4 Kasım 2008 Salı

Oh be..




Uzun bir aradan sonra bloga yazı yazacak vakit bulmak güzel, çok şey oldu, çok şey kaçırdık.

Lig bu sene değişik geçiyor. Eski sezonlara göre büyük takımlar çok fazla puan kaybediyor ki aslında bu sadece bu sezonda olan bir şey değil. Kaybedilen bu puanlar hep büyüklerin zayıflığına bağlanırdı ama ben Anadolu kulüplerinin sadece bu sene değil birkaç sezondur bir yükseliş içinde olduğunu düşünüyorum, belki 2005-2006 sezonunu bunun dışında bırakabiliriz. Eskiden deplasmanda da olsa bir Anadolu takımına puan kaybetmek büyük olay olurdu. Geçtiğimiz yılları düşündüğümüzde akıllara sadece Kocaelispor, Gaziantepspor gibi tek tük iyi örnekler gelirdi ama artık Kayseri’de, Sivas’da, Antep’de maç kazanmak ciddi başarı sayılıyor. Sivasspor ve Kayserispor zaten son senelerde iyi bir çizgi yakalamıştı, bu sene şimdiye kadar bu takımlara Gaziantepspor ve Ankaraspor hatta belki biraz Bursaspor da eklendi. Anadolu kulüplerinin şanssızlığı ise bazı yerli teknik direktörler, büyüme potansiyeli olan takımları vizyonlarıyla küçültüyorlar.

Fenerbahçe Arsenal karşısında girdiği pozisyonlar ve üstüne oynadığı iyi Bursaspor maçından sonra maçın büyük bölümünü 10 kişi oynayan ve bir önceki hafta Galatasaray’a 4 gol atan Eskişehirspor’dan bir puan alabildi. Tabii ki bu kolay kabul edilecek bir skor değil, hele 60 dakikadan fazla rakipten 1 kişi fazla oynamışken hiç değil ama bu Eskişehir’in de artık çok zor bir deplasman olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu beraberlik Fenerbahçe’yi yarıştan koparmış değil, bu hafta alınacak bir Galatasaray galibiyeti işin şeklini yine değiştirecektir. Aslında sezon başında bu kadar zorlu bir fikstür denk gelmeseydi belki puan farkı bu kadar bile olmayabilirdi. Puan kaybedilen maçlara bakıyorum, Kayseri Beşiktaş’ı yendi, Galatasaray ile berabere kaldı. Sivasspor’a karşı öndeyken inanılmaz goller kaçtı, o Sivasspor Beşiktaş ile İstanbul’da berabere kaldı. Eksiği olmayan Gaziantepspor’a karşı deplasmanda belki o penaltı verilseydi galip gelinecekti. Bunun dışında bir Hacettepe karşılaşması var ki o maçta da kasırga nedeniyle Lugano’nun uçağının kalkmaması sonucunda oynayan Can Arat imzası var. Fenerbahçe tabii ki iyi değil, çok da kötü oynuyor, oyuncular bireysel olarak çok kötü, tribünler çakal dolu, çok da sakatlık yaşandı ama bu maçların bazılarında şans biraz Fenerbahçe’nin yanında olsaydı durum bu kadar kötü olmazdı. Tekrar edeyim, ben hala Fenerbahçe’nin geri dönebileceğine, düzlüğe çıkabileceğine inanıyorum.

Galatasaray da aslında beklenenin çok altında bir performans gösteriyor. “Yıldızlar Karması” takımın bu kadar çok puan kaybetmiş olması şu an sadece Skibbe’ye eleştiri olarak dönüyor. Fenerbahçe yönetiminden futbolcusuna kadar bu kadar eleştirilirken Galatasaray’ın nispeten durgun olması belki de camianın, biraz da medyanın Galatasaray bölümünün başarısıdır. Sahaya bakarsak defanstaki problem Emre ve Servet önünde Meira üçgeniyle çözülmüş gibi duruyor, Ayhan da hücuma daha fazla destek verebiliyor ama ne şekilde olursa olsun bu takım çift forveti kaldırmıyor. Tek forvete dönüldüğünde ise kanat adamlarının hücum güçleri zaten yüksek olduğu için Galatasaray rahat gol buluyor, takım savunmasını da çok daha iyi yapabiliyor. Asıl sorun istikrarsızlık, belki de oyuncuların maç seçmesi. Sezonun en iyi futbolunu oynadıktan 3 gün sonra aynı takım tanınmayacak kadar kötü olabiliyor, belki de bozulmayan tek oyuncu Kewell. Bu sene çok transfer yapıldı, hem de büyük isimler alındı ama bence ne Meira, ne Baros ne de Lincoln, Galatasaray’da farkı yaratan isim Kewell, takımı bir gömlek yukarı taşıyor. Onun sakatlık durumları Galatasaray’ın bu sezonunu direkt etkileyecektir.

Beşiktaş’ı ise belki de ayrı bir yazı konusu yapmak lazım, son 1 ayda çok şey oldu, gündemlerini yakalamakta zorlandım. Ertuğrul Sağlam ile yollar ayrıldı, Mustafa Denizli geldi. Teknik direktör değişikliği ilk haftalarda her takıma pozitif etki eder, Beşiktaş’da da bu oldu. Oyuncuların mücadele gücü ve kazanma istekleri daha yüksek ama bu böyle devam eder mi bilemem. Mustafa Denizli’nin de şanssızlığı fikstürün zor dönemine denk gelmiş olması, iyi mücadele ettikleri Sivasspor ve Kayserispor maçlarından iyi sonuçlar alamadılar. Beşiktaş için mücade etti, istekliydi diyebiliyoruz ama ben iyi futbol oynuyor diyemiyorum. Sivasspor maçında bütün hücum organizasyonu topu orta sahadan bile olsa Nobre’ye şişirmek üzerine kuruluydu. Nobre çok formda, bu topların çoğunu da indiriyor ama bir takımın hücumu sadece bu şekilde de olmamalı. Yine de Beşiktaş daha doğrusu Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’ı hakkında yorum yapmak için biraz beklemek lazım, her ne kadar ilk maçında gelen Gençlerbirliği galibiyeti pozitif bakmayı seven bazıları tarafından Denizli’ye bağlansa da son iki maçın skorunu Denizli ekseninde yorumlamamak lazım. Ufak bir fikir belirtmek gerekirse üçlü defans ile ben bir takımın başarılı olabileceğine pek inanmıyorum.
Trabzonspor lider, şampiyon olabileceklerine inanmıyorum ama bahsetmemek olmaz. Aslında Trabzonspor'u fazla izleyemedim, son haftalarda bir Ersun Yanal klasiği olarak üst üste puanlar kaybettiler, kupada yenildiler. İstanbul Büyükşehir maçını ise farklı kazandılar ama zorlandılar. Zaten Trabzonspor camiasının bu sene şampiyonluğa şartlanmaması lazım ki aksi bir sonuçta hayal kırıklığı büyük olmasın, taşlar sezon sonunda yerinden oynamasın. Bakış açısı bu olursa stres de daha az olacaktır, belki beklenmedik bir şampiyonluk da gelecektir ama önemli olan yeni kurulan bu takımda istikrarı yakalamaktır.

Avrupa liglerinden ise tamamen koptum, Inter üst üste puanlar kaybedince uzun bir aradan sonra Milan’ın arkasına düşmüş. İngiltere’de Liverpool “bu sene olacak” hissini daha güçlü veriyor diye düşünürken bu hafta kaybetti. Barcelona uçuşa geçmiş durumda, neredeyse yakında dört gol altı tribünleri memnun etmiyor hale gelecek.

Futbol izlemeyi, konuşmayı, yazmayı özlemişim. Yorulmak dert olmuyor da dünyadan bir daha bu kadar kopmak rahatsız edici, umarım bir daha olmaz.

Hiç yorum yok: