik bir yerde Garnett’e çalınan bir faul var ki orada Kobe’nin yaptığı bir hücum faul vardı. 3 sayıya Boston hücum edecekken fark 5’e çıktı. Sadece son çeyreği izleyerek hakemler hakkında yorum yapamam, zaten serinin genelinde kötü düdükler çalındığını biliyorum ama çevrede daha çok Lakers taraftarı var. Onlardan doğal olarak böyle bir yorum gelmez, bari biz görüp de söylememiş olmayalım.

Üzüldüm, sıkı bir Celtics taraftarı değilim ama Lakers’dan basketbola aklım ermeye başladığından beri haz etmem. Michael Jordan ile büyüyen ve gençliği ona duyduğu hayranlıkla geçen birinin Kobe’den nefret etmemesi de pek kolay değil. O yüzden bu sonuca üzüldüm. Neyse, en azından Phil Jackson tesellimiz var. İki takım da şampiyonluğu hak etmişti, gülen Lakers oldu ama Celtics de şampiyonluğu olabilecek en güzel şekilde kaybetti. Sonuç ne olursa olsun adına yakışır bir seri oldu..


Boston @ Los Angeles / 89-102
Celtics @ Los Angeles / 103-94
Los Angeles @ Boston / 91-84
Los Angeles @ Boston / 89-96
Los Angeles @ Boston / 86-92
Boston @ Los Angeles / 67-89
Boston @ Los Angeles / 79-83

Los Angeles Lakers 4 – 3 Boston Celtics

17 Haziran 2010 Perşembe

Bir de Fenerbahçe Var


Dünya Kupası'na kapıldım diye tabii ki Fenerbahçe'yi unutmuş değilim ama bir süre sessiz kalmak, sadece neler olduğunu izlemek ve kimseyle tartışmamak benim için şu an daha iyi..

Zaten şu aşamada çok da anlayamadığım şeyler oluyor. Bazı şeyler netleştikçe, neyin ne olduğu ortaya çıkınca daha detaylı konuşuruz..

Güney Afrika 2010 / 15-16 Haziran

Kupa ritmini bulmaya başladı, özellikle dün oynanan maçlar turnuva başından beri kötü futbol diye sızlananlara ilaç olmuştur. İkinci maçlar ile birlikte çok daha heyecanlı maçlar izleyeceğimizi düşünüyorum. Belki gol sayısında ciddi bir artış olmayacak ama aldığımız keyif artacaktır.

Maçları izleyip de eş zamanlı olarak bloga aktarmak benim bu ara yapabileceğim bir şey değil, muhtemelen yazılar maçları hep geriden takip edecek.Bu iki günde oynanan maçların çoğunu izleyemedim ve üzerinden zaman geçtiği için detaylı olarak yazmak istemiyorum ama kısa kısa da olsa bloga not edeceğim.

Slovakya-Yeni Zelanda maçının birçok kişi için tek anlamı Holosko ile Stoch’du, ikisi de kulübede başlayınca maçın tüm çekiciliği gitti. Slovakya maçın favorisiydi, ben de kazanacaklarını düşünüyordum. Devre bitmeden Vittek’in ofsayttan attığı golle öne de geçtiler ama uzatmanın da son dakikasında gelen gole engel olamadılar. Oldukça sıkıcı geçen bu maçı Yeni Zelanda ofsayttan yediği golle kaybetseydi yazık olacaktı. Slovakya gruptan çıkmak için bu maçı kazanmak zorundaydı ama şimdi bütün avantajı Paraguay’a verdiler.

Gollü geçmesini beklediğimiz maçlardan biriydi ama gruptan çıkacak takımı belirleyecek olan karşılaşma olması iki takımın olabildiğince kontrollü oynamasını beraberinde getirdi. Gol çıkmadı ama bence yine de keyifli bir maç oldu. Portekiz’de Ronaldo maça istekli ve iyi başladı, bir topu da direkten döndü. Messi’nin performansı belli ki onu da etkilemişti ama bu şut haricinde çok da etkili oynadığını söyleyemeyiz. Fildişi’ni ben beğendim, Brezilya karşısında bir sürpriz yaparlarsa şaşırmayacağım. Savunmalarını da geliştirmişler ve daha bir ‘takım’ olmuşlar. En azından Portekiz’e kıyasla bu noktada daha öndeler. Portekiz’e hiç alan bırakmadılar ve gole de daha fazla yaklaştılar. Drogba’nın dönüşüyle birlikte gruptan çıkmaları ve hatta ilerlemeleri çok mümkün. Portekiz’in grup maçları sonunda evine dönmesine ise çok sevineceğim. Bunu sadece Ronaldo sebebiyle değil, takımın üzerine çökmüş genel bir çirkeflik yüzünden istiyorum.

Kuzey Kore ben de dahil birçok kişiyi yanılttı ve beklentilerin çok üzerinde bir oyun ortaya koydu. Çok insanın da sempatisini kazandı. Ellerinden geldiğince mücadele ettiler ama oyunun hiçbir anında çirkinleşmediler. Herhalde izleyen herkes bir gol atmalarını çok istiyordu, o golü de buldular. Olur da Portekiz’den bir puan alırlarsa çok sevineceğim. Brezilya’nın bu maçı farklı kazanacağı düşünülüyordu ama hepimiz biliyoruz ki bu takım geçmişten çok farklı bir görüntü sergiliyor. Yıldızı az, forvet hattı nispeten zayıf ama çok da iyi bir savunmaya sahip bir takım. Kaka’ya biraz fazla bağımlı gibiler ve Kaka da iyi durumda değil. Onun arkasında oynayan ikili de kısıtlı yetenekleri olan oyuncular olunca üretkenlik azalıyor. Her şeye rağmen Brezilya şampiyonluğun en büyük adaylarından ve ben sonuna kadar ilerleyeceklerini de düşünüyorum. Gerçi İspanya’nın mağlubiyetiyle işler karıştı, belki gruptan çıkar çıkmaz birbirleriyle eşleşecekler. Sonuç ne olursa olsun, bu takım kupayı da kazansa o bildiğimiz Brezilya futbolunu izleyebilmemiz pek mümkün değil. Bu arada Maicon’un golü yazmazsam olmaz, bence bilerek kaleye vurdu ve çok da güzel bir gol attı.

Herhalde izleyemediğim için en çok üzülmem gereken maç bu olmalı, herkesin söylediği şey Şili-Honduras maçının oynanan en keyifli maç olduğu. Şili tek farklı bir galibiyet aldı ama maç boyunca birçok pozisyon bulmuş, inanılmaz goller kaçırmış. Maç çok daha farklı bir skorla bitmeliymiş. Honduras turnuvanın en zayıf takımlarından biri ve oyunu da hiç çirkinleştirmemişler ama Şili oyun felsefesi ve tabii ki Alexis Sanchez ile herkesi çok etkiledi. Bu grupta işler karıştı ve daha da karışacak. Gruptan çıkan takımlar averaj ile belirlenecek olursa ki bu gayet mümkün, Şili bu maçta kaçırdığı golleri çok arayabilir. 5 olacak maç tek farkla bitmiş.

Turnuvanın en büyük bombasını İsviçre patlattı. Aslında kenarda Hitzfeld gibi bir adam olunca her şeyi beklemek lazım ama diğer tarafta bahsettiğimiz takım da İspanya. Ben zor da olsa en azından bir gol bulup maçı kazanacaklarını düşünüyordum ama İsviçre zaten iyi becerdiği savunmayı bu maçta neredeyse kusursuz yaptı. Yedikleri baskıya rağmen İspanya’ya 1-2 pozisyondan başka gol şansı vermediler. Herkesin aklına Barcelona-Inter maçının gelmesi çok normal ama İsviçre Inter’in aksine rakip kaleyi de tehdit etti. Hatta gole İspanya’dan daha çok yaklaştılar dersek sanırım abartmış olmayız. Maçın istatistiklerine baktım, İspanya rakibinin iki katından da fazla pas yapmış ama İsviçre takım olarak 15 km daha fazla koşmuş. Bu bile maçı ne kadar hak ettiklerini gösteriyor. İspanya kazansaydı da hak etmiş olacaktı, maçı kazanmak için her şeyi yaptılar ama kilidi bir türlü açamadılar.

Bu gruptan 2. olarak çıkacak takım Brezilya’nın yer aldığı grubun lideriyle eşleşecek ama bundan önce gruptan kimin çıkacağını konuşmak lazım. Şu an Honduras’ı bir kenara koyarsak her türlü seçenek mümkün gözüküyor. İkinci turda olası bir İspanya-Brezilya eşleşmesini geçtim, İspanya’nın gruptan çıkamama ihtimali de karşımızda duruyor.

Günün son maçında Uruguay kazandı ve grupta liderliğe yükseldi. Uruguay’ı ve Lugano’yu ne yazık ki yine izleyemedim. Forlan iki gol atmış ama kimle konuştuysam Suarez’in çok iyi oynadığını söyledi. Bu grupta Güney Afrika’nın alacağı puanların gruptan çıkacak takımların belirlenmesinde çok etkili olacağını söylemiştim. Uruguay avantajı eline geçirdi, şimdi rahat rahat Fransa-Meksika maçının sonucunu bekleyecek.

Heyecan artıyor, turnuva iyice kendine geliyor. Futbolseverleri güzel günler bekliyor.

15 Haziran 2010 Salı

DK 2010 Tahmin Yarışması Tahmini

BIY ve Tribün Dergi bir tahmin yarışması düzenledi. Ben de sanki bugüne kadar oynanan futbolu analiz edip şampiyonu bilecekmişim gibi tahminlerim için son ana kadar bekledim.

Son anda bu gönderiyle yarışmadan haberi olan olursa tahminini buradan yapabilir.

Olay şu;
.
Dünya Kupası 2010'da Şampiyon Kim Olur?
Yarı Finalistler Kim Olur?
Gol Kralı Kim Olur?

.
Bunlarla birlikte averaj uygulaması için gruplardan 1. çıkacak 8 takımı da belirteceksiniz.
.
Bu üçünü tahmin olarak yazan postlar arasında ilk kişi Sony PlayStation 3 (Slim) kazanacak.

.
Son Katılım: 15 Haziran 2010, Saat 23.59

Benim tahminlerim:

Şampiyon: İspanya
Yarı Finalistler: İngiltere - Brezilya - İspanya - Almanya
Gol Kralı: David Villa
Grup Liderleri: Uruguay, Arjantin, İngiltere, Almanya, Hollanda, Brezilya, İspanya, Paraguay