15 Haziran 2011 Çarşamba

4-1

Askerden döneli 1 aya yaklaşıyor, aslında işe de başladım ve bilgisayar başında daha çok zaman geçiriyorum ama bir türlü bloga hareketlilik kazandıramadım. Çok koptuk her şeyden, güzel bir sezonun koca bir bölümünü kaçırdık. Sanki dışarıda kaldım. Şimdi de tekrar içeriye girmekte zorlanıyorum. Muhtemelen yeni sezonun başlamasına yakın benimle birlikte blog da eski haline geri döner.

Fenerbahçe dün çok kötü bir basketbol oynadıktan sonra Galatasaray’a sahasında kaybetti ve seri uzadı. Oysa herkes ne kadar da emindi, 4-1 olacaktı. Zaten final serisi başlamadan önce bile bu son belirlenmişti, herkesin ağzında bu 4-1 vardı. Aksi bir sonuca ihtimal bile verilmiyordu. Salon süslenmiş, tribünler kupanın havaya kalkmasını yerinde görmek isteyenler ile dolmuştu. Böyle bir ruh halinin pek hayırlı olmadığını salona girdiğim anda hissettim. Oyuncuların, tribünlerin kısacası tüm Fenerbahçelilerin bu uyuşuk ve yavşak hali bu camia için zaten bir klasik.

İlk devre kafa kafaya geçti ve yanılmıyorsam Fenerbahçe bu devreyi 3/15 üç sayılık atış ile bitirdi. Oyun 1-2 şutun girmesi halinde maçın kopacağı hissini veriyordu, oyuncular da böyle hissetmiş olmalı ki sürekli dışarıdan attılar ama o şutlar bir türlü girmedi. Girmiyorsa zorlama, o topu içeri bir indir. Bir önceki maç Oğuz’u savunamadılar, oradan ekmek çıkarmaya çalış. Dış şuta bir ara ver, biraz nefeslen sonra yine atarsın. Ama Fenerbahçeli oyuncular bir an önce maçı kazanıp kutlamalara başlamak için acele edince skor bir türlü kopmadı. Diğer tarafta Galatasaray’ın Tutku-Andriç ikilisi ile birlikte bulduğu sayılar da sinirleri bozdu ve maç kopmadıkça stres başladı.

Üçüncü çeyrek iki takım da skor üretemez oldu. İkinci devre Galatasaray’ın çok iyi bir alan savunması yaparak Fenerbahçe’yi kilitlediğini düşünmüyorum. Rakibin çok bir efor sarf etmesine gerek kalmadan statik oyunuyla Fenerbahçe kendi kendini kilitledi. İşin savunma tarafını fena yapmadığı için ufak bir skor avantajı yakaladı ama kötü hücuma devam edince maçı bu kez 3. çeyrekte kopartamadı ve Tutku-Andriç ikilisi ile işlemeye başlayınca rakibi yakaladı, öne de geçti.

Tribünler kötüydü, anlamsız bir şekilde emniyet de taraftarla çok uğraştı. Bağırtmaya çalışan tayfanın maç ile alakası olmayınca insanın tezahurata katılası gelmiyor. Maç ile alaka sıfır. Çeyrek sonuna 20 sn. kala rakip hücum ederken tribünleri “Fenerbahçem benim, biricik sevgilim” diye bağırtmaya çalışırsan, daha 2. çeyrekte sahaya arkanı dönüp şaklabanlıkla karışık tezahurat yaparsan kimse seni ciddiye almaz. Yoksa son çeyrekte Galatasaray öne fırladıktan sonra tribünlerin devreye girmesiyle fark kapandı ve Fenerbahçe öne geçti.

Maçın son bölümü hakkında iş işten geçtikten sonra konuşmak kolay. Ukiç’in çembere değmeyen şutunda kenarda ne çizildiğini bilemeyiz. Bence çizilen hücumu Emir biraz p*ç etti, top da Ukiç’in elinde patladı. Halbuki orada erken kullanılacak bir hücum son hücumu yine Fenerbahçe’ye bırakabilirdi. Son topta ise faul yapmamak eleştirilemez. Ben de faul yapardım ama neticede bu bir tercihtir, saygı duymak gerekir. Spahija’yı eleştireceksem bunlar üzerinden değil Tutku-Andriç oyunlarını kesememesi, alana karşı hücum ettirememesi ve benim için daha da önemlisi Sean May’i kadroya almaması üzerinden eleştiririm. Adam sezonun en yüksek performansını verirken bir anda kendini tribünde buldu.

Shipp’in son basketi ekstra oldu. Fenerbahçe çok kötü oynamasına rağmen maçı neredeyse kazanıyordu ama hak edilen tokat son saniyede geldi. Galatasaray maçı kazanarak seriyi uzattı. Ucuz kahramanlık hikayeleri yazılmaya başlandı, üç kez kaybettikleri Ülkerspor’a karşı ikinci kez Fenerbahçe’yi yenince “Shipp’tik mi?” lafları dolaşmaya başladı. Bir final maçında böyle bir görüntü sergileyerek kaybetmek için bir Fenerbahçe klasiği dedik ama Abdi İpekçi’de kupayı boşaltılmış önünde kaldırmak da kimseyi şaşırtmaz ve bir Fenerbahçe klasiği olur..


2 yorum:

koala dedi ki...

Hoşgelmişsin o vakit....

Arkhe dedi ki...

Teşekkürler..