6 Mayıs 2009 Çarşamba

Nerede Kalmıştık?

Perşembe akşamı ofise ve evime dönebildim ama tatilde bilgisayar başına geçmek kolay olmadı. Bilgisayar ve blog böyle günlerde önceliğini kaybediyor. Pazartesi bir şeyler yazarım diye düşünürken haftanın ilk iki günü de anlamsız bir şekilde çok yoğun geçti. Bu arada çok şey kaçırdım, izleyip bloga yazamadığım şeyler de oldu. Haziran sonuna kadar işler yoğun, heves kaçtı sanılmasın ama zaman ayırmak kolay olmuyor. Fırsat bulmuşken kısa kısa da olsa aklımızda kalan notları bloga düşelim..

Cumartesi akşamı için fazla şansım yok gibiydi ama El Clasico’yu da izleyebildim. Herhalde bu maç hakkında bütün yorumlar yapılmış, söylenebilecek her şey söylenmiştir. “Ezmek”, “Rezil etmek”, “Tecavüz” gibi tüm kelimeler kullanılmıştır. Bir takım en büyük rakibini herhalde en fazla bu kadar küçük düşürebilirdi. Kaptan’ın gol sevincinden dünyanın en iyi futbolcusu Messi’ye, bana göre dünyanın en iyi orta sahası Iniesta’dan en zekisi Xavi’ye kadar çok şey söyleyebilirim ama tek tek isimlerden bahsetmeye gerek yok. Böyle bir takımı izleyebildiğimiz için çok şanslıyız, keyfini çıkarmak lazım.
.
Pazar günü Lefter heykelinin keyifli açılışı ile başladı. Lefter’i izlemeye yaşımız yetmedi, hayranlık duymamız da çok mantıklı değil ama neticede o Fenerbahçe camiası için somut her şeyden öte aynı zamanda manevi bir değer. Tüm değerleri hızla kaybederken birilerinin bazı şeylere tutunması insanın hoşuna gidiyor.

Gidişiyle, maç öncesiyle ve dönüşüyle Pazar günü gibi güzel havalarda herhalde en fazla keyif veren stad İnönü’dür. Bilet bulmak da fazla zor olmadı, normal olarak Fenerbahçe tarafında maça ilgi fazla değildi. Ben bile neredeyse tek kalıp gitmekten vazgeçiyordum. Maç öncesinde Fenerbahçe’nin kadrosundan çok Beşiktaş kadrosunu merak ediyordum, neticede Fenerbahçe’nin imkanları ve seçenekleri kısıtlıydı. Aslında Beşiktaş tarafında da kadrodan ziyade tek merak ettiğim şey Cisse-Ernst ikilisiydi. Cisse’nin kenarda oturduğunu görünce son yılların İnönü senaryosunu görme ihtimalimizin çok güçlendiğini düşündüm.

İkinci devre Mustafa Denizli’nin iyi değişiklikler yaptığını düşünürken ve Beşiktaş rakip kalede baskı kurmaya başlamışken bu kez de Ernst çıktı, Serdar Özkan girdi. Fenerbahçe de yediği golle girdiği stresten bu dakikadan sonra kurtuldu, maçı da kazandı. Fenerbahçe için yapılacak yorum kalmadı, en azından bende bitti. Yine oynamak istedikleri, ciddiye aldıkları, konsantre oldukları bir maçı kazandılar. İnsan sevinirken bir yandan da üzülüyor. Cumartesi günü Denizlispor’a Kadıköy’de üç puan verirlerse şaşırmam.

Galatasaray da Ankara’da Hacettepe’ye kaybetti. Futbol takımlarının iyice Fenerbahçe’ye benzemeye başladığını çok uzun zamandan beri düşünüyordum, onlar da aldıkları mağlubiyetle bu süreci tamamlamış oldular. Sivasspor hala zirvede, fikstürleri de nispeten rahat ama Bülent Uygun bu kadar beddua almaya devam ederse işleri bir anda terse dönebilir.


Az önce Arsenal-Manchester United maçı da sona erdi, United 3-1’lik net skorla finale yükseldi. Eve girdiğimde iki gol olmuştu bile, izlemek için çok hevesli olduğum maçtan zerre keyif alamadım. Arsenal’in sürpriz yapabileceğini düşünüyordum ama olmadı. Maç 10. dakikada bitti. İkinci devre Arsenal tam baskı kurmaya başlamışken, daha doğrusu ceza sahasına üst üste birkaç tehlikeli olabilecek orta yapmışken United bir anda çok hızlı çıktı, üç pas ile bir anda tokat gibi bir gol buldu. Fletcher Arsenal’in tek golünün geldiği penaltı pozisyonunda kırmızı kart gördü, takımını değil kendini yaktı. Finale bu kadar yaklaşıp da tribüne çıkmak çok acı olsa gerek.

Şampiyonlar Liginde asıl mücadele ise bu akşam olacak. Chelsea deplasmandan beraberliği çıkarmıştı. Hiddink'i çok severim, bence de çok büyük bir futbol adamı ama bu “başarı” sanki biraz fazla abartıldı. Üzerinden günler geçmiş maç hakkında detaya girmenin gereği yok ama yarın her şey Hiddink ve Chelsea için çok daha zor olacak. Neler yapabileceklerini göreceğiz, futbolun adaletinin olup olmadığını bir kez daha test edeceğiz.

Hiç yorum yok: