1 Temmuz 2009 Çarşamba

Fenerbahçe Nedir?

Evet yaw özledim ve evet kafam güzel, içimden geldi.. Yemişim transferini, tekniğini, taktiğini.. Bu güzel yazı da blog arşivine girsin, görmeyenler görsün, okumayanlar okusun.. Ellerine sağlık Bağış Erten..
.
***

Madalyonun hep iki yüzü vardır derler. Eğer madalyon için söylenmiş olmasaydı; bu söz Fenerbahçe’ye yakışırdı. Yakışırdı, çünkü hep ikiliklerin, çelişkilerin, çatışmaların takımıdır Fenerbahçe. Seveni öldüresiye (Kill for You) sever, nefret edeni kin kusar; en çok Fener’i yenmek zevk verir, en acı Fener “yener”; beş atar dört yer. İyi ya da kötü, hakkında en fazla tezahürat üretilen takımdır Fenerbahçe. Zaten “Fenerlilik” de bu zıtlıklardan türer. İyi Fenerbahçe - kötü Fenerbahçe, güçlü Fenerbahçe - zayıf Fenerbahçe, en büyük Fener - i..e Fener, yıldızlar takımı - acıların takımı, efsane - kestane...


Fenerbahçeli olunmaz, doğulur denir, doğrudur. Ancak doğuştan gelen özelliklerle Fenerli olunur. Sonradan sempati göstermek çok zordur. Çünkü bir kez dışarıda kaldıysanız, çemberin içine girmek güçleşir. Çemberin içi dışarıya, dışı da içeriye sevecen bakmaz. “Dış görünüşüyle” yargılanmak en çok Fener’in kaderidir. Kendi ülkesinde, dışarıdan bu kadar itici görünen bir Real Madrid, bir de Bayern Munchen vardır. Oysa “içeriden” bakanlar, yani sevdalılar için her şey toz pembedir. Fener’den öteye hayat yoktur. Hatta başka bir takımı insan neden tutar, bu bile merak konusudur. Zaten içgüdüsel, gözü kapalı sevmek karasevdalılarla Fenerbahçelilere yakışır..



Fener’i sevmenin de sevmemenin de binbir zorluğu vardır. Çünkü Fenerbahçe eğlendirir. Ondan daha renkli bir takım yoktur, şaşaası, cümbüşü eksik olmaz, taraftarı sevinirken dozunu kaçıracak, zevkten bayılacak kadar abartır. Gole doymaz, 103 gol bile ancak tatmin eder, 4-0 biten ilk yarı Fenerli için en ideal maçtır. Ama Fenerbahçe ağlatır da: Büyükler içinde en “ağır” yenilgileri o alır, en komik durumlara o düşer, en kötü yönetim ondan çıkar, tribünde en çok cefayı Fener seyircisi çeker; Pendik faciası ya da Aydın acısı yüreklerde hâlâ yaradır.


Ama Fener seyircisi affedicidir; en aciz durumlarda bile, GS galibiyeti her şeyi unutturur, ortalık toz pembe/duman olur. Bir maça bu kadar anlam yükleyen başka hiçbir taraftar yoktur (belki bir de GS taraftarı). Bir önceki sezon Fener’e en ağır mağlubiyeti tattıran ayakların, bir sonraki sezon Fener forması giymesi adettendir (Hatırlayınız: İlker, Oğuz, Aykut, Kemal vb.). Ne de olsa affetmek erdemdir. Evet, ama kindarlık da yabana atılacak bir şey değildir!.. Şampiyonluğa mal olacak hata yapanı sokakta görse selam vermez (garibim Erol’un GS maçında yaptırdığı penaltı neler açtı başına hatırlayın), ligin ilk yarısında deplasmandaki maçta, kendisine sert giren rakibini Fenerli oyuncu unutur, taraftar unutmaz; acısını çıkarmak için bir sezon bekleyen bile vardır. Mazisini aklında tutan takımdır Fener; ama unutkandır da. En çok da bu huyundan vazgeçmez. En başarısız sezon bile bir sonraki sezon için kriter olmaz. Her sene, her şeye yeniden başlanır. En azından böyle olması istenir. “Bu maçı unuttuk, önümüzdeki maçlara bakıyoruz” en çok Fenerlinin ağzına yakışır. Sinyor Can Bartu’yu da unutur, Şeytan Rıdvan’ı da. Gelen ağamdır ama gidene paşam denmez kolay kolay. “Mazi kalbimde yaradır” ama unutursam geçer. Ali Şen’in, takımı kümede zor tuttuğu dönemleri bile unutur, “Ali Şen Başkan Fener Şampiyon”dur.


Yine de vefalıdır. Bordeaux zaferinin yaratıcıları Hüseyin, Selçuk, Şenol’u kimse unutmaz, Aykut hep “kocaman”dır, Lefter’i anmayana hain gözüyle bakılır. Vefanın üvey kardeşi nankörlükse, nankörlük de Fener’e yakışır. On sene takımın tüm yükünü taşıyan Oğuz Çetin Sakaryalı grubunun başıdır, bir önceki maç beş gol atan adamın en fazla iki pozisyon kaçırma lüksü vardır; üçüncüde yuhalanır. Geçen senenin şampiyon kadrosu üç maç kötü sonuç alsın dağıtılır vs...


Türkiye birinci futbol ligi tarihinin en başarılı takımıdır Fenerbahçe (boşuna kızmayın, bu böyledir). En çok şampiyon olan, en çok galibiyet alan, ezeli rakiplerini en çok yenen takımdır, en çok gol atarak şampiyon olmuştur. Bir Fenerli için her şey, hatta tek önemli şey olan şampiyonluk için, rakipleri bazen yıllarca beklese de, Fenerbahçeli'nin gönlü beş seneden fazlayı kaldırmaz. Sarı lacivert zeminden baktığınızda hikâye böyle gözükür ama (dedik ya) madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Son yirmi yılın en başarısız büyüğüdür Fener, Birinci Lig tarihinin en ağır yenilgilerini bu dönemde almıştır, şampiyon olmadığı neredeyse bütün senelerde taraftarını kahretmiştir, önce Karakartal sonra Cimbombomlu altın yıllara gıptayla bakmıştır, sistemli başarıya hasret kalmıştır...


Zaten Fenerbahçe ve sistem aynı cümlede ancak olumsuzluk ekiyle kullanılır. Birinci ligin 43-44 senelik tarihinde iki kez arka arkaya şampiyonluğa sadece üç kez ulaşmıştır. Fenerbahçe şampiyonluk sonrasında rehavetin dozunu kaçırır. Tek tabanca, nokta atışı varken makineli tüfeğe ne gerek vardır. Nadasa kalmış takımın ertesi seneki görüntüsü nasıl bu kadar içler acısıdır, anlaşılamaz; şaşkınlık en çok Fenerbahçe’ye yakışır.

Sarı Lacivert renkler en çok Fenerbahçe’ye gider. Evet Fener zıtlıkları sever, ama siyah beyazı yutar. Fenerbahçe’nin Lacivert’i asilliği, Sarı’sı rakiplerin gıpta ve kıskançlığını simgeler derler (en azından armadaki renklere verilen anlam bu). Ama Sarı’yla Lacivert’i karıştırırsanız yeşil çıkar ve yeşil Fenerbahçe için sadece ve sadece başarıyı simgeler (bakınız yine arma). Başarı dindir imandır, tevazu anlamsızdır, galibiyet tek yoldur, tersini söyleyenler (ne acı ki) hep azınlıkta kalır. “Tamam şampiyon olmayalım ama en iyi topu biz oynayalım” lafı bir Fenerli’nin verebileceği tavizin sınırıdır. Şan, şöhret, para, pul varken tevazudan bahsetmek ayıptır. Gündüz gibidir Fenerbahçe... Sevenlerin içini açar, iş yoğunluğu tadında sevgi ister, bazen gözünüzü kamaştırır...

Fenerbahçeli takımını hep gündüz gözüyle görür. Sürekli sever, her güzelliği ona atfeder. Her şeyi iyiye yorar, ama bir yere kadar. Yüreğine gece karanlığı çökerse bir anda değişir, dönüşür. Öfkesi taşar, her şey burasına gelmiştir, yakar yıkar. Kendi kalecisini döver, kulübü basar, yönetimden hesap sorar, kısacası zıvanadan çıkar. Fenerlinin zıvanası yarı açıktır zaten. Çıkmaya biraz da bahane arar. Soğukkanlılığın anlamı yoktur, hatta değil sıcak olan, kaynamayan kandan şüphe edilir. Fenerbahçeli şüphelenmeye bayılır. Hakemler, rakip, federasyon hepsi onun arkasından bir dolap çevirir. Ama oyuna gelmez. Esas oğlan sonunda mutlaka, herkese ve her şeye rağmen kazanacaktır. Kazanamamışsa bir oyuna gelmiştir; bunun hesabı gelecek sezonda sorulur.


Düşünüyorum da, kendisi dışında bir takım olsa Real Madrid, ülke olsa Brezilya, hakem olsa taraflı olurdu Fenerbahçe. Real Madrid, ama biraz eksik bir Real Madrid olurdu. Bu kadar zenginlik içinde yüzerken dahi altyapıya Fenerbahçe’ye göre daha çok önem veren, Avrupa başarıları ile dünyanın en büyük üç takımından biri olan ve dört bir yanda taraftarı bulunan Real Madrid’le Fener’in ilişkisi biraz abi - kardeş ilişkisi gibi ama kim benzerlikleri yadsıyabilir ki? Devletle içli dışlı olmak, lig tarihinde başarıya doymamak, en çok gole tapmak, su gibi para harcamak... Olamasa da hep Brezilya olmak istedi Fener. Onun gibi fiyakalı, onun gibi gözü doymak bilmeyen, onun gibi çalımcı, onun gibi karanlık, onun gibi sarı (kıskandıran), onun gibi lacivert (asil). Takım yıldızı değil yıldız takımı olmak yani... Ve tabii ki taraflı. Fener’den hakem olmaz; bu bahsi geçelim, karşı tarafa düdük çalan her hakem i..edir. Aksini iddia eden de öyle. Fenerli gelemez öyle şeye.


Futbolcu olsa kaleci, sistem olsa 2-3-5 olur, antrenör olsa kovulurdu Fenerbahçe... Kalecinin yalnızlığı ve sınırda duran hali dillere destandır. Hiçbir zaman Fevzi gibi bir kaleci olmayacaktır Fener ama Rüştü’den yukarısını bir kez tatmıştır; o da deli çıkmıştır (Schumacher). Rüştü’nün yediği ve kaleciliğine yakışmayan ne kadar gol varsa Fenerbahçe’de kulüp olarak bu golleri yer. Şampiyonlar ligine kalır, sıfır çeker; kupada final oynar kaybeder (tabii ki penaltılarla), son haftadan önce şampiyon olmasına pek az rastlanır, kaleci gibi son çizginin takımıdır. Kalecilere en çok 2-3-5 denen, şimdilerde kimsenin uygulamadığı mazide kalmış bir sistemde iş düşer. Fenerbahçe’de herkes gol atmak ister. Takım kötü giderken hep forvet arayışına gidilir. Takımı takım yapan unsurlar defans ve orta saha hep ikinci plandadır. Mümkün olsa hâlâ dört beş forvetle oynamak ister Fenerbahçe ama hiçbir antrenör bu riski almaz. Zaten Fenerbahçe'den antrenör olmaz. Olsa da hemen kovulur...

Ama en önemlisi haber olsa asparagas olurdu Fenerbahçe... Attığı her adım, söylediği her söz haber olur ama yalan haber olur. Bir takımdan bu kadar haber çıkabileceğine bir tek İtalyanlar inanır. Fenerbahçe basının göz bebeğidir, ekmek kapısıdır. Fenerbahçe'de yaprak kımıldamasa neden kımıldamadığı haber olur, hatta bundan iki Siyaset Meydanı bir Bizim Stadyum çıkar. Fenerbahçe kulübü kapansa basındaki işsizler ordusu ortalığı Arjantin’e çevirir, ama Fener Brezilya’yı sever ve onları yüzüstü bırakmaz. Nasıl ki, asparagas, sırf yalan ve uydurma olduğundan hiçbir anlamı yoktur, Fener basını da Fener’e hiçbir katkıda bulunmaz. Zaten hepsi lanet basındır. Fenerbahçe düşmanıdır.


Öyle ya da böyle; peki nedir Fenerbahçe? Futbolda dolu dolu bir hayat vardır diyenlere sormak lazım bu soruyu. Bir takımdan öte bir şey olduğu kesin. Bir yaşam/varoluş biçimi mi? Böyle söylemek de biraz abartılı olur (bu raddede seven yok da değil hani!). Dünyanın en garip takımı mı? Bu da çok belirsiz. Yoksa her ikisi birden mi? Bir Fenerbahçe taraftarı olarak, benim yüreğim ortada bir yerde çarpıyor. Oysa, bıktırmak pahasına tekrarlayalım: Madalyonun iki yüzü vardır: Yazı mı, tura mı?

Bağış Erten - Tribün Dergi / Sayı 5 (Şubat 2002)

2 yorum:

Patasana dedi ki...

Ümit Karan imzalarken sölicektim ama gerilmeyelim diye bi şey demedim. Elemanda yazmış burda "İyi ya da kötü, hakkında en fazla tezahürat üretilen takımdır Fenerbahçe"

velhasıl otobüs almayan Fenerli olsun...

Pamukk dedi ki...

kısaca lol demek istiyorum ama kavga çıkmasın demiyorum