29 Temmuz 2010 Perşembe

BSC Young Boys 2-2 Fenerbahçe

Geceden Fenerbahçe adına söyleyebilecek güzel şeyler fazla değil. Stoch, Volkan ve atılan gollerin güzel organizasyonlar sonucunda gelmesi haricinde başka bir şeyden mutlu olamıyorum ama anlamsız bir karamsarlık içine de girmiş değilim. Fenerbahçe hem eksik ve sakat oyuncuların fazla olması hem de transferlerin geçe kalması sebebiyle iyi bir hazırlık dönemi geçiremedi. Dün izlediğimiz takımın belki de yarısı bu takımın ideal 11’inde olmayacak ama artık hızlanmak gerekiyor. Bu eleme maçları dışında Fenerbahçe’nin lig fikstürü de zorlu başlıyor ve camianın gergin durumu da malum. Fenerbahçe ve Aykut Kocaman’ın yapacağı kötü bir başlangıç akbabaları iyice saldırganlaştıracaktır.

Bahis meraklısı bir arkadaşım maçtan önce “ben bu takımın maçını ne zaman görsem düşünmeden üst oynarım” dediğinde, eksik ve sorunlu Fenerbahçe savunması için çok zor bir maç olacağını düşünmüş ve biraz ürkmeye başlamıştım. Young Boys gerçekten değişik bir takımmış, etkileyici bir futbol izlettiler. Sürekli hızlı ve kalabalık bir şekilde ileri oynamayı düşünüyorlardı. Sahadaki tek taraflı oyunun sebebi Young Boys’un beklenenden iyi bir takım olması mıydı yoksa Fenerbahçe’nin mi beklenenden kötü oynamasıydı emin değilim. Her ne kadar bizim olmadığımız Dünya Kupası’na giden İsviçre’de şampiyonluğu son maçta kaçırmış bir takım olsalar da Fenerbahçe ile aynı kefeye koymak olmaz.

Fenerbahçe için ilk devre sıkıntılı geçti ama skor olarak iyi bitti. Young Boys gol yemeyi önemsemez bir anlayışla çok saldırgan bir futbol oynuyordu. Bazen halı saha maçı izliyormuş gibi hissettim ve Fenerbahçe de bu kontrolsüz futbolu iki kez cezalandırabildi. İkinci devre ise bir kişi eksik kalmasına rağmen daha derli toplu bir futbol izledik. Fenerbahçe iyice kapandı ve son bölüme kadar rakibede fazla pozisyon vermedi ama bu kez de hiç hücum edemedi. Son 10 dakikada yorgunluğun da etkisiyle kalesinde çok ciddi tehlikeler yaşadı. Fenerbahçe bu maçın genelinde şanslı olmasaydı kalesinde en az 4-5 gol görebilirdi ama eksik kalmasaydı da rakip kaleye en az 1-2 gol daha atabilirdi.
.

Ben de Bilica’ya kafayı takmış olanlardanım ve burada da birkaç kez forvetten sonra öncelikli transfer tercihimin savunma olduğunu söylemiştim. Bir forvetin geleceği kesin ama bence bir de stoper almak ve Bilica’yı rotasyon oyuncusu haline getirmek gerekiyor. İyi performans verdiği oluyor ama tam bir saatli bomba, ne yapacağı hiç belli değil. Deivid’in Fenerbahçe’ye verebilecek bir şeyi kalmadığını düşünüyorum, ne yazık ki ondan umudumu kestim. Çok ince hesaplara girmeden gönderip açılacak kontenjan bir savunma oyuncusu ile doldurulursa çok iyi olur ama bunun için de fazla zaman kalmadı. Bir de Andre Santos gerçekten çok kilo almış, fizik olarak biraz kendini toparlamazsa Fenerbahçe sol kanadı Young Boys karşısında yaşadığı sıkıntıları sezon içinde de yaşayabilir.

Kazım’a gerçekten inanamıyorum, adam ilk maçında yine atıldı ki zaten karta kadar da Önder’i sürekli yalnız bırakıyordu, hiç adam kovalamıyordu. Gördüğü ikinci kart biraz ağır olabilir ama ne olursa olsun ilk maçında böyle bir riski nasıl alır aklım ermiyor. Normal bir insan hareketlerine ekstra dikkat eder ama işte bazı şeyleri değiştiremek çok zor. Mesela zeka seviyesi. Kazım bunların hiçbirini düşünemiyor, kafası o yönde çalışmıyor. Kendine yazık ediyor.

Yazıyı pozitif bitirelim. Stoch beni çok etkiledi ve heyecanlandırdı. Çok faydalı işler yapıyor. Attığı gol çok şık ama ilk goldeki alan boşaltan koşusunu da es geçmemek lazım. Driplingi, mücadelesi, hızı ile uzun zamandır taraftarların istediği tip bir oyuncu. Aynı zamanda da çok sempatik, attığı golden sonra çok içten sevindi. Maçta sonra Kadıköy’deki maç ile ilgili gelen soruya cevap verirken bile heyecanlandığı belli oluyordu. Stoch birçok kişinin umduğundan çok daha büyük işler yapabilir. Tribünler de onu çok sevecek.
.
Neticede şansının da yardımıyla hak ettiğinden çok daha iyi bir skor aldı. Futbol benim de canımı sıktı ama biraz sakin olmak lazım. Bu takım geçen sezon şampiyonluğu son maça kadar kovaladı ve bu sezon da o takımın iskeletini koruyarak üzerine önemli takviyeler yaptı. Hele takım iyice bir şekillensin, çok önemli eksikler dönsün ve şu forvet her kim olacaksa gelsin, sonra daha sağlıklı yorumlar yaparız.
.
.
Not: Formalar bence sahada mükemmel gözüküyordu, çok beğendim.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Damir Mršič

O her şeyiyle bu formaya en çok yakıştırdığım, çubukluyu en iyi taşıyan isimlerden biriydi, sanırım Mrsic'i en net böyle anlatabilirim.

Umarım ne şekilde olursa olsun bu camiaya hizmet etmeye daha çok uzun yıllar devam eder.

Bugüne kadar yaptığın her şey için teşekkürler Büyük Kaptan..

Raúl González Blanco


Belki hiçbir zaman en büyük yıldız, en yetenekli ya da en popüler oyuncu olmadı ama nefret ettiğim Real Madrid’in hayranlık duyduğum oyuncusu olarak bende hep çok ayrı bir yeri oldu. Onlarca büyük yıldızla oynadı. Hepsi gitti ama o hep kaldı. Bir süredir tahmin edildiği gibi de bugün Schalke ile anlaştığı resmen açıklandı. Her şeye rağmen, o forma altında görmekten normal şartlarda mutlu olmamam gerekirken Real Madrid'de kalmasını ve futbolu orada bırakmasını çok isterdim. Gitmesine gerçekten üzüldüm.
.
Raul benim için dünyanın gelmiş geçmiş en iyi golcülerinden biridir. Umarım Almanya’da da çok başarılı olur ve sahip olduğu rekorların üzerine eklemeye devam eder.
.
Yolu açık olsun.

Issiar Dia --> Fenerbahçe


Dia'yı tanıyormuş gibi yorumlar yapmayacağım, onu bir kez bile izlemedim. Sadece duyduğum, sonradan gördüğüm ve araştırdığım kadarıyla bir şeyler söyleyebilirim.

Açıkçası Stoch ile başlayan ve Dia ile devam eden transfer mantığından memnunum. Mevki olarak ben her ihtimalde bir forvet alınacağını bildiğimden bu hakkımda sağ kanat yerine öncelikle stoper tercih ederdim ama bunu da çok yanlış bulmuyorum. Hem önemli olan kimin ne düşündüğünden ziyade Aykut Kocaman'ın düşündüklerinin yapılması. Dia'nın onun istediği oyuncu alternatiflerinden biri olduğu çok açık. Yaşı makul, süratli ve hepsinden de önemlisi Fenerbahçe ile beraber yükselmeyi hedefleyecek bir oyuncu tercih edildi. Aykut Kocaman kendi istediği tipte iki kanat oyuncusunu takıma aldı.

Dia'nın nasıl bir performans vereceğini hep beraber göreceğiz ama benim içimde iyi bir his var. Transferden memnun olma sebebim ise Dia hakkındaki bu temeli olmayan iyi hissim değil, Aykut Kocaman'ın kendi istediği gibi bir takım kuruyor olması.

Hayırlı olsun.

27 Temmuz 2010 Salı

José María Guti Hernández --> Beşiktaş


Guti'yi bu saatten sonra uzun uzun anlatmak bana düşmez, zaten konuşulmayan bir şey de kalmamıştır. Kim ne derse desin büyük bir transfer. Ben bu abartılı karşılamalardan her daim rahatsız olmuşumdur ama böyle organizasyonları seven de çok var. Herkes yeri gelince yapıyor. Şahsi fikrim Quaresma'nın böyle bir karşılamaya değecek bir oyuncu olmadığıydı ama bu görüntüler Guti için olunca o kadar da garip durmuyor. Gerçi bu karşılamada bir kısmı Fenerbahçe'ye olmak üzere ara ara küfür edilmesine anlam veremedim. Komik.

Ben Guti'nin böyle bir maliyetle Beşiktaş'a geldiğine inanmakta güçlük çekiyorum ve hatta Yıldırım Demirören ya da Serdal Adalı'nın açıktan bir şeyler vermiş olabileceği bile aklıma geliyor. Açıklanan şartlarda gerçekleştiyse gerçeken çok başarılı bir iş çıkarılmış. Beşiktaş ilginç bir yola girdi. Bu yolun onları nereye götüreceğini Beşiktaş taraftarları tartışsın, bundan sonra çok farklı olacaklar. Hiç alışık olmadıkları bir kostüm giydiler, ben de bu kostümü nasıl taşıyacaklarını çok merak ediyorum.

Saha içini yorumlamak için önce hangi iki yabancının gideceğini görmek gerekiyor ama ben şu an dengeli bir 11 kurmakta zorlanıyorum. Bir taraf çok baskınken diğer taraflarda hep bir dengesizlik oluyor. Bu Beşiktaş kadrosunun son iki sezonun Galatasaray kadrosundan daha iyi olduğuna da inanmıyorum ve açıkçası bir kısım taraftarda gördüğüm "şampiyonluk garanti" havasını da çok garip karşılıyorum. Böyle başlanan sezonlarda başarı gelmezse etkileri çok daha yıkıcı olur..

Yazıyı bu transferler ile ilgil duyduğum en güzel yorumlardan biri ile bitireyim. İmza töreninden sonra ich'den geldi:

"Helal olsun Demirören'in azmine. Geçen sene küfür yüzünden giremediği stadın ortasına oturdu."

Formalar

Dünya Kupası bittikten sonra transferler gelmeye başladı ama ben Süper Lig havasına o transferler sonrasında değil de yeni formalar ortaya çıktıkça girmeye başladım. Beşiktaş formalarını "değişik" bir şekilde tanıtıyor. Beyaz ve çubuklu formanın detaylarını bilemiyorum ama çok sıradışı bir şey yok. Herhalde 3. forma da farklı bir şeyler denenecek.
.
Galatasaray "futbol takımı" formaları da bu akşam tanıtıldı. Pembe, mercan ya da somon artık adı ve rengi her neyse ben o forma hakkında bir yorum yapmayacağım. Parçalı forma sanırım geçtiğimiz sezonun forması ile aynıymış. Klasik forma ile oynamamak güzel ama yanlış hatırlamıyorsam geçen sezon bu parçalıyı vasat bulan çok insan vardı. Tahminim taraftarların daha çok krem rengi olan formaya rağbet edeceği. O forma üzerinde aslan kullanmak güzel ama bence hem çizilen figür yeterince etkileyici değil, hem de ortada olması kötü olmuş. Haliyle Fenerbahçe dışındaki formalarda algım negafit şeyleri seçiyor ama Galatasaray formalarında kullanılan numara fontlarını beğendim. Numaralar daha önce Beşiktaş formasında olduğu gibi bir çerçeve içine yazılıyor. O işe hiç girmeseler daha iyi olurmuş. Son forma tanıtılmadı ama çubuklu olacağı söyleniyor.


Fenerbahçe "Spor Kulübü" formalarını ilk gördüğümde gözüm direkt çubukluya gitti. 100. yıldan beri çubuklu almıyorum ama bu sezonun formasını çok beğendim.Çizgilerin arkada da devam etmesi çok güzel olmuş. Belki kollar da çubuklu ya da tek renk devam etseymiş daha güzel olabilirmiş ama yine de fazlasıyla tatmin edici. Tek sorun o güzel sırt bölümündeki Ülker reklamı. Geçtiğimiz sezon reklamsız alabilmiştik ama bu sezon öyle bir şansımız olacak mı bilmiyorum. O reklamın formaya zarar vermeden nasıl çıkarılacağına dair bazı şeyler dolaşıyordu, her ihtimale karşı o taktikleri şimdiden öğrenebilirsem sevinirim.

Aslında formalar hakkında daha net konuşabilmek için yakından görmek lazım. Mavi formadan şu en tepedeki fotoğrafı görene kadar çok etkilenmemiştim ve ilk alacağım forma çubuklu olur diyordum ama işler değişebilir. Bence çok güzel bir ton yakalamışlar ve Fenerbahçe logosundan doğan güneşin uygulaması da çok hoş gözüküyor. Bu formayı gerçekten beğendim.Beyaz formanın sadeliği insana çekici geliyor. Dolabımdaki formalar arasında en çok beğendiklerimden biri yakalı olmasına rağmen beyaz Hooijdonk formasıdır. Bu sezonun beyaz formasının sadeliği içinde yakadaki renkler güzel olmuş ve omuzdaki Adidas çizgileri de göze güzel geliyor. Forma üzerine uygulanan logo ve kanat figürleri internet ortamında çok hoşuma gitmedi ama daha net bir yorum yapmam için kendi gözlerimle görmem gerekiyor.



Diğer kulüplerde var mı bilmiyorum ama Fenerbahçe'de kaleci formaları da satışa çıkıyor ve ben geçen sezon fena satmadığını gözlemlemiştim ki gerçekten de güzel formalardı. Bu sezonun lacivert forması da çok güzel gözüküyor, tercih eden çok olacaktır. Yeşil forma da uzun süredir forumlarda talep edilen bir formaydı. Henüz satışa çıkmıyor. Çıkarsa meraklıları olacaktır ama ben alır mıyım bilmiyorum.

Ben yakalı forma sevmem ve hiçbir tasarımda yaka olmamasına sevindim. İlginçtir, herkesin başka bir formayı çok beğenmiş. Bir anlamda formaların her zevke hitap ettiğini de söyleyebiliriz. Ben de genel anlamda 2010-2011 sezonu formalarını beğendim.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Formula 1 Almanya GP / Hockenheim

Kısa bir tatile kaçtım ve bu arada da birçok şey kaçırdım. En basitinden "dostluk!" derbisinin özetlerini bile izleyemedim. Gerçi zaten izlemek için çok da heveslendiğim bir maç değildi. Sadece para kazanmak amacıyla, biraz da Almanya’da yaşayan vatandaşların cebinden almak için düzenlenen bu organizasyona başından beri soğuktum. İzleyemediğim bir maça özel bir yazı girmeyi de düşünmüyorum. Benim için galibiyet hanesine eklenen +1’den başka fazla bir şey ifade etmiyor.

Dün eve geldiğimde FB Tv forma tanıtımının tekrarını veriyordu. Tatilde gazete bile okumaktan kaçtığım için formaları da ancak bu tekrarda görebildim. Formalar hakkında da bir ufak yorum yapacağım ama önce sinirim geçmeden yazmak istediğim başka bir konu var. Forma tanıtımını izlerken Formula 1 Hockenheim yarışında Ferrari’nin duble yaptığını öğrendim ve tanıtımın bitmesi ile birlikte detayları almak için bilgisayar başına koştum. O detayları okudukça da darlandım.

Olanı biteni kısaca özetleyeyim. Alonso ve Massa yarışa sırasıyla 2. ve 3. cepte başlıyorlar. İlk sırada start alan Vettel tüm dikkatini Alonso’ya verince Massa ilk viraja lider giriyor ve Alonso da Vettel’i geçince Ferrari pilotları ilk iki sırayı alıyorlar. Alonso Massa’yı birkaç kez zorluyor ama Massa iyi ve bazen de riskli bir savunma ile liderliğini korumayı başarıyor. Son 20 tura girerken Alonso tekrar temposunu arttırıyor ve Massa’ya yaklaşıyor. Yanılmıyorsam 49. tur içinde de olan oluyor.

Massa’nın yarış mühendisi Rob Smedley telsizden “Fernando senden daha hızlı. Mesajı anladığını konfirme eder misin” anonsunu geçiyor. Bu mesajdan kısa bir süre sonra da Alonso Massa’yı normalde geçişin çok zor olduğu 6. viraj çıkışında rahat bir şekilde geride bırakıyor. Geçiş sonrasında da Smedley telsizden Massa’ya üzgün olduğunu söylüyor. Yarış da Alonso’nun galibiyetiyle sona eriyor.
.

Bunun bir takım emri olmadığını savunmak kolay değil. Takım emrinin çok yanlış bir şey olduğuna inanmıyorum ve zaten birçok takımın da bunu yaptığını görüyoruz. Red Bull’da Vettel’in kollanması tüm tazeliği ile önümüzde duruyor. İstanbul’da Hamilton ile Button arasında geçen ama sessiz sedasız geçiştirilen telsiz görüşmelerinin de bu Massa-Alonso olayından bence çok farkı yok. İki pilotun mücadelesinden çekinen McLaren ekibi Button’ın Hamilton’ı zorlamasına izin vermemiş ve Hamilton’ı podyumun tepesine çıkarmıştı. Ama tabii onlar bu işi düzgün bir şekilde yapıp lobilerinin de yardımıyla olayın üzerini kapatabildiler. Ferrari için kopan kıyametin 10’da 1’ini bile o olayda görmedik.

Ferrari’de patron Domenicali adında bir beceriksiz olunca ise ortaya çıkan sonuç bu oldu. Tekrar edeyim, bence yapılan çok yanlış değil. Vettel ve Webber arasındaki kaza çok tazeyken iki pilotu her türlü riski alarak kapıştırmak tercih edilmeyebilir. Alonso hızlanmıştı ve Massa’yı yine zorlayacaktı. Muhtemelen 1-2 tur içinde yine şiddetli bir mücadele başlayacaktı ve bundan korktular. Alonso’ya da Massa’yı zorlamaması söylenebilirdi ama onların tercihi şampiyonada daha önde olan ve bu yarışta da daha hızlı olan Alonso oldu. Eğer yarışmalarına müsade edilseydi ve bir kaza olsaydı bu kez de Ferrari McLaren gibi yapmadığı için eleştirilecekti.

İşe Massa tarafından bakmak haliyle biraz tatsız oluyor. Geçen sene geçirdiği kazanın yıldönümünde bir yarış kazanmasını ben de çok isterdim. Belli ki o da çok istiyordu ve bu yüzden de takımının menfaatlerini ikinci plana attı. Ona kızamıyorum ama bazı şeyleri kasıtlı yaptığı da çok açık. Geçişin olduğu virajı muhtemelen özellikle seçti ve çok açık bir şekilde gaz keserek yarışı izleyenlere yol verdiğini açıkça göstermek istedi. Yarış sonrasındaki tavırları ve basın toplantısında Alonso’nun onu geçişi ile ilgili olarak gelen soruya verdiği “Bir şeyler söylemeye gerek olduğunu düşünmüyorum” diyerek de her şeyi ortaya dökmüş oldu. Böyle şeyler yapmak yerine yarış içinde takım emrine karşı gelip yol vermeseydi çok daha büyük bir hareket yapmış olurdu.

Massa’yı suçlamıyorum. Bu olayda suçlanacak tek isim Domenicali. Duble geldi ama takımda kimsenin tadı yok. Yarışa hiç müdahele etmeseler olabilecek en kötü sonuç bile bundan daha kötü olmayabilirdi. İki pilot çarpışsa bile belki bu kadar sinirler bozulmazdı. Şu işi bu hale getirdiğine gerçekten inanamıyorum. Herkesin arka planda yaptığı bilinen bir şeyi bu kadar açık bir şekilde ortaya dökmeyi ancak o becerebilirdi.

Yarışın sonunda yaptıkları ise tam rezillik. Massa’ya yaptığı hareketler, iki pilotu podyuma geri çağırması falan çok gereksiz ve sahte. Gerizekalı adam o hareketlerle her şeyi onayladığının da farkında değil. Adamın gelişiyle beraber koca Ferrari’de her şey ters gitmeye başladı. Eskiden de daha yavaş araçlar ile yarışıldığı olurdu ama Ferrari kenar yönetimi hep en iyiydi. En iyi stratejiler, en iyi taktikler hep Ferrari’den çıkardı. Bu adamın yönetiminde ise Raikkonen ile gelen mucizevi şampiyonluk dışında elle tutulur hiçbir şey yok ama yaşattığı rezillikler saymakla bitmez. Bu da en büyüğü olarak hanesine yazıldı. Ferrari ilk etapta 100.000 $ para cezası aldı ve Dünya Motor Sporları Konseyine gönderildi. Sonuç herhalde Macaristan yarışı öncesinde açıklanır.
.
Domenicali’nin aptallıkları bıktırdı. Umarım sezon sonunda sonuç ne olursa olsun Ferrari’den kovulur.

20 Temmuz 2010 Salı

. . .

...

16 Temmuz 2010 Cuma

Beşiktaş 3-0 Víkingur Gøta


Uzun bir zamandır bizim takımlarla ilgili bir şeyler yazmıyorum. Aslında Dünya Kupası sonrasında Fenerbahçe ile ilgili bir şeyler karalayıp dikkatimi ülke içine çevirmek istiyordum. Malum, Daum’dan Aykut’a, transfersizlikten Kaya Peker’e kadar yazılacak çok şey oldu ama yaşananlar genelde tatsız şeyler olunca vazgeçtim. Sanırım soğumuşum. Tabii ki Fenerbahçe’den değil, Fenerbahçe tartışmaktan yorulmuşum. Hiç böyle bir ara vermemiş gibi normal tempoma devam edeyim, bir şeyler oldukça bloga tekrar notlarımı düşmeye başlayayım.

Dünya Kupası sonrası başlangıç Beşiktaş ile oluyor. Dün gün içinde bir yerden bilet gelince hiç aklımda yokken maça gittim. Beleş bilet oldu mu maç ayırt etmeden giderim. Beşiktaşlı çok arkadaşım var, işin içine maç öncesi semtte rakı içme de girince genelde Beşiktaş maçları için gelen teklifleri reddetmiyorum. Mekanlar arasında bizim grubun tercihi Çarşı Balık, yeri gelmişken semtte rakı içme adeti olanlara da tavsiye edeyim.

Rakip çok zayıftı. Bu yüzden detaylı bir maç yazısı yazmaya gerek duymuyorum. Aklımda kalanları kısa kısa geçeceğim. Öncelikle sahaya çıkan 11’den bahsedelim. Ben şaşırdım ve bu 11’in rakip ne kadar zayıf olursa olsun doğru bir tercih olduğunu düşünmüyorum. Çok hücumcu çok gol anlamına gelmiyor. Delgado, Tabata, Quaresma, Bobo ve Nihat’in aynı anda ilk 11’de olması çok garip. Hücum gücünü bu şekilde arttırmaya çalışırken de sol bekte İsmail yerine Üzülmez’in oynaması daha da garip.

Böyle bir düzende olan yine Delgado’ya oldu. Benim Delgado’ya sempatim vardır ve dün de Quaresma’dan çok onun neler yapabileceğini merak ediyordum ama Ernst’in yanında ya da belki çok az önünde oynayınca pek bir şey yapma şansı kalmadı. İlk gol öncesinde Tabata’ya çok güzel bir pası vardı, ikinci golde de Ekrem’in önüne topu o yuvarladı ama maçın genelinde pek ortaya çıkmadı. Adam Beşiktaş’a geldiği günden beri adam gibi bir orta saha önünde oynayamadı. Tam onun istediği gibi bir kadro geçen sene kuruldu, Fink-Ernst ikilisi önünde çok büyük işler yapabilirdi ama sakatlığı onun büyük şanssızlığı oldu.
.

Ferrari kadroda yoktu, sanırım bir sakatlığı varmış ama sanki Schuster onu bu sezon pek tercih etmeyecek. Dün sağ bekte Erhan oynadı. Elinden geleni yapıyor ama çok yetersiz ve Beşiktaş’ın orada fazla alternatifi de yok. Geri dörtlü bu sezon Beşiktaş’a çok sıkıntı yaratabilir.

Guti’nin gelişinden ve hangi yabancıların kadroda kalacağını gördükten sonra Beşiktaş hakkında daha iyi bir değerlendirme yapılabilir ama ben etrafta yazılan çizilen her senaryoda orta sahada direkt Necip’i görüyorum. Bu yetenekli gencin alternatifi de Uğur İnceman. Böyle bir orta saha ile Beşiktaş’ın işi çok zor olur. Necip’i yetersiz gördüğümden değil ama ilk adam olmak için biraz erken. Bu sezon 10-15 maç direkt, 10-15 maç da kenardan gelerek oynaması Necip için çok daha hayırlı olacaktır. Fink’in kontratının dondurulacağına dair söylentiler var, bir Fenerbahçe taraftarı olarak doğru olmasını diliyorum.

Beşiktaş’ın kaliteli yabancıları var ama yerlilerin yetersizliği belki de sezonu kaybettirecek. Ben onların yerinde olsam elimde 20 milyon € ile Robinho’nun peşine düşeceğime Nuri, Gökhan İnler, Eren ve Halil’den başlayıp sırasıyla öne çıkan bütün Türk oyunculara saldırırım. Direkt oynayabilecek tek bir Türk oyuncu transferi bile birçok şeyi değiştirecektir.

Beşiktaş dün çok duran top kullandı. Serbest vuruşları bilemiyorum ama 26 korner kazandılar bunların birçoğu boşa gitti, rakip kalede en ufak bir tehlike bile yaratmadı. Süper Lig’de duran topun önemi malum. Bu işi iyi becerebilen takımlar hep bir adım önde olacaktır.

Devre arasında kapalı tribünde büyük bir kavga çıktı. Ben numaralıda olduğum için detay göremedim ama kesici aletler de ortaya çıkmış. Bu kadar aradan sonra takımlarına kavuşmuşken böyle bir maçta bile kavga etmeyi başaranları ayrıca tebrik etmek lazım.

Evet, assolisti sonlara bıraktık. Quaresma transferi ile ilgili bir şeyler yazamamıştım. Zaten kafamdakileri yazsaydım muhtemelen kıskanç damgası yiyecektim. Kısaca bir Fenerbahçeli olarak Beşiktaş’a gelmesi beni mutlu etti diyeyim ama bu mutluluğun “ülkemizde yıldız oyuncu izlemek güzel” temeline dayanmadığını da belirteyim. Ben zamanında Fenerbahçe için Roberto Carlos haberleri çıktığında o transferi de istemiyordum.

Quaresma dün çok istekliydi. Top istedi, dripling yaptı ve adam geçti. Rakip de zayıf olunca genelde istediklerini yapabildi, kaptırdığı toplar sonrasında da oyunu bırakmayıp yine topun peşine düştü. Çünkü öne çıkmak istiyordu, bunu da başardı. Penaltıda taraftarın da ittirmesiyle yanlış yaptı. Atışı kullanmak için topu Bobo’dan aldı ve Bobo da buna bozuldu. Ne yalan söyleyeyim, sırf tribündekilere kapak olsun diye penaltının kaçmasını çok istedim.

Roberto Carlos yeni gelmişti, Shakhtar ile yapılan hazırlık maçında oynuyordu ve tribünler onu gördüğü için çok heyecanlı ve mutluydu. Carlos topla birlikte rakip sahaya geçtiği anda kaleye 40-50 metre olsa bile tribünlerden “vur” sesleri yükseliyordu. Çok rahatsız olmuştum. Dün de bu havayı İnönü’de hissettim. Bunun hem Quaresma hem de takımın geri kalanı için arızalı bir durum olduğunu düşünüyorum. Penaltıda yaşananlar da bunun bir göstergesi. Guti’nin gelişi bu tek adam olma durumunu da ortadan kaldıracağı için Beşiktaş’a fayda sağlayacaktır ama Quaresma’yı nasıl etkileyeceğini bilemem.

Assolist Quaresma dedik ama başka biri daha var. Quaresma onun stada giriş bileti diyorduk ve dün de Yıldırım Demirören’i aylar sonra İnönü’de gördük. Kim bilir, belki bir gün o stadda büyük başkan sesleri de duyarız. İmkansız demeyin, şu an bile iki transfer sonrasında bunu söylemeye başlayanları görüyoruz..

13 Temmuz 2010 Salı

Fantasy Football / Şampiyon


Şu Fantasy Football Dünya Kupası'nı benim için bambaşka bir hale soktu. Ertesi gün ofiste olamayacaksam gece kadro yeniledim, bazen dakikalarca takımım üzerinde çalıştım. İlk maç gününde hakim olamadığım yeni kurallar nedeniyle çok gerilere düşünce farkı ancak bu kadar kapatabildim. Şampiyonluk kaçtı ama olsun, çok keyif aldım.

38 takımın katıldığı ligimizde şampiyon 646 puanla Jimnastikspor oldu. Onu bloga 'Pamukk' nickiyle bıraktığı yorumlardan tanıyoruz. Şampiyonlar Ligi için açtığımız ligi de Pamukk kazanmıştı ama o şampiyonlukta verdiğim tüyolar sebebiyle benim de payım vardı. Bu ligde ise hiçbir destek vermedim ama yine o kazandı.

Jimnastikspor aynı zamanda oyuna Türkiye'den katılan 4531 takım arasında en yüksek puan alan 3. takım oldu ve liderin de sadece 4 puan gerisinde kaldı. Kendisini tebrik ediyoruz. Lig şampiyonumuzun Türkiye'de de zirveye oynamış olması Cipolla'yı da onore ediyor. Bir de ufak ödülümüz vardı, onu da en kısa sürede kendisine vereceğim.

İkinci 628 puanla "On Kusurlu Hareket" olurken hemen arkasından 627 puan ile ben 3. oldum. Türkiye'de de arka arkaya 19. ve 20. sıraları almışız.

Bu lige 38 takımın katılmış olması güzel oldu ama daha da önemlisi çoğunluk kadroları ile ilgilenmeye kupa sonuna kadar devam etti. Ligler başladıkça ben de blog için farklı Fantasy Football ligleri kuracağım.


Edit: Diego sağolsun, World Cup Mode'da kazandığımı sayesinde gördüm. O sistemi ilk hafta görmüştüm ama ayıptır söylemesi puan durumunda genelde sadece üst sıraları kontrol ettiğim için en alttaki World Cup Mode'a bakmıyordum. Neyse, o da bana teselli olsun.

Campeónes


Çok uykum vardı ve erkenden yatmak istiyordum ama Ntv Spor Madrid'e bağlanıp kutlamaları uzun uzun yayınlayınca takıldım kaldım. Mükemmel eğlendiler, mükemmel bir kutlama yaptılar. Müzikleriyle, kurulan harika sahnesiyle,başarılı sunucusuyla yani kısaca her şeyiyle mükemmel bir organizasyondu. Biz bir gün kupa kazansak bile böyle düzgün ve organize bir kutlama yapmamızın imkanı yok. Çok özendim, çok imrendim. Dün herhangi bir İspanyolun yerinde olmayı çok istedim. (Güiza hariç. Görüntüleri izlediyse iyice bunalıma girmiştir.)

Sahnenin yıldızı Reina oldu, mikrofonu eline aldı ve futbolcuları tek tek anons etti. Herkesi çok güldürdü, belli ki kafası da çok güzeldi. Burada onun şovundan bir parça var.

Sahneye çıkan oyunculardan birçoğu farklı bayraklar ve atkılar taşıyordu. Ben sadece Torres'in Atletico Madrid atkısını ve Pique'nin Katalunya bayrağını seçebildim.

Gecenin olayı ise Puyol ve Pique'nin Fabregas için hazırladığı tuzaktı. Sahneye çıkan Fabregas'ın üzerine Reina'nın da yardımlarıyla bir anda Barcelona formasını geçirdiler. O görüntü de burada var.

Bu arada izlerken aklıma bir şey geldi. Bence kupa ve tüm takım Barcelona'ya da gitmeli ve bir kutlama da orada yapılmalı. O şehir de kupayla birlikte dönen futbolcularını kucaklamayı hak ediyor.

İspanyol gazetelerinin web sayfalarında birçok fotoğraf ve video var ama ben bu yazıdan sonra daha fazla bakmayacağım. İnsan bir süre sonra kendini kötü hissediyor..



12 Temmuz 2010 Pazartesi

Veda..

Diego Martín "Forlán" Corazo

Turnuvayı güzelleştiren en önemli ayrıntılardan biri de Diego Forlan'dı. Bundan yıllar sonra 2010 Dünya Kupası dendiğinde akıllara ilk gelecek oyunculardan biri oldu, Altın Ayakkabı ödülünü kazanarak da adını futbol tarihine yazdırdı.

Forlan büyük futbolcunun ne demek olduğunu, bir takıma nasıl liderlik yapılacağını herkese gösterdi. Pas dağıttı, oyun kurdu, takımı yönetti, tüm duran topları o kullandı ve mükemmel goller attı. Takımı için her şeyi yaptı.

Almanya maçında son dakikadaki vuruşunun direkten dönmesi bile ayrı bir güzel oldu, Forlan'a böyle bir veda da çok yakıştı.

O turnuvanın en değerli oyuncusu ve aynı zamanda Dünya Kupası efsanelerinden biri oldu..

İspanya 1-0 Hollanda

En iyi olan ve hak eden kazandı. Gelecekte de bahsedeceğimiz, yetişemeyenlere anlatacağımız bu mükemmel jenerasyon Avrupa’nın en büyüğü olduktan sonra şimdi de Dünya’nın en büyüğü oldu. Iniesta golü attığında bağırarak yerimden zıpladım, çok sevindim. Bu güzel takım olabilecek en iyi şekilde futbol tarihine geçmiş olduğu için çok mutluyum.
.
Her ne kadar bir futbolcuyu gözyaşları içinde gördüğümde üzülsem de, kadrosunda sevdiğim oyuncular da olmasına rağmen Hollanda için çok üzülmedim. Hatta Van Bommel’i çökmüş bir halde gördüğümde çok mutlu oldum. İspanya’nın oyununu bozmak için takım olarak değişerek faul yaptılar ve amaçlarına da ulaştılar. Sert oynamak başka bir şey, kasıtlı tekme atarak rakip sindirmek başka bir şey. Hollanda özellikle ilk yarı sert oynamanın ötesine geçti, çok pisleşti ama kazanmak için bu da yetmedi. Bildiğimiz Hollanda’dan farklı oynayarak finale çıktılar ama yine kaybettiler ve bu kez saygınlıklarından da yitirdiler. Eğer bu şekilde kazansalardı o bizim bildiğimiz güzel Hollanda’lar için çok üzülürdüm.
.
İspanya maça iyi başladı ama Hollanda ilk 10 dakikayı atlattıktan sonra oyunu dengeledi, baskıdan kurtuldu. Orta saha oyuncularını öne çıkarmadan hücum elemanlarıyla yaptıkları etkili presin yanında oynadıkları sert oyun ile İspanya’nın hızını kesmeyi başardılar. Savunmayı öne çıkartarak Villa’nın arkaya sızma riskini aldılar ama maçın başındaki 1-2 pozisyon dışında İspanya bunu iyi değerlendiremedi. Bunda patlamasını beklediğim Hollanda savunma oyuncularının iyi performansı da çok etkili oldu. Özellikle göbekteki ikili neredeyse hatasız bir oyun oynadılar.
.

İkinci devre de ilk devreye benzer bir görüntüde gitti, Hollanda amacına ulaşmıştı. Kalesinde bazı gol tehlikeleri yaşadı ama daha önemli iki pozisyonu Robben değerlendiremedi. Oynadıkları futbol karşılığında bundan daha iyisi olamazdı, maç biterken hedefine ulaşmış olan taraf Hollanda’ydı. Hem gol yememişlerdi, hem de rakip için önemli tehditleri olduğunu göstermişlerdi. Robben o iki pozisyondan birini değerlendirseydi belki kupayı kazanacakları ama olmadı. Olsaydı da yazık olurdu.

Del Bosque’nin yaptığı Navas değişikliği İspanya’ya yarar gibi oldu ama asıl önemli hamle Fabregas ile Xabi Alonso’nun değişmesiydi. Bu değişiklikten sonra Fabregas’ın yaptığı olumlu işlerin yanı sıra Iniesta’nın da etkinliği arttı. Villa’ya biraz daha yaklaştı ve Fabregas ile birlikte İspanya’ya hücumda ciddi bir üretkenlik getirdiler. Paraguay maçından sonra Del Bosque yine bir oyuncu değişikliği ile maçın gidişatını değiştirdi. Hollanda artık son gücüyle maçı penaltılara götürmek için çabalıyordu. Çok daha önceden çıkması gereken kırmızı kart uzatmanın ikinci devresinde Heitinga için çıktı. Bir kişi eksilen Hollanda karşısında İspanya maçı penaltılara gitmeden bitirmek için baskısını arttırdı. Fabregas oyuna ağırlığını koydu ve maçın bitimine 5 dakika kala attığı net pas ile Iniesta’yı kaleciyle karşı karşıya bıraktı. Iniesta da çok net bir vuruşla kupayı İspanya’ya getirdi.

Hakem için iki tarafın da öne çıkartabileceği düdükler vardır. Tek tek pozisyon deşmenin bu saatten sonra bir anlamı yok ama De Jong’un pozisyonu dile getirmezsek olmaz. Howard Webb eğer o acımasız tekme sonrasında kırmızı kartı çıkartabilseydi kendisi için de çok rahat bir maç olacaktı. Pozisyona yakındı ve tekmeyi de gördü ama kırmızı kartını kullanmadı. O sinsi Van Bommel’in ikinci sarı kartı görmeden bu maçı bitirmesi de bence mucizedir. Hakem çok eleştiriliyor, bu eleştirilerde haklılık payı da çok fazla ama sahada birçok kötü niyetli oyuncunun olması da Howard Webb’in işini çok zorlaştırdı. O da bu maçın altından kalkamadı.

İspanya kadrosu dünyanın en iyi isimlerinden oluşuyor, mevkisinde rakipsiz olan oyuncular var. Hak ettikleri şekilde hem Avrupa hem de Dünya şampiyonu oldular, futbolseverleri kendilerine hayran bıraktılar. Bundan sonra nasıl devam edeceklerini merak ediyorum. Fransa gibi olup bu harika jenerasyonun devamını getiremeyebilirler ya da adlarını Brezilya ve Almanya gibi ülkelerin yanına kalıcı olarak yazarlar. İspanyolların birçok spor dalındaki yükselen grafiklerini düşününce bana ikinci seçenek daha yakın geliyor.
.
Dünya Kupası bittiği için üzgünüm. Özellikle gruplardaki ilk maçlar sonrasında çok eleştiri geldi ama bence her şeye rağmen çok güzel bir Dünya Kupası oldu. Sıkıcı maçlar izledik ama çok acaip gelişen ve tarihe geçen mücadelelere de şahit olduk. Neticede ben çok keyifli bir ay geçirdim ve şimdiden 2014 Brezilya’nın hayalini kurmaya başladım..
.
.
2010 Dünya Kupası, Güney Afrika
Şampiyon İSPANYA


Güney Afrika 2010 / Mutlu Son


Hak yerini buldu, futbol kazandı..

9 Temmuz 2010 Cuma

Semercioğlu vs. Üründül & TRT

Bu görseli Twitter’da "futboltarihimiz"de gördüm. Kendisi 16 yıl önce de pek farklı değilmiş, kalıplar aynı. Neyse, bu saatten sonra gidip de Ömer Üründül eleştirisi yapmayacağım. Mevzu farklı ama kısaca bu eleştiriler ile ilgili fikrimi de söyleyeyim.
.
Benim beğenmem de tabii ki mümkün değil, çevremde de Ömer Üründül yorumlarından hoşlanan yok ama bu ülkede çoğunluk biz değiliz. Biz Uğur Meleke, Okay Karacan vs. tercih edebiliriz ama mahalledeki Mahmut Abi ekrana “Ne diyor lan bunlar” diyerek boş gözlerle bakar. Ve bu ülkede çoğunluk da onlar. Bunu şeye benzetiyorum, biz Şampiyonlar Ligi maçları yerine Papatyam dizisinin yayınlanmasına anlam veremiyorken, dizinin ratingleri en önemli Şampiyonlar Ligi maçını bile geride bırakıyordu. Ömer Üründül’ün de seveni çoktur, birçok izleyici ondan hiç rahatsız olmadan maçları izliyordur. Hatta kendisi de şu röportajında sokakta gördüğü büyük ilgiden bahsetmiş.
.
Benim yazmak istediğim şey ise başka. Dün Vatan gazetesi yarım sayfasını Ömer Üründül’e ayırmıştı ve bazı gazetecilerin bu konu ile ilgili yorumları vardı. Cengiz Semercioğlu’nun yaptığı terbiyesizliği orada gördüm, yazısının tamamını ise daha sonra şu linkten okudum. Ömer Üründül ile ilgili bölüm aynen şöyle;
.

Paraya ihtiyacı olmayan Ömer Üründül’ün çalıştığı kurumlardan maaş almadığını, sadece maçlara akreditasyon talep ettiğini, gittiği yerlerde otel, yemek, yol masraflarını kendi karşıladığını ve sırf bu yüzden ‘masrafsız’ olduğu için TRT tarafından tercih edildiğini yazmıştım geçen gün... Daha ötesini yazmak istemedim. Belki yarı final maçlarında görev almaz, gündemimizden çıkar diye... Ama çıkmadı... Madem yorumculuk yapmaya devam ediyor öyleyse bizim de yazmaya hakkımız var.
.
TRT’nin Ömer Üründül’ü tercih etmesinin bir sebebi ‘masrafsız’ olmasıysa, diğer sebebi de cömertliğidir. Yurt dışı gezilerinde en iyi restoranlarda yemek yer, en iyi şarapları içer, en iyi yerlere gider...Yanında da beraber çalıştığı kurumun elemanlarını götürür. Birlikte yerler, içerler, eğlenirler, Allahı var son derece eli açıktır bütün hesabı da Ömer Üründül öder.
.
Şimdi söyleyin bana; TRT çalışanları Güney Afrika’ya yanlarında bütün güzellikleri kendilerine yaşatacak Ömer Üründül’ü mü götürmek ister, yoksa ‘çulsuz’ genç bir yorumcuyu...
.
Merak ediyorum; Acaba Uruguay-Hollanda maçı bittikten sonra Cape Town’da Ömer Üründül’ün masasında kimler vardı?.. Stada yakın Waterfront’ta limanda mı akşam yemeği yendi, yoksa Camps Bay’e geçilip şık bir restoran mı tercih edildi?.. Franschhoek şaraplarıyla mı yorgunluk atıldı, Stellenbosch üzümleri mi tercih edildi?.. Partneri Erdoğan Arıkan dışında masada kimler vardı; TRT’nin spor müdürleri, yöneticiler, editörler, kimler?..
.
Hesabı kimin ödediğini sormuyorum bile... Sadece TRT spor servisinin bitmeyen Ömer Üründül sevdasını anlatmaya çalışıyorum.
.

Linkleri ararken birçok başka portalda “TRT’nin Ömer Üründül’den vazgeçmeme sebebi” gibi başlıklarla bu yazıdan alıntılar gördüm. Artık bu etiket Ömer Üründül’ün üzerine yapıştı. Bu yapılan gerçekten büyük bir terbiyesizlik, çok ayıp bir şey. Bunun eleştiri yapmak ile ilgisi yok, Ömer Üründül’ün ekrana çıkmak için bir anlamda rüşvet verdiği iddia ediliyor. Bu söylenenler sadece TRT’yi değil, Ömer Üründül’ün çalıştığı diğer kanalları ve hatta gazeteleri de kapsar.

Cengiz Semercioğlu’nun bu söyledikleri doğru olsa bile yani Ömer Üründül ancak ısmarladığı yemeklerle yani rüşvetle yorumculuk yapabiliyorsa, bunu dile getiren insan önce gazeteci kimliği sayesinde kendisine ne gibi faydalar sağlamış, hangi tatillere gitmiş ve nerelerde yemekler yemiş onu da bir anlatsın.

Cengiz Semercioğlu’nu zaten sevmezdim, iyice nefret ettim. Ömer Üründül ve TRT’nin yerinde olsam hemen dava açarım.

Ahtapot Polat


Türk insanını seviyorum..

***

Akvaryumda tuzlu suda beslenebilir. Ahtapot Paul'un anne tarafından uzaktan kuzeni. Her türlü bahis, iddia, fal... işlerinde kullanılabilir. Ahtapot Paul kadar iddialı olmasada en son Denizlispor'un ligden düşeceğini ve çeyrek altının 100 liranın üzerine çıkacağını bilmiştir. Müneccim yetenekleri hızla gelişmektedir. Fiyatta pazarlık yoktur. 2 iddia kuponu ile maliyetini kolaylıkla çıkaracaktır. Sadece Istanbul içine elden teslim edilir. Mail ile ulaşabilirsiniz.
.

8 Temmuz 2010 Perşembe

6 & 8


Xavi Barcelona'da 6 numaralı formayı giyerken Iniesta ise 8 numarayı tercih ediyor. İspanya milli takımında ise tam tersini yapmışlar. Iniesta 6 numarayı kullanırken Xavi 8 numaralı forma ile oynuyor.

İlginç geldi. Biraz araştırdım ama bir şey bulamadım. Bilen biri çıkar da yorumlarda bizimle de paylaşırsa sevinirim.

İspanya 1-0 Almanya


Bu güzel jenerasyonun sonuna kadar hak ettiği Dünya Kupası finalini getiren gol Puyol’a çok yakıştı. Mükemmel bir gol attı. Çok iyi bir koşu sonrasında kusursuz bir zamanlama ve acaip bir güçle vurduğu kafa İspanya’ya o dakikalarda çok hak etmeye başladığı golü kazandırdı. Galibiyeti ve finali İspanya’ya getirdi.

İspanya gruptan çıktıktan sonra kupa için en büyük favorim olmuştu. Almanya’yı da tam olarak böyle bir maç sonunda geçeceklerini düşünüyordum ve hatta skor tahminim de tam olarak buydu. Teknik adam tercihleri, özellikle Del Bosque’nin seçimleri de istediğim gibi olunca maç tam olarak düşündüğüm gibi geçti. Oyuna Torres’in kenarda başlaması orta saha üstünlüğünü tamamen İspanya’ya getirdi. Almanya’nın en iyi iş çıkaran bölgesi orta sahaydı ama karşılarındaki o inanılmaz orta saha karşısında çok zorlandılar, tüm etkinliklerini kaybettiler.

Almanya daha önce oynadığı maçlara hızlı başlamış ve genelde gol de bulmuştu ama İspanya maç başından itibaren topa sahip olmaya başlayınca bu tehlikeyi atlattı. Almanya üzerine gelen her takımı hızlı hücumlarla dağıtmıştı, İspanya hem topu vermeyerek hem de kaptırdığı topların sonrasında çok iyi bir pres yaparak Almanya’ya fazla hücuma çıkma şansı vermedi. Çıktıklarında ne kadar tehlikeli olabildiklerini bu maçta bile az da olsa gördük.



Aslında ilk devre Almanya topa sahip olmamasına rağmen fena iş çıkarmadı. İyi savunma yaptılar, fazla açık vermediler ve biz de pek keyifli olmayan bir ilk yarı izledik ama ikinci devrede işin şekli değişti. İspanya işi 90 dakika içinde bitirmeyi kafaya koymuş gibi Almanya üzerine iyice çöktü ve rakibini bunaltmaya başladı. Pas trafiklerinde başarı devam ederken presin dozajını da arttırdılar. Önde bastılar, Almanya’yı kendi sahalarına hapsettiler. Bu dakikalarda Iniesta çok öne çıktı. Hücumdaki etkinliğinin yanı sıra savunmaya da destek verdi, pres yaptı ve adam kovaladı. Kaptırdığı her topu anında geri aldı. Mükemmel oynadı. Busquets de İspanya adına maçın en iyilerindendi. Hem Mesut ve Schweinsteiger’i tamamen etkisiz kıldı, hem de çok iyi bir pas yüzdesiyle oynadı.

İspanya maçın tamamen hakimi olmuştu, özellikle Ramos ve Pedro Alman sol kanadını çok hırpaladı ve Löw’ü buraya müdahele etmek zorunda bıraktı. Golün geleceği iyice hissedilmeye başlamıştı ama ben yine de tedirgindim. Almanya’nın her an bir kontra atak golü bulabileceğinden korkuyordum ve Kroos da neredeyse korktuğumu başıma getiriyordu. Sanırım o pozisyon Almanya’nın final için son şansıydı ama iyi yer tutan Casillas gole engel oldu. Kısa bir süre sonra da İspanya çok istediği golü buldu.
Golden sonra Almanya tüm gücüyle yüklenmeye başladı. İspanya bir süre alıştığımız gibi top çevirerek zamanı öldüremedi, ufak bir baskı yedi ama bu ara çok iyi kontra ataklar da yaptılar. Bu dakikalarda da Xavi sahneye çıktı, inanılmaz paslar attı. Net pozisyonlar yarattı ama arkadaşları bu pozisyonlardan yararlanamadılar. Almanya’nın kısa süreli baskısından kurtuldular ve topu rakibe vermeyerek maçı bitirdiler.
.
Konu Türk milli takımı olduğunda bile taraftarı olduğumuz kulüplerden bağımsız düşünemiyorken Barcelona ağırlığı sebebiyle İspanya’ya ekstra bir sempati duymam da normal. Dün Almanya karşısında ilk 11’de 7 Barcelonalı oyuncu vardı ama şampiyon olmarını istememin tek sebebi tabii ki bu değil. Öncelikle bu mükemmel jenerasyonun bir de Dünya Kupası kazanmayı çok hak ettiklerini düşünüyorum. Hepsinden de önemlisi ben oynadıkları bu futbolu, o pas trafiklerini, en ince pası denerken bile sakin kalabilmelerini, top rakipteyken alan daraltmalarını ve yaptıkları presi çok seviyorum. Rakiplerini aciz durumda bırakmalarından büyük keyif alıyorum.

Finalin adı kondu. Dünya Kupası daha önce kendisine hiç sahip olmayan bir takıma gidecek. İspanya’nın favori olduğu tartışılmaz ama Hollanda’nın da rakibe çok ters gelebilecek önemli isimleri var. Almanya zaman zaman etkili çıkabilmesine rağmen İspanya’yı çok rahatsız etmedi ama Hollanda bunu daha sık yapabilir, etkili kontra atak yapan isimleri var. Rakibin topa sahip olan bir takım olması da işlerine geliyor ama stoperlerinin o İspanyol baskısına dayanabileceğini sanmıyorum. Muhtemelen klasik bir İspanya (Barcelona) maçı izleyeceğiz. Ben Hollanda’nın bu maçta bir İsviçre (Inter) olabileceğini sanmıyorum ve İspanya’nın şampiyonluğunu diliyorum..

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Hollanda 3-2 Uruguay


Hollanda her daim çoğunluğa sempatik gelmiş bir takımdır. Ben de severim ama bu kupada finale çıktıkları için çok da mutlu değilim. Geride kalan maçlarına baktığımda “finali hak ettiler” diyemiyorum, en azından finale bu Hollanda’dan daha çok yakışacak takımlar vardı. Slovakya’da Vittek biraz gününde olsaydı beraberliği yakalayabilirlerdi, Brezilya yarı finali neredeyse kendi elleriyle Hollanda’ya teslim etti. Dün de önemli eksikleri olan Uruguay karşısında maç dengede giderken biraz da şansın yardımıyla Hollanda 2-1 öne geçti ve rakibinin direncini kırdı. Suarez ve Lugano olsaydı Uruguay’ın final yolunda ciddi bir şansı olacaktı ama bu eksik kadrosu yeterli olmadı.

Dün iki takım da beklendiği gibi birbirlerinin üzerine gitmeyi tercih etmeyince özellikle maçın ilk devresi çok sıkıcı geçti. Uruguay maçın başında Hollanda kalesine 1-2 kez tehlikeli olabilecek şekilde indi, Hollanda ise rakibi pek rahatsız edemedi ki bunun da en büyük sebebi Van Persie’nin turnuva boyunca sergilediği vasat oyuna Uruguay karşısında da devam etmesiydi. Maç temposuz ve keyifsiz bir şekilde geçerken Van Bronckhorst’un attığı mükemmel gol beni kendime getirdi. Gio hiç olmayacak bir zamanda mükemmel bir şut çıkardı, top gidebileceği en iyi yere gitti ve Hollanda öne geçti. Uruguay geriye düştükten sonra da hücumda üretken olamadı. Suarez’in yokluğunda Forlan’ın uçta oynaması ve rakip savunma arasında kaybolması Uruguay’un hücum gücünü sıfıra indirdi ama işte Forlan.. Bir mükemmel gol de o attı ve skoru eşitledi.


Forlan’ı zaten çok severdim. Bu kupada yaptığı işlerden artık tam bir hayranı oldum. Turnuvada yapmadığı şey kalmadı. Gol attı, asist yaptı, tüm duran topları kullandı, oyun kurdu ve takımına liderlik yaptı. Gana karşısında sağ ayağıyla mükemmel bir gol atan adam bir sonraki maçında bu kez sol ayağıyla harika bir vuruş çıkardı ve takımına hiç beklenmedik bir anda beraberliği getirdi. Sahadaki duruşuyla, oynadığı oyunla turnuvaya damgasını vurdu. Benim gözümde Dünya Kupası’nın en büyük yıldızı Diego Forlan’dır.

İkinci yarıya Hollanda De Zeeuw yerine Van der Vaart’ı oyuna alarak başladı. Ben değişikliğe anlam verememiştim. Sakatlık bilgisi verildiyse de ben duymadım, meğer yediği o acaip tekme ile De Zeeuw’un çenesi kırılmış. Bu değişikliğin Hollanda’ya yaramayacağını düşünüyordum, Van Bommel ile Van der Vaart’ın oluşturduğu orta ikilinin sıkıntı yaratmasını bekliyordum. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, Van Bommel hakikaten çok itici ve pis bir herif. Hakeme göstermeden rakiplerini hırpalamayı ve can yakmayı çok iyi biliyor. Bu sert oyununa rağmen turnuvadaki ilk sarı kartını bu maçın uzatma dakikalarında görmüş olması da ayrı bir gariplik.

Uruguay da ikinci devreye biraz daha etkili başladı ve Hollanda’yı zorladı ama golü bulan taraf şansın da yardımıyla yine Hollanda oldu. Golde bence ofsayt var ama hakemi çok suçlamam. Van Persie’nin ayağı biraz önde ama gözden kaçabilir. Yine de Uruguay’a yazık oldu diyebilirim.

İkinci golden kısa bir süre sonra Hollanda Robben ile 3. golü buldu ve rahatladı. Uruguay’da umutlar azaldı, iyice yorulan Forlan da kenara gelmek zorunda kaldı. Hepimiz Uruguay’ın bu değişiklikle fişi çektiğini düşündük ve maçın bitmesini beklemeye başladık ama uzatma dakikalarının başında gelen gol bir anda maçı çok acaip bir hale getirdi. Hollanda elenseydi üzülürdüm ama Forlan ile Uruguay’ın finalde oynamasını da çok istiyordum. Maçın son 1 dakikasını ayakta izledim, çok heyecanlandım. Belki Forlan oyunda kalsaydı bir şeyler yaratabilirdi, keşke kenara gitmeseymiş.

Böylece Hollanda 32 yıl sonra bir kez daha Dünya Kupası finaline çıkmış oldu. Hiç beklemiyordum, hiç şans vermiyordum ama yanıldım. Rakipleri kim olursa olsun bu noktaya geldikten sonra şanslar eşit. Hollanda bu şekilde finale gelebildiyse kupayı da kazanabilir. Karşılarına Almanya gelirse destekleyeceğim taraf Hollanda olur ama tahminim İspanya’nın finalde olacağı. Böyle bir durumda ise destekleyeceğim taraf Hollanda olmayacak..

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Güney Afrika 2010 / 3 Temmuz

Maradona ve Messi’nin elinde Dünya Kupası’nın kalkması güzel bir hayaldi ama açıkçası böyle bir şeye pek ihtimal vermiyordum. Belki de birkaç farklı tercih kupayı Arjantin’e getirebilirdi ama fırsat tepildi. Maradona bir teknik direktör olarak eleme maçlarında da, kadro seçiminde de ve Dünya Kupası süresince de pek bir ışık vermemişti. Nijerya maçından sonra bazı şeyler görülmüştü ve dile getirmiştik ama Arjantin’de değişen bir şey olmadı. Sadece Veron yerine Maxi girdi ama bu da yeterli değildi. Cambiasso ve Zanetti’nin dışarıda bırakılmasında hiçbir mantık yoktu ve bu tercihlerin bedelini Maradona ile Arjantin ağır ödedi. Alman orta sahası maç boyu çok rahat oynadı, attıkları dört gol de normalde Zanetti’nin olması gereken ama bu maç Otamendi’nin doldurmaya çalıştığı boşluktan geldi. Kısaca Almanya bu Arjantin’e bir boy büyük geldi.

Maç öncesinde de Arjantin’in kazanmasına pek ihtimal vermiyordum, “Messi bir çılgınlık yaparsa belki” diyordum ama o da yapamadı. Alman orta sahasının ortasında, sürekli 4-5 kişinin içinde debelendi durdu, diğerleri de onu izledi. Top almak için neredeyse savunmaya kadar geldiği bile oldu çünkü orta saha topu ona getiremiyordu. Takımında Messi varsa onun üzerine bir şeyler kurmak zorundasın. He mükemmel işleyen bir düzenin olur, Messi’yi de o düzenin bir parçası yapabilirsin ama Arjantin’in bir sistem takımı olmadığı da çok ortada. Böyle bir düzensizliğin içinde Messi’den takımı kurtarmasını bekleyince iş böyle elde patlıyor.

Henüz maçın başında Otamendi’nin yaptığı anlamsız faulde Schweinsteiger mükemmel bir orta yaptı, aynı Otamendi adamını da kaçırınca Müller golü attı. Arjantin golü yedikten sonra bile maça ağırlığını koyamadı. Zaten Maxi, Di Maria ve Mascherano’nun oluşturduğu bir orta üçlüden de fazlası beklenemezdi. Maradona’nın bu görüntü karşısında tek yapabildiği ise Maxi ve Di Maria’nın kanatlarını değiştirmek oldu. Bu da takıma çok ufak bir hareket getirmekten fazlasını vermedi. Herhalde maçı izleyen herkes en azından bir Veron müdahelesi beklemiştir ama Maradona onu tercih etmedi. Dakikalar ilerledikçe Almanya rahatladı ve arka arkaya golleri buldu, İngiltere tarifesini Arjantin’e de uygulamış oldu.

Almanya için söyleyebilecek farklı bir şeyimiz yok, makina düzeninde işleyen bir takım izliyoruz. En önemlisi de oynadıkları oyundan keyif alıyorlar. Her oyuncu düzen içerisinde üzerlerine düşen görevleri en iyi şekilde yapıyorlar ama bazı isimler biraz daha öne çıkıyor. Mesut bence son 2 maçtır çok etkili değil. Maç içinde bazen ortaya çıkıp skora etki ediyor ama oyunun genelinde fazla öne çıkmıyor. Oyunun her anında ışıl ışıl parlayan iki isim var, Müller ve Schweinsteiger. Müller’in mükemmel bir oyun zekası var, harika işler yapıyor. İkinci golde yerde kalmasına rağmen arkaya inen oyuncuyu görüşü, hızlı reaksiyonu ve topu yuvarlaması beni çok etkiledi. Haksız bir sarı kart gördü ve yarı finalde oynayamayacak. Almanya için önemli eksiklik. Schweinsteiger ise sanırım turnuvanın en iyi oyuncusu. Almanya’nın bu mükemmel saha içi organizasyonunda patronluğu Mesut değil o yapıyor. Aynı zamanda çok koşuyor, mücadele ediyor. Orta sahalardan bahsederken Xavi, Iniesta, Gerrard, Lampard diye giderdik ama bu turnuvayla beraber artık Schweinsteiger’i de o isimlerin arasında sayabiliriz.

Çok acaip çeyrek final maçları izledik, İspanya-Paraguay da sıradışı bir maç oldu. Aslında oynanan futbol çekici değildi, hatta sıkıcı bir maç haline geldiği de oldu ama 3 dakika arayla kaçan iki penaltı bu maçı da kolay unutulmayacak maçlar arasına soktu. Sıkıcı geçen ilk devrenin ardından çılgın bir ikinci devre izledik. Paraguay maç boyunca normal olarak kapandı ama İspanya kalesinde tehlikeler de yarattı. İlk devre bir golleri ofsayt sebebiyle sayılmadı ama bence değildi. İkinci devre de penaltıyı kaçırdılar, hatta geri düştükten sonra beraberliği yakalayacak fırsatı da buldular ama Casillas gole izin vermedi.

İspanya belki etkileyici bir futbol oynamıyor ama bana maçın her anında bir şekilde galip geleceğini hissettiriyor. Kapanan takımlara karşı zorlanıyorlardı, Paraguay karşısında da bu görüntü değişmedi ama yarı finalde rakip Almanya. Şimdi karşılarında beraber futbol oynayabilecekleri bir rakip var. Torres hala kötü ve toparlanamıyor, David Villa ise takımı sırtladı götürüyor. Ben Almanya karşısında Torres yerine Fabregas’ın oynayacağını düşünüyorum ki bence de doğrusu bu olur.

Güzel bir yarı final olacağı kesin, kim rakibe kendi oyununu kabul ettirecek merak ediyorum. Almanya’nın bu kez orta sahada üstün olamayacağını düşünüyorum. Hiç uzatmadan direkt söyleyeyim, finale bence İspanya çıkacak.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Suarez'in Eli


"Tanrının eli artık bana ait.."
Luis Alberto Suárez Díaz