24 Eylül 2011 Cumartesi

Buluşma


Askerlik sebebiyle geçen sezonun büyük bir bölümünü kaçırınca bu sezonu çok daha büyük bir özlem ve hevesle bekliyordum. Maça gitmek için çok büyük bir heyecan duyuyordum ama her şey piç oldu. Eylül ayı bitti ve hala Saraçoğlu'na gidemedim.

Ceza bitti ve sonunda İBB maçı ile stada girebileceğim. Her ne kadar yaşananlar beni sahanın içinden uzaklaştırmış olsa da o tribünde olmayı çok özledim. Belki maçı adam gibi izlemeyeceğim bile, şu an tek istediğim zaman zaman eleştirdiğim tribün tayfası gibi sahada olan biteni çok da umursamadan 90 dakika boyunca haykırmak.

O stada girip yeşil çimleri görünce bu yaz döneminde giden bazı şeylerin geri geleceğini de hissediyorum. Ve Fenerbahçe takımı ile Saraçoğlu'nda buluşmak için sabırsızlanıyorum. Sonuç ne olursa olsun mükemmel bir gün geçireceğimden eminim. Çünkü çok özledim.

Haydi artık şu maçın tarihi bir an önce açıklansın ve bir şafak da maç için saymaya başlayayım.

Buluşmaya az kaldı.

14 Eylül 2011 Çarşamba

İyi ki Varsın

Çok şey oldu, çok acaip 74 gün geride kaldı. Saha dışında bütün bu acaip şeyler olurken onları bir kenara bırakıp saha içine dönmek kolay değil. Ben de bunu yapamıyorum. Dışarıda verilen mücadele devam ediyor, o tarafta bir zayıflama yok ama sahada oynanan futbola ilgi gösteremiyorum. En basitinden Orduspor maçının özetlerini bile hala izlemedim, sadece golü gördüm. Mutlaka o duygular ortaya çıkmaya başlayacak ama sanırım biraz daha var.

Bu geçiş döneminde beni sahanın içine çeken en önemli güç ise Alex de Souza. Futbola tekrar aynı ilgiyi gösterdiğim zaman bunda en büyük pay onun olacak. İzlemenin insana sonsuz keyif verdiği futbolcu. Güzel insan, büyük karakter. O Fenerbahçe ambleminde yer alan sarı, yani "gıpta" nın karşılığı. Onu izlemekten vazgeçmek, o büyük keyiften uzak kalmak kolay değil.

İyi ki doğmuşsun bizi futbola bağlayan insan, iyi ki varsın.

Umarım daha çok doğum gününü burada bizimle kutlarsın..

12 Eylül 2011 Pazartesi

CL Fantasy Football 11/12


Futbol havasına girmek kolay değil, heves kalmadı. İlgimi iyice kaybetmemek için elden geldiğince Fantasy Football liglerine giriyorum ve yarın da Şampiyonlar Ligi başlıyor.

Ben takımımı oluşturdum, bir de lig açtım. Ligin kodu 106592-18441.

Bir de ufak ödülümüz koyalım ki boşa oynamayalım. Geçen sezon gibi yine futbol ile ilgili bir kitap olsun. Bizde sponsor falan yok, o yüzden bizden ancak böyle bir ödül çıkar.

Herkesi bekleriz.

26 Ağustos 2011 Cuma

Diego Alfredo Lugano Moreno


Dün Ali Koç'un yaptığı gurur verici açıklamanın sonunda söyledikleri, yani istemeden de olsa bazı oyuncular ile yolların ayrılacağı bilgisi bu sabah itibariyle gerçek olmaya başladı. Belki de benim gördüğüm en iyi Fenerbahçe kadrosu ilk firesini ne yazık ki Lugano ile verdi.

Duygusal şeyler yazacak halim yok, istemiyorum. Acı veriyor ve yapacak bir şey yok. Kalan sağlar bizimdir diyoruz, oyuncular gitse de Fenerbahçe hep ayakta kalacak bundan şüphe etmiyoruz ama bazı şeylerin bu şekilde sona ermesine insan çok üzülüyor. Satmak zorunda kalmak, bu gerçekten çok üzücü..

PSG'ye gidiyor Lugano. Ginola'lı bir PSG formam vardı artık bir tane de Lugano'lu olur.

Emeklerin için, bu formaya akıttığın her damla ter için, sahadaki ben olduğun için teşekkürler. Bu taraftar seni hiçbir zaman unutmayacak, bu ülkeye her gelişinde seni yine el üstünde tutacak.

Yolun açık olsun Tota.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Fenerbahçe Dışarı

Her hafta çok fazla gelişme oluyor, üzerine konuşacak çok olay oluyor. Dün bir nevi final oldu, en azından bu final vuruşunun benim tarafımdan nasıl gözüktüğünü yazayım.

UEFA Türkiye’ye “bir şekilde” gelir, neler oluyor bakalım burada diyerek sorular sorar. Savcı ve TFF Fenerbahçe’nin suçlu olduğuna inandıklarını fakat ülkedeki sistemin hemen küme düşürmelerine müsaade etmediğini söyler. UEFA bunun üzerine standard ve geçmişte de uyguladığı sistemi TFF’ye açıklar. “Eğer Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi’ne girerse biz de kendi soruşturmamızı yaparız ve suçlu bulursak kendi cezamızı veririz. Bunun olmasını istemiyorsanız ya Fenerbahçe çekilmeli ya da siz Fenerbahçe’yi men etmelisiniz” der. Bu aslında Fenerbahçe’nin isteyeceği bir uygulamadır, sistemin dışında bir kurum tarafından yargılanmak. UEFA soruşturmasını yapsaydı neler olurdu bilemeyiz. Kendi kurumlarınca suçlu bulunan ama UEFA nezdinde bir suçu tespit edilemeyen kulüpler oldu. Bunun tam tersi de yaşandı. Ama suçu tespit edilmeden kimseye bir yaptırım uygulanmadı.

TFF bunu yani UEFA'nın kendi soruşturmasını yapmasını istemez ve Fenerbahçe’den Şampiyonlar Ligi’nden çekilmesini talep eder. Bu talep kabul görmeyince de Fenerbahçe’yi UEFA'yı öne sürerek Şampiyonlar Ligi’nden men eder. Oysa 23 Ağustos tarihinde yani UEFA’nın Fenerbahçe ile ilgili yazısını TFF’ye gönderdiği söylenen gün Mehmet Ali Aydınlar “UEFA duruma el koydu diyemeyiz, sadece gelip bilgi aldılar.” açıklamasını yapmıştır. Bir sonraki gün ise, UEFA kaynaklarından Fenerbahçe’nin kura çekimine katılacağı bilgisi gelmişken, aynı gün içinde "uluslararası kurumlar önemli" açıklaması yapan Cumhurbaşkanı ile görüşen TFF, UEFA’nın talebi üzerine Fenerbahçe’yi men ettiğini açıklar.

Ama Fenerbahçe’yi UEFA men etmemiştir. Trabzonspor ve Beşiktaş’ın devam ettiği yerde Fenerbahçe’nin men edilmesi gibi bir kararın UEFA’dan çıkmış olmasına imkan yoktur. Hele ki böyle bir kararı dün Mehmet Ali Aydınlar’ın söylediği gibi gazete haberlerine bakarak alması mümkün değildir.

TFF ve savcılık Fenerbahçe’nin suçlu olduğunu UEFA’ya bildirmiştir. Bu UEFA açıklamasında geçen “the decision of the Turkish Football Federation to withdraw Fenerbahçe SK from the UEFA Champions League 2011/12 due to the fact that the club has been involved in match-fixing" cümlesi bunu açıkça göstermektedir. TFF hükmünü vermiştir ve bunu savcı ile birlikte UEFA’ya bildirmiştir. UEFA da "eğer şike varsa ya Fenerbahçe dışarıda kalsın ya da biz de soruştururuz" demiştir. TFF de bu soruşturmanın yapılması yerine Fenerbahçe’yi men etmeyi tercih etmiştir. Ve bunu son dakikada yaparak tüm itiraz haklarının da önüne geçmiştir.

Mehmet Ali Aydınlar dün akşam net olarak “Fenerbahçe genel kurul yapıp tutuklu olan yöneticileri ile bağını koparsaydı Şampiyonlar Ligi’ne gidiyor olurdu” bile dedi. Yani Fenerbahçe suçsuzluğunu savunduğu için, yöneticilerinin içeride haksız yere tutulduğunu düşündüğü için cezalandırıldı.

Çok şey oldu, çok haksızlıklar yaşandı ama dün olanlar çok büyük darbe oldu. Dün UEFA değil ama TFF Fenerbahçe’ye çok ağır ve yanlış bir ceza verdi. Şimdi de Fenerbahçe’nin bir ceza kesmesi lazım ve verilebilecek tek ceza da sistemi Fenerbahçe’den yoksun bırakmaktır. Fenerbahçe an itibariyle hakkı olan Şampiyonlar Ligi'nin dışına atıldıysa bu sistemin de tamamen dışına çıkmalıdır. Kimi çok önemli bir değişiklik olmayacağını düşünebilir, kimi de bunun Türk futbolu için bir yıkım olacağını iddia edebilir. Nasıl etkileri olacağını bilemeyiz ama sonunda her ne olacaksa artık daha fazla bu tiyatronun içinde olmamak lazım.

Ben bir taraftar olarak, geçtiğimiz sezonun büyük bölümünde askerlik sebebiyle Fenerbahçe’den uzak kalan ve Saraçoğlu’nda takımını desteklemeyi çok özlemiş bir taraftar olarak bu zevkimden mahrum kalmaya hazırım.

Ben bu kez de ligden çekilmemiz için yani Fenerbahçe'yi onların elinden almak için kulübe yürümeye hazırım.

2 Ağustos 2011 Salı

Huzur


Bloga yazmaya başlamak istiyorum ama bir türlü yazamıyorum. Sanırım içimden gelmiyor, yazacak şey bulamıyorum. Fikirler, kurulan cümleler hep malum gündem hakkında oluyor. O konu için de Twitter yeterli oluyor.

Ama bu fotoğrafı blog hak ediyordu. Son günlerde gördüğüm en güzel fotoğraflardan biri, belki de Fenerbahçe özelinde en güzeli.

Sanki baktıkça son 1 ay içinde yaşadığımız şeyleri alıp götürüyor, kötü günlerden uzaklaştırıyor. İnsan baktıkça huzur buluyor..

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Kazanılan Bir Şey Yok

Bir haftadır çok uğraştık, her anlamda çok yorulduk. Detaya girmeyelim ama dün de çok hırpalandık. Bundan sonra da mücadele etmeye ve sesimizi çıkarmaya devam edeceğiz.

Bugün Futbol Federasyonu'nun kararı ile sadece olması gereken oldu, henüz kazanılan hiçbir şey yok. Biz ancak aklanınca kazanmış sayılacağız. Ben kulübümün küme düşmemesi için mücadele etmiyorum, sadece yapılması gereken bir şey varsa doğru şekilde yapılsın istiyorum. Bundan sonrası için de istediğim o. Dava sonunda şike ispatlanırsa, her şey bana açıkça gösterilirse bu kez de Fenerbahçe'yi küme düşürmeleri için yürüyebilirim.

Bugün Federasyon en doğru kararı vermiştir. Fenerbahçe'yi küme düşürdükten sonra aksi bir yargı kararında yaptıklarının altından kalkmaları mümkün olmazdı. Böyle bir karar vermeyerek bu büyük riskten kaçtılar, doğrusunu yaptılar. Yargı Fenerbahçe aleyhine karar verirse yapacakları zaten belli, hiç zaman kaybetmeden küme düşürecekler. Belki o zaman da süreç her şeyiyle doğru sonuçlanmış olmayacak ama bu yaptıkları seçimin getireceği yük kesinlikle çok daha hafif. Hem Fenerbahçe küme düştükten sonra o büyük mutluluk yaşarken kimse de çıkıp "sezon başlamadan düşürmeniz gerekirdi" diye ortalığı yangın yerine çevirmez.

Şu an cezasız kalmış bir şey yok, hiçbir şeyin de üzeri örtülmedi. Çünkü her ne kadar bazıları anlamak istemese de hala ortada bir suç yok. İsteğimiz gerçekten bir şeyler varsa bunun ispat edilmesidir, o zaman Fenerbahçe'nin küme düşmesi için en yüksek sesi de biz çıkartırız. Aksi takdirde elimizden geldiğince sonuna kadar mücadele edeceğiz. Her şey bittikten sonra da kendi içimizde hesaplaşacağız.

Henüz hiçbir şey bitmedi. Daha yeni başlıyor.

...

8 Temmuz 2011 Cuma

Pazar Günü Sarı-Lacivert Cepheye


Camiada ve kulüpte bir ufak hareketlenme, ilk şoku atlatıp ayağa kalkma belirtileri var ama en önemlisi taraftar.

Fenerbahçe'yi şu an taraftarından başka kimse koruyamaz ve savunamaz. Herkes çok korkuyor. Normal.

Mesela Nihat Özdemir ne diyebilir? Ne kadar savunabilir? Bir ton davası var, onu da içeri tıkarlar.

Ya da Ali Koç? Ne kadar sert çıkabilir? O aile hiç izin verir mi?

Şansal mı? Rıdvan mı? Kuyruklarını kıstırdılar, seslerini çıkaramıyorlar.

Sahip çıkmamız lazım, Fenerbahçe başı boş kalmamalı.

En azından bu adamların bize çok ihtiyacı var.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Var ya da Yok



Hazırlık maçlarını bekliyordum. Yeni sezon değerlendirmesi ile bloga ufak ufak yazmaya başlarım diyordum ama kısmet başka türlü oldu. Şimdiye kadar olanlar ile ilgili bir şey söylemenin anlamı yok, herkesin safı belli oldu zaten. Medyanın da durumu ortada. Önemli olan bundan sonra ne olacağı.


Öncelikle şu geçmişi ve diğerlerini bir kenara bırakmak lazım. "Ama onlar da yapıyor, onlar da yargılansın" kafasından kurtulmak lazım. Bu doğru savunma değil ve bize de hiçbir faydası yok. Fenerbahçe taraftarının bu dönemde üzerinde durması gereken sadece iki seçenek var, şike yapıldı ya da yapılmadı. Yapıldı diyorsak olması gereken şey belli. Kulübün, yöneticilerin, camianın en ağır şekilde cezalandırılması ki zaten böyle bir sonucun getireceği utanç hepimiz için Bank Asya'da oynamaktan daha ağır bir ceza olur.


Ama ben bu suçlamaları kabul etmiyorum, söylenenlerin hiçbirine inanmıyorum. Artık bu ülkede olan birçok başka şeye inanmadığım gibi. Ben izlediğim maçları biliyorum ve ben Fenerbahçe futbol takımının bu sene şampiyonluğu herkesten fazla hak ederek kazandığını düşünüyorum.


Ve tabii bir de Aziz Yıldırım var. Ben onu çok destekledim ve hala da bu bahsedilen hataları yapacak bir adam olmadığı kanaatindeyim. Ama bir noktada yanıldım, ben onun gerçekten Fenerbahçe'yi işinin de önüne koyduğunu düşünüyordum. Öyle değilmiş. O hiçbir şeyden vazgeçmemiş, o Fenerbahçe'yi tehlikeye atmış. Şike işinin içinde olmadığına inanıyorum ama yine de onu affetmeyeceğim.


Yukarıda dediğim gibi şike yapıldı ya da yapılmadı, bizim için bundan başka bir üçüncü ihtimal yok. Olmamalı. Artık bekleyeceğiz. Her ne olacaksa bir an önce olsun o yeter.

18 Haziran 2011 Cumartesi

Fark


Basketbolda rakibimiz Galatasaray değildi. Galatasaray sadece serinin son halkasına engel olabilmek için tüm gücünü ortaya koyan ve aşılması gereken son engeldi. Ama başaramadılar, engel olamadılar. Fenerbahçe harika bir sezonu olması gerektiği şekilde bitirdi. Kimse "Dünyanın En Büyük Spor Kulübü" dediğimizde kızmasın, bulabiliyorsa başka bir kulüp adı yazsın.

Saras'ın yıllarca büyük bir hayranı oldum ve ne olursa olsun onu bu formayla az da olsa izleyebilmek mükemmeldi. Emir'e bayılıyorum, harika işler yapıyor. Top eline çok yakışıyor. Sahada yaptığı işler, o mükemmel saha görüşü ve oyun zekası beni çok etkiliyor. Tomas'ı bir ayrı seviyorum, tam bir takım oyuncusu. Olması gereken yerde ortaya çıkıyor ve sessiz sedasız işini çok iyi yapıyor. Seneye de onu bu takımda görmek istiyorum. Oğuz, Ukic, Kinsey ve diğerleri, hepsi çok önemli oyuncular. Elde gerçekten iyi bir kadro var.

Ama işte Kaptan var ya Kaptan, o bir başka.. Bu son maçı o aldı, kupa töreni sırasında da aklımızdan geçenleri yaptı, tezahuratları başlattı. Bütçe farkı, kalite farkı, o fark, bu fark şu fark. Hepsine tamam ama en büyük fark Ömer Onan..

Fenerbahçe'de bizim kadar Fenerbahçeli bir Büyük Kaptan var, başka da kimsede yok..

15 Haziran 2011 Çarşamba

4-1

Askerden döneli 1 aya yaklaşıyor, aslında işe de başladım ve bilgisayar başında daha çok zaman geçiriyorum ama bir türlü bloga hareketlilik kazandıramadım. Çok koptuk her şeyden, güzel bir sezonun koca bir bölümünü kaçırdık. Sanki dışarıda kaldım. Şimdi de tekrar içeriye girmekte zorlanıyorum. Muhtemelen yeni sezonun başlamasına yakın benimle birlikte blog da eski haline geri döner.

Fenerbahçe dün çok kötü bir basketbol oynadıktan sonra Galatasaray’a sahasında kaybetti ve seri uzadı. Oysa herkes ne kadar da emindi, 4-1 olacaktı. Zaten final serisi başlamadan önce bile bu son belirlenmişti, herkesin ağzında bu 4-1 vardı. Aksi bir sonuca ihtimal bile verilmiyordu. Salon süslenmiş, tribünler kupanın havaya kalkmasını yerinde görmek isteyenler ile dolmuştu. Böyle bir ruh halinin pek hayırlı olmadığını salona girdiğim anda hissettim. Oyuncuların, tribünlerin kısacası tüm Fenerbahçelilerin bu uyuşuk ve yavşak hali bu camia için zaten bir klasik.

İlk devre kafa kafaya geçti ve yanılmıyorsam Fenerbahçe bu devreyi 3/15 üç sayılık atış ile bitirdi. Oyun 1-2 şutun girmesi halinde maçın kopacağı hissini veriyordu, oyuncular da böyle hissetmiş olmalı ki sürekli dışarıdan attılar ama o şutlar bir türlü girmedi. Girmiyorsa zorlama, o topu içeri bir indir. Bir önceki maç Oğuz’u savunamadılar, oradan ekmek çıkarmaya çalış. Dış şuta bir ara ver, biraz nefeslen sonra yine atarsın. Ama Fenerbahçeli oyuncular bir an önce maçı kazanıp kutlamalara başlamak için acele edince skor bir türlü kopmadı. Diğer tarafta Galatasaray’ın Tutku-Andriç ikilisi ile birlikte bulduğu sayılar da sinirleri bozdu ve maç kopmadıkça stres başladı.

Üçüncü çeyrek iki takım da skor üretemez oldu. İkinci devre Galatasaray’ın çok iyi bir alan savunması yaparak Fenerbahçe’yi kilitlediğini düşünmüyorum. Rakibin çok bir efor sarf etmesine gerek kalmadan statik oyunuyla Fenerbahçe kendi kendini kilitledi. İşin savunma tarafını fena yapmadığı için ufak bir skor avantajı yakaladı ama kötü hücuma devam edince maçı bu kez 3. çeyrekte kopartamadı ve Tutku-Andriç ikilisi ile işlemeye başlayınca rakibi yakaladı, öne de geçti.

Tribünler kötüydü, anlamsız bir şekilde emniyet de taraftarla çok uğraştı. Bağırtmaya çalışan tayfanın maç ile alakası olmayınca insanın tezahurata katılası gelmiyor. Maç ile alaka sıfır. Çeyrek sonuna 20 sn. kala rakip hücum ederken tribünleri “Fenerbahçem benim, biricik sevgilim” diye bağırtmaya çalışırsan, daha 2. çeyrekte sahaya arkanı dönüp şaklabanlıkla karışık tezahurat yaparsan kimse seni ciddiye almaz. Yoksa son çeyrekte Galatasaray öne fırladıktan sonra tribünlerin devreye girmesiyle fark kapandı ve Fenerbahçe öne geçti.

Maçın son bölümü hakkında iş işten geçtikten sonra konuşmak kolay. Ukiç’in çembere değmeyen şutunda kenarda ne çizildiğini bilemeyiz. Bence çizilen hücumu Emir biraz p*ç etti, top da Ukiç’in elinde patladı. Halbuki orada erken kullanılacak bir hücum son hücumu yine Fenerbahçe’ye bırakabilirdi. Son topta ise faul yapmamak eleştirilemez. Ben de faul yapardım ama neticede bu bir tercihtir, saygı duymak gerekir. Spahija’yı eleştireceksem bunlar üzerinden değil Tutku-Andriç oyunlarını kesememesi, alana karşı hücum ettirememesi ve benim için daha da önemlisi Sean May’i kadroya almaması üzerinden eleştiririm. Adam sezonun en yüksek performansını verirken bir anda kendini tribünde buldu.

Shipp’in son basketi ekstra oldu. Fenerbahçe çok kötü oynamasına rağmen maçı neredeyse kazanıyordu ama hak edilen tokat son saniyede geldi. Galatasaray maçı kazanarak seriyi uzattı. Ucuz kahramanlık hikayeleri yazılmaya başlandı, üç kez kaybettikleri Ülkerspor’a karşı ikinci kez Fenerbahçe’yi yenince “Shipp’tik mi?” lafları dolaşmaya başladı. Bir final maçında böyle bir görüntü sergileyerek kaybetmek için bir Fenerbahçe klasiği dedik ama Abdi İpekçi’de kupayı boşaltılmış önünde kaldırmak da kimseyi şaşırtmaz ve bir Fenerbahçe klasiği olur..


23 Mayıs 2011 Pazartesi

Gurur



Fenerbahçe Aykut Kocaman'dır..

Aşk


Fenerbahçe Daiane ve Alex'in sarılmasıdır..

Şampiyonluğa Dönüş


Askerdeydim, döndüm. Çok da güzel döndüm. İkinci yarı sadece Gaziantepspor maçına gidebildim ama zaten o maç da çok maça bedeldi. Unutulmayacak bir sezonun en güzel bölümlerini kaçırdım ama şampiyonluğa yetiştim.

Şampiyonluğu çok özlemişim. Maç sonrasında sadece etrafıma aptal aptal bakınarak Bağdat Caddesi'ni baştan sona yürüdüm. Bir takımın bir şehri nasıl o hale getirebildiğine akıl erdiremeden yürüdüm. Şampiyonluk çok güzel şey ama Fenerbahçe şampiyon olunca daha bir başka oluyor, bu dünya yanıyor..

Geçtiğimiz yılın üzerine çok zor şartlarda başlayan ve dibin de görüldüğü böyle bir sezonu ancak Fenerbahçe zirvede bitirebilirdi. Aynen 2007'de olduğu gibi. En çok biz istedik, biz mücadele ettik ve en iyi bizdik. Bu şampiyonluğu hep beraber kazandık, sonuna kadar hak ettik.

Hepimize hayırlı olsun.

24 Nisan 2011 Pazar

MMXI Düzeltme ve Özür


Yiğit Özgür sağolsun, blogda ihtiyaç duyulmaya başladığını hissettiğim, havayı değiştirecek bir görsel oldu sayesinde. Allah düşmanıma vermesin denir ya hani, öyle bir sezon bitiyor, artık kısmetse. Bu arada yazdığım son posttan da utandım sonradan. Hani küfür üzerinden bir hikaye çıkınca sinkafımı gizleyemedim. Kimse nasıl olsa üstüne alınmamıştır ama üslubumla rahatsız ettiğim kişilerden özür dilerim. Arkhe Çavuş'tan da. Kaç batıyo lan?

18 Nisan 2011 Pazartesi

Kendi Kusmuğunuzda Boğulun

Galatasaray, Arda Turan ve ilgili kötü gidişe dair her kötü şeyden rant çıkarmaya çalışan tüm ibneler.

Bunlar çok fena geri dönecek size. Devam edin. Öldürmeden bırakmayın. Hayatta kalırsak zira kan alıcaz bir tarafınızdan, bok fareleri sizi.

5 Nisan 2011 Salı

Galatasaray Kaptanı Arda Turan'a Açık Mektup

Sevgili Arda,

En son söyleyeceğim şeyi en önce söyliyeyim: şu ülkede milyonlarca kişi seni gerçekten çok seviyor ve sevecek. Bunu asla unutma. Seni kardeşi gibi, abisi gibi, oğlu gibi seven yığınlarca insan. Galatasaraylılar en başta tabi, ama illa ki her kesimden. Niye anlatıyorum bunu dersen, ki görenler de ilk başta gereksiz bulacaktır, senin için, bunu unutmaman için anlatıyorum gerçekten de. Çünkü meşhur olmanın ne demek olduğunu bilmiyorum ben. İnsanın tecrübe etmeden öğrenebileceklerinin sınırının da farkındayım. Bilmiyorum insan içindeki fırtınaları nasıl idare eder, hele senin genç yaşta edindiğin şöhretin ve sorumluluğunla. Acaba 3-5 şaşkın yüzünden bu kadar insanı unutabilir misin? Normal hayatları olan bize, fazla değil tek bir kişinin bile kötü bürşey söylemesi ne acayip etki edebiliyor, ya bir-iki kişi de buna tanıklık ederse? O yüzden Antalya'daki son olaylardan sonra yazmak zorunda hissettim kendimi.

Diyorum ya bilmiyorum nasıl bir histir her daim kameraların hedefinde yaşamak. Eminim ki alışılan kısımları var, iyi ve kötü anlamda. Yani bütün o prestij, karizma, ne bileyim fors derlerdi bi ara, açılan kapılar vödövödö. Bunlara alışmak sanırım kolay ama tehlikeli. Bir de geniş anlamıyla tepkiye alışmak var. Bu eminim çok daha zor, ve aynı şekilde de tehlikeli. En son diyorlar ki birileri: "milli takımda bödübödü gassarayda bidibidi". Külliyen gerizekalı insanlar var hakikaten. Kusura bakma Ardacım ama son milli maçta oynadığın *iyi* oyun senin %60'ın bile değil. Ya seni unuttular ya da gördüğünü anlayacak halde değiller. Gol atmışın, hee maçı da aldın belki böylece, yani? Romanya Ligi gol kralının ocaktan beri kaç golü var Galatasaray'da? Stancu, garibim, ne kadar suçlu? Ya da pardon, Stancu çok kötü futbolcu da onu getiren mi suçlu, o zaman Pino'yu getiren, öbürünü götüren? Takım topu öte tarafa getirmekten aciz artık, Pato oynasa ne yazar? Yönetimden malzemeciye kadar göçük altındaki bir klüpte, yerle yeksan Galatasaraylılık hissinin üzerine işemeye gelmiş birkaç zavallı kendilerini camianın gerçek sahipleri ilan etmiş haddinizi bildirecek size işe bak. (Allahım çok korkuyorum bundan sonraki yönetim de bundan beter çıkacak diye. Ne medyayı, ne taraftarları, ne takımı, ne beklentileri, ne projeleri, ne federasyonu, ne amatör şubeleri... Bir haltı yönetemediler. Bu derece mi zor bu işler?)

Çocuktun daha, Galatasaray amblemini taşımayı hakettin. Kalbinde taşıyordun, üstüne bir tane daha kondu. Kim seni ihanetle suçluyorsa ortaya çıksın, toplamının Galatasaray sevgisinden fazladır seninki. Nasıl ölçülecekse artık, karşılaştırır olduk bunu son dönemde. Kim daha Galatasaraylı? 'Ben' yaz 9999'a gönder. (Elbette, böyle birşey bir değerlendirme yöntemi olarak, gayet yakışıksız hallerde başkan ve etrafından kullanılmış olması sebebiyle de, belki iyice abes bugün, ama derdimi nasıl anlatabilirsem anlatacağım.) Sen "öyle demiyorum" demiştin ama öyleydi Arda, hala öyle: sen sana küfredenlerden daha çok seviyorsun tabi ki Galatasaray'ı. Onlar da aslında inkar edemezler ki, kazanmayı seviyorlar aslında, Galatasaray'ı değil. Kazanmayı sevmek kendini sevmektir, kendi seçtiğinin kazanmasına vurgu. Kendini sevmek güzel ve gerekli. Lakin insanı insanlaştıran, algısını açan, sürüngen beyninin üstüne çıkaran kendisi haricinde birşeyi sevmektir.

O yüzden maça gidemiyorum ben kolay kolay. Artık iyice ayağım kesildi üstelik. Ne alaka dersen benim takımıma, kaptanıma, gencecik çocuktan kaç yıllık emektara kadar saygı göstermeyen, ulan hadi geçtim saygıyı, 'tuttuğu takım'ı sevmeyen, sevemeyecek kapasitede insanlara maruz kalıyorum sıklıkla. Fenerli ve Beşiktaşlı arkadaşlarım var. Hep aynı şeyleri konuşuyoruz. Onlar da aynı, yanlış anlama yani. Daha A takımdaki ilk sezonunda Bülent Korkmaz'ın Kayseri Erciyes'ine elenirken kupada, sen aşağıda çıldırırken yeni açığın köşesindeki grup yüzünden, ben numaralıda nara attıydım yuhalayan kodamanlara, nereme güveniyorsam.

Arda sen biliyorsun ki Fenerbahçe'den ne kadar daha nefret edersen o kadar daha Galatasaraylı olmazsın. Fener nefreti ve bunun dozajı Galatasaray sevgisinden bağımsızdır. Metin Oktay'ın kim olduğunu bilemeden anlayamadan adını ağzına alan kimi yeni yetmeler ona da gider yapardı bugün. Ne var ki son 10 yıldaki Fener maçları da taraftarını sarstı malesef. Çürük yumurtalı, ses bombalı eziyetlere göz yuman tıfıl yönetimler de bu alevi harlandırdı. Ama sana şunu da söyliyeyim, 19 Mayıs 2007'deki 'sulu maç'ın 17. dakikasında da stadı terkettim. (Bu da yurdum gerçeği; lanet okumayayım ama malesef anca o günden sonra Kadıköy'de bize insan muamelesi yapılır oldu.) Yine de, buna da rağmen asla kabul edemedim, içime sindiremedim o günü. Linç kalabalığı mıydı çocukken stadda ilk kez görüp de anında kendimi parçası hissettiğim Galatasaray taraftarı?

Öte yandan ben kendimi bildim bileli Galatasaray yekvücud olarak zaten kendi nefret ve heyecanına yenilir Fener maçlarında. Yenildikçe nefret ---> daha çok yenilmek gibi bir çıkmaza girdi Galatasaray, travma yaşıyor ezeli rekabette. 3-5 senedir bütün branşlarda önümüzde olmalarının sahaya çıkarkenki ruh haline etkisi yoktur mu dersin? Bu yumurta-tavuk hikayesinin sonunda sen de kalk, üstelik "o takım" filan diye konuşan Emre Belözoğlu'yla uluorta arkadaşlık et, Aziz Yıldırım'a saygı göster, Acun'a, Semih'e 'abi' de. Olmaz, çünkü bu yüzden sana küfredenlerin hayatlarında babalar, hocalar, komutanlar, patronlar asla Fenerli olmaz, olursa da saygı gösterilmez. Hiçbirinin ayrıca kardeşi, abisi, arkadaşı, tertibi, sevgilisi de Fenerli değildir, en azından sevilecekse. Bu mudur? Emre "o takım" dediyse sen de onlardan bahsederken "honunasokhtuumunun" filan demelisin mesela. İşi gırgıra vuruyorum Arda ama Emre konusunda seni savunduğumu da düşünme. Herhangi bir Fenerli futbolcudan bahsetmiyoruz neticede, herneyse.

E tamam hataların da vardır, olmuştur, olacaktır. Hz. İsa demiş galiba; "kim ki hiç günahı yoktur, ilk taşı atsın" (Hiç eğilme çünkü tuzaktır, günahsız insanı nereden bulacağını bırak, öyle biri olsa da kalkıp başka bir insana taş atacak biri değildir ki günahsız kalmıştır heralde, neyse)

Ama bu bazı azınlıktaki salaklar sen gittikten sonra anlayacak, zaman içinde pekiştirecek. Öyle havaalanında daha yüzünü yeni gördüğü adamlara I love you çekerken anlayacak bir kısmı. Bir kısmı bağrından çıkan ve değerini bilemediği, destek olmadığı adam uzaklarda başkalarını sevindirirken anlayacak. En kıt'ı (medya da bu grupta), yabancı taraftar, medya, camia değerini bildiği zaman anlayacak. Ah bir de sana "oraya gitti top oynamayı öğrendi" diyecekler.

"Beni Gassaray'da oynatçaklar, bi de üstüne para vercekler varr yaa.." diye konuşan zibidileri tartan piste çıkarıp: "dönün lan 20 tur Galatasaray'a 3 puan yazılacak" desem, yarısı ben kafamı döndüğümde hile yapıp kestirmeden döner, yarısı haftaya bir daha gelmez. Sen hergün koş, yediğine içtiğine dikkat et, tekme ye, sakatlan, baskı, şöhret, sorumluluk sırtlan "insan la bu da, üstelik 24 yaşında" demez hiçbiri yine de.

Bu nankörlükte bir mesleğin karşılığında kazandığınız paraların değerini iyi bilin vallahi kardeşim. Antep kupa maçından sonra yazmadım hiçbirşey, ama malesef oradaydım. Ayhan'ı yuhaladıklarında içimden bir parça daha kırıldı yere düştü. Tugay, Hakan, Hasan, Bülent, Ayhan ve Arda: Galatasaray'da liderlik, kaptanlık, vefa ve saygı, dünü-bugünü-yarını, çok yakında kitapçılarda... Çok seneler ahkam kestim biliyor musun Ardacım, biz farklıyız bizde olmaz bunlar diye, gururlandım. Ben mi çok acayibim diyorum bazen ama aslında etrafımla konuştuğumda, internette yazılanları ve yorumları okuduğumda görüyorum ki benim gibi düşünen, hissedenler çoğunlukta. Statta da öyle aslında. Ama birileri on senelik emeği hiçe sayıp yuhalarken, onları onaylamayan bakışlar sessiz. Ne olabilir ki? Ben, abim, nice tanıdığım insan bu denyoluklarla kavga etmek ve sessiz kalmak arasında seçimi maça gitmeyerek atlatmaya başladık. Bilen bilir son 3-4 senede çok insan küstü, takımına değil stada, seyirciye. Neden kavgayı seçmediğimiz belli, bir yaşa kadar insanın kendine böyle bir kavga seçmesi mazur görülür. Bir noktadan sonra olacak iş değil. Nerelere geldik be Arda. Denyo Galatasaray'a küfredemesin de maçımızı seyredelim diye Galatasaraylı dövmek gerecekmiş birgün. Demek ki bunu savaşıp kazanması gerekecek taraftarın. Bu dönem onun için güzel bir fırsat aslına bakarsan. Bu mektup sağduyulu taraftara da yazılıyor demek ki. Son maç protestoya gelen gruba "yeter lan" diye başka bir grup dalsa belki takım 3 atacak yiyeceğine. Ama yanlış anlaşılmasın, takım kazansın diye olmayacak bu kavga, yeni küçük çocuklar da takımını sevebilsin diye olacak. Bu kavgayı vereceksek bunun yolu da destek, hoşgörü ve sevgidir. Yönetimin taraftar bazında bu bağlamda yapabileceği birçok şey olabilir, ama onların tek derdi kart satmak, koltuk satmak, müşteri yönetimi. Kongrede oy, kasada para, uAda desibel niceliği.

Sevgili kardeşim, inan bana tüm bunları olduğu gibi gören çok insan var. Göremeyenlerden daha fazla. Çirkefliğimiz, ratingimiz yok pek diye anlaması zor oluyor ama öyle. İnanmazsan sana ispatlayacağım. Ben taraftarlığa ilk yakalandığım yıllarda "yenilsen de bazı bazı, taraftarın buna razı, sen şampiyon olmasan da, biz çekeriz bu cefayı" söylenirdi. Hepi topu 5 şampiyonluğumuz vardı. Sonra senin doğduğun seneden itibaren başarı dönemi başladı, üzüntünle sevincinle seninle birlikte olan, sana inat ve inançla Avrupa'da finali yakıştıran ama Klinsmann'lı Monaco 3 tane attığında da yine seni alkışlayarak uğurlayan bir taraftarın parçasıydım. O zaman da tepki, protesto olan yıllar oldu elbette ama ne zaman "yenilsen de yensen de" başlasa, ne zaman yuhların arasından bir "rerere rarara" filizlense onun coşkuyla stadı kapladığına şahit de oldum defalarca. Belki kısa sürer bunlar, kapalı hazır tempo artmışken güncel hücum tezahüratına geçer çünkü ama bazen bir maçı, bazen bir maçla sezonu çevirmişliği vardır bu anların. O sessiz kalan insanların parlamalarıdır kanıdım, tecrübelerimin diken diken tüyleriyle sabittir. O parlama pragmatik "gaz vereyim de gol atsınlar" parlaması değil işte Ardacım. O parlamanın benzini "seviyoruz işte, var mı diyeceğin"dir aslında. ya da yeni modeli "asaletin bize yeter"dir. Size "biz de varız, küfreden, ıslıklayan, yuhalayan varsa biz de varız, daha da çok arkandayız" demek derdindeki insanların yırtınmalarıdır o parlama.

Sen de, aşırı fanatik bir kısmı görmezden gelirsen, genci yaşlısıyla eminim ki bu ülkede çok seviliyorsun. Ama kalmanı ne kadar istesem de senin için iyi olanın gitmek olduğunda herkes hemfikir galiba. Tugay Kaptan giderken de kabullenmiştim artık. Alınma ama, senden, herkesten çok severdim Tugay'ı. Onun gibi olmak ister, 6 numara giyer (Falco'lu yıllar), ortanın ortasında oynardım. O da altyapıdan gelmişti, 18 yaşında Monaco yarı final maç kadrosundaydı, 22 yaşında Feldkamp'ın kaptanıydı, ciddiydi, hırslıydı, teknikti. 2000 yılında gitti ve kaçırdığı o fantastik mayıs ayına rağmen doğru karardı.

Senden naçizane 2 ricam var güzel kardeşim; Neyin ne olduğunu anlayabilen ve seni, takımı seven taraftarları unutma bu bir, ikincisi de gittiğin zaman bu hesabı kapat. Yani hakikaten olabileceğin en iyi futbolcuyu olmak için herşeyi yap, potansiyelini gerçeğe dönüştür, kendine acıma. Takman gereken kapakların sayısını unutma. Dönerken de Emre abin gibi değil Tugay abin gibi dön. Hayır Fener'le alakası yok. Blackburn'le, Ewood Park'la, Turkish Delight'la alakası var.

31 Mart 2011 Perşembe

Hurmalar


Hazır, dedim, dünyanın en kötü başlığını atmışken, şöyle bir-iki ay kalsın orada. Beni onu yazmaya gark eden çipi tespit ettik ama değiştiremedik henüz, japonyadan yedek parça bekliyoruz.

Blogspotun başına gelenlerden sonra ne blog okuduk, ne yazdık. Bu arada Galatasaray tamamen havlu attı. Kupaya, lige, yönetilmeye. Havlu daha da büyürse kefen olacak gibi gelmeye başladı. Yine Alex kazandı, yine hoca gitti, yine bir evladımız(!) harcanacaktı - Tugay yemedi filan falan.

Herşeyden önce, Hagi'yi çok seviyorum, hep müthiş saygı duyuyorum, ve ne olursa olsun "OH BE GİTTİ" diyen adamla işim olmaz, olacaksa da kavga olur. Kendi götünü kurtarmak için teknik direktörlüğe Hagi'yi getirenler hıyardır, Hagi değil. Sportif direktör, scout-başı filan değil, doğrudan harcayacağın yere getiriyorsun Hagi'yi. Bülent Ünder bugün doğru isim. Sadece bugün değil ekimde de doğru isim olurdu ama geçti Bor'un pazarı. Sezgin istifa etti Allah razı olsun. Bekleseydi daha. Başkanın her fırsatta belirttiği özverisi olmadan nasıl geçecek günler ah? Stumpf-Falco'nun yerine Kuzmanovski-Mapeza, Mondragon yerine Orkun, Saidou yerine Inamoto gelmese nasıl tez yazardık biz, şimdi neyleyeceik? O 200bin dolar için pazarlıklar etmese, öbürü Ribery'nin parasını yatırsa, beriki 27'ye alıp 5'e satmasa...

Yazın yediğin hurmalar gelir götünü tırmalar. Rerere rarara'yla çınladı kongre salonu ibra edilmedikleri kabul edildiği anda. Ne acayip. Camia Canaydın döneminin finansal kabusunda bir adım geri çekilmişti. Daha az kaybedecek şeyi olanlar istedi görevi, normal şartlarda başkan olması pek olası olmayan Polat da bu şartlar altında göreve geldi. Yapsın bakalım ne yapıyor dendi adeta. Bir daha bulamaz bu şansı, hele hele yaka paça aşağı indirildiği unutulmayacakken.

Üstelik kendi kurduğu yönetim birarada çalışamamış, kavgalar, istifalar dedikodular, 'çete'ler damga vurmuş. Doğru dürüst konuşan ve klübün menfaatlerini savunan ikinci bir kişi daha öne çıkmamış. Stat bir şekilde (!) bitirilmiş ama ilk günden ağızda kötü tat bırakmış. Yılların hayali olan stat içimizde bir soğuklukla gözlerini dünyaya açmış, sezon rezalet, açılış skandal, taraftar-ultraslan içler acısı. Başkanı, lideri olan bir klübe benziyor mu resim? Klübün görünen yüzü futbol'muş! Yok canım? Çok üzülmüşler onlar da, tıpkı bizim gibi. Yapma beni de ağlatacaksın bajkan.

Oturuyoz sessiz ve kederli,
bizim bakkalın orda,
nevizadeye bile gidecek halde değiliz

23 Şubat 2011 Çarşamba

2010-2011 22/34 Spor Toto Süper Lig Ahkam Baltalamasyonu I

Madem biriktirdik biraz, dökelim üşenmeyip. Stereo Cipolla iftiharla sunar: Spor Toto Süper Lig Ahkam Baltalamasyonu I (Kısaca sıtısılab-bir)

Not: Dizilişlerle ilgili, Trabzon'u yazmak kolay nispeten de mesela Bursa bayağı zor, ben son hallerini yazıyorum, yani sezon genel gidişatı, son haftalar ve önümüzdeki yakın gelecek toplamında yorumumdur. Sezonu kapatan sakatlar, transferle giden oyuncular veya hiç denenmemiş görev/oyuncu seçimleri elendi mesela.

22. Hafta itibariyle Puan Durumu
  1. Trabzonspor, 50, +30
  2. Fenerbahçe, 48, +28
  3. Bursaspor, 45, +20
  4. Kayserispor, 42, +12
  5. Gaziantepspor, 37, +7
  6. Beşiktaş, 32, +7
  7. Eskişehirspor, 32, +1
  8. Galatasaray, 32, -1
  9. Manisaspor, 31, +1
  10. İstanbul BB, 30, +3
  11. Karabükspor, 29, -2
  12. Ankaragücü, 25, -8
  13. Antalyaspor, 25, -9
  14. Gençlerbirliği, 24, -12
  15. Bucaspor, 18, -15
  16. Konyaspor, 16, -14
  17. Sivasspor, 16, -19
  18. Kasımpaşa, 14, -29
Bölüm 1

TOP 5

TRABZONSPOR
50 Puan, +30 Avj., Galibiyet %68, Gol/Maç 2.09


Trabzonspor'la başlamamız yakışırdı zaten. Şenol Güneş geldiğinden beri beğeniyorum. Daha sezon başındaki Süper Kupa maçında haa dedim, bunlar olmuş baya baya takım. Bu sezon özellikle takım halinde oynama konusundaki ilerleme önemli. Takım olununca bireysel performansların da nasıl parladığını görmek açısından kıymetli bir örnek. Fiziksel yeterlilik ve takım oyununa uygunluk asıl önşartlar. Ondan sonrasında 6-7 hücum formasyonlu oyuncuyla birden oynayabilen, bunu yapmak üzere de saçma sapan goller yemeyi kader görmek zorunda kalmayan bir takım seyrediyoruz. Başka bir yerde Hagi'nin takım savunmasını güçlendirmek için Neill'ı, Hakan Balta ve Sabri'yi orta üçlüde görevlendirdiğini görüyoruz örneğin. Trabzon ise sadece Ceyhun'lu oynadığında defans formasyonlu oyuncu kullanıyor orta sahada. Kaldı ki o zaman rakip pas mas yapamıyor zinhar. Eğer Brozek kardeşler ikinci yarıda takımın yüküne omuz verebilirlerse çok iyi olur. Şampiyon olsa da olmasa da Trabzon, lütfen Şenol Güneş oyunun içinde birkaç yıl daha kalsın. Daha detaylı bir Trabzon yazısını bir maç arkasına saklıyorum ve pupa yelken Fener'e geçiyorum.


FENERBAHÇE
48 Puan, +28 Avj., Galibiyet %68, Gol/Maç 2.36



Önce Alex. Sonra daha Alex ve en sonunda Alex. Tabi ki dolaysız yoldan bu takım ve etrafındaki organizasyonun gayretleri değerli. Tabi ki tek başına bir oyuncudan bahsetmek yanlış ve ayıp olur, üstelik işini iyi yapanların sayısı hiç de az değil. Ama Alex konuşulacak, anılacak, bundan çok uzun zaman sonra bile. Başka hiç kimse değil, Aziz Yıldırım bile bir noktaya kadar, kaldı ki Alex'siz başkanla başkansız Alex'e bakarsak bunun sağlaması çıkar sanki. Yine de, takım savunması geleneğine sahip çıkan Fenerbahçe çok büyük ihtimalle yine ilk 2 içinde olacak sene sonunda. Üstelik en büyük iki rakibine karşı da derbi morali konusunda üstün senelerdir. Beşiktaş>Fenerbahçe>Galatasaray>Beşiktaş gibi bir equilibrium vardı he mi? İstatistiklerden de ziyade toplum hafızasınca. 'Alexli Fener kazanır' a dönüştü bu değil mi? Malesef 2 sene daha var bunu yıkmaya çalışacağımız. Yahu bir de Aziz Amca'nın Brezilya'daki en iyi stoperi pide siparişi verir gibi yapıp getirdiği Lugano var kafama takılan. Gidin siz de alın yahu. Neyse ne, iki tane canavar stoper transferi yapıp da sonra başarısız olmuş takım var mı lig tarihimizde? Gidin lan, önce kalecinizle stoperlerinizi alın. En iyisini oraya alın. Delirtmeyin beni.

Şu ana kadar bu sezonun asıl sürprizi Stoch'un kayboluşu. Yalnız kopmuş gibi görünen çok oyuncu comeback yaptı bu takımda, yaşı itibariyle potansiyeli bakidir. Bunların dışında Volkan-Gökhan-Emre rakiplerde olmayan seviyede yerli oyuncular. Alex'in dışında fark yaratabilecek faktör de budur bence son düzlükte. Arkhe dönene kadar bir-iki tane maçını yazmamız icap edecektir, o zaman detaylandırırız.


BURSASPOR
45 Puan, +20 Avj., Galibiyet %59, Maç/Gol 1.72



Ömer Erdoğan'ın milli takıma seçilişidir Bursaspor. Aynı takıma neden Volkan Şen'le Sercan Yıldırım'ın seçilemediğidir de aynı zamanda. Ertuğrul Hocadır belki de en önce. Takım savunması, oyun disiplinidir haliyle de. Enteresan geniş bir kadrodur bir de son tahlilde. Olmadığı, ona uymayan da önde koşan takım olmak, favori olmak, lider olmak sanki, kovalayan bir underdog olmak daha iyi oturuyor üstüne. Bu sene asıl sıkıntıyı İvankov'da yaşıyorlar, bir anda çok sıradan-altı bir kaleciye dönüştü sanki. İstikrarı filan bir yana seyretmesi pek zevkli gelmiyor Bursa maçlarını, kusuruma bakmayın. Oysa bir üst seviyede top oynayacak potansiyeli olan bir kadro bence. 4.5 yıldızlı bir stoper veya bir bek o sıçramayı yapabilir, bir de kaleci gerekecek malum. Altidore ve Miller yine FMvari transferler oldular Bursa adına sanki, umuyorum ki faydalanılsınlar. Bursa'nın ideal 11'ini yazmak zor dedik, Volkan/Turgay tercihi örneğin, veya Ozan/Sercan, Miller/Altidore, Batalla/Insua vs. Hem gücü hem de limiti aynı yerden geliyor, oyuncular hep birbirinin ayarında. Kimi zaman BİR kişinin kral olması da gerekebiliyor sahada. Volkan buna soyundu ama kaldıramadı. Bakalım, kadroyu bozmaz, son dönemdeki çatırdamalar klüp içinde parçalanmalara dönüşmezse yaş ortalaması genç bu kadro, ne yaptığını bilen bu teknik adamla daha da güzel günler görebilir.


KAYSERİSPOR
42 Puan, +12 Avj., Galibiyet %55, Maç/Gol 1.32



Kayserispor'u çok çok seyretmedim aslında. Sezon başında biraz, son haftalarda biraz daha. Cangele sakatlanmasaydı neler yaparlardı bilmem. Zalayeta yavaş yavaş toplanır gibiydi ama o hali bile Makukula'nın geçen seneki performansına yaklaşamazdı. Sahi Kahe'nin Maku'ya tercih edilir hale gelmesi de acayip Manisa'da, biz Baroş'un yarısını oynatmaya mecburken, neyse. Ama Selim Teber'iyle, ucundan acık Moritz'iyle, yeni kanları Amrabat, Ziani ve Kujoviç'le belli bir standartta top oynuyor Şota'nın takımı. Amısulaşvili'nin kaçması kötü oldu ama. Hasan Ali Kaldırım, Serdar Kesimal gibi çocuklar da yine yerlileri dökülen bir takım ve onun genel menejerini akıllara getiriyor ama neyse. Şota da sakin, efendi, Türkçe konuşıyor filan, bayılıyorum ne yalan söyliyim, iyi hoca olmasaydı da on numara yorumcu olurdu.



GAZİANTEPSPOR
37 Puan, +7 Avj., Galibiyet %45, Maç/Gol 1.09



Aynen Cenk Tosun'dan devam edelim de ateş harlansın. Galatasaray'la parada anlaşılmasına rağmen Kayseri'den beri kendisini isteyen Tolunay Hoca kendisini ikna etmiş. İlk 11 garantisi heralde ikna sebeplerinden biri. Öte yandan Galatasaray hakkında başka bir takım bilgiler de vermiş olabilir Hoca. Haklıdır kendince, oyuncunun doğru seçim yapmasına sebep olmuş olabilir buradaki vaziyet belliyken. Başka deyişle tam aradığımız tipte, üstelik genç ve Türk olduğunu Antep yerine Florya'ya gelseydi belki anlamaya fırsatımız olmayacaktı. İşte bu Tolunay Kafkas aslında Abdullah Avcı'yla birlikte Galatasaray teknik direktörlüğünün ilk adaylarındandır önümüzdeki yıllarda. Bu ikili için büyük takım hocalığı yapma adına dillendirilebilecek şüpheler Aykut Kocaman için de Rıza Çalımbay için de söylendi zamanında. Sonuçta teknik direktörün başarısı birçok değişkene bağlı. Tolunay'a dönecek olursak, ben futbolculuğunu Galatasaray'a gelene kadar çok severdim aslında. İnsan olarak da düzgün bulurum. Hoca olarak ise sıkıcı, metodik, defansif filandır da önemli olan kadrodan verim almak ise Ertuğrul gibi ona da saygı duymak gerekiyor. Ivan sol arkada, Murat Ceylan ortada, Wagner önünde çok çok iyi. İleri üçlü de mükemmele yakın bir Anadolu takımı için. Karcemarskas da yine Galatasaray'ın transfere başlaması gereken noktayı gösteriyor: Alınacak oyuncuları seçen pozisyona. Yabancı sınırlamasıyla Zurita'ya tercih edilen Hürriyet yerine daha düzgün bir önliberoya ihtiyaç var sanki sezon sonunda. Ama bu kadroyu bir arada tutabilecekler mi bakalım?

Zirvenin şu genel resmine baktığımızda Beşiktaş ve Galatasaray'ın bu 5'e girememesi çok süper enteresan değil. Elbette iyi bir hocanın sıradan oyunculara bile neler kazandırabileceğinin resmidir herşeyden öte ama devre arası transferlerine kadarki iki takımın kadrosu şu yukarıda yazdığımız kadroların hangisinden *ÇOK* daha iyi denebilir? Bir takımın herşeyiyle oturması için gereken ortam yaratılmadıkça oyuncular da bir yere kadar gelirler, e rakiplerin kadroları iyi, sizden daha iyi çalışıyorlar, daha akılları başlarında, e ne olacağıdı? Anlatabiliyor muyum acep, yok bence çok da iyi olmadı...

Milan Baros


Daha yeni yazdım gelecek sezon fikirlerimi. 9 numaraya da kendisini koydum tereddütsüz. Sözleşmesi de var daha. Yalnız acaba mantıklı mıdır Baros tercihi? Meziyetlerine hiç birşey demek mümkün değil. Çıplak gözle seyrettiğim en iyi santrforlardan biridir. 3 maç arka arkaya oynayınca goller de atmaya başlıyor. Bütün bunlar tamam, ama geride kalan 2.5+ sezonda oynadığı maç sayısı? Sezonda 30 maç oynamayan adam üznden kadro planlamasına gitmek doğru mudur? Hiç kimsenin sakatlanmayacağını garanti edemezsin ama Baros'a da bakınca önümüzdeki iki sene ne değişecek diye düşünüyor insan. Aldığı parada maç başı ayarı yapmak ve aynı özelliklere sahip (!!!) bir alternatifini de kulübeye çekmek bir tercihtir, senelerden beri söylediğimiz bu aslında. Lakin bir tercih daha olabilir. Baros hala para ederken okutmak ve yeni bir birinci-tercih-santrfora güvenmek de artık düşünülmelidir Galatasaray adına. Onun da alternatifini almak mecburi, o ayrı :) Ama burası İngiltere değil "3-4 tane doldur, hangileri sağlamsa/formdaysa oynasın" yapamıyoruz henüz, zaten yerli-yabancı karın ağrısı var. Yapılmaz veya kimse yapmıyor demiyorum da biz yapamıyoruz işte...

Better luck next year

Şubat 2011


  • Serkan Kurtuluş yerine Sabri'nin sağ beke geçmesi heralde yakındır. Bu konuda daha eveleyip gevelemeye gerek yok. Merkez oyuncusu olmayacak Sabri'den, üstelik Serkan'dan daha iyi bir sağbek.
  • Cana ve Neill'ın yerleri değişebilir, ama Cana'yı sevmem için çok sebebim olmasına rağmen her iki pozisyonda da Neill daha iyi sanki. Ayrıca sağbekte de çok iyi, normal şartlar altında orada oynatırdım
  • Hakan Balta'dan bıkmayan yok heralde. Insua veya Çağlar hiç olmazsa kredilerni tüketmediler. Yabancı kontenjanı durumuna göre biri veya diğeri
  • Sabri'den boşalan yerde Barış Hagi'nin ilk seçimi olur heralde. Yoksa Yekta'yı orada oynatmasını isteyenler çoğunlukta. Bana göre de kaybedecek birşeyin olmadığı bu tip zamanlar, Yekta'nın o mevkiye alışması ve kendini geliştirmesi için fırsattır. Culio'nun yedeğine de ihtiyaç olacak ileride. Boşuna BAM'ı hortlatmaya gerek yok artık ortalarda.
  • Kewell ve Baros bir gidip bir geldiklerinden hücum setleri oturmuyor. Arda yok zaten. Kazım çok sık sakatlanmadığından (fiziksel olarak en azından) sağ açık onun. Stancu da banko 11. Geri kalan kişiyi form durumuna göre seçmek icap ediyor



2011/2012 Şen Şef Yapılanması altında


Yeri garanti olan tek oyuncu 8 no.lu pozisyonda Culio. Diğer pozisyonları eldeki alternatifler ve transfer olasılıkları hesabıyla yazalım, arkasından oyun taktiğini açmaya çalışalım.

  1. Zapata'nın sezon sonuna kadar şansı var. Şu an verdiğimiz değerden fazlasını hakedecek bir kaleci olabilir, şu on onbeş maçı da görelim kesin birşey söylemeden. Ancak 6 yabancı hakkından birini kaleye kullandığınızda, hele bu bütçelerle, gönül rahatlığı beklemek hakkıdır taraftarın. Ufuk kalır, A2 kalecisi 3. kaleci olur, Aykut da gider artık bi zahmet bir yerlerde kendini kanıtlar.
  2. Sabri, olmadı Serkan, olmadı Neill. Ya da transfer durumlarına göre Neill ilk 11'in sağbeki olabilir çoğu rakibe karşı. Yine de normali Sabri Reyiz.
  3. Insua'nın sezon sonu dönme ihtimali yüksek. Hakan Balta belli. Çağlar da malesef sakatlık makatlık derken bir türlü kapamadı formayı. Buraya transfer mecburi, yerli pazarı belli. Gurbetçi çocuklardan iyi olanlarını zaten Anadolu klüpleri kapıyor. Muallakta yani 3 numara
  4. Servet, Balta, Gökhan veya yapılacak bir yerli stoper transferi. Galatasaray'ın yazılmamış kuralı gibidir. İlla defans göbeğinde bir Türk olur. Emre Güngör ve Ali Turan'ı çok kolay salladık ama buraya yerli transfer yine yapılır. Biraz işbilen birileri yapabilse transferi, düzgün, aşama kaydedebilecek genç oyuncular bulunabilir.
  5. Neill veya yabancı stoper transferi. Neill'ı ne kadar beğensem de stoper olarak üst seviye olduğunu söylemek zor, zeka olarak evet ama fizik, hava topu ve top kapma becerisi bakımından değil işte napçen. Artık aklı da dışarıda heralde. O yüzden buraya ciddi bir transfer bekliyor, umuyorum.
  6. Beklentim yerli transfer. Selçuk İnan veya Murat Ceylan çok çok iyi olur mesela. Ceyhun Gülselam tipi bir adam ise formasyonu bozar örneğin. Şimdilerde çok övülmeye başlanan Mehmet Güven yuvaya dönse bile heralde o pozisyonun yedeği olur ancak. Hagi'nin ilk dönemindeki Flavio Conceiçao - Ergün Penbe ikilisine denk bir ikili olması lazım buranın. Culio Ergün'ün iyi zamanları gibi, o bakımdan nokta bir transferle çok yol kateder takım.
  7. Burada oynayacak oyuncu yeterli. Pino, Kazım, Stancu, Yekta, hatta çok darda kalındığında Arda ve Kewell.
  8. Culio. Yedeği olarak Ayhan kalır bir sene daha.
  9. Baros tabi de, bir var üç yok olduğundan alternatiflerini de yazalım. Benim beklentim yukarıdaki 9-10 no.lu pozisyonları önlü arkalı bir şekilde oynaması takımın. O bakımdan Stancu sanki ilk yedek olmamalı Baros'a. Buraya da yerli bir transfer bekliyorum. Cenk Tosun Baros'u bile kesebilecek, önümüzdeki yıllarda banko 9 numara olabilecek oyuncuymuş galiba. Tabi huyunu suyunu, karakterini bilmem, 2 ay sonra kaybolur gider bilemem. Neticede genç potansiyeli olan fizik gücü yüksek bir adam alınır istenirse.
  10. Stancu. Necati-Hakan Şükür ikilsi dönemindeki Necati gibi. Hem markaj dışı uzak forvet olarak, hem şut tehlikesi içererek, hem de tek pas, hızlı oyun içgüdüleriyle tehlikeli bir "9.5" Stancu. Bir de oyun diiplini ve takım savunmasına yardım durumu var ki, bu işte gerektiğinde göbeği kapatırken, gerektiğinde ceza alanında çoğalırken faydalı olacak bir durum. Bu da oyun içinde rakibe göre klasik 442'ye, ya da 433 veya 451'e geçebilmek demek. Yedeği de Yekta olur, Kewell olur, hatta Culio olur gerekirse. Arda? Belki.
  11. Arda, Stancu, Kewell. 3'ü de kalırsa takımda transfere gerek olmayabilir. Yekta da oynar, Culio da, Pino da.
Gözden çıkarılanlar
  • Aykut
  • Barış
  • Aydın
  • Mustafa Sarp
  • Gökhan
Gitse de olur kalsa da
  • Neill
  • Kewell
  • Hakan Balta
  • Cana
  • Insua

Transfer İhtiyaçları
  • Kaleci (Büyük ihtimalle yabancı)
  • Stoper (Tercihen bir genç Türk, bir üst düzey yabancı)
  • Solbek (Giden/kalana göre şekillenir)
  • Merkez orta saha (Yerli ama bonservise kıyılacak)
  • Santrfor (genç, yerli/yabancı)

5-6 transferle, kadro derinliği tamamlanabilir. Bunların 3'ü mutlaka çok çok net transferler olmalı: kaleci, stoper ve 6 numara. Yabancı sayısı filan da öyle aman aman bir sıkıntı yaratmıyor Galatasaray'da.

Oyun, takım yapısı itibariyle Hagi'nin 2005 modeline bu sezonki Trabzonspor'un Türk tikitaka'sının eklenmesi gibi birşey bekliyorum. Dengeli ama hücumu düşünen, takım halinde oynayabilen ve futbolun birçok basit doğrusunu ezberlemiş, otomatikleştirmiş bir takım bekliyorum. Tabi belki de en önemlisi yıllardır sabahtan akşama kadar aralarında olup da maçı seyrederken "hoca ipleri kaçırmış" diyecek pişkinlikte olmayan bir sorumlu istiyorum. Menejer mi olur, yönetici mi, ağabey mi başkan mı bilmem. Ondan sonra hocanın insan ilişkileri zayıftı, disiplinsizdi, veya buraya alışamadı gibi bahanelerle kendi boklarını kamufle eden demeçler duymak da istemiyorum. Yönetici yönetir, teknik direktör teknik direktördür.

22 Şubat 2011 Salı

Asıl sana alkışlar


Sene 2003'tü gazeteler Fener-Alex flörtünü yazıyordu. Olmadı-oldu-olacak derken bir sene sonra geliverdi. Sıkı Fenerli bir abim sorduydu, "Aziz Alex'i almış, ne diyosun?" diye de, "nereye almış, nasıl alıyor, heralde genç bir stoper var, Alex diye, onu almıştır, ama o da iyi transfer" demiştim. "Yok yaw orta sahaymış" dedi. "O zaman çok büyük iş" dediydim. Haa meselam benzer konuşmalar hangi futbolcular için de yapıldı? Hagi-Popescu-Taffarel, Galatasaray tarihinde on numara. Ya kalanlar?
Debur'u almışız olm, sol ayaklı stoperlerin tanrısı
Lincoln mü, oha daha neler, Alex'in koşanı değil mi o?
Linderoth mu, Tugay'la Suat'ın toplamı lan
Elano'nun ne işi var lan Türkiye'de saçmalamayın
Olm Jo kadroya giremiyo lan takıma bakk!
falaan filan

Diğer klüplere ve özellikle de Beşiktaş'a takılabilirim bu konuda ama gerek yok. Konumuz önce Alex, sonra da Fenerbahçe'nin son 10 yıldaki yabancı transfer başarısı, ya da oyuncu/yıldız yönetimi başarısı. Dikkate değer bir istikrar ve başarı var sarı-lacivertte Denizli döneminden beri ve bu dönemin vücuda gelmesi ufak tefek kavruk bir Brezilyalı. Guti geçen akşam maç sonunda yanına gelip "ne işin var la buralarda" demiş. Haksız sayılmaz.

5 Şubat 2011 Cumartesi

BJK:1 KDK:1


Bildiğiniz üzere blogumuzda Beşiktaşlı yazar yok. Ama ikimizin de Beşiktaş'la öyle veya böyle harcadığımız zaman oluyor. Kısa kısa geçeceğim bu maçla ilgili yorumlarımı.

Mustafa Kamil Abitoğlu, dünyada kaç tane senden kötü hakem buluruz acaba? Hani bütün amatör ve altyapı hakemlerini de katsak 10'u geçmez tahminimce. Senin deeee, seni hakem yapanın daaa... Yazıklar olsun.

Emenike muhteşem bir santrfor. Kapalı defanslara karşı ne yapar ne yapmaz belki tartışılır ama bence değil 3 büyükler filan, rahat Premier League topçusu.

Fernandez'den nefret ettim ben. Ne ön libero olabilir bu yumuşaklıkla, ne de oyun kurucu olabilir bu kararsızlıkla. Üstelik saklandı, gereksiz topla oynadı aldığında, bir de yetmezmiş gibi hiç mücadele filan etmedi. Necip'ten çalınan tek bir dakikaya bile yazık. Ernst de iyi değildi, kabul, ama yine de Fernandez'e ultra gıcık oldum.

Nobre top kapması, mücadelesi, basit oynaması, 3-4 kere kafayla gole çok yaklaşmasıyla koskoca bir HELAL OLSUN aldı benden. Öte taraftan Hugo Almeida da fena değil, galibiyet golünü de attı aslında ama en azından son 15 dakika yerini Bobo'ya bıraksa heralde iyi olurdu.

Sonra, Simao-Q7 maç içerisinde yer değiştirmeli daha sık. Hilbert sağ açıkta değil de sağ bekte oynamalı, ama mutlaka gerekli. E diyorsan ki yabancı sayısı, Necip'in, Aurelio'nun veya mecburiyetten Ekrem'in veya başka birinin orta sahaya sokulması gerekir. Öyle ya da böyle Hilbert sağ bek oynatılır.

El netice, iyi takım, güzel transferler filan tamam da, yerli oyuncu pazarını zorlamadan olmayacak bu iş, gurbetçilerden olur başka çözüm olur bilmem. Ama kaç sezondur aynı hikaye.

Bu arada Karabükspor da, Yücel İldiz de, up up up up... Ah bi de Cernat sakatlanmayaydı...

Son olarak, yeni açık kombinesini satmak isteyen birisini tanıyorsanız, talibim :)

p.s. Mustafa Kamil, yatacak yerin yok. Çok uzaklara git lan. ÇOK!

12 Ocak 2011 Çarşamba

Kadro vesaire

Dünkü maçı seyredip de hala Ayhan üzerinden kadro eleştirisi yapan herkese;
İlk yarıda takıma bakıyorum, 2 tane futbolcu var bizim formalı. Biri ışık veren (ve golde de hatalı olan malesef) İnsua, diğeri de tanımayan birinin "bu adam heralde gençliğinde üst düzey top oynamış" diyeceği Ayhan Akman. Sev sevme kardeşim bana ne, de, pozisyon bilgisi, oyunu okuma, teknik kapasite olarak 18 numaranın takıma yetmediğini söyleme. Çünkü o zaman Aydın'ı, Barış'ı, Balta'yı filan nerene sokacağını şaşıracaksın. "Dışarıda taraftar var mı" demesinin dışında bir nedene dayandıramayacağın nefretini unutmadan Serveeet diye bağıran da sensin işte kabul et.

Sonra, yukarıda adı geçenlerle birlikte asıl listeyi yapalım madem.

Serdar Özkan'ın tribünlerce ve teknik yönetim tarafından sezon sonuna kadar hırpalanmasını istiyordum ama o kadar bile kredi yaratamadı kendine. GÜLE GÜLE demenin gülme kısmını şimdi daha iyi anlıyorum gidişiyle.

Ali Turan konusunda hiçbir zaman ciddi bir sıkıntım olmamıştı benim. Stoper olduğunu ve kanımca Zan'dan iyi olduğunu yeniden not düşelim. Kendine gelmesi büyük ihtimal gelecek sezonu bulur ama apar topar kovulmasındansa neden kiralanmadı anlayabilmiş değilim.

Barış Özbek en iyi maçında 10 üzerinden 7 oynamıştır, koşar moşar da dağınıktır, savruktur, üzerine plan yapılması zor bir oyuncu, şayet plan kaosu alevlendirmek değilse. Olup olabileceğini oldu artık, hiçbir yanıyla da matah değil. Ayhan'ı gözü kapalı bir sezon daha kadroda tutarım da Barış'a bir kuruş vermem, ben.

Aydın Yılmaz. Bir cümle bile yazasım yok gerçi, daha önce söylenmemiş birşey de yok kafamda. Yolu açık olsun, haa daha gitmedi di mi? Gitsin artık madem.

Hakan Balta, Servet Çetin ve Gökhan Zan. Bursaspor'da olsalar alabilmek için bir taraflarımızı yırtıyor olacaktık değil mi? İşte onlar da gelebilmek için aynı yerlerini yırtıyor olacaklardı büyük ihtimal. Yırtmadıkları sürece vasat altı adamlar, milli takımmış, uyuyor işte. O milli takımın da hallerini gördük. Almanya'ya kök söktürüp defansı beceremediği için yenilen, Malta'da diş çektirircesine kaybeden milli takımın defansı işte. Kalsınlar mı kalmasınlar mı birşey diyemiyorum, Gökhan'ın aldığı yıllık ücrete küfretmekden gayrı. Kalsınlar belki, ama bir veya iki sağlam yabancı stoper de alınsın. Öyle olur.

Mustafa Sarp da heralde sezon sonu yolcudur, yaşı da futbolu da müsait değil artık bu formaya. Aykut Erçetin de yeterin artık, tartışmaya bile gerek yok. Kewell herhalde tamam diyecek sezon sonu, ama sanırım herkes bir yıl daha (maç başına anlaşılarak) kalmasını ister. Neill da aynı şekil.


O o şekil, bu şu şekil derken gelelim özgürlükler, kelepçeler bi'dir Kazım'a. Son dönemde Meira, Lincoln, Misimoviç hikayeleri dönmeseydi, Türk oyuncularla yabancılar arasında çifte standart vaziyetleri, bölünmüşlükler filan ortaya çıkmasaydı bambaşka konuşurduk belki de kendisini. Hiç cevaplan(a)mayan sorular olmassaydı son 3-5 seneye dair başka açılardan görmeye çalışırdık belki. Herşeyi bir yana bırakıp da salt futbol olarak bakarsak Serdar Özkan'la Aydın Yılmaz'ın toplamından fazlası vardır diyebiliriz. Sadece dün attığı gol ile bile Pino'dan daha fazla merkez hücumcudur da diyebiliriz. Bir de üstelik Türk pasaportundan dem vururuz. Lakin yukarıdaki tablonun sonuna eklendiğinde yutamadık işte kolay kolay. İki gol daha atsın, hazımsızlığın ha'sı kalmayacağı gibi, 2 hafta üstüste o meşhur vurdumduymazlığını göstersin, kendisine ve onu alanlara edilecek küfürün de haddi hesabı olmaz.

Culio ile ilgili ise konuşmak için erken. Tekniği, ayağı daha iyi bir Mustafa Sarp'a dönüşmesinden tırsıyorum ben biraz. Asıl Hakan Şükür'ün ne kadar övdüğüne şaşırdım kaldım ben dün. İsimsiz ya, maliyeti nispeten düşük ya, kramponundan şıra içecekti neredeyse. Nasıl bir ego sıkıntısıdır kardeşim anlamadım gitti.


Son olarak Arda'ya değinmem lazım. Sanırım Arda hayatında ilk kez futbol olarak bu kadar geriye gitti sakatlık makatlık derken. Eski haline dönmesi onun için yepyeni ve zorlu bir süreç olacak. İlk yükseliş başka, düştükten sonra aynı yere çıkmak başkadır, bu da futboldan ziyade hayatla alakalı. Umarım ülkecek üzerine çok gidip mundar etmeyiz kendisini. Tugay'a şimdi çok saygı duyanların vaktinde benzer durumda ona nasıl davrandığını unutmam, o kendini kurtardı, Arda da kaçarak kurtulmak zorunda kalmamalı.

Çetiiiiiin....





Serveeeeeettt...

Ulan ne devler devirdik beea diye diye gel şu stadın son gününe, ondan sonra Beypazarı Şekerspor'a karşı yenilerek veda etme kabusunu gör, ondan sonra da o kadar adam içinden 76 numara gelip rövaşatayla kurtarsın seni. Sonra, Serveeeett...

Sktrolgit çeken taraftarın şukunu vereyim hemen. Öte yandan ne olursa olsun, kim olursa olsun konu, önemli olan üstündeki forma işte ne yaparsın. Hagi'nin nasıl sevindiğini gördünüz mü gollerden sonra? Kupada yola devam etmek midir sebebi, ya da kendi kariyeriyle filan mı alakalıdır? Hayır. Gecenin asıl anlamının yarattığı sorumluluktur bence. Serveeeeettt de öyle birşey işte.

Son damlalar



Çılgın sellerden geriye damlalar kaldı, tek tük, saf damlalar. Bir de promosyonel, profesyonel, kurgusal hisler, klipler ve şiirler. Üzülmeliyiz, kahrolmalıyız filan demiyorum, ya da *ruh*, *endüstriyel*, *175TL* filan kullanmıyorum bu yazıda. Sadece kendi hayatımızın, anılarımızın kapanan bir odası olmasıyla önemli, başka birşey değil. Tugay ağlarken hepimizi ağlattı ya, işte aslında o da, biz de, kendimize ağlıyoruz; zamanın geçmesiyle ilgili bir yüzleşmenin yoğunluğudur işin aslı. İnsan nasıl cenazede ölen kişiye değil de kendisinin onsuzluğuna ağlarsa, işte öyle birşey.



Ben şahsen "bu işlerin bittiğine", yani "endüstri"nin, pahalı biletlerin, locaların taraftarlığı öldürdüğüne, (artık neyse o) *duruş*umuzu yok ettiğine filan inanmıyorum.



Öncelikle ne duruş, ne benzeri yakıştırmalar öyle pek gerçek şeyler değil, konu Türkiye'de taraftarlıksa. Her dönemde iyi ve kötü örnekleri vardır ve önemli olan şehir efsanelerine ve camiaların kendi kendilerini böbürlemelerine fazla takılmamak. Sonrası daha kolay yemin ederim. Amanın da şöyleydi o zamanlar, böyleydik şu zamanlar diye anlatılan dönemlerde yığınla maça gittim. Herşeyin iyi gittiği zamanlarda, akıllı, tavırlı, tek-ses tribünlerin, işler kötü giderken sabırsız, vefasız, ahlaksız ve her-kafadan-ayrı-ses olduğuınu da gördüm. Defalarca hiddetlendim renkdaş taraftarıma, kendimi zor tuttum bir yığın insana gider yapıp linç edilmemek için. Yalnızdım zira çoğu zaman, benimle aynı düşünen çok kişi ağzını açmadı çünkü, destek olmak bir yana. Ama bazen de karışmışlığın, umutsuzluğun içinde bir anda (hem de) numaralıdan yükselip bir anda stadı kavrayan "Rerere Rarara"yla maçların döndüğünü de tüylerim diken diken hatırlamaz mıyım?



O yüzden hatırlamakta fayda var, veda edilen sonuçta mimari bir yapıdır, ne ruh, ne de sevgilidir. O ruh da, ruhsuzluk da, akıl da, aptallık da, sevgi de, sinir de, hepsi bizimle beraber Seyrantepe'ye gelecektir, içiniz rahat olsun. Nasıl şampiyonluklar ve hüsranları gördüysek Mecidiyeköy'de, nasıl Trömsö'ye elenip Manchester'ı elediysek, nasıl 40 senede 3 farklı santrforunu neredeyse 40 gole taşıdıysa bir sezonda, o ateş de bizimle beraber yeni mabedde yanacaktır. İlk kez bu stada ayak basışımı anlatmıştım ilk postlarımdan birinde. Buraya yazdım mı hatırlamıyorum ama, arkadaşlarımla kavgasını da yapmışlığım vardır, çünkü evet modern şartlarda maç seyretmeyi hak ederiz, ama bu herşeyden önemli değildir. "Kendi evin duygusu"ndan mesela. Aldığı sonuçlara bakmadan o formanın evine gitme duygusundan. Ülkenin, dünyanın dört bir tarafında bir kez göremediği için kahrolan Galatasaraylının duygusundan bağımsız olarak düşünülemez çünkü o eve gitmek...

Aslında çok üzülmemek gerek derken ne kadar üzüldüğümü ele verdiğimi de fark etmiyorum sanmayın, ama Ali Sami Yen Stadı nasıl bizimle var olduysa Seyrantepe TT Arena da olacaktır demek istiyorum.





Son olarak her yerde kendi kendimize anlattıklarımızı bir de UEFA'nın sitesinden link geçelim (onlar söylemeden inanmıyoruz ya bazen, mazallah :) ). Elveda Sami Yen, seni çok sevdik, asla unutlmayacaksın...