Beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Şubat 2011 Cumartesi

BJK:1 KDK:1


Bildiğiniz üzere blogumuzda Beşiktaşlı yazar yok. Ama ikimizin de Beşiktaş'la öyle veya böyle harcadığımız zaman oluyor. Kısa kısa geçeceğim bu maçla ilgili yorumlarımı.

Mustafa Kamil Abitoğlu, dünyada kaç tane senden kötü hakem buluruz acaba? Hani bütün amatör ve altyapı hakemlerini de katsak 10'u geçmez tahminimce. Senin deeee, seni hakem yapanın daaa... Yazıklar olsun.

Emenike muhteşem bir santrfor. Kapalı defanslara karşı ne yapar ne yapmaz belki tartışılır ama bence değil 3 büyükler filan, rahat Premier League topçusu.

Fernandez'den nefret ettim ben. Ne ön libero olabilir bu yumuşaklıkla, ne de oyun kurucu olabilir bu kararsızlıkla. Üstelik saklandı, gereksiz topla oynadı aldığında, bir de yetmezmiş gibi hiç mücadele filan etmedi. Necip'ten çalınan tek bir dakikaya bile yazık. Ernst de iyi değildi, kabul, ama yine de Fernandez'e ultra gıcık oldum.

Nobre top kapması, mücadelesi, basit oynaması, 3-4 kere kafayla gole çok yaklaşmasıyla koskoca bir HELAL OLSUN aldı benden. Öte taraftan Hugo Almeida da fena değil, galibiyet golünü de attı aslında ama en azından son 15 dakika yerini Bobo'ya bıraksa heralde iyi olurdu.

Sonra, Simao-Q7 maç içerisinde yer değiştirmeli daha sık. Hilbert sağ açıkta değil de sağ bekte oynamalı, ama mutlaka gerekli. E diyorsan ki yabancı sayısı, Necip'in, Aurelio'nun veya mecburiyetten Ekrem'in veya başka birinin orta sahaya sokulması gerekir. Öyle ya da böyle Hilbert sağ bek oynatılır.

El netice, iyi takım, güzel transferler filan tamam da, yerli oyuncu pazarını zorlamadan olmayacak bu iş, gurbetçilerden olur başka çözüm olur bilmem. Ama kaç sezondur aynı hikaye.

Bu arada Karabükspor da, Yücel İldiz de, up up up up... Ah bi de Cernat sakatlanmayaydı...

Son olarak, yeni açık kombinesini satmak isteyen birisini tanıyorsanız, talibim :)

p.s. Mustafa Kamil, yatacak yerin yok. Çok uzaklara git lan. ÇOK!

4 Ocak 2011 Salı

Cipolla Not Out !





Arkhe kardeşimiz yeminini etti, dağıtım vakti geldi neredeyse, ben daha bir post atmadım. Yazıklar olsun bana. Kendisi kahraman bir jandarma olarak Trakya bölgesini savunuyor, içiniz rahat olsun. Ayrıca Fenerli balı (!) olarak kimilerinin lanse ettiği üzere, dağıtımı İstanbul'a çıkması kuvvetle muhtemel olan Arkhemiz umarız bir Brian Steel Nielsen tadında "çok iyi adamdı yea keşke kalsaydı biraz daha" duyguları yaşatarak tamamlar vatani görevini...

Sivil hayata dönersek, Galatasaray'ın artık umursamamaya alışmaya başladığımız rezalet durumu, futbol ile olan alışverişimi minimum düzeylere indirdi. Okuduğum blog sayısı, seyrettiğim futbol süresine paralel olarak düştü. Gene de Galatasaray maçlarını izliyorum tabi yanlış anlaşılmasın, ama boş bakan gözler ve tutkusuz yüz ifadem için birşey diyemem. Bu kadarı geliyor içimden. Yine de ev halkı memnundur heralde evin haftasonları bağırış çağırış, küfür kafir dolmamasından. Ve hala internette e-mailimden sonraki ilk adresim bir spor sayfası, üstelik hiç istemediğim transferler olmuş mu diye bakmak için.

Evet, herkes hemfikir neredeyse, Galatasaray'ın hazır, gelir gelmez oynayacak 3-4 transfere ihtiyacı var. En azından kupayı kazanmak ve "düşüyonuz lan ehehe" geyiğinden sıyrılmak için. Necati, Formica ve de biri daha bekleniyor. Çok umurumda. Fazla para harcamasınlar yeter ki. Ali Turan'ı sallamışız bile, sanki Necati gelmese bile yolcu gibi duruyor. Misimoviç'i de kakalamaya çalışıyoruz biryere zorla. Elano gitti, Arda-Baroş daha dönmedi, Neill-Kewell bir süre yok falan filan.

Ben ise gerçekten karışık duygulardayım. Bu adamların ne daha fazla para harcamasını, ne de kadronun geleceğiyle ilgili kararlar vermesini istiyorum çünkü. Bugünün kurtulmasını da istemiyorum o kadar çok. İyice yansın, şöyle bir pisliği gitsin gibi karanlık hislerim var bütün TTArena gazına rağmen. Yönetimde, ama daha ziyade futbol şubesinde, taraftarda, kadroda bulunan pislik iyice yansın kabarsın da spatulayla kazıyalım. Hayal tabi. Benim futbol ve Galatasaray kümelerinin kesişiminde yürüttüğüm bütün akıllar da hayal zaten. Galatasaray'ı tutmanın çocukluktan beri bana salgılattığı adrenalin de endorfin de hayal kurabilmekle iligi ayrıca. (Şimdi burada gidilecek yollar var yazı olarak da ben onların ışıklı-gülümsemeli-nostaljik sokaklarına girmiyorum)

*******************************************

Başka yerlerde, Beşiktaş'ın yeni yabancıları bazılarını etkilemedi (bkz Arkhe - "daha iyisini gördük" dedi, GS'ın son 3 sezondaki flaş isimlerini kast ederek). Bendeyse ohannes tepkisi yaratmadı desem yalan olur. Hangi 5 Türk oyanayacağı ise daha önemli konu Beşiktaş'ta. Güzel top oynasınlar, ciğerimi yesinler, taraftar da sakin olsun kötü sonuçlarda, bu seneki soğukkanlılıkları sürsün biraz daha. Olursa seneye müthiş bir sezon, olmazsa ekim-kasım gibi Schuster-Mehmet Özdilek değişikliği bekliyor onları kanımca. O değilde forma çok kötü lan.


********************************************

Son olarak, son dönemde takip ettiğim bazı bloglarda dikkatimi çeken, beğendiğim veya konuşmaya değer bulduğum birkaç şeyi buraya taşımak istiyorum bugün. (Copy-paste'le ödev dolduran öğrenci gibi hissettim bir an kendimi)

  • Kaçıranlara: Bundesliga uzmanı ve pek şahane futboldan anlayan kişisi Borges'ten Hugo Almeida.
  • Yine Borges'ten Misimoviç'le alakalı hislerime tercüman olmanın ötesine geçen yazısı.
  • Maç Yazıları çok başarılı bir projeydi bence ama eminim sürdürmek kolay değil. Keşke devam etseler. Şu an için önemli olduğu kadar, gelecekte arşiv olarak çok önemli olurdu sanki. Zira gazetelerin maç yazılarından çok daha iyi işlerdi bunlar, online, etiketli bir biçimde biriktirilseler, arama yapınca bulunsalar kolay kolay, çok da güzel iyi olur taam mı?
  • Nadir Galatasaray sığınaklarımdan SorosçuAslanlar.com döktürmeye devam ediyor. Tükenişin Kronolojisi I, II ve III yakın geçmişte olan biteni güzel özetleyen bir üçleme örneğin. Yabancı oyuncu fetiş ve sorunsalı üzerine, vizyon muhabbetlerine, takım dinamiklerine yaptıkları ciddi, komik, realist veya ütopik giderleri beğenerek izliyorum.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Akatlar'da Iverson

Hafta sonu gidiyorum ve uzun bir zaman buralarda olmayacağım. Geldiğimde Iverson ülkesine dönmüş olabilir, neticede Beşiktaşlı arkadaşlar her ne kadar onun burada olmaktan çok mutlu olduğunu söyleseler de öyle karakterlere güven olmaz. Ben de Iverson'ı bir kez canlı izlemek için dün Akatlar'a gittim.

Bu transferin çok fazla sportif katkı sağlayamayacağı, Beşiktaş'ı zirveye taşımayacağı belliydi ki muhtemelen transferin öncelikli hedefi de bu değildi. Ama işin diğer tarafında da yani ürün, pazarlama, tanıtım, gelir vs. açısından baktığımızda da durum pek parlak gözükmüyor. NBA Tv Beşiktaş-Fenerbahçe maçını banttan verdi, Avrupa'da birçok basketbol izleyicisi Beşiktaş'ın adını öğrendi tamma ama neticede burada tribünler dolmuyor. Düşünün, ben bu transfer gerçekleştiğinde Beşiktaş'ın bundan sonra maçlarını Sinan Erdem olmuyorsa da Abdi İpekçi'de oynaması gerektiğini söylüyordum.

Normalde İnönü kapalısının yerleştiği pota arkası dün boştu ama muhtemelen bunun Bursa olayları ile ilgisi var. Zaten alınanlar olmuş, diğerleri de alınma tedirginliği ya da salona gidilmemesine dair yapılan telkinler sebebiyle Akatlar'a gelmemiş olabilir. Onlar olsaydı ortam mutlaka farklı olurdu ama ne olursa olsun, yukarıda da dediğim gibi ben daha fazlasını bekliyordum. Yanılmışım.

İstatistiklere bakmadım ama Iverson fazla oynamadı, hakemlerin saçma sapan düdükleriyle erken faul problemine girdi. Maçı da yanılmıyorsam 9 sayı ile bitirdi. Akatlar malum ufak ve basketbolcularla iç içe olunan bir salon, Iverson'ı o kadar yakından görmek de çok değişikti. Fiziğini az çok tahmin ederdik ama ben bu kadar ince ve zayıf gözüktüğünü hiç düşünmemiştim, çok şaşırdım. Sahadaki o ufak tefek çocuk zamanında korkusuzca Shaq'in üzerine giden Iverson'dı. Öyle bir fizik nasıl en iyiler arasına girmiş, nasıl bir NBA efsanesi olmuş buna inanmak çok zor ama Iverson da işte öyle büyük bir yetenekti..

Akatlar'da tribünde bir 'Murat' var, bilen zaten biliyordur. Çok normal bir adam olduğunu söylemek zor ama belli ki kötü niyetli de değil. Maçı ilk saniyesinden son saniyesine kadar yaşıyor, basketbolcularla birlikte oynuyor ve en az onlar kadar yoruluyor. İşi de biliyor. Zamanında tribünleri susturmaya çalışıyor, doğru zamanda ıslık başlatıyor. Savunmada oyunculara gerekli uyarıları da yapıyor. Bir basketbol takımına en kral amigodan daha çok faydası olur.

Maçı yorumlayabilecek kadar dikkatli izlemedim ve oynanan basketbol hakkında bir şeyler yazacak durumum yok. Zaten Akatlar'a gidiş amacım da başkaydı. Basketbol izlemek ve takım desteklemek için ise yarın Sinan Erdem'de olacağım.

7 Aralık 2010 Salı

Beşiktaş-Bursaspor


Gündüz maçına duyulan özlem ve Bursa seyircisinin İnönü'ye gelecek olması beni bu maça da götürdü. Ben bu kadar olay beklemiyordum, daha doğrusu polisin sıcak teması geçtim iki tarafın birbirine yaklaşmasına bile kesinlikle izin vermeyeceğini düşünüyordum. Olaylar hakkında bir çok sosyal içerikli tartışma yapılıyordur ama ben alınmayan önlemler ile ilgileniyorum. Yoksa buna benzer olaylar her ülkede oluyor.

İstanbul Emniyeti çok daha riskli bir karşılaşma olmasına rağmen benim şahit olduğum Fenerbahçe maçlarına göre çok daha zayıf önlemler almıştı. Ben Kabataş'a indiğimde Bursa seyircisi de stada yeni geliyordu ve çok ulaşılabilir gözüküyorlardı. Az polis vardı ve bir Beşiktaşlı kalabalığın o zayıf zinciri kırabileceği çok belliydi. Tek çözüm daha çok polis olması değil, Bursa seyircisi stada çok daha erken ya da Beşiktaş taraftarının çoğunluğu girdikten sonra, daha geç getirilebilirdi. Tam Beşiktaş seyircisi semtten stada doğru yaklaşırken Bursalılar geliyordu. Polis arada sıkışıp kaldı, çok yetersizdiler. Ben bir şekilde karambolden sıyrıldım ve kendimi stada attım. Asıl olaylar da ben girdikten sonra olmuş.

Bu kadar büyük olaylar olunca maç geri planda kaldı, benim de söyleyecek fazla bir şeyim yok. Maç yazısı olmasın diye de başlığa skor yazmadım. Ortada giden tipik bir beraberlik maçıydı ama Bursaspor'un eksik kalması işi değiştirdi. Volkan'ın karakterinin o kırmızı kartı sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum ama Fırat Aydınus da kırmızı kartını sanki o hareketi bekliyormuş gibi bir hızla çıkardı. Ben tribünden bir şey anlamadım, ikinci sarı kart çok ani çıkınca Volkan'ın küfür ettiğini düşündüm ama sonra gördüm de çok ufak bir tepkiymiş, sanki kart biraz kolay çıkmış. Bursaspor 10 kişi kaldıktan sonra Beşiktaş'a belki fazla pozisyon vermedi ama çıkarken kaptırılan bir topun sonrasında kalesinde golü gördü. Bu galibiyet ile iki hafta önce yarışta çok zor bir durumda olan Beşiktaş, muhtemelen birçok taraftarının da beklemediği bir şekilde iki maçtan altı puan alarak üst gruba tutunmayı başardı.

Bu saatten sonra iki takım taraftarları arasında neler olur bilemem. Bursa'da oynanacak maça Beşiktaş taraftarının gidebilmesi bence mümkün değil, hatta çift taraflı yasağın çok daha uzun süre devam edeceğini düşünüyorum. İki tarafın bu kadar olaydan sonra bu savaşa son vermesini de beklemiyorum. Muhtemelen biri ölene kadar kimse akıllanmayacak ve bu iş böyle devam edecek. Ondan sonra belki gazetecileri çağırıp onların önünde birbirlerine çiçek falan verirler.

29 Kasım 2010 Pazartesi

İki Derbinin Sonrasında


Benim için yoğun bir hafta sonuydu. Aslında maçları yazmak için dün zamanım oldu ama Haydarpaşa yangınından çok etkilendim, futbol yazmak falan içimden gelmedi. Haydarpaşa'nın birçokları için neler ifade ettiğini yazamayacağım ama kısaca benim ne hissettiğimi söylemem gerekirse dün canlı canlı yanışını izlerken gözlerim doldu, şu an kafamı pencereden dışarı çevirip ortası boşalmış iki kuleyi görünce de içim yanıyor. Aksine inanmam zaten çok zor ama eğer gerçekten bu iş kasıtlı yapıldıysa, azıcık bile payı olan herkesin cayır cayır yanmasını diliyorum.



Herkesin derbisi kendine büyük, benim için de bu haftanın en önemli derbisi Cumartesi günü Olimpiyat Stadı'nda oynandı ve Fenerbahçe çok zor bir deplasmandan çok önemli 3 puanı alarak evine döndü. O stadda istekli bir futbol oynamak zor ve Fenerbahçe de ligin en iyi 4-5 takımından biri olan İBB karşısında maç başında bunu başaramadı. İlk 10 dakika sıkıntı çekti ve rakibe pozisyon da verdi ama daha sonra özellikle Cristian'ın kıpırdanmasıyla ve Gökay'ın da ona eşlik etmesiyle toparlandı. Fenerbahçe iyi pas yaparak topa sahip olmaya, top rakipteyken de önde basmaya başladı. Böylece İBB'nin gol tehditi azaldı, Fenerbahçe golünün geleceği ise belli oldu. O gol de önde basma mentalitesi ile, Cristian'ın kazandığı top sonucunda Alex'in ayağından geldi.

İkinci devre son 10 dakikaya kadar Fenerbahçe'nin oynadığı futboldan ben memnun kaldım. Takımın pas trafiği çok başarılıydı, maçın bazı anlarında beni özellikle çok etkiledi. Geçmiş maçların aksine penaltı kaçana kadar Fenerbahçe geri yaslanmadı. Bu sebeple pozisyon bulurken rakibe de gol pozisyonları verdi ama penaltı kaçtıktan sonra eksik kalan rakip karşısında yine psikolojik sorunlar kendini gösterdi. İkinci golün bir türlü gelmemesi, penaltının kaçması ve İBB karşısında son 3 deplasmandan puansız dönülmüş olması takımı kendi kalesine doğru itti. Fenerbahçe gayet iyi oynadığı bir maçta iki puanı kaybedebilirdi.


İBB karşısında Fenerbahçe orta sahası çok iyiydi. Özellikle Cristian çok farklıydı, onu beğendiğim dönemdeki futbolunu izletti ama bu şekilde ne kadar devam edebilir bilemiyorum. Ona eşlik eden Gökay'dan bahsetmezsem haksızlık olur, bence yine kendi ölçütlerinde mükemmel bir maç çıkardı. Fiziği şu an yetersiz ama mental olarak hiç 18 yaşındaymış gibi değil. İyi pas trafiğinde onun da payı çok büyüktü, elinden geldiğince de mücadelesini etti. Bu iki oyuncunun yanına Mehmet Topuz'u da eklemek lazım. Çok güçlü ve çok mücadeleci. Belki hücumda fazla etkinlik gösteremiyor ama maçın hiçbir anında, hangi mevkide oynasa da oyundan düşmüyor. Nazar değmesin, ben ondan bu sezon çok memnunum.

Kötü isim söylemem gerekirse de Niang ve Caner diyebilirim. Niang'ı geçiyorum, gününde değildi. Golcülerin böyle günleri olabilir, Niang'ı çok dert etmiyorum ama Caner'in durumu düşündürücü. Beni yanıltıyor, beklentilerimi karşılayamıyor. Çok yanlış yapıyor, büyük bir şansı değerlendiremiyor. İBB onun kanadını maç boyunca koridor yaptı.

İlk devre sonu hedefime doğru takım emin adımlarla ilerliyor, hesaplarımda tek şaşan Antep karşısında fazladan kaybedilen 1 puan oldu. Şimdi kazanılması gereken 3 maç var ve ben takıma güveniyorum.



Derbi tahminim beraberlikti. Her ne kadar kağıt üzerinde beraberlik iki takıma da yaramıyor gibi gözükse de psikolojik olarak derbiyi zararsız atlatmak demekti. Kaybetmekten korkarak ürkek bir futbol oynayacaklarını düşünüyordum ama maçın başındaki penaltı oyunun gidişatını değiştirdi.

Galatasaraylıların Hagi kredisini anlayabiliyorum ama dışarıdan bakınca şu ana kadar gösterdiği performans hiç iyi değil. Hakan Balta tercihini kabul ediyorum ama şu maça hala Ali Turan ile başlamak bence çok yanlış. Aslında Galatasaray'ın öyle abartıldığı kadar da kötü bir kadrosu olduğunu düşünmüyorum. Sabri-Servet-Neill-Hakan Balta dörtlüsü önünde oynayacak Cana-Ayhan ikilisi ortalamanın üzerinde bir arka taraf oluşturuyorlar. Ön taraf için kalan 4 oyunculuk yer için ise Kewell, Pino, Elano, Misimoviç, Mehmet Batdal ve Baros ile Arda düşünülünce ortaya hiç de fena bir takım çıkmıyor. Ama işte sakatlar ve Hagi'nin tercihleri ile ortaya bu sonuçlar çıkıyor.

Beşiktaş tarafında ise tercih yapılabilecek fazla bir alternatif yoktu. Kenarda ilk 11'de düşünülebilecek sadece İbrahim Üzülmez ve Necip alternatifleri vardı. Solda tercih İsmail olmuştu ve Beşiktaş ilk devrede bu kanatta önemli sıkıntılar yaşadı. İsmail'e yakın oynayan Ersan da çok kötü bir gününde olunca madenden yararlanmak için Kewell da bir ara o tarafa geçti. Galatasaray mağlup duruma düştükten sonra Beşiktaş üzerinde büyük bir baskı kurdu, pozisyonlara da girdi. Cenk'in iyi performansı, Galatasaraylıların beceriksizliği ve biraz da şansın yardımıyla, penaltı pozisyonu dışında rakip kaleye pek gidemeyen Beşiktaş ilk devreyi tek farklı önde kapadı.


İkinci devre Galatasaray'da oyuna Mehmet Batdal girdi, Sabri de sağ beke geçti. Bu devrenin ilk bölümünde yine Galatasaray baskısı vardı ama bu baskı golü getirmedi. Servet'in yerine Barış oyuna girdikten ve Cana stopere geçtikten sonra ise Galatasaray baskısı yavaş yavaş kayboldu. Cana'nın olmadığı orta sahada bana kalırsa maçın o anlara kadar kötü isimlerinden Guti ortaya çıkmaya başladı. Bir gol bir de asist ile oynayan Guti'nin algıyı değiştirmesi normal ama ben çok iyi oynadığını düşünmüyorum. Hatta ilk devre yaptığı bir basit top kaybı Galatasaray adıne net bir gol pozisyonu oldu. Ne zaman ki Galatasaray orta sahasında boşluklar oluşmaya başladı, Guti de sahneye çıktı. Maçın Beşiktaş adına bence en iyi oyuncusu Aurelio idi. Fenerbahçe günlerini hatırlatan bir futbol sergiledi.

Beşiktaş gidişatının hiç de bu sonucu işaret etmediği bir maçta çok önemli bir 3 puan kazandı ve böylece üst tarafa tutunmuş oldu. Galatasaray ise her ne kadar bu ligde her şeyin olabileceğini, 5 maç üst üste kazananın çok farklı yerlere gelebileceğini düşünsem de bir anlamda lige veda etti. Kalan haftalar onlar için çok zor olacak. Beşiktaş ise bu galibiyetin bir anlam kazanması için haftaya Bursaspor karşısına çıkacak.

9 Kasım 2010 Salı

Beşiktaş 1-1 Kasımpaşa

Bu maçtan beklentiler çok farklıydı. Goller erken gelecek, Beşiktaş farka gidecek ve son dakikalar belki de Iverson tezahuratlarıyla neşe içinde geçecekti ama hem maç, hem de Beşiktaş’ın futbolu beklentilerin çok uzağında kaldı.

Beşiktaş ritmini kaybetti, oyuncuların form durumlarında büyük bir düşüş var. Sezonu erken açmanın bedelinin bir yerde ödeneceğini tahmin ediyorduk ama bu kadar sert bir düşüşü beklemiyorduk. Takımın düşüşe geçtiği bu dönemde sakatlıkların da üst üste gelmesi Beşiktaş’ın tüm dengesini bozdu. Schuster’in rotasyon anlayışı da fayda etmedi. Rotasyon iyi güzel ama ben Beşiktaş’da oyuncuları rotasyona sokacak olsam ilk önce yaş ortalaması 33 civarında olan Aurelio-Guti-Ernst üçlüsüne bakarım ama Schuster bu bölgeye müdahele ederken rotasyona en ihtiyacı olmayan adamı, Necip’i kenara alıyor.

İlk devre ortada futbol adına hiçbir şey yoktu, bir ara baya uykum geldi. Beşiktaş’ın en azından maçın başında fizik olarak da düşmemişken Kasımpaşa’yı bunaltmasını bekliyordum ama ne maçın başında, ne de devrenin geri kalan bölümünde Kasımpaşa’yı zorlayacak bir baskı olmadı. Beşiktaş’ın 3 hücumcusu çok etkisiz kaldı. Holosko ve Nihat’un durumları zaten ortada ama Bobo da takım ile birlikte düşüyor. Dün formsuz zamanlarındaki o bilindik ağır haline geri dönmüştü. Bunun görev aldığı yer ile de ilgisi var, Nihat ortada oynarken Bobo’nun sola kaymasına ben de anlam veremiyorum ama yine de onda bir fiziksel düşüş olduğu görülebiliyor.


Devre arasında Schuster’in müdahelesi geldi, bence çok yanlış bir hamleyle Aurelio yerine oyuna Quaresma girdi. Ernst orta sahada tek başına kaldı ve normal olarak o biyonik halini devam ettiremediği için tek başına yetmedi. Bu değişiklik sonrasında ilk devre rakibini tehdit edemeyen Kasımpaşa gelmeye başladı. Çok hücumcuyla çok pozisyon bulunacak diye bir şey yok, Beşiktaş rakip üzerine daha fazla gitmek bir yana rakibi kalesinde görmeye başladı. 65. dakikada ekrana yansıyan istatistiklerde Kasımpaşa’nın 9 şutuna karşılık Beşiktaş’ın sadece 3 şutu vardı. Kasımpaşa’da hala Cenk İşler forma giyiyor olsaydı gol daha erken gelebilirdi. Cenk yoktu ama son 15 dakikaya girilirken Rüştü faktörü ortaya çıktı. Sezonun başlarında kaleci sıkıntısı yaşamaya en uzak takım olarak gösterilen Beşiktaş son maçlarda sık gördüğümüz gibi yine bir kaleci hatasından mağlup duruma düştü.

Bitime 15 dakika kalmasına rağmen Kasımpaşa’nın maçın sonuna kadar direnebileceğini sanmıyordum. Beşiktaş’ın bir şekilde golü bulacağını ve hatta öne bile geçebileceğini düşünüyordum. Yıldız oyunculardan biri çıkıp da bir sihir yaratabilirdi ama olacağı da en fazla bu işte. Yıldızlar sihir yaratırsa oluyor, aksi takdirde Beşiktaş galip gelmekte zorlanıyor. Bu kez ortaya çıkan bir yıldız değil şans faktörü oldu. Beşiktaş İsmail ile beraberliği yakaladı ve bizi çok acaip bir 10 dakikanın içine soktu. Ben golün neden iptal edildiğini anlamamıştım, penaltı pozisyonda da Nihat kendini yere bırakmış gibi geldi. Maç sonrasını fazla izlemedim ama duydum ki her iki karar da doğruymuş. Neticede Guti kötü bir penaltı kullandı. Fenerbahçe maçında çıkmayan top bu maçta kaleci tarafından kurtarıldı ve Beşiktaş iki puanı İnönü’de bıraktı.

Fikstürün iyi denk geldiği bu dönem Beşiktaş’ın toparlanabilmesi için önemli bir fırsattı ama Kasımpaşa karşısında bu fırsat kaçtı. Şimdi Galatasaray maçı öncesinde mutlaka alınması gereken 6 puan var, sonrasında da Galatasaray ve Bursaspor maçları üst üste gelecek. Yanlış hesaplamadıysam sıralamada üzerinde yer alan 7 takım ile de toplam 32 puanlık bir fark var. Kapanır mı? Çok net kapanabilir, bu ligde her şey olabilir ama Schuster’in hem kendisinde hem de takımında bazı şeyleri değiştirmesi gerekiyor. Maç sonrası açıklamalarını izlememiştim ama duydum ve pek iyi bir görüntü vermemiş. Devre arasına minimum hasarla girmeleri gerekiyor. Beşiktaş yeni yapılanan bir takım ve puan olarak geride kalması normal şartlarda kabul edilebilir ama Guti ve Quaresma isimlerinden sonra Beşiktaş taraftarına bazı şeyleri kabul ettirmek hiç de kolay olmayacaktır.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Iverson..

Yıldırım Demirören ve Allen Iverson imza töreninde yan yana.. 5 sene önce bunu biri söyleseydi fıkra derdim, inanması gerçekten hiç kolay değil..
.
İşe Beşiktaş tarafından baktığımda bazı şeyleri anlamlandırmak zor. Ne yapıyorlar, bu işler nasıl oluyor anlayamıyorum. Nasıl bir kafada olduklarını, kulübün geleceği ile ilgili nasıl planları olduğunu merak ediyorum. Bunu zaman gösterecek.
.
Iverson’a verilecek yıllık para ile geçen senenin kadrosunu tutup üzerine takviyeler yapabilir ve zirveye oynayabilirlerdi. En azından oyunculara paraları ödenip kaçmaları ve kulübün itibarını zedelemeleri engellenebilirdi. Yeni bir başlangıç yapmak isteyip de bu transferi gerçekleştirdilerse söyleyecek bir şey yok ama keşke Iverson’ı getirirken biraz daha iyi bir takım kurulabilseymiş. Neticede çok önemli bir ismi Türkiye’ye getirdiler ve büyük sükse yaptılar. Belki de şu an bu yönetim için önemli olan da sükse yapmaktır. Zaten ben Iverson transferi ile Beşiktaş’ın şampiyonluğa oynayabileceğine de inanmıyorum.
.
İşe sadece Iverson tarafından baktığımda ise biraz üzülüyorum. Yanlış anlaşılabilir ama buralara kadar düşmesi insanı rahatsız ediyor. Ulaşılmaz büyük oyuncu Allen Iverson Akatlar Spor Salonunda oynayacak. Ne bileyim işte, garip geliyor. Belki de bazen maç içinde çok zor anlar yaşayacak, kötü durumlara düşecek. Ve bir yandan da anlayamıyorum, bu adama Yunanistan’dan, İspanya’dan falan bu paraları verecek bir takım çıkmamış mı? Koca Avrupa dururken Iverson’ın yolunun Türkiye’ye düşmesi, onu buraya bırakmış olmaları Beşiktaş için büyük bir şans.
.
Ben NBA’i Iverson ile takip eden, ona hayranlık duyarak büyüyen biri değilim. Sanırım ben bir önceki jenerasyondan oluyorum, Michael Jordan ile yatıp kalkanlardan. Bu yüzden kariyerinin başlarında Iverson’a tepki duymuşluğumuz da vardır ama Lakers’a karşı oynadığı final serisi benim de ona bakışımı değiştirmişti. Geçtiğimiz yıl Fenerbahçe ile adı anıldığında ne kadar fayda sağlayacağından emin olmadığım için çok heveslenmemiştim ama şimdi fark ediyorum ki bize gelmesi de çok acaip bir şey olurmuş.

Neyse, bu transfer ile ilgili düşündüklerimi kısaca özetleyeyim;

Vay be..


Not: Ben olsam bu sezon maçları Sinan Erdem olmuyorsa da en azından Abdi İpekçi'de oynatmak için elimden geleni yapardım. Ama Beşiktaş yönetimi para kazanmak için kombine satışını durdurup zamlı olarak tekrar satışa çıkarmak gibi bir uygulamaya imza atmış.

22 Ekim 2010 Cuma

Beşiktaş 1-3 F.C. Porto

Beşiktaş’da cicim ayları bitti. Dün oynanan Porto maçı mağlubiyet serisini üçe çıkardı ve Beşiktaş bu 3 maçta 7 gol yemiş oldu. Beşiktaş çok eksik bir kadro ile sahaya çıktı, zaten çoğunluk da maçı Porto’nun kazanacağını düşünüyordu. Takımda bu kadar eksik oyuncu varken “şu oynasaydı, bu oynasaydı” diyerek Schuster’e yüklenecek bir durum yok, belki sadece İsmail düşünülebilirdi. Schuster’e yüklenenlerin asıl dayanak noktası ise Hakan tercihi ki çok da haksız sayılmazlar. Hakan’ın durumuna ben bile üzülüyorum, sahaya çıkarken ayaklarının titrediğini hissedebiliyorsunuz ama olmuyor işte. Yetersiz ve gelişmiyor.

Beşiktaş maça ev sahibi takım agresifliği ile başlamadı ki bu bir tercihse bence yanlış bir tercih değil. Üzerine gelen Beşiktaş’ı Porto çok daha erken cezalandırabilirdi. Gole kadar topa daha çok Porto hakimdi, durgun tribünler önünde istediklerini yaptılar ama Beşiktaş’a pozisyon da verdiler. Gerçi maçın başında önce Nihat’ın sonra da Bobo’nun gol yapamadığı pozisyonda Beşiktaş skor avantajını eline geçirseydi de maçı kazanması çok zordu. Çünkü Beşiktaş’ın çok kötü bir savunması var. Herkes Schuster’in Beşiktaş’ını Mustafa Denizli’nin takımına tercih eder tamam ama geçen sezon izlediğimiz savunma özelliğinin bu kadar çabuk ortadan kaybolması da şaşırtıcı. O takımı tamamen çöpe atmak yerine bu yeni takım ile harmanlamak bence daha doğru olacaktı. Beşiktaş çok kolay gol yiyen bir takım ve bu golleri çıkartacak kadar da skorer değil.
.
Dün Quaresma ve Guti olsaydı da Beşiktaş’ın maçı kazanması çok zordu, neticede bu iki yıldız takımın gol yemesini engellemiyor. Bu maçta kabak ağırlıkla Hakan ve Zapo’nun başına patladı ama bence bu sezon İbrahim Toraman da çok kötü oynuyor. Yenen 3 golde de hatası var, sayılmayan Porto golünde de Hulk’a paspas oldu.

Sezonu erken açan Beşiktaş’ın bu dönemlerde düşüşe geçeceğini tahmin ediyordum ama sonuç anlamında beklediğimden de sert bir düşüş yaşadılar. Bu hafta Kayseri deplasmanı var ve oradan 3 puanla dönmeleri hiç kolay olmayacak. Malum, dengesiz bir milletiz. İyi giden şeyleri abartmayı çok seviyoruz, işler kötü gitmeye başlayınca da eleştirinin cılkını çıkartıyoruz. 1 ay öncesine kadar fazlasıyla göklere çıkartılan Schuster 3 maç ile bu kadar eleştiriliyorsa Kayserispor karşısında alınacak bir mağlubiyet işleri onun için iyice zorlaştıracaktır.

Son cümle Hulk için olsun. O iki senedir hayalini kurduğum forvet.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 1-1 Beşiktaş


Bu maçta Fenerbahçe'nin rakibi Beşiktaş değil de Galatasaray olsaydı muhtemelen ilk yarı 3-0 biterdi ve ikinci devrenin hiçbir anlamı kalmazdı. Maç sonu konuşulan şeyler de çok farklı olurdu. Volkan gereksiz yere penaltıya sebep olmasaydı da şu an çok başka yorumlar yapılacaktı. Beşiktaş'ın topa sahip olduğu ama buna Fenerbahçe'nin müsade ettiği, rakibe sadece yan pas yapma şansı verdiği ama kalesinde fazla pozisyon vermediği, rakip kalede ise pozisyonlar bulduğu anlatılacaktı. Ve muhtemelen Fenerbahçe'nin son yıllarda sıkça gördüğümüz şekilde kazandığı bir derbi olduğu söylenecekti. Ama penaltı geldi, Volkan hatasını telafi edemedi ve şimdi ortada konuşmamız gereken bambaşka bir maç var.

Maça Beşiktaş fena başlamadı. Orta alanda daha üstündüler ve topa daha fazla sahip oluyorlardı. Fenerbahçe ise maça tedirgin başlamıştı, tüm oyuncularda bir tedirginlik ve ürkeklik vardı. Selçuk ve Emre'nin pasifliği sebebiyle Fenerbahçe oyunun kontrolünü eline alamıyordu. Hatta 20. dakika civarında oyunun durduğu bir anda Alex ayrı ayrı bu iki oyuncunun yanına gidip onları toparlamaya çalıştı. Kısa bir süre içinde de Fenerbahçe biraz silkelendi. Beşiktaş'ın sert başladığı oyunda aynı derece sert olmaya, daha hareketli oynamaya ve topa da biraz daha fazla sahip olmaya başladılar. Tribün ile birlikte Beşiktaş üzerinde kurulan 3-4 dakikalık yoğun baskı sonucunda da gol geldi. Bu dakikadan sonra Fenerbahçe o klasik derbi formatına dönerek kontrollü oynamayı seçti. Elde Niang ve Dia gibi iki hızlı oyuncu olunca kontra ataklarda çok etkili oldu ve maçı kopartabilecek net pozisyonlar yakaladı ama değerlendiremedi.

Fenerbahçe'de ikinci devre Emre oyunda yoktu, sanırım bir rahatsızlığı varmış. Kısmetsizlik işte, Emre'nin kenara gelmesi oyunun gidişatını çok etkiledi. İlk devre golden sonra kontrollü oynarken pas yapabilen Fenerbahçe ikinci devre topa yine bir türlü sahip olamaz oldu. Orta saha üstünlüğü tekrar Beşiktaş'a geçti. Beşiktaş oyunu Fenerbahçe sahasına yıktı ama duran toplar dışında (Bu arada Guti herhalde ceza sahası çevresinden 15 duran top kullanmıştır. Cüneyt Çakır çok basit fauller çaldı. ) üretken olamadı. Toraman'ın kafası ve Volkan'ın aynı hücumda engel olduğu iki şut dışında pozisyon bulamadı.Fenerbahçe ise ilk devreye göre rakibini çok daha az tehdit edebildi ve dakikalar ilerledikçe belki biraz da yorgunluğun etkisiyle iyice geriye çekildi. Buna rağmen Alex ve Dia'nın yakaladığı iki pozisyon vardı ama yine gol çıkmadı. Maçın bitimine 5 dakika kala gelen penaltı ile de Beşiktaş 1 puanı kazanırken Fenerbahçe iki puanı kaybetti.

Schuster'in kadro tercihinin ve ikinci devre yaptığı oyuncu değişikliğinin hatalı olduğunu düşünüyorum. Skor böyle olunca muhtemelen fazla tartışılmayacaktır ama Nihat'ın 90 dakika oyunda kalması da, Aurelio'nun yerine Bobo'nun oyuna girmesi de bence çok yanlış tercihlerdi. Beşiktaş adına maçın adamı ise bence Ernst'dir, gerçekten mükemmel oynadı. Aurelio oyundan çıktıktan sonra sevinmiştim, ikinci devre rakibe verilen orta sahayı Fenerbahçe'nin tekrar ele geçireceğini düşünmüştüm ama Ernst buna neredeyse tek başına engel oldu. Guti ilk devre özellikle mağlup duruma düşene kadar çok etkiliydi. Son 20-25 dakika ise yoruldu ve basit top kayıpları yapmaya başladı. Daha sonra da kendini biraz daha geriye çekti, Ernst'i bu kez de daha sık onun önünde yer alırken gördüm. Quaresma ise Guti'nin aksine ilk devre çok etkisiz kaldı ve baya sinirlendi. Hatta aklıma direkt Keita geldi, Quaresma da takımını eksik bırakabilirdi. İkinci devre ise nispeten daha iyiydi, hücumda birkaç kez iyi işler yaptı. Bugüne kadar Beşiktaş bu iki oyuncunun sırtında gidiyor gibi bir durum var ve Beşiktaş'ı nereye kadar taşıyacaklarını ben de merak ediyorum. Bazı mevkilerde ise hala çok ciddi sorunlar var, özellikle arka tarafta. Ekrem, Zapo ve İsmail bu halleriyle çok yetersiz isimler.

Aykut Kocaman'ın çıkardığı kadroya söylenecek bir şey yok. Stoch ve Dia arasında seçim yapmak bir tercihtir ve Aykut Kocaman da bu tercihinde yanılmadı. Dia maçın Fenerbahçe adına en iyi oyuncusuydu. Umarım devamını getirir, beni maçta en çok memnun eden şeylerden biri onun bu performansıydı. Ama son 10-15 dakika normal olarak yoruldu. İşte tam o dakikalarda, mesela o son pozisyonu kaçırdıktan hemen sonra Dia yerine Stoch oyuna girseydi, iyice öne çıkan Beşiktaş ve ters tarafta oynayan sarı kartlı İbrahim Üzülmez karşısında o da çok etkili olabilirdi. Alex bence kötü değildi. Belki biraz durgundu ama onun da yakaladığı pozisyonlar oldu. Eşi maçın hemen öncesinde rahatsızlanmış ve ameliyata alınmış, bu da ayrı bir kısmetsizlik. Alex'in bu kadarını oynayabilmesini bile ben takdir ederim. Aykut Kocaman'ın Alex'i oyundan almasını bekliyorum. Benim ilk tercihim Dia-Stoch değişikliği olurdu, yine de Cristian-Alex değişikliğini de çok yanlış bulmuyorum. Ama nispeten daha iyi top kullanabilen Mehmet Topuz'u arkada bırakıp, savunması daha iyi olan diri bir Cristian'ı biraz daha önde, Alex'in bölgesine yakın oynatmak bence çok yanlıştı. Aykut Kocaman için inadına her şey çok aksi gidiyor. Yaptığı hatalar anında cezalandırılıyor, şans ona pek yardım etmiyor. Bu maçın sonunda yine haklı olarak çok eleştirilecek.

Beşiktaşlılar bu maçın sonunda daha mutlular. Aslında bu maç özelinde iki takımın moral seviyesinde bu kadar fark olmaması lazım ama uzun vadede daha umutsuz olan Fenerbahçe taraftarı bu maçın negatif etkisini hisseden taraf oluyor. Yoksa Fenerbahçe istediklerini belli ölçüde yapabildi. Öne geçti, sonra kapandı ve rakibe pozisyon vermedi. Aynı zamanda net gol pozisyonları buldu ama değerlendiremeyince de böyle oldu. Beşiktaş tarafı çok mutlu, Fenerbahçe tarafında ise hayal kırıklığı var. Bunda geçmiş de etkili. Beşiktaş yaptığı transferler sebebiyle son zamanların en motive dönemini geçiriyor ama diğer tarafta ben de dahil her Fenerbahçelide normal olarak geçen sezonun etkisi var. Sezon öncesi de sıkıntılı başladı, sakatlıklar ve geç kalan transferler sebebiyle takım bir türlü oturmadı. Böyle bir dönemde çok da zor bir fikstür denk geldi, iki deplasmanda 6 puan kaybedildi. Arka arkaya 2-3 galibiyet gelmediği için takımın kendine güveni de bir türlü yerine gelemiyor, aksine bu kayıplar her maç onları biraz daha baskı altına sokuyor.

Geçtiğimiz sezondan sıyrılabilmek için Fenerbahçe'nin üst üste birkaç maç kazanması gerekiyor. Ondan sonra bazı şeyler kesinlikle daha kolaylaşacaktır. Fenerbahçe'nin iyi bir kadrosu olduğuna hala inanıyorum ama işleri zorlaştırmak için camianın her bireyi elinden geleni yapıyor. Şu takım üst üste bir maç kazansa herkes rahatlayacak, bu takımın gücü de ortaya çıkacak ama bir türlü olmuyor. Aykut Kocaman da ciddi hatalar yapıyor ama işin başında hiç ışık vermeyen Zico gibi onun da bu hatalarını düzelteceğine inanmak, Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'de başarılı olacağının hayalini kurmak en güzeli. Ben de bu hayali kurmaya devam edeceğim..

.

.

Not: Şu saygı duruşlarından lütfen vazgeçilsin, en azından kimsenin tanımadığı kişiler adına yapmış olmak için yapılanlardan. Küfür edileceği çok belliydi. Neyse ki saygı duruşunda tüm tribün olarak küfür eden taraf Fenerbahçe olmadı.

3 Eylül 2010 Cuma

Gelgit

Geldim ama yine gidiyorum ama bu kez keyif için, işler bitti ve sonunda tatil geldi. Verdiğim uzun arada baya bir şeyler oldu. Bunları bloga kısa kısa not edeceğim. Bazen neyin ne zaman olduğunu bulmak ve olanı nasıl yorumladığımı görmek için blogda arama yapıyorum. Bu 10 günlük dönem de eksik kalmasın..
.
.
.
Öncelik basketbolun. Turnuva öncesinde hiç umut vermeyen ve çok eleştirilen bu takım için şimdi final yolu çiziliyor. Başarma şansları da var. Bu takım geçtiğimiz sene hemen hemen bu zamanlarda bize heyecanlı günler yaşatıyorlardı, yine aynı şeyi yapıyorlar. Kim ne derse desin, bu takımın ortaya çıkmasında büyük payı olan Tanjevic’e teşekkür etmek lazım. Hatta bu turnuvanın sonucuna göre bazılarımızın özür dilemesi bile gerekebilir.
.
Dün Yunanistan’ın rezil oluşu çok hoşuma gitti, umarım İspanya onlaruı 30’a bağlar da kıçlarına baka baka ülkelerine geri dönerler. Ben de şanslı adammışım. Turnuvada sadece 2 gün maçlara gidebilecektim ve çok önceden 4-5 Eylül için biletlerimi almıştım. Yarın çok güzel iki maç oynanacak, İspanya-Yunanistan ve Sırbistan-Hırvatistan. Pazar günü ise milli takım. Biletix belası ile uğraşmaktan kurtuldum, milleti yine çıldırtmış. Önce sadece Zone 4-5 biletleri kalmış gözüküyordu, dün akşam ise bir gün önce ortada olmayan Zone 3 biletleri satılıyordu.
.
Yunanistan dedikten sonra geçtiğmiz Perşembe gününe dönmek lazım. PAOK maçı hakkında bu saatten sonra uzun şeyler söylemenin anlamı yok. Ben en çok uzatma dakikalarında gelen golden sonra takımın maçı tamamen bırakmasına sinirlendim. Fenerbahçe golü kalesinde gördüğü anda maç bitti, bunu kabul edemiyorum. Neyse, neticede Fenerbahçe yanında Galatasaray ile birlikte Avrupa’ya Ağustos ayında veda etti. Tek tesellim D-Smart’ın patlaması. Beter olsunlar.
.
Fenerbahçe Yobo ve Serkan Kırıntılı ile transferi kapattı. Yobo transferine ağırlıkla Bilica etkisiyle çok sevindim ki zaten çoğunluk da bu durumda. Sakatlık belasından uzak kalabilirse çok faydalı olacağını düşünüyorum. İki stoperimizin de ülkelerinin milli takımında kaptanlık yapıyor olması güzel bir şey. Herkesin hayalinde yeni bir “Uche-Högh” ikilisi var. Neticede transfer sezonu bitti ve bence Fenerbahçe’nin iyi bir kadrosu oldu. Okan Alkan ile ilgili bir şey söylemeyeceğim, o çocuk bir süre biraz geri planda kalsın. Aykut Kocaman ise bu hamlesiyle birçok Fenerbahçe taraftarını çok mutlu etti, biz böyle şeylere pek alışık değiliz.
.
Önder Turacı Kayserispor’a gitti, yolu açık olsun. İlk senesinde onda büyük potansiyel görüyordum ve “Türk Nesta” olacak diyordum ama o kendini zerre geliştiremedi ve ayrılmak zorunda kaldı. Keza Volkan Babacan da öyle. Ondan da umutluydum ama belli ki o da çalışmayı pek sevmiyor. Bu arada Önder’in Fenerbahçe karşısında forma giymemesi için kulübün uğraşmasını kabul edemiyorum. Küçük hesaplar bunlar, yakışmıyor. Burak Yılmaz etkisi olsa gerek.
.
Beşiktaş transfer sezonunu başladığı gibi hızlı bitirdi. Robinho’nun gelebileceğine pek inanmamıştım ama gelmesini çok istiyordum. “Ülkemizde böyle futbolcuları izlemek güzel” gibi bir kafada değilim, sadece Beşiktaş için olumsuz bir hamle olduğunu düşündüğümden bir Fenerbahçeli olarak bunu söylüyordum ama olmadı. Robinho’yu hiç sevmemem bir yana ayrıca iyi bir oyuncu olduğuna da inanmıyorum. Neticede transfer gerçekleşmedi ama birileri bu tiyatro sırasında Beşiktaş hisseleri sayesinde sağlam paralar kazandı.
.
Aurelio beni şaşırttı. Beşiktaş forması giyecek diye çok yıkılmış değilim ama ondan böyle bir şey beklemezdim. Bu ülkeye geri geleceğini düşünmüyordum. Beşiktaş taraftarı ise zamanında Ricardinho yüzünden ona çok tepkiliydi ama birçoğu bu transferi sindirdi ve bunu savunmak adına argümanlar üretiyorlar. Bu işler böyle işte, nasıl ki birçok Fenerbahçeli Emre’yi sindirebildiyse onlar da Aurelio’yu sindirebilir. Yanlış anlaşılmasın, Aureilo normal karşılandığı için kimseyi suçlamıyorum. Sadece ben kendi çevremdeki arkadaşlarımla bu tip konuları tartışırken onlar hep “farklı” olduklarını söylerdi, ben de buna karşı çıkardım. Yok işte bir farkımız, hepimiz aynı b*kun soyuyuz.
.
Galatasaray da haftalardır beklenen transferlerini son gün bitirdi. Misimovic’in futbolculuğuna laf edecek değilim ama Galatasaray’ın ihtiyacı olan oyuncu tipi olduğunu düşünmüyorum. Insua’nın satın alma opsiyonu varsa mantıklı bir hamle, Hakan Balta’nın durumu da ortada zaten.
.
Dün Ntv Spor’da Adnan Polat konuşuyordu. Bir saat boyunca televizyondan bir mırıldanma geldi ama aklımda adam gibi bir şey kalmadı. Sadece Keita gittikten sonra arkasından söylediği ahlak temelli kelimelere biraz tebessüm ettim o kadar. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Galatasaray, Atletico Madrid ve Arda olayı büyük komedi.
.
Papazın Çayırı blogda harika bir video gördüm, buradan izleyebilirsiniz. Ne kadar çok kişi görürse o kadar iyi. Koca stadyum oradan ayrılalı 5 yıl olmasına rağmen Alex diye inliyor. Böyle bir oyuncuyu taraftarı olduğum takımın forması ile izleyebildiğim için çok şanslı olduğumu bir kez daha anladım..
.
.
.
Cumartesi ve Pazar günü buralardayım, basket maçlarına gideceğim ama sonrasında bir şeyler yazabilir miyim bilmiyorum. Tatil öncesinde yola çıkmadan buraya bir daha uğrayamayabilirim. Bakalım bu kez ben yokken neler olacak..

27 Temmuz 2010 Salı

José María Guti Hernández --> Beşiktaş


Guti'yi bu saatten sonra uzun uzun anlatmak bana düşmez, zaten konuşulmayan bir şey de kalmamıştır. Kim ne derse desin büyük bir transfer. Ben bu abartılı karşılamalardan her daim rahatsız olmuşumdur ama böyle organizasyonları seven de çok var. Herkes yeri gelince yapıyor. Şahsi fikrim Quaresma'nın böyle bir karşılamaya değecek bir oyuncu olmadığıydı ama bu görüntüler Guti için olunca o kadar da garip durmuyor. Gerçi bu karşılamada bir kısmı Fenerbahçe'ye olmak üzere ara ara küfür edilmesine anlam veremedim. Komik.

Ben Guti'nin böyle bir maliyetle Beşiktaş'a geldiğine inanmakta güçlük çekiyorum ve hatta Yıldırım Demirören ya da Serdal Adalı'nın açıktan bir şeyler vermiş olabileceği bile aklıma geliyor. Açıklanan şartlarda gerçekleştiyse gerçeken çok başarılı bir iş çıkarılmış. Beşiktaş ilginç bir yola girdi. Bu yolun onları nereye götüreceğini Beşiktaş taraftarları tartışsın, bundan sonra çok farklı olacaklar. Hiç alışık olmadıkları bir kostüm giydiler, ben de bu kostümü nasıl taşıyacaklarını çok merak ediyorum.

Saha içini yorumlamak için önce hangi iki yabancının gideceğini görmek gerekiyor ama ben şu an dengeli bir 11 kurmakta zorlanıyorum. Bir taraf çok baskınken diğer taraflarda hep bir dengesizlik oluyor. Bu Beşiktaş kadrosunun son iki sezonun Galatasaray kadrosundan daha iyi olduğuna da inanmıyorum ve açıkçası bir kısım taraftarda gördüğüm "şampiyonluk garanti" havasını da çok garip karşılıyorum. Böyle başlanan sezonlarda başarı gelmezse etkileri çok daha yıkıcı olur..

Yazıyı bu transferler ile ilgil duyduğum en güzel yorumlardan biri ile bitireyim. İmza töreninden sonra ich'den geldi:

"Helal olsun Demirören'in azmine. Geçen sene küfür yüzünden giremediği stadın ortasına oturdu."

Formalar

Dünya Kupası bittikten sonra transferler gelmeye başladı ama ben Süper Lig havasına o transferler sonrasında değil de yeni formalar ortaya çıktıkça girmeye başladım. Beşiktaş formalarını "değişik" bir şekilde tanıtıyor. Beyaz ve çubuklu formanın detaylarını bilemiyorum ama çok sıradışı bir şey yok. Herhalde 3. forma da farklı bir şeyler denenecek.
.
Galatasaray "futbol takımı" formaları da bu akşam tanıtıldı. Pembe, mercan ya da somon artık adı ve rengi her neyse ben o forma hakkında bir yorum yapmayacağım. Parçalı forma sanırım geçtiğimiz sezonun forması ile aynıymış. Klasik forma ile oynamamak güzel ama yanlış hatırlamıyorsam geçen sezon bu parçalıyı vasat bulan çok insan vardı. Tahminim taraftarların daha çok krem rengi olan formaya rağbet edeceği. O forma üzerinde aslan kullanmak güzel ama bence hem çizilen figür yeterince etkileyici değil, hem de ortada olması kötü olmuş. Haliyle Fenerbahçe dışındaki formalarda algım negafit şeyleri seçiyor ama Galatasaray formalarında kullanılan numara fontlarını beğendim. Numaralar daha önce Beşiktaş formasında olduğu gibi bir çerçeve içine yazılıyor. O işe hiç girmeseler daha iyi olurmuş. Son forma tanıtılmadı ama çubuklu olacağı söyleniyor.


Fenerbahçe "Spor Kulübü" formalarını ilk gördüğümde gözüm direkt çubukluya gitti. 100. yıldan beri çubuklu almıyorum ama bu sezonun formasını çok beğendim.Çizgilerin arkada da devam etmesi çok güzel olmuş. Belki kollar da çubuklu ya da tek renk devam etseymiş daha güzel olabilirmiş ama yine de fazlasıyla tatmin edici. Tek sorun o güzel sırt bölümündeki Ülker reklamı. Geçtiğimiz sezon reklamsız alabilmiştik ama bu sezon öyle bir şansımız olacak mı bilmiyorum. O reklamın formaya zarar vermeden nasıl çıkarılacağına dair bazı şeyler dolaşıyordu, her ihtimale karşı o taktikleri şimdiden öğrenebilirsem sevinirim.

Aslında formalar hakkında daha net konuşabilmek için yakından görmek lazım. Mavi formadan şu en tepedeki fotoğrafı görene kadar çok etkilenmemiştim ve ilk alacağım forma çubuklu olur diyordum ama işler değişebilir. Bence çok güzel bir ton yakalamışlar ve Fenerbahçe logosundan doğan güneşin uygulaması da çok hoş gözüküyor. Bu formayı gerçekten beğendim.Beyaz formanın sadeliği insana çekici geliyor. Dolabımdaki formalar arasında en çok beğendiklerimden biri yakalı olmasına rağmen beyaz Hooijdonk formasıdır. Bu sezonun beyaz formasının sadeliği içinde yakadaki renkler güzel olmuş ve omuzdaki Adidas çizgileri de göze güzel geliyor. Forma üzerine uygulanan logo ve kanat figürleri internet ortamında çok hoşuma gitmedi ama daha net bir yorum yapmam için kendi gözlerimle görmem gerekiyor.



Diğer kulüplerde var mı bilmiyorum ama Fenerbahçe'de kaleci formaları da satışa çıkıyor ve ben geçen sezon fena satmadığını gözlemlemiştim ki gerçekten de güzel formalardı. Bu sezonun lacivert forması da çok güzel gözüküyor, tercih eden çok olacaktır. Yeşil forma da uzun süredir forumlarda talep edilen bir formaydı. Henüz satışa çıkmıyor. Çıkarsa meraklıları olacaktır ama ben alır mıyım bilmiyorum.

Ben yakalı forma sevmem ve hiçbir tasarımda yaka olmamasına sevindim. İlginçtir, herkesin başka bir formayı çok beğenmiş. Bir anlamda formaların her zevke hitap ettiğini de söyleyebiliriz. Ben de genel anlamda 2010-2011 sezonu formalarını beğendim.

16 Temmuz 2010 Cuma

Beşiktaş 3-0 Víkingur Gøta


Uzun bir zamandır bizim takımlarla ilgili bir şeyler yazmıyorum. Aslında Dünya Kupası sonrasında Fenerbahçe ile ilgili bir şeyler karalayıp dikkatimi ülke içine çevirmek istiyordum. Malum, Daum’dan Aykut’a, transfersizlikten Kaya Peker’e kadar yazılacak çok şey oldu ama yaşananlar genelde tatsız şeyler olunca vazgeçtim. Sanırım soğumuşum. Tabii ki Fenerbahçe’den değil, Fenerbahçe tartışmaktan yorulmuşum. Hiç böyle bir ara vermemiş gibi normal tempoma devam edeyim, bir şeyler oldukça bloga tekrar notlarımı düşmeye başlayayım.

Dünya Kupası sonrası başlangıç Beşiktaş ile oluyor. Dün gün içinde bir yerden bilet gelince hiç aklımda yokken maça gittim. Beleş bilet oldu mu maç ayırt etmeden giderim. Beşiktaşlı çok arkadaşım var, işin içine maç öncesi semtte rakı içme de girince genelde Beşiktaş maçları için gelen teklifleri reddetmiyorum. Mekanlar arasında bizim grubun tercihi Çarşı Balık, yeri gelmişken semtte rakı içme adeti olanlara da tavsiye edeyim.

Rakip çok zayıftı. Bu yüzden detaylı bir maç yazısı yazmaya gerek duymuyorum. Aklımda kalanları kısa kısa geçeceğim. Öncelikle sahaya çıkan 11’den bahsedelim. Ben şaşırdım ve bu 11’in rakip ne kadar zayıf olursa olsun doğru bir tercih olduğunu düşünmüyorum. Çok hücumcu çok gol anlamına gelmiyor. Delgado, Tabata, Quaresma, Bobo ve Nihat’in aynı anda ilk 11’de olması çok garip. Hücum gücünü bu şekilde arttırmaya çalışırken de sol bekte İsmail yerine Üzülmez’in oynaması daha da garip.

Böyle bir düzende olan yine Delgado’ya oldu. Benim Delgado’ya sempatim vardır ve dün de Quaresma’dan çok onun neler yapabileceğini merak ediyordum ama Ernst’in yanında ya da belki çok az önünde oynayınca pek bir şey yapma şansı kalmadı. İlk gol öncesinde Tabata’ya çok güzel bir pası vardı, ikinci golde de Ekrem’in önüne topu o yuvarladı ama maçın genelinde pek ortaya çıkmadı. Adam Beşiktaş’a geldiği günden beri adam gibi bir orta saha önünde oynayamadı. Tam onun istediği gibi bir kadro geçen sene kuruldu, Fink-Ernst ikilisi önünde çok büyük işler yapabilirdi ama sakatlığı onun büyük şanssızlığı oldu.
.

Ferrari kadroda yoktu, sanırım bir sakatlığı varmış ama sanki Schuster onu bu sezon pek tercih etmeyecek. Dün sağ bekte Erhan oynadı. Elinden geleni yapıyor ama çok yetersiz ve Beşiktaş’ın orada fazla alternatifi de yok. Geri dörtlü bu sezon Beşiktaş’a çok sıkıntı yaratabilir.

Guti’nin gelişinden ve hangi yabancıların kadroda kalacağını gördükten sonra Beşiktaş hakkında daha iyi bir değerlendirme yapılabilir ama ben etrafta yazılan çizilen her senaryoda orta sahada direkt Necip’i görüyorum. Bu yetenekli gencin alternatifi de Uğur İnceman. Böyle bir orta saha ile Beşiktaş’ın işi çok zor olur. Necip’i yetersiz gördüğümden değil ama ilk adam olmak için biraz erken. Bu sezon 10-15 maç direkt, 10-15 maç da kenardan gelerek oynaması Necip için çok daha hayırlı olacaktır. Fink’in kontratının dondurulacağına dair söylentiler var, bir Fenerbahçe taraftarı olarak doğru olmasını diliyorum.

Beşiktaş’ın kaliteli yabancıları var ama yerlilerin yetersizliği belki de sezonu kaybettirecek. Ben onların yerinde olsam elimde 20 milyon € ile Robinho’nun peşine düşeceğime Nuri, Gökhan İnler, Eren ve Halil’den başlayıp sırasıyla öne çıkan bütün Türk oyunculara saldırırım. Direkt oynayabilecek tek bir Türk oyuncu transferi bile birçok şeyi değiştirecektir.

Beşiktaş dün çok duran top kullandı. Serbest vuruşları bilemiyorum ama 26 korner kazandılar bunların birçoğu boşa gitti, rakip kalede en ufak bir tehlike bile yaratmadı. Süper Lig’de duran topun önemi malum. Bu işi iyi becerebilen takımlar hep bir adım önde olacaktır.

Devre arasında kapalı tribünde büyük bir kavga çıktı. Ben numaralıda olduğum için detay göremedim ama kesici aletler de ortaya çıkmış. Bu kadar aradan sonra takımlarına kavuşmuşken böyle bir maçta bile kavga etmeyi başaranları ayrıca tebrik etmek lazım.

Evet, assolisti sonlara bıraktık. Quaresma transferi ile ilgili bir şeyler yazamamıştım. Zaten kafamdakileri yazsaydım muhtemelen kıskanç damgası yiyecektim. Kısaca bir Fenerbahçeli olarak Beşiktaş’a gelmesi beni mutlu etti diyeyim ama bu mutluluğun “ülkemizde yıldız oyuncu izlemek güzel” temeline dayanmadığını da belirteyim. Ben zamanında Fenerbahçe için Roberto Carlos haberleri çıktığında o transferi de istemiyordum.

Quaresma dün çok istekliydi. Top istedi, dripling yaptı ve adam geçti. Rakip de zayıf olunca genelde istediklerini yapabildi, kaptırdığı toplar sonrasında da oyunu bırakmayıp yine topun peşine düştü. Çünkü öne çıkmak istiyordu, bunu da başardı. Penaltıda taraftarın da ittirmesiyle yanlış yaptı. Atışı kullanmak için topu Bobo’dan aldı ve Bobo da buna bozuldu. Ne yalan söyleyeyim, sırf tribündekilere kapak olsun diye penaltının kaçmasını çok istedim.

Roberto Carlos yeni gelmişti, Shakhtar ile yapılan hazırlık maçında oynuyordu ve tribünler onu gördüğü için çok heyecanlı ve mutluydu. Carlos topla birlikte rakip sahaya geçtiği anda kaleye 40-50 metre olsa bile tribünlerden “vur” sesleri yükseliyordu. Çok rahatsız olmuştum. Dün de bu havayı İnönü’de hissettim. Bunun hem Quaresma hem de takımın geri kalanı için arızalı bir durum olduğunu düşünüyorum. Penaltıda yaşananlar da bunun bir göstergesi. Guti’nin gelişi bu tek adam olma durumunu da ortadan kaldıracağı için Beşiktaş’a fayda sağlayacaktır ama Quaresma’yı nasıl etkileyeceğini bilemem.

Assolist Quaresma dedik ama başka biri daha var. Quaresma onun stada giriş bileti diyorduk ve dün de Yıldırım Demirören’i aylar sonra İnönü’de gördük. Kim bilir, belki bir gün o stadda büyük başkan sesleri de duyarız. İmkansız demeyin, şu an bile iki transfer sonrasında bunu söylemeye başlayanları görüyoruz..

10 Haziran 2010 Perşembe

Ortaoyunu


Beşiktaş Yönetim Kurulu gerçekten çok komik insanlardan oluşuyor. Futbolseverlere 1 haftadır keyifli bir tiyatro izlettiler, sonu belli olmasına rağmen insanları güldürebildiler. Gazetelere servis edilen fotoğraflar da bu tiyatroya yakışan bir final oldu ve en sonunda bugün Schuster ile ilgili resmi açıklama yapıldı. Sanki çocuk kandırıyorlardı.

Dünya Kupası havasına girmişken Mustafa Denizli'nin gidişi ve Schuster'in gelişi ile ilgili olarak şu an söyleyebilecek bir şeyim yok. Kupa sonrasında, Süper Lig yaklaşırken bunları mutlaka konuşuruz ama şimdilik kısaca bir görüş bildirmem gerekirse çok olumlu sonuçlar beklemediğimi söyleyebilirim.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Batuhan Karadeniz --> Eskişehirspor


Batuhan 2 milyon € karşılığında bonservisi ile birlikte Eskişehirspor’a verildi. Bu transferin tartışılması gereken iki tarafı var. Birincisi satılmasının doğru olup olmadığı, diğeri ise satış sözleşmesi.

Batuhan’a ben de çok kaptırdım, bu çocuk adam olmayacak dedim. Tamam, başka yerde harikalar yaratacak olsa da Beşiktaş’da belki olmayacaktı ama yeterli şansın verilip verilmediği tartışılır. Ben 3-4 maçını hatırlarım, başka da bir şey yok. Tabii ki Batuhan da çok suçlu, geçmişindeki şımarıklıkları ve disiplinsizlikleri tekrar etmeye gerek yok. Ama o çocuğun hala aynı halde olmasında yöneticilerinin ve teknik direktörlerinin de hataları var. Batuhan hala çocuk, üzerine yeterince düşülüp düşülmediğini bilemeyiz ama bu çocuğun ülke dışında sadece futbol olarak değil karakter olarak da çok gelişeceğini rahatça söyleyebiliriz. Milli takımda oynadıktan, Old Trafford’da sahaya çıktıktan sonra adamdan A2 maçında sahaya çıkmasını istemek futbolcu yetiştirme yolunda ne kadar doğru bir adım tartışılır.

Her şeye rağmen satılmasını anlayışla karşılamaya çalışırım. Herkesi bezdirmiş, son noktaya getirmiş olabilir ama çok daha mantıklı bir şekilde elden çıkartılabilirdi. Neticede Batuhan geçtiğimiz sezon Eskişehirspor formasıyla Süper Lig’de neler yapabileceğini gösterdi. Fenerbahçe ve Galatasaray seçeneklerini yok sayınca belki 2 milyondan daha fazla veren bir takım bulmak pek kolay değil ama en azından transfer sezonu beklenebilirdi. Batuhan birçok futbolcunun takasında rahatlıkla kabul görecek bir isimdi. Bir sonraki satışı için konan “Fenerbahçe ve Galatasaray’a giderse 5 milyon €, başka bir takıma giderse bedelin %25’i” gibi kolaylıkla yok sayılabilecek bir madde yerine geri alma opsiyonu konabilirdi.

Önümüzdeki sezon Batuhan’ın göstereceği performans Beşiktaş yönetiminin ve Mustafa Denizli’nin başını çok ağrıtabilir.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Beşiktaş 2-0 Manisaspor


Hiç aklımda yokken bir yerlerden gelen numaralı kombinesi ile maça gittim. Bu mücadeleyi detaylı olarak yazmanın bir alemi yok, benim de yorumum kısa olacak.

Fener'den Cim Bom'dan futbolcu almayın
Taraftarı çıldırtmayın
Bu taraftar arkanızda
Gelsin artık Quaresma


Beşiktaş camiası bir süredir geçirdiği evrimi benim gözümde dün tamamlamıştır, sonrası ise zaten komedi. Farklı bir kültüre sahip olmak Beşiktaş’ı rakiplerinden ayıran ve avantaj sağlayan, zamanında birçok insanı da taraftarı yapan, kulübüne bağlayan şeydi ama artık farklı değiller.

Ben Fenerbahçe’li olarak gitmişim, Necip’i falan merak ediyorum. Onun Mustafa Denizli ile olan diyaloglarını izliyorum, sahadaki hareketlerini takip ediyorum. Rıdvan ağlayarak önümden geçtikten sonra benim içim yanıyor, o hali maç boyu aklımda kalıyor. Atınç oyuna girerken 17 yaşında bir çocuğun o sahaya ayak basıyor olması beni bile heyecanlandırıyor ama adamların çoğu bunları umursamıyor. Fener diyor, Nouma diyor, sahada ter dökenlerden önce Quaresma diyor.

Yıldırım Demirören başladığı işi bitirmiş, bundan sonrası için kolay gelsin.
.
.
Not: Rıdvan için çok üzüldüm. Çok genç, toparlayacağına da inanıyorum. Her şey onun elinde, umarım kendine çok iyi bakar ve en kısa sürede sahalara döner. Büyük geçmiş olsun.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 1-0 Beşiktaş


Hakem işine girmiyorum, bence iki takımın aleyhine de önemli hatalar yaptı. İki tarafın da öne çıkartabileceği birçok karar var, hakem tek taraflı bir yönetim göstermedi. Sadece maçın içine etti ki bu da zaten beklediğim ve korktuğum bir şeydi. Ama 58 numaralı Fenerbahçe formasını giyen adamdan sonra hakemin ne yaptığının en azından benim için önemi kalmadı. Maç yazısı yazasım yok, kimseyle hakem ya da oynanan futbol üzerine de tartışmam. Bilica’ya bakışım zaten pek iyi değildi, bu olayı abartıyor olabilirim diye düşündüm ama etrafa biraz baktığımda gördüm ki aynı ruh halinde olan birçok Fenerbahçe’li var.

Beşiktaş’ı yenmişsin, goller kaçırmışsın ve maç sonunda belki de şampiyonluğu almışsın ama buna rağmen bugün önemli sayıda Fenerbahçe taraftarının yüzü gülmüyor. Sebebi de Bilica. Beşiktaş’lıların söyledikleri umrumda değil, zamanında Emre Nobre’ye basur ameliyatı yaparken o futbolcuyu eleştirmeyenlerin Bilica’nın yaptığı şeyi bir Beşiktaş’lı futbolcunun yapması durumunda gönerilmesini isteyeceklerinden emin değilim. Hele ki Beşiktaş’lılar kadar ses çıkaran Galatasaray’lılar var ki Keita’yı bile savunabilen güruhun konuşmaya hiç hakkı yok. Beni onların ne dediği ve ne düşündüğü ilgilendirmiyor. Beni Fenerbahçe ilgilendiriyor.

Bilica’nın yaptığı hareket üzerine söylenebilecek şeyler az çok belli, bu maçtan önce de onu Fenerbahçe formasına yakıştıramadığımı defalarca söylemiştim. Hak etmiyor bu büyük takımın formasını giymeyi, bizleri utandırıyor. Yaptıkları yüzümüzü kızartıyor. Bunların yanında takım arkadaşlarının da emeklerini çalıyor. Alex’in yarattığı güzelliklere, Özer ve Gökhan’ın fedakarlıklarına, diğerlerinin mücadelelerine ihanet ediyor. Şampiyonluğu da, galibiyeti de anlamsızlaştırıyor. Tek bir hareketiyle hepsinin üzerine gölge düşürüyor. Midemizi bulandırıyor.

Bilica üzerinden Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçe taraftarına laf edenler ise sadece fırsattan yararlanıyorlar, içlerindeki nefreti kusuyorlar. Fenerbahçe Bilica değildir. Fenerbahçe hak ederek aldığı galibiyete sevinemeyen, “Şampiyonluk kaçacaksa bile Bilica bugün gönderilsin” diyen taraftardır.

Fenerbahçe yönetimi böyle bir karar aldığı takdirde birçok taraftarını şampiyon olmuş kadar sevindirecektir. Son günlerde yaptığı organizasyonlarla gücünü gösteren Fenerbahçe taraftarının bundan sonraki görevi Bilica’nın Fenerbahçe camiasından uzaklaştırılması için elinden geleni yapmasıdır.

23 Mart 2010 Salı

Mustafa Denizli


Beşiktaş'lı futbolcular ve teknik heyet antreman öncesinde Özhan Canaydın anısına bir saygı duruşunda bulunmuşlar. Saygı kelimesinin tam karşılığı işte bu oluyor. Eminim fikir Mustafa Denizli'den çıkmıştır.

Bu güzel insan Yıldırım Demirören'e hiç yakışmıyor.


Not: Umarım Pazar akşamı Fenerbahçe takımı da sahaya Özhan Canaydın anısına bir pankartla çıkar. Her açıdan doğru ve faydalı bir hareket olacağını düşünüyorum.

11 Mart 2010 Perşembe

Süper Lig'de Çarşamba


Dün İstanbul’da iki erteleme maçı oynandı. İlk maçta Kasımpaşa deplasmanında gizli lider Bursaspor rahat kazandı. İzleyemedim ama Kasımpaşa sezonun en kötü futbolunu oynamış, komik de goller yemiş. Skor çok daha farklı olabilirmiş. Bursaspor da iyice havaya girdi, hatta bazılarına göre şu an şampiyonluğun en büyük adayı onlar. Gerçi Süper Lig’de şampiyon sürekli değişiyor. 1 ay önce fikstür avantajıyla beraber en büyük aday Fenerbahçe’ydi. Geçtiğimiz hafta Galatasaray şampiyonluğunu ilan etti. Dün akşama doğru Bursaspor fikstür avantajıyla şampiyonluğun en büyük adayı oldu, birkaç saat sonra ise yine fikstür avantajıyla Beşiktaş bir adım öne geçti. Önümüzdeki haftalarda Trabzonspor ve hatta Kayserispor’dan da şampiyonluk bekliyorum.

Beşiktaş da dün akşam çok zorlanmadan kazandı, eksik İBB rakibini zorlayamadı. İlk devreyi izleyemedim, sadece golü gördüm. Ofsayt ile alakası yok. İkinci devreye de biraz baktım, İBB tam baskı kurmaya başlarken Beşiktaş’ın ikinci golü geldi. Belediye 1-2 net pozisyon yakaladı ama Beşiktaş maçın sonunu çok da zorlanmadan getirdi. Bilet fiyatlarındaki indirimin yaradığı tribünler de keyifli bir gece geçirdi. Demirören protestoları da neredeyse tamamen bitti, zaten aksini bekleyenlerin sayısı da fazla değildi. Bu işler böyle, birkaç maç kazanınca sesler kesilir. Geriye düşünce aynı sesler tekrar stadı inletir ama o saatten sonra da bir işe yaramaz, komik gözükür.



Aslında ben bu yazıya Abdullah Avcı için başlamıştım ama maçlara da bir ufak değinmiş olduk. Abdullah Avcı’yı ne çok severim, ne de nefret ederim. Fenerbahçe’yi hep çok zorladı, puan aldığı takımların birçok taraftarı gibi ben de bize karşı farklı hazırlandığını düşünürüm. Zaman geçirmek için yere yatmak normal ama onlar bu işi biraz abartır, tribünden çok küfür yer. Beşiktaş taraftarları da zamanında aynı şeyi çok yaşadığı için dün bu konu üzerine çok gittiler. Abdullah Avcı saha dışında ise genelde terbiyeli ve düzgün bir görüntü sergiler. Belki Trabzonspor maçını biraz ayırmak gerekir ama genelde ne dediğini bilir, iyi konuşur ve aklı başında davranır. Aynı Abdullah Avcı dün maçın ikinci devresinde bir pozisyonda kameralara kötü yakalandı. Muhtemelen hakeme, ona değilse bile bir futbolcuya ana avrat küfür ediyordu. Ağız okuma uzmanı olmaya gerek yok, ne dediği çok net anlaşıyordu. Maçı izleyen herkes bunu görmüştür. O görüntü Abdullah Avcı’nın bugüne kadar sergilediği profile hiç yakışmadı.

Bu arada bir yakışık olmayan görüntü de İnönü Stadı protokol tribününün ikinci golden sonra coşkulu bir şekilde “Abdullah Avcı yere yatsana” tezahuratını yapmasıydı. Orası protokol tribünü, hareketlere biraz dikkat etmek gerekiyor.




2 Mart 2010 Salı

Alman da Yaradana Sığınır


Bir arkadaşım gösterdi, çok güldüm ve paylaşmak istedim. Bu ay yayınlanan Beşiktaş dergisinde Michael Fink ile yapılan bir röportaj varmış. Beni güldüren bölüm ise aşağıda, gerçekten muhteşem bir tercüme olmuş..
.
.
* Peki ya Fenerbahçe’ye attığın muhteşem gol… O anı kafanda canlandırsan, neler söylersin?
.
* O anı anlatmak gerekirse de; İbrahim Üzülmez soldan topla geliyordu, ben de pozisyonu takip ediyordum. Sonra bir baktım, bütün arkadaşlarım markajda ve ben orada boşum. Elimi kaldırdım, Üzülmez de beni gördü. Ortalayınca top öyle bir geldi ki, yaradana sığınarak vurmam gerekiyordu. Ben de gözümü karartıp tüm konsantrasyonumla vurdum. Takım için de, taraftarımız için de çok güzel bir andı.