28 Nisan 2009 Salı

TSL 29. Hafta

Arkhe buna da el atmadığına göre hakikaten çok sıkışık. Bendeniz de bilgisayar problemi ve yeniden Q klavyeye geçiş sancısı çekmekteyim. Kısa tutacağım yani.


Lider Sivas'ın açık biçimde favori olduğunu yazmıştım cuma günü. Malesef maçı seyredemediğim için atıp tutamayacağım fazla bu konu üstünde. Gollerde Mehmet Yıldız'la alakalı sözlerimizin gerçekleştiğini not ettik ama. Neticede lider Sivas'ın önünde 5 maç kaldı.

Beşiktaş takibe devam ederken Tello ve Yusuf'un asistleri aklımıza kazındı. Yabancı sayısı sorunsalı baymaya başladı artık bu takımda, Mustafa Hoca maça santrforsuz çıkarak risk aldı, ilk yarı Es-es bir tane sıkıştırsa çok farklı bir maç seyrederdik.

Trabzonspor olağan bir süreçten geçiyor, önce bir itekleme, sonra sallantı ve istifa. Bu klavyeyle can çekişmeme değmez detayları yazmak, herkesin bildiği şeyler.

Gelgelelim kayıp pehlivanlara. Galatasaray azımsanmayacak sayıda kişi tarafından "aman diyim" kontenjanından şampiyonluk adayı olarak görülüyordu. 1-0, 1-0 kıçın kıçın gelişinden kelli. Bu maçtan önce dahi zerre heyecan veya umut taşımadığımı söyleyeyim. Ezeli rakip bir gece önce Boğaz'ın öte yakasında nostaljik bir deprem yaşar da, bizimkiler "büyük" dramadan pay istemez mi? Büyük Kaptan-Kısa Hoca Bülent Korkmaz maçtan sonra hala "şampiyonluk şansımız bitti gibi ama...", uefa-muefa birşeyler söyledi. Hoca'yla ilgili gelecek sezon için karar verildiğinde, ya da başka deyişle Korkmaz görevden ayrıldığı gün uzun analizini yaparız.

Kalkedon taraflarını da fazla anlatmaya gerek yok. Uzun zamandır bu kadar kötü bir sezon geçmemişti. Şimdi buna tepki olarak dengesiz adımlar atılması ve bir tür Kadıköy girdabına düşülme tehlikesi var. Ama eğer Aziz Yıldırım olmasaydı o su çoktan karışmaya başlamıştı bile. Kabul edilmeli ki Yıldırım senelerdir çok ciddi bir kalkan oldu bu camianın olumsuz birçok dinamiğine. Kupa finalinden sonra çok daha net yorum yapılabilir Fenerbahçe için.
Bursaspor'un onları geçme ihtimali varsa da gelecek sezonun Avrupa Kupası katılımını Beşiktaş'ın ilk 2'ye girmesi belirler, sahi ben niye finali kaybedeceklerini varsayıyorum? Ha evet, rezalet durumdalar çünkü. Bakalım isteyince şak diye uykudan uyanıp kupaya uzanabilecekler mi?

24 Nisan 2009 Cuma

Favori Sivas

Sivasspor 1.90, Beraberlik 3.10, Trabzonspor 3.00

Bunlar ülkemizin devlet eliyle teşvik edilen kumar müessesesi iddaaaa'dan. Benim hiç işil olmaz da, nadiren evde çok maç seyretmeyi planladığım haftasonlarında heyecan artırıcı olarak kullanmışlığım var. Madde gibi oldu lan böyle de :) Yazımızın başlığı da buradan geliyor. Kendi yorumumuz ise karşılaştırmalarda çıksın.

İki takım arasında 4 puan fark var. Sivasspor bugüne kadar evinde Trabzon'a hiç puan vermedi. Toplamda yapılan 7 maçın da biri hükmen olmak üzere 4'ünü kazandı, 1 kez kaybetti. Cumartesi günü maça gidenler yanlarında kimliklerini de getirmek zorunda. Trabzonlu taraftarların Sivas tribünlerine sızmalarından şüphelenen polis Sivas kimliği olmayanları maça almayacakmış. Biletler bitmiş ve hatta sahte bilet lafları havada uçuşmuş bile.


Kaleci
Micheal Petkovic - Tony Sylva
Fazla uzatmaya gerek yok, Petkoviç bu sezonun belki de en iyi kalecisi TSL'de. Tony ise Trabzon geleneğine uygun bir biçimde güven vermeyen, "ama iyi kaleci aslında" dedirten cinsten. Avantaj Sivas.

Defans
Kilit oyuncular:
Fabio Bilica - Rigobert Song


İki futbolcunun da kariyerleri ve bu sezon takımlarına olan katkıları tartışılmaz. Bilica biraz daha atletik ve sert, ısırgan bir stoper, Song ise biraz daha akıllı yer tutan ve kritik son hamleleri yapabilen bir kurt. Birisini diğerinden ayırabilmek için bu hafta sonu karşılarında oynayacak forvetlere bakalım. Song-Egemen ikilisinin Mehmet Yıldız-Tum ikilisine karşı havadan sıkıntı yaşayabilecekleri bariz zaten, hele uzun topa dayalı hücum setleri seven Sivas formasıyla daha da tehlikeli bu ikili. Sivas defansı ise bütün sezon Trabzon'un en aksayan, en eleştirilen yanına karşı oynayacak, Gökhan-Umut ikilisi olarak ele alırsak. Şöyle bir ezbere bakıldığında Sivas'ın defansını oyuncu ve takım anlayışı olarak Trabzon'dan önde görürüm bir kafa farkla. +2 Sivas.

Orta Saha
Kilit Oyuncular:
İbrahim Dağaşan - Selçuk İnan


Sivasspor defansif bir takım, çok çalışan, boğuşan, rakibe attığı adımı işkenceye çevirmeye çalışan bir anlayışla oynuyorlar. Öncelikle rakibin hücum ederken muazzam yorulmasını hedefleyen bir yol bu. Bu oluşumun içinde sivrilen bir oyuncu var Sivas'ta. Sahaya Filistin bayrağı dikerek meşhur olan, sonra da yaptığı gösterişsiz ama faydalı işlerle liderde dikkat çeken İbrahim Dağaşan bu sistemin önemli askerlerinden. Evet belki orta sahada kilit adam bu mudur diye burun kıvıranlar olur ama Ersun Yanal'ın öyle düşüneciğini sanmam mesela. Zaten muhteşem yaratıcı, yetenekli bir göbeği olmayan Trabzon için ne anlama geldiğini maçta göreceğiz. Çok top kapan, rakibi sinirlendirebilen, sert bir ön libero İbrahim, maç boyu yorulduğuna da pek şahit olmuyoruz. Öte yandan Selçuk İnan bordo-mavililerin orta sahada önemli bir tehdidi. Formda bir Selçuk şutları ve paslarıyla çok önemli işler yapabilir Trabzon adına, bu gerçekleşmeden bu maçtan galibiyet almaları çok zor. Bu ikili karşı karşıya sık sık gelecektir, bu eşleşmelerin sonuçları ile maçın skoru alakalıdır sanırsam. Kendisine beraberliğin de az-çok yetebileceğini düşüneceğinden disiplinli ve sabırlı oynaması muhtemel olan Sivas'ın orta sahası biraz daha psikolojik avantaj hissetse dahi ben iki takımı eşit görüyorum bu bölgede.

Hücum
Kilit Oyuncular:
Mehmet Yıldız - Yattara

Mehmet Yıldız için söylenecek çok şey var. Fiziğini bu kadar iyi kullanan bir futbolcu daha yok belki de Türkiye'de. Top saklaması, hücum presi, hava topu indirmesi var, devamlılığı olduğu için gol de atabiliyor ama son vuruş becerisi eksilerinden. Defansları değerlendirirken dile getirdiğimiz gibi Tum'la beraber uzun toplarda sıkıntı yaratacaklar Song-Egemen ikilisine. İki oyuncunun da top dağıtması fena olmadığından kanattan ve orta sahadan destek verebilecek Musa Aydın, Sezer Badur gibi oyunculara da pozisyon yaratabilirler. Diğer tarafta ise Yattara'nın resmi var çünkü özel bir oyuncu İbrahima. Sivas işini zorlaştırmak için herşeyi yapacaktır. Yattara'nın gününe göre bu yeterli olmayabilir. Hem duran toptan, hem de dribbling ve ortalarıyla Trabzon'un pozisyon üretme konusunda eline baktığı ilk isim olan Yattara, bazen öyle işler yapabiliyor ki Gökhan ve Umut bile reddedemez. Sonradan oyuna girmesi muhtemel Balili ve Alanzinho da ayrı iki piyango. Ne olacağını kestirmek zor. Evinde oynamasının avantajı bir yana, oyun anlayışları bakımından da Sivas hücumu maç öncesi bana daha gole yakın gözüküyor, sizi bilemem. +3 Sivas o zaman.

T.D.
Bülent Uygun - Ersun Yanal
Bülent Uygun'un kendisinden ne kadar hazzetmesem de, başarısını gözardı edemem. Transferdeki ve takıma adapte etmedeki başarısı örneğini çok fazla bilmediğimiz türden. Takım, oyun disiplinine de diyecek birşeyimiz olamaz. Ama konu eğer bir tek maç ise karşılaştırmayı başka biryerden götürmek lazım. Maç içerisinde sisteme hep bağlı olarak oynayan Sivas'ın yarım da B planı olduğunu söyleyebiliriz. Ama maç içerisinde hamle yapmasıyla, giden maçları çevirmesiyle ünlü bir hoca değildir kendisi. Ersun Yanal da aslında onun gibidir, maçın gidişatına göre takımla fazla oynayan bir hoca değildir, ki milli takımda müthiş eleştirilirdi bu konuda. Ayrıca sistemini de sezon içerisinde kurcalayan bir hoca da değildir, aynı Uygun gibi. Ama bir farklarını söyleyeyim, Ersun Yanal maç öncesi rakibi analiz etme konusunda sanki biraz daha iyi gibi geliyor bana, ya da belki sadece büyük maçlarda takımını rakibe göre oynatan bir yapısı var diye bana öyle geliyor. Ama bunun sonuçları olumlu da olabiliyor olumsuz da. Maçtan sonra buna bir kez daha bakarız. Teknik direktör karşılaştırmasında çoğunluk Uygun'u öne çıkaracaktır, ama ben kendi adıma bu maç için birinin diğerine göre takımları için daha büyük avantaj olacağını sanmıyorum.

Bu değerlendirmenin ışığında Sivasspor gerçekten de favori gibi duruyor. Temennim ise Trabzon'un kazanıp ligin tepesini karıştırmasıdır. Hakem Cüneyt Çakır.

Sivasspor - Trabzonspor
Sivas 4 Eylül Stadı
25.04.2009
16:15 - LigTv

TV'de Futbol / 24 - 27 Nisan


Şanslı mıyız şanssız mı emin değilim ama acayip çok futbol gösteriliyor bizim televizyonlarda. Değerini bilmek gerek yine de, çeken bilir, bazı yerlerde yok ki yok, yok oğlu yok işte..

24 Nisan Cuma

21.30 Hoffenheim - Hertha Berlin (KANAL 24)
21.30 O.Lyon - PSG (KANAL A)
25 Nisan Cumartesi
16.15 Sivasspor - Trabzonspor (LİG TV)
16.30 Bayern Munih - Schalke 04 (KANAL 24)
17.00 Hull City - Liverpool (SPORMAX)
18.00 Karabük - Adanaspor (D SPOR)
19.20 Birmingham - Preston (FUTBOL SMART)
19.30 Man. United - Tottenham (SPORMAX)
20.00 Fenerbahçe - Ankaragücü (LİG TV)
21.30 Fiorentina - Roma (NTVSPOR)
21.45 Heracles - PSV (FUTBOL SMART)
22.30 S.Lizbon - Amadora
23.00 Valencia - Barcelona (NTV)
26 Nisan Pazar
15.30 Ajax - AZ Alkmaar (FUTBOL SMART)
15.30 Arsenal - Middlesbrough (SPORMAX)
15.30 Boluspor - Giresunspor (D SPOR)
16.00 Milan - Palermo (NTVSPOR)
16.15 Eskişehirspor - Beşiktaş (LİG TV)
18.00 Blackburn - Wigan (SPORMAX)
18.00 Diyarbakırspor - Kasımpaşa (D SPOR)
18.00 Toulouse - Lorient (KANAL A)
20.00 Galatasaray - Ankaraspor (LİG TV)
20.00 Sevilla - Real Madrid (NTV)
21.15 Porto - Vitoria Setubal (SPORMAX)
21.30 Napoli - Inter (NTVSPOR)
22.00 Lille - Marsilya (KANAL A)
27 Nisan Pazartesi
21.45 Norwich City - Reading (FUTBOL SMART)
22.00 Newcastle - Portsmouth (SPORMAX)

Karidesli spagetti

Tembel Şen Şef'in füütbol yazası yok diye post girmemeli mi acaba? Yoksa kendini mi aşmalı blog? Neyse, aşmasını bilemedim de bir zıplama yapalım bakalım...


Efendim, karides zaten fantastik birşeydir, aşağı yukarı her pişiriliş formatında puan veya puanlar alır, tribünlere hoş gelen tatlar bırakır. Ama bilirsiniz pek de ucuz sayılmaz, yine de az biraz karidesle bile ulaşılacak hedefler vardır. Bunların ikisi dünyada çok geçerlidir, uzakdoğu yaklaşımı, ve akdeniz yaklaşımı. İkisi de birer çeşit erişteye katık eder, tat verir karidesle. Ben dün lüplettiğimiz karidesli spagettiyi anlatacağım burada. Bloga böyle bir sürpriz yapacağımı kendim de bilmediğimden resim çekmedim. Ama bu resme çok benzerdi (kuru ot kullanılmış, onun yerine daha büyükçe maydanoz kırçılları hayal edin).



(3-4 kişilik)
12-14 orta boy karides
2 diş sarımsak
2 küçük veya 1 büyük saksı kırmızı biberi
1 avuç tuzlu kapari (çok önemli, tadın yarısı burada)
1/2 domates
1/2 bardak beyaz şarap
1 tutam maydanoz
Zeytinyağı
1 paket spagetti (paket üzerindeki pişirme süresine uyunuz)

Karidesleri kabuklarıyla haşlayın. Burada dikkat edilecek şey çok fazla pişmemesi karidesin, bu tip deniz ürünleri lastikleşir fazla pişince, 3-4 dakika yeterli olur. Suyu dökmeyin, ya da yarım bardak kadar ayırın diyeyim. Karidesleri soyun ve sırtlarını temizleyin, daha önce hiç denk gelmediyseniz, gelince anlarsınız ne dediğimi. Ayrı bir tavada zeytinyağını (miktar-ı kafi, ne bileyim 3 çorba kaşığı) ısıtın, bütün halde soyulmuş sarımsakları ve ikiye kırılmış biberleri ekleyin. 1-2 dakika kadar o yağın sarımsak ve biber tadını almasını bekleyin ama sarımsakların yanmamasına dikkat edin. Sonra yarım domatesi minik minik atıp, kapariyi, şarabı ve kenara aldığınız karides suyunu ekleyin, kaynasınlar 2-3 dakika. En son olarak ayıklanmış karidesleri ikiye bölüp sosun içine atın. Altını kapatabilirsiniz. Tuzuna bakın, ve son olarak altını kapattıktan sonra(!) maydanozu ekleyin. Biraz sulu olması iyidir, pişmiş spagetti o suyu çeker biraz ve kıvamı harika olur. Ama eğer aşırı sulu olduysa, karidesle maydanozu ilave etmeden altını iyice açıp suyunu çektirtebilirsiniz, bir-iki dakika sürer. Sosu karıştırırken bir de püf noktası; sosu makarnayla karıştırırken karidesleri tavada bırakın, deli gibi karıştırın makarnayı, sonra tabaklara servis yaparken karidesleri tabağın en üstüne kaşıkla ekleyin. Azıcık maydanozu da onun üzerine görüntü ve tat için serpiştirin. Güzel soğuk bir chardonnay veya pinot grigio ile götürün, olmadı açık renkli biralarla da iyi gider. Bir zahmet kolayla tüketmeyin yalnız, yazık karidese, en kötü soda olsun derim. Afiyet olsun.

23 Nisan 2009 Perşembe

Şafak 11


İş sebebiyle bir kez daha böyle ayrı kalmıştım. Tekrar yoğunlaştık, bugün ofisi terk ediyorum ve Lütfi Kırdar'a geçiyorum. Oradan ne kadar ilgilenebilirim bilmiyorum ama gerek Avrupa, gerekse Türkiye, yine çok şey kaçıracağım kesin..

Şen Şef zaten iyice saldı, muhtemelen blog bir süreliğine sakin kalacaktır..

22 Nisan 2009 Çarşamba

Liverpool 4-4 Arsenal



Sivas’da futbol izlediğinizi düşünerek kanal değiştiriyorsunuz ve Anfield’a gidiyorsunuz, sonra adamların size sundukları şeye bakın. Bizim işimiz de zor aslında, futbolu hala seviyor olmamız takdir edilmeli. Skor aynıydı ama dün izlediğimiz futbol Liverpool-Chelsea maçı ile mukayese edilemez. Liverpool’a yazık oldu, bütün maç boyunca inanılmaz baskılı ve tempolu oynadılar ama Arsenal’in neredeyse kaleyi bulan her şutu gol oldu. Fabianski mükemmel bir maç çıkardı, o olmasa çok farklı bir skor görebilirdik.

İlk devreyi izledim, arada bir boşluktan sonra ikinci devrenin de son 20 dakikasını tekrar yakaladım. Liverpool sanki maç 2-3 dakika önce başlamış gibi oynuyordu ve daha da ilginci sanki 200 dakika daha olsa aynı tempoda oynayacaklarmış hissini veriyorlardı. Uzatma dakikalarında gol yemelerine rağmen hemen cevap verdiler, yetmezmiş gibi üzerine bir de 5. gol fırsatı yakaladılar. Liverpool’u hayranlıkla izlediğim çok maç oldu ama dün izlediğim “şey”i ayırıyorum. Bu kadarını görmemiştim, hiç bu kadar etkilenmemiştim. Arsenal’de Fabianski’nin harika performansı dışında 4 gol atan Arshavin’in iyi oynadığını söylemeye gerek yok ama ben Nasri’yi de çok beğendim. Özellikle ilk golde pozisyonu başlatan o ince pası harikaydı ve maç boyunca kendisinden beklemediğim kadar savunmasına yardım da etti.

Şampiyonluk şansı iyice azaldı ki zaten bence hiçbir zaman da United’dan fazla olmamıştı. O yüzden de dün şampiyonluk şansının iyice azalmasından çok, hak edilen bir maçın berabere bitmesine üzüldüm. Arsenal’in de hakkını yemek istemem, sıralamada rahat bir yerleri olmasına rağmen gösterdikleri karakter takdir edilmeli ama keşke o El Zhar’ın pozisyonu gol olsaydı ve ben de tarihe geçecek, yıllarca unutulmayacak bir Liverpool efsanesini daha canlı izlemiş olabilseydim..

Sivasspor 0-0 Fenerbahçe


İki maçı da izleyemeceğim diye düşünürken hem bu maçı hem de Liverpool-Arsenal maçının ilk devresi ile son 20 dakikasını izleyebildim. İki maçın üst üste gelmesi pek iyi olmadı, ufak çaplı bir kültür şokuna uğradım.

Kötü bir maçtı ama iki takım da gol pozisyonlarına girdi ve bu pozisyonlar haricinde Sivasspor’un iki, Fenerbahçe’nin de üç adet gol olabilecek akını hatalı bayraklarla kesildi. İki devrenin başlarında Sivasspor baskısı ve sonralarında da Fenerbahçe’nin uyutma çabalarını izledik. Eksik Fenerbahçe beni beklediğimden fazla tatmin etti, mesela Ali Bilgin’in varlığı bile sinirlerimi bozmasına rağmen dün gözüme çok çarpmadı. Maçın son 15 dakikasında Fenerbahçe özellikle Wederson ve Güiza ile pozisyonlar buldu ama iyi bir maç çıkaran Pektovic gole izin vermedi. Volkan’ın da hakkını vermek lazım, Sivas’da lig maçında da olduğu gibi yine harika oynadı ve bana yine güven verdi.

Önder ve Yasin ile önlerinde oynayan Deniz’i beğendim, özellikle defans ikilisi baya iyiydi, neredeyse sıfır hata ile maçı bitirdiler. Sivasspor’da ise Bilica’yı zaten çok beğeniyorum, dün de özellikle ilk devre savunmadan dağıttığı topları ve kestiği akınları imrenerek izledim. Fenerbahçe finale çıktı ve büyük ihtimalle Beşiktaş ile oynayacak. Kupayı en azından benim için tek anlamlı kılan da bu, yoksa kupa açıkçası pek umrumda değil. Bir 25 sene daha görmesem de sorun olmaz, Türkiye Kupası bana sadece Lig Kupası ile beraber kazanılırsa anlamlı geliyor.

21 Nisan 2009 Salı

İnönü Stadyumu


Verilen demeçler, orada burada yazılanlar, siyasilerin açıklamaları nedense bende İnönü Stadına da Ali Sami Yen uygulaması yapılacak hissi uyandırıyor. Sanki ufak ufak insanların kafasına bunu sokuyorlar ve bir gün Beşiktaş'a farklı bir yerde stad yapıp bu araziyi başka türlü değerlendirecekler..

20 Nisan 2009 Pazartesi

Boca Juniors 1-1 River Plate

En baştan unutmadan söyleyeyim, neden bilmem ama Boca forması dün gözüme daha bir muhteşem geldi, Fenerbahçe'nin benzer bir tasarım yapmasına hayır demem. Boca ilk devresi 0-0 biten maçta kaptanı ile öne geçti. Palermo’nun golü çok güzeldi ama gol sevinci daha da güzeldi. Formaya tapması, tribünlerin çıldırması, o coşku, o bütünleşme harikaydı.

Golden sonra işin rengi değişti, Boca oyundaki üstünlüğünü kaybetti ve Buonanotte’nin de oyuna girmesiyle River gelmeye başladı. Riquelme de olmayınca iyice açılan River Plate karşısında Boca işi bitirecek pozisyonlar yakalayamadı. Gallardo Palermo’ya aynı güzellikte bir serbest vuruş golüyle yanıt verdi ve maç da berabere bitti.

Çok güzel bir futbol yoktu ama zaten en azından benim beklediğim güzel futbol değil derbi duygusunu hissetmekti, bu yüzden de ben tatmin oldum. O ortam, taraftarın coşkusu, tribünlerin görüntüsü ve tabii ki Superclasico’da La Bombanera bana yetti. El Classico’dan da çok bu derbiyi tribünden izlemek isterim.

Öteki Futbol

Derby d'Italia berabere bitti. Bu sonuçla Inter 10 puanlık farkı korurken Juventus ise averajla Torino’yu 5-1 yenen Milan’a geçildi. Maça Juventus iyi başladı, özellikle ilk yarım saat Inter’i bunalttı ama Balotelli ile golü bulan taraf ikinci devre biraz daha ileri çıkmaya başlayan Inter oldu. Juventus 76. dakikada Tiago’nun atılmasıyla 10 kişi kalmasına rağmen uzatma dakikalarında Grygera’nın kafa golü ile beraberliği yakaladı. Bu arada Juventus da taraftarlarının Balotelli ve Ibrahimovic’e yönelik ırkçı tezahuratlardan dolayı da 1 maç ceza almış. Şampiyonlar Ligine katılma mücadelesinde ise Genoa ve Fiorentina kaybedince Lecce’yi 3-2 ile geçen Roma bu iki takıma bir adım yaklaştı. Önümüzdeki hafta Fiorentina ile deplasmanda oynayacaklar.

İngiltere’de hafta sonu FA Cup heyecanı vardı. Ne yazık ki iki maçı da izleyemedim. Yarı finallerin ilk maçında Chelsea 18. dakikada Walcott’un golüyle yenik düşmesine rağmen önce Malouda ile beraberliği yakaladı, 84’de Drogba’nın attığı golle finale yükselen ilk takım oldu. Diğer maçta ise Everton Manchester United’ı 120 dakikası golsüz geçen maçta penaltılarla eledi ve finalin rengini mavi olarak belirledi. Premier League’de oynanan maçlarda ise dikkat çekici bir skor görmedim, Newcastle’a Shearer da çare olmadı ve Tottenham deplasmanından puansız döndüler. Aston Villa’daki düşüş devam ediyor, sahalarında West Ham’a iki puan bıraktılar. Middlesbrough ise Riverside’da Fulham ile berabere kaldı, kazansalardı Premier League’de kalmak adına önemli bir adım atmış olacaklardı.

İspanya’da iki büyük makina düzeninde ilerlemeye devam ediyor, bu hafta da deplasmanda tek farklı kazandılar. Barcelona Getafe'yi Messi ile geçerken Real Madrid de Marcelo'nun golüyle Huelva'yı 1-0 yendi. Valencia sahasında Sevilla’yı 3-1 ile geçti ve Şampiyonlar Ligine katılma mücadelesi verdiği Atletico Madrid ile Villarreal’in üç puan önünde kalmayı başardı. Takip ettiğimiz takımlardan Betis ise kazandı ve bir anda 11. sıraya fırladı. Gerçi bu rahatlama anlamına gelmiyor çünkü La Liga’da 10. ile 17. arasında sadece 4 puan fark var.

Fransa’da Lyon dominasyonu bitecek gibi gözüküyor. Bordeaux’a kaybedince 3. sıraya gerilediler. Marsilya ise deplasmanda 1-0 geriye düştüğü maçta Lorient’i 2-1 yenince liderliğe yükseldi. Önümüzdeki hafta Lyon-PSG maçı var ve PSG kazanırsa o da Lyon’un iki puan önüne geçecek. Almanya’da ise 5 takımın puan aralığı biraz açıldı ama harika mücadele devam ediyor. Leverkusen’i 2-1 ile geçen Wolfsburg’un 3 puan farkla lider, onları aynı puanla Bayern Münih ve Hamburg takip ediyor. Hertha ve Stuttgart ise biraz daha geriye düştü.

Hafta içinde İtalya’da kupa, Premier League’de ise hafta sonu oynamayan takımların maçları ve İspanya'da da La Liga mücadelesi var. Yarın akşam Liverpool-Arsenal maçı oynanacak ve ben 30 Nisan’a kadar birçok maçı olduğu gibi gollü geçmesini beklediğim bu maçı da izleyemeyeceğim.

Edit: Hollanda'da Van Gaal'in AZ Alkmaar'ı sahasında kaybetmesine rağmen şampiyonluğunu rakiplerinin puan kaybı ile ilan etti. Hollanda Liginden o kadar kopuk bir adamım ki bu çok önemli ve tarihi bir şampiyonluk olmasına rağmen bahsetmeyi bile unutmuşum. PSV de Ajax'a sahasında 6 tane sallamış..

TSL 28. Hafta

Şampiyonluktan uzak olmanın keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Ayaklarımı uzatıp Beşiktaş maçı izliyorum, Galatasaray maçını önemsemiyorum, Sivasspor’un puan kaybına sevinmiyorum. Sinir yok, stres yok. İşler de fenalaşmışken bu kopuş isabet oldu. Neyse, bundan daha fazla Polyanna olamam, Beşiktaş’dan başlayalım keza hafta sonu tam anlamıyla izleyebildiğim tek maç o oldu. Gerginlik olabilir diye maçı merak ediyordum, şansıma ofisten de erken kurtuldum ve maça yetiştim. Bursaspor ısınmaya pankartla çıkınca maça çıkarken taraftar mesajı verecekleri belli olmuştu, neyse ki abartıp sivrilik yapmadılar. 16. dakikada ise Beşiktaş taraftarının Bursa ile uğraşması, “Delikanlı Bursa neredesin”, “Ararım seni her yerde” tezahuratları yapması bence gereksizdi. Bursaspor bizim üzerimizden prim yapıyor, bizim muhattabımız olamazlar derken böyle yapınca şikayet etme hakkınız da olmuyor.

Maçı kırmızı kart öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak lazım, Beşiktaş eksik kalmadan önce maça hakim olan takım Bursaspor’du. İlk 10 dakika öne çıkarak olması muhtemel Beşiktaş baskısından kurtulmuş oldular. Sercan ve Tadeu’nun yokluğunda Romaschenko’nun da sakatlanması şanssızlıkları oldu. Buna rağmen pozisyon buldular, 10 saniye içinde 2 kez direkten dönen top gerçekten büyük talihsizlik. Mustafa Denizli kazanan takımdan vazgeçmişti ki bunun sinyallerini demeçleriyle vermişti. Ligin bitimine bu kadar kısa süre kalmışken rotasyon peşinde koşmak bence pek mantıklı değil. Buna rotasyon da demek doğru değil, bütün taşlar yerinden oynuyor. İlla ki rotasyon istiyorsam Sivok’u kenara alıp yerine adam koyarım, her şeyi ters yüz etmem. Yükselen grafiğin en önemli noktası Cisse-Ernst ikilisi bu maç bozulmuş, Sivok ön tarafa çıkmıştı. Çek futbolcu orta sahada oynayınca belki de içgüsel olarak savunma içine fazla gömülüyor. Böyle olunca da Ernst Cisse’li düzene göre nispeten daha geriye düşüyor ve kontrol etmesi gereken alan büyüyor. Bu olunca Delgado da zorlanıyor, dün gördüğümüz düzende Yusuf olsa o da çok zorlanacaktı. Delgado’ya da yazık zaten, geldiğinden beri adam gibi bir orta saha önünde hiç oynayamadı.

İlk devre sonunda çıkan kırmızı karttan sonra o dakikaya kadar hiç ortalarda olmayan Tello’nun yerine Cisse oyuna girdi. Bir oyuncu takımın performansını nasıl etkiliyor yine gördük. Trabzonspor’u sahasına hapseden Cisse-Ernst’li takım biri eksilince İBB tarafından sahasına hapsedilmişti. Dün de eksik Beşiktaş bu ikiliye kavuştuktan sonra dengeyi kurdu, maçı kazanabilecek pozisyonlar da yakaladı. Devrenin başında Bursaspor’u sahasında bekledi, kontra atak kovalıyordu. Muhtemelen Mustafa Denizli takımının kondisyonuna güvenirken maçın sonunda Bursaspor’un oyundan düşeceğini düşünmüştü ki haksız da çıkmadı. Dakikalar ilerledikçe Beşiktaş ileride daha çok gözükmeye başladı. Nobre’nin eksikliği de önemli, o varken Beşiktaş oyunu rakip sahaya yığabiliyor ama Bobo dün çok kötüydü. 90. Dakikada vurduğu kafa gol olsa yine kahraman olacaktı ama kim ne derse desin bu iki isim arasında benim tercihim Nobre olur. Dün de ben olsam Serdar’ı oyuna alırken onu çıkartıp Holosko’yu forvete yollardım. Bursaspor’lu futbolcular sayısal üstünlüğü ele geçirince belki de ilk devredeki oyunun etkisiyle sanki biraz “bu maçı nasıl olsa kazanırız” havasına girdiler. Ciddiyetsiz oynadılar, birkaç gol olabilecek pozisyonu bencillik yaparak harcadılar.

Beşiktaş’da maçın adamı bence Gökhan Zan oldu. Harika oynadı, birçok pozisyonu tehlikeli hale gelmeden kesti. Holosko’yu da nispeten toparlamış gördüm ama devre başında fena bir gol kaçırdı. Bursaspor’da Veli’yi oyundan çıkana kadar beğendim, Kore’li Shin Young Rok’u Noat Samisa yazdığında zaten kıllanmıştım, dün de çok beğendim. Fenerbahçe maçlarında çok dikkatimi çekmemişti, etkili değildi. Tuna çok kötüydü, 2-3 ciddi top kaybı yaptı ki biri Bobo’nun sarı kart gördüğü penaltı pozisyonuydu. Bu arada daha önce de dikkatimi çekmişti, Ertuğrul Sağlam’ın Beşiktaş’da başladığını gördüğümüz tikleri gitmiş, belli ki daha bir rahatlamış.


Cumartesi akşamı Ankara’da düşenin dostu yine sahneye çıktı ve Ankaraspor’a da el atarak 10 maç aradan sonra yüzlerini güldürdü. Fenerbahçe’li futbolcuların geçen hafta yaşananlardan sonra en azından taraftara karşı biraz sorumluluk hissedip bu maçı kazanacaklarını düşünüyordum ama sanırım düşündüğümden de fazla gamsızlar. Dün ofisten geç çıkınca ancak 2. devreye yetişebildim ki fazlası için de çok uğraşmadım. Mehmet Çakır’ın golünden sonra tepki vermedim, hatta maçı bile yarım gözle seyrettim. Beni maç kaybetmekten çok böyle bir ruh haline girmiş olmak üzüyor. Aragones benim de canımı artık iyice sıkmaya başladı. Elindeki kadro belli diye fazla eleştirmek istemiyorum, çok sakatlık yaşandığı için, geçtiğimiz senenin kadrosundan sadece Aurelio’yu değil bence Deivid ve Wederson’u da kaybettiği için anlayışlı olmaya çalışıyorum ama Deniz’i nasıl oynatmaz, girdikten sonra her hareketi olumlu olan Gökhan Emreciksin varken nasıl Kazım’ı tercih eder anlamakta zorlanıyorum. Hafta sonu skorlarından sonra bu maçta giden üç puan bence isabet oldu. Sürekli umutlanıp tekrar tekrar hayal kırıklığına uğramak beni yordu. Olacağı ne de olsa belli. Puan farkı azalır, rahat fikstür geldi derken olmayacak puanlar kaybedilir ve sinir sistemi yine alt üst olur. O yüzden bir daha umutlanmanın hiç gereği yok.

Galatasaray da bu son cümlede söylediklerimi yaşıyor. Maçı izlemedim ama futbol adına bir şey yokmuş ki zaten o stadda bir Süper Lig maçında güzel futbol gördüğümü hatırlamıyorum. Sivasspor ve Beşiktaş’ın puan kayıpları ile onlar da umutlanmışlar ama geleceklerinin Fenerbahçe’den farklı olacağını düşünmüyorum. İki ileri, bir geri formatında devam edeceklerdir. Trabzonspor Avni Aker’de galip geldi, eğer toparlanmışlarsa ligi 3. bitirirler ki bu onlar için çok önemli bir başarı olur. Sivasspor ise deplasmanda iki puan bıraktı ama Beşiktaş’ın ekstra puan kaybıyla bunu bir anlamda telafi etmiş oldu. Bu hafta taşıdıkları deplasman yükünü Beşiktaş’ın üzerine bıraktılar. Önümüzdeki hafta sahalarında Trabzonspor ile oynuyorlar, kazanırlarsa şampiyonluk yolunda dev bir adım atmış olacaklar. Beşiktaş yine ilk 8’den bir takım karşısında galip gelemedi, Kayserispor maçıyla kırdıkları zincirin bir anlamda devam ettiği gözüktü. Sivasspor’un Trabzonspor karşısında kazanması halinde bunu dev adım olarak yorumlamamdaki sebeplerden biri de zaten fikstür, Beşiktaş daha Fenerbahçe ve Galatasaray maçları oynayacak. Bu maçlardan başka iç saha maçı da yok. Yine de bir takımı nispeten daha şanslı görmüyorum, Süper Lig’de bu sene öyle şeyler gördük ki bu noktada bir yorum yapmak bana çok mantıklı gelmiyor.

18 Nisan 2009 Cumartesi

Derbi!

.
Il Derby D'Italia
Juventus F.C. - Internazionale
18.04.2009 - Stadio Olimpico di Torino
21:00@Ntv Spor
.
Del Piero 2 gol atsın, maçı Inter kazansın..
.
El Superclásico
Boca Juniors - River Plate
19.04.2009 - Estadio Alberto J. Armando "La Bombonera"
21:30@NTV Spor
.
Burada rengimizi söylemeye herhalde gerek yok..

17 Nisan 2009 Cuma

Tv'de Futbol / 17-19 Nisan


17 Nisan Cuma
18:00 Erciyesspor - Rizespor / D Spor
20:00 Trabzonspor - Gençlerbirliği / Lig Tv
21:30 Schalke 04 - Energie Cottbus / Kanal 24
.
18 Nisan Cumartesi
14:00 Adanaspor - Malatyaspor / D Spor
16:15 Konyaspor - Sivasspor / Lig Tv
16:30 Wolfsburg - Bayer Leverkusen / Kanal 24
17:00 Middlesbrough - Fulham / Spormax
19:15 Arsenal - Chelsea / Ntv Spor
20:00 Ankaraspor - Fenerbahçe / Lig Tv
20:00 Grenoble - Toulouse / Kanal A
21:30 Juventus – Inter / Ntv Spor
22:00 St. Etienne - Lille / Kanal A
.
19 Nisan Pazar
13:00 Lokomotiv Moscow - Zenit / Spormax
14:00 Kartalspor - Boluspor / D Spor
15:30 Tottenham - Newcastle United / Spormax
16:15 İBB - Galatasaray / Lig Tv
17:00 Man. City - West Bromwich / Spormax
18:00 Lorient - Marseille / Kanal A
18:00 Hertha Berlin - Werder Bremen / Kanal 24
18:00 Man. United - Everton / Ntv Spor
20:00 Academica - Porto / Spormax
20:00 Beşiktaş - Bursaspor / Lig Tv
21:00 Boca Juniors - River Plate / Ntv Spor
22:00 Bordeaux - Lyon / Kanal A
22:15 Vitoria Setubal - Benfica / Spormax

UEFA Kupası Çeyrek Final Sonuçları

Yine bir UEFA Kupası akşamı, yine sinir bozukluğu ve yine "ah ulan ah" ile başlayan bir sürü cümle.. Olsun ama bizim de dünya derbimiz var..

Dynamo Kiev 3-0 PSG
Marsilya 1-2 Shakhtar Donetsk
Manchester City 2-1 Hamburg
Udinese 3-3 Werder Bremen

Hiçbir maçı izleyemedim, yayın olup olmadığını bile bilmiyorum. Gecenin sürprizi benim için Dinamo Kiev oldu. Maçın golsüz berabere biteceğini tahmin ediyordum, eşitlik bozulursa da bunu PSG'nin yapabileceğini düşünüyordum ve umuyordum ama ev sahibi maçın hemen başında golü bulmuş, 10 dakika sonra da ikilemiş. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla da tribünde de güzel bir ortam yakalamışlar, sanırım zaten zor olan deplasmanı çıkılması imkansız hale getirmişler. Diğer Ukrayna-Fransa eşleşmesinde de gülen taraf Ukrayna takımı oldu, Shakhtar sahasında 2-0 yendiği Marsilya'yı deplasmanda da 2-1 yendi. Lucescu yolunda devam etti, Gerets asıl büyük hedefinin peşinden koşmak için ülkesine döndü. İki Fransız takımının da eleneceğini tahmin etmiyordum, sanırım lig mücadelesi ağır bastı.

Hamburg da yoluna devam ediyor, ilk maçı 3-1 kazandıktan sonra bu Manchester City karşısında turu vereceklerini düşünmüyordum. Maçın başında öne geçmişler ama 2. devrenin hemen başında da skor 2-1'e gelmiş. İngiltere'nin stad atmosferinde City işleri belki değitirşebilirdi ama 76. dakikada Dunne kırmızı kart görünce zoru başaramamışlar. Diğer mücadeleyi izleyemediğim için ise çok üzgünüm. Gökhan İnler takımını öne geçiriyor ama ona cevabı Diego veriyor. Udinese maçı en azından uzatmaya götürecek 3-1'lik skoru henüz 38. dakikada yakalıyor ama işte yine Diego, bir gol daha atıyor ve Udinese'nin umutlarını iyice azaltıyor. Bir gol de Pizarro atmış ve maç 3-3 bitmiş, bu turda 4 gol atan Diego bir de penaltı kaçırmış.

Yarı finalde iki Alman ve iki Ukrayna takımı birbirleriyle karşılaşıyor. Shakhtar ve D.Kiev normal şartlarda benim için pek fark etmez ama sanırım Lucescu'nun finale gelmesini tercih ederim. Hem malzemesi bol olur hem de Shakhtar'da kalıcı olma ihtimali herhalde artar. Türkiye'de bir daha çalışmasını şahsen istemiyorum. Diğer eşleşmeden kimin geleceği de benim için çok önemli değil ama illa bir tercih yapmam gerekirse Werder Bremen'i isterim. Kadıköy'deki final pek hayal ettiğimiz gibi olmayacak, gerçi bir Ukrayna takımı geleceği için çok mutlu olan hemcinslerim var ama ben bir Alman-Fransız ya da İngiliz-Fransız finalini tercih ederdim. Kısmet diyelim, umarım en azından sıradışı, kolay kolay unutulmayacak bir maç izleriz.

"Bence"


Derbi hakkında değil yazmak, düşünmek bile istemiyordum ama cezalar açıklandıktan sonra o kadar çok yerde fikir belirtilmiş ki kendimi tutamadım. Bu derbi sonrası objektif kalabilmek zor, bazı bloglarda hiç tahmin edemeyeceğim yorumlar okuyorum. Muhtemelen ben de başaramayacağım, belki de derbiden bahsetmek istemiyor olmamın sebebi buydu..
.
Aslında içimden geçen aşağıda yazdıklarımdan daha fazlası ama biraz da gerçekçi olmak lazım. Geçmişe dönüp ceza alan her futbolcunun yaptığı hareketlerin benzerlerini görebiliriz ve işimize gelen örneği buraya yazabiliriz. İşine gelen Nouma der, diğeri Runje cevabını verir. Kimi Emre Aşık'ın ısırmasını görmezden gelip ceza az der, kimi Volkan'ın gerçekten sakat kasığına masaj yaptığına inanır. Bazıları Valencia-Inter maçı sonrası verilen cezaları hatırlatır, bazıları da Türkiye-İsviçre maçını..

Bu işler böyle, neticede taraftarız, tarafız. O yüzden hiç o işlere girmeden sadece "bence" diyerek olması gerektiğini düşündüğüm cezaları yazıp derbi defterini kendi adıma tamamen kapatacağım. Yani en azından öyle umuyorum..
.
Arda: 6 (3+3) maç
Lugano: 5 maç
Semih: 3 maç
Volkan: 3 maç
Emre Aşık: 3 maç
Sabri: 2 maç
Emre Belozoğlu: 2 maç
Galatasaray: 3 maç seyircisiz oynama
Adnan Polat: 6 ay hak mahrumiyeti

16 Nisan 2009 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final Sonuçları


F.C. Porto 0-1 Manchester United
Arsenal F.C. 3-0 Villarreal C.F.
.
İşler fena yoğunlaşmaya başladı, futboldan ufak ufak kopuyorum. Dün oynanan iki maçı da izleyemedim, sadece golleri gördüm. İki maçtan çıkan skor da benim için sürpriz olmadı, zaten Arsenal maçı için herhalde farklı bir şey düşünen olmamıştır. United Ronaldo'nun muhteşem golüyle erken öne geçince oyunu istediği formata çok kolay sokmuş, sadece son 10 dakika bir baskı yemişler. Gerçi Lucho sakatlanıp çıkmış, oyunda kalsa Porto belki bir şeyler çıkartabilirdi. Arsenal de beklendiği üzere rahat kazandı, Cazorla'dan sonra Senna'nın da sakatlığı Villarreal'in zaten az olan şansını iyice azaltmıştı.
.
F.C. Barcelona - Chelsea F.C.
Manchester United - Arsenal F.C.
.
Yarı final ilk maçları 28-29 Nisan tarihlerinde, rövanşlar ise 5-6 Mayıs tarihlerinde oynanacak. Barcelona'nın elenmesi sürpriz olur ve bu kez Hiddink'in bile bu sürprize gücü yetmez gibime geliyor. Ben sürprizi diğer eşleşmede bekliyorum. Arsenal iyice toparladı, sakatlar da döndü. Şu yukarıdaki fotoğraftaki hücum gücü bile yeterince korkutucu, Adebayor, Van Persie, Nasri, Walcott ve Fabregas. United'ın düşüşü çok da fazla uzamaz herhalde ama o eşleşmeden ben her sonucu bekliyorum.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Chelsea 4-4 Liverpool

Harika bir Şampiyonlar Ligi gecesi oldu, maçın sonunda ortaya sıradışı bir skor çıktı. Harika bir futbol izlemedik, maç daha çok iki teknik adamın savaşı gibi geçti. Benitez karşılaşma öncesinde İstanbul’u Uğur Önver kadar çok olmasa da kullanarak ve iddialı demeçler vererek sanki Chelsea üzerinde bir baskı oluşturmak istemiş. Chelsea’de belki de bu yüzden biraz çekingendi, savunma da güven vermiyordu ve bir gol paniğe yol açabilirdi ki bu sinyali daha ilk dakikada Alex vermişti. Tribünlerde de bu korku var gibiydi, maçın başından itibaren sessiz kaldılar.
.
Liverpool sahanın kayıp adamı Torres ile 10. dakikada bir pozisyondan yararlanamadı ama Cech’in hatalı barajını ve yer tutuşunu çok iyi değerlendiren Aurelio ile öne geçti. Aynı oyuncu 7-8 dakika sonra bir duran top daha kullandı, bu kez de Ivanovic hata yaptı ve penaltıya sebep oldu. Bana gol getirecek hissi vermeyen baskı bir anda iki gol getirmiş oldu. Chelsea’nin hücum tehditi yoktu, Gerrard yerine oynayan Lucas ile oluşan üçlü Chelsea orta sahasına üstünlük sağlıyordu ve bunun sonucunda da baskı geliyordu. Drogba ilk devre zaten yok gibiydi, bir pozisyonda sakatlanır gibi oldu ve sonrasında hiç gözükmedi. Liverpool bu baskının karşılığı pozisyonları bulamadan ve hatta belki de istediği oyunu oynayamadan iki farkı yakaladı. İlk devre bitmeden Hiddink Anelka hamlesini yaptı. Herhalde Aurelio ile Benayoun’un tarafını rahatsız etmek ve baskıyı azaltmak istiyordu, fazlasını aldı.


İkinci devre Chelsea o baskıyı yemedi, daha rahat oynamaya başladılar. 35'de oyuna giren Anelka sağ kanattan iyi gitti, sert ortaladı ve bu kez de Reina’nın hatası ile fark bire indi. Liverpool adına çok da fazla bir şey değişmedi, her ihtimalde zaten bir gol gerekiyordu. Bu golden 5-6 dakika sonra kazanılan serbest vuruşta topun başına Alex geçti ve adeta kustu, topa muhteşem vurdu. Devre arası bu adam için transfer haberleri çıktığında çok istemiştim, Yunanistan’a gitme ihtimalinden bahsediyorlardı. Bu golden sonra oyun iyice Chelsea’nin istediği gibi gitmeye başladı ve bir gol de Lampard ile buldular. Ivanovic’i gözüne kestiren Benitez’in Riera hamlesi işe yaramayacak gibi gözüküyordu ama işte Liverpool, tekrar geri döndüler. Önce Lucas’ın şutu Essien'e çarpıp Cech'i de yanıltarak ağlara gitti. Hemen sonrasında da Riera’nın ortasını Kuyt kafa ile gole çevirdi.


Acaba mı dedik, umutlandık ama olmadı. Lampard noktayı koydu ve Chelsea Barcelona’nın rakibi oldu. Herhalde bu turu ancak Liverpool bu kadar zorlayabilirdi. 4-4 olduktan sonra Essien çizgiden bir gol çıkardı, işin içinde Liverpool olunca o gol olsa belki bir gol daha gelirdi diyebiliyoruz. Gerrard olsa bir şeyler değişir miydi bilinmez ama kaptan riske atılmayarak belki de bu kez Premier League, Şampiyonlar Ligine tercih edildi. Kaptan ile birlikte takımı sürükleyen diğer isim Torres’den de hiç verim alamadılar. İlk maçtaki skora ve bu iki oyuncunun yokluğuna rağmen böyle bir maç izlettirmek büyük başarıdır. Bunu da Liverpool’dan daha doğrusu Benitez’in Liverpool’undan başka bir takımın yapabileceğini sanmıyorum.

14 Nisan 2009 Salı

Barcelona vs Athletic Bilbao


Derbide çıkan kavga abartıldıkça abartıldı, yok dünyaya rezil olmuşuz da falan da filan da.. Bu kadar abartmaya gerek yok, bundan daha beterleri her yerde olabiliyor, olmuştur. Bence tek kötü görüntü tribündeki çökme ihtimali ve buna anons yapmanın dışında kimsenin müdahele etmemesiydi.

Sahada çıkan kavga hatırlamaya çalışınca da aklıma normal olarak hemen bu görüntü geliyor. Barcelona ile Athletic Bilbao'yu karşı karşıya getiren 1984 Kral Kupası Finali'de çıkan ünlü kavgadan kısa bir bölüm de blog arşivinde bulunsun, daha uzun versiyonu Youtube'da vardı. Ligin ilk devresinde oynanan maçta Bilbao'lu Goikoetxea Maradona'yı hayvanca bir faul ile sakatlamış, sezon sonuna doğru oynanan kupa finalinde ise o olayın gerginliği sahaya "biraz" yansımıştı..

13 Nisan 2009 Pazartesi

TSL 27. Hafta


Süper Ligde 27. haftayı geride bıraktık. Bu hafta ile birlikte iki takımı daha arkamızda bırakmış olduk, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın şampiyonluk şansını zaten geçiyorum ama bu iki takım büyük bir sürpriz olmazsa önümüzdeki sezon Şampiyonlar Ligini de Star Tv ekranlarından takip edecekler. Derbi hakkında ise değil daha fazla bir şey yazmak bir şeyler düşünmek bile içimden gelmiyor. Neticede iki takım da son kurşunlarını kafalarına sıktılar. Aralarındaki tek fark bir tarafın yönetiminin sessiz kalması ve maçı sadece iki puan artı iki oyuncu kaybıyla kapatması oldu, Galatasaray tarafı ise bence bundan daha fazlasını kaybetti. Adnan Polat’ın açıklamalarını kendi taraftarı bile normal karşılamadı, hem kendisinin hem de kulübünün itibarını zedeledi.

Beşiktaş camiası herhalde şu an en mutlu camia, kendi başarıları kadar asıl rakiplerinin içinde bulunduğu bu durumdan da büyük keyif alıyorlar. Gülüyorlar, eğleniyorlar ve dalga geçiyorlar. Haksız da sayılmazlar ama çok uzakta değil daha sezonun ilk devresinde Yıldırım Demirören buna benzer açıklamalar yaptığında, aynı insanlar her ne kadar başkanlarını ufaktan eleştirseler de onunla aynı mantıkta cümleler kurup aynı şeyleri savunuyorlardı. Gerçi şimdi de sorsanız Fenerasyonu, iki büyük yaratmak isteyen bu kalleş düzeni ve taraflı yayıncı kuruluşu da alt edip zirveye çıkıyorlar.. Aslında bu olanlardan onlar da ders çıkarmalı, özellikle son yıllarda kaybedilen her şampiyonluğun faturasını önlerini kestiğine inandıkları kurumlara çıkarmanın, her fırsatını bulduğunda “Bizi şampiyon yapmazlar” cümlesine sığınmanın ne kadar mantıksız olduğunu görmeliler. Demek neymiş? Sen doğruları yaptığında ve kazanmayı herkesten çok istediğinde ne Lig Tv ne de iki büyük yaratmak isteyen düzen falan kalmazmış.

Beşiktaş ve Sivasspor artık tamamen koptular. Açıkçası ne olursa olsun ben bu şampiyonluk yarışını ikisine de yakıştırıyorum. En azından sahada mesleklerine saygı duyan oyuncular görüyorum. Bunu söylerken ilk devre olanları ve konuşulanları bir kenara bırakıyorum, sadece sahaya çıkan ve mücadele eden 11 oyuncuya bakıp konuşuyorum. Sivasspor’u tabii ki ayrı bir takdir ediyorum. Ülkenin çoğunluğu onlardan nefret etse de, yönetimi, teknik direktörü ve halkının siyasi görüşü için çok şey söylense de ben o topun peşinde koşan adamların emeğini görmezden gelmek istemiyorum. İkinci devre bir ara düşüşe geçiyor gibi de oldular, hatta Bülent Uygun’un da kontrolü kaybetmesiyle çoğumuz toparlanamayacaklarını düşündü ama öyle ya da böyle yine toparladılar. İki senedir herkesi yanıltarak zirveye oynuyorlar. Beşiktaş’in ise nedense hala kendisini yakma potansiyeli olduğunu düşünüyorum, bana hala kırılgan ve çok kolay yıkılabilecek daha doğrusu kendini yakabilecek bir takım hissi veriyorlar. Bir anda bir yöneticinin ya da taraftarların her şey berbat edebilme ihtimali var. Trabzonspor’un ise bu iki takımı zorlama şansı olduğuna inanmıyorum, bence ligi 3. bitirebilirlerse önemli bir iş yapmış olacaklar.

İyi ki yarın Şampiyonlar Ligi mücadelesi başlıyor, bu hafta sonunun üzerine ilaç gibi gelecek.

Galatasaray 0-0 Fenerbahçe

Herkes normal olarak maça kendi gözüyle bakıyor, kendi açısından yorumluyor. Bir taraf Sabri’ye, Arda’ya saldırırken diğer taraf Lugano’ya küfür ediyor. Herkes görmek istediğini görüyor. Mutlaka benim de kendi fikirlerim, olaylara karışan futbolcular hakkında yorumlarım var ama bana kalsın. Fenerbahçe’liyim ve söyleyeceklerimin objektif olması da mümkün değil.

Halı saha maçlarında yaşlı amcalar oynarken bu çok olur. Oynayamazlar, istediklerini yapamazlar ve sonunda bu çenelerine vurur. Bağırırlar, çağırırlar ve kavga ederler. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın da durumu aslında bu, güçleri yetmiyor ve kavga ediyorlar. Ben fair play böceği değilim, “hiç yakışmadı bu görüntüler, sahalarımızda böyle şeyleri görmek istemiyoruz” cümlelerini kuracak kadar sevgi dolu bir adam da değilim. Hatta yeri geldiğinde ve tarafımı haklı gördüğümde birçok taraftar gibi kendi oyuncumun bu tip hareketlerinden haz alırım, onların şovlarına kanıp yaptıkları delikanlılık gösterileriyle mastürbasyon yaparım. Ama bu kavga farklı, haklı haksız tartışması yapılabilecek bir kavga değil. Bu kavga iki takımın da sezon boyunca süregelen rezil durumlarını maçın son dakikasında yaşattıkları rezaletle belgelenmesidir. İki takımın da iflasıdır.

Maç sonrası Adnan Polat’ın yaptığı açıklama da kendisinin ayrıca iflasıdır. Futbolcuların saha içinde yaptığını o da maç çıkışında yaptı ve bu sezon ki bireysel rezilliğini belgeledi. Kendini ve kulübünü bir kez daha küçük düşürdü. Maç tekrar talepleriyle ve söyledikleriyle düşmeye başladığı komik durumu bu açıklamayla en üst seviyeye çıkardı, Yıldırım Demirören’in tahtını ciddi olarak sallamaya başladı. Gördüğüm kadarıyla Fenerbahçe tarafından henüz bir ses çıkmadı, umarım da hiç çıkmaz.

Bundan sonra oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray maçları daha farklı olacak. O futbolcular karıştıkları bu olayla sadece sezonun geri kalanını değil derbinin önümüzdeki yıllardaki seyrini de etkilemiş oldular. İki tarafın birbirine olan nefreti bir kat daha arttı. Medya da üzerine düşeni yapıp bu malzemeyi ısıtıp ısıtıp kullanacaktır. Bundan sonra oynanacak ilk Fenerbahçe-Galatasaray maçının öncesini ve sonrasını tahmin edebiliyorum.

Maç golsüz berabere bitti, bunu arada söylemek lazım, unutulabilir. Futboldan ve sahadaki oyundan hiç bahsetmedik. Bahsetmenin de zaten bir anlamı yok. 2009 derbinin 100. yılıydı, bu şekilde kutlanmış oldu. Sahadakiler fotoğraftaki atalarını en güzel şekilde andılar. Nice 100 yıllara..

KOMPLO!


Efendim Uğur Boral demiş ki "demek ki saha dışındaki dostluklar yalanmış." Yanlış yorum bence. İki gerçek, kan bağıyla kardeşi koysan iki takıma, böyle bir maçta girebilirler birbirlerine. Yadırgamadım malesef çok fazla. Hele şu aciz maçta, oyuncuların futbola harcayamadıkları enerjilerini ve yitip giden koskoca bir sezonun ağırlığını hissedince bu derbide bunların olması çok doğal. Amerikan güreşi gibiydi, kazanan belli değil/önemli değil, bol bol drama, Conan gibi dalıp sonra kendini yere atmaca, bol bol tutmaca çekiştirmece...




Aslında biraz da şöyle bakalım. Madem kavga idi maçın asıl patlaması, Fener'den Lugano'yu beğendim, elinden gelen herşeyi yaptı. Arda bütün sezon olduğu gibi takımını sürüklemek için elinden geleni yaptı. Sabri'den beklediğimiz katkıyı tam olarak göremedik. Belözoğlu'yla maç içerisinde yeteri kadar dalaşmışlar heralde, enerjilerini daha efektif kullanmaları, aktif dinlenme yapmalarını beklerdim. Aktif dinlenme demişken, gözler Hasan'ı arıyordu tam, Hasan gelir gelmez farkını gösterdi, tecrübesiyle bomba gibi girdi araya, Roberto Carlos ve Lincoln'ü ise kınıyorum. Bunlar Türkiye'ye kavga etmeye mi yan gelip yatmaya mı geliyorlar kardeşim? Kewell ha keza. Neredesin arkadaşım, bir sol direk de sen çıkarsana birinin gözüne ohooo...


Benim açımdan maçın sadece bir anlamı var, hiç de dolandırmaya gerek yok lafı. Evimizde Fener'i yenemedik. Beraberlik mağlubiyete eşittir gözümde, ki puan tabelasıyla alakalı bir laf değil bu. Peki sezon başında bazılarının (ben değil) inanarak söylediği 'gelmiş geçmiş en iyi kadro' (ya da onlardan biri) ezeli rakibini 1 kez yenemeden sezonu bitirirken camiamızın lideri bize ne diyor? Hakem komplosu. Hem de nasıl? İki takımı da bitirmek üzere. Yani ne iğne ne çuvaldız, varsa yoksa bir ortaçağ cadı avı. Peki başkan, büyük başkan, canım başkan, peki.