24 Kasım 2008 Pazartesi

TSL 12. hafta



Bu hafta oynanan maçlar hakkında yazacak bir şeyler bulmak pek kolay değil. Şampiyonluğa oynayan dört takımdan üçünün maçları 0-0 bitti, özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray’ın Ankara’da oynadıkları maçları izlerken uyanık kalmak kolay değildi. Trabzonspor-Sivasspor maçına da hava damgasını vurdu ve maç 0-0 bitti ama iki takım da en azından mücadele ettiler, kazanmak istediler ve maçı izleyenleri memnun ettiler.
Fenerbahçe için çok önemli bir maç ve bazı oyuncular için de önemli bir şanstı Ankara deplasmanı ama bunu iyi değerlendiremediler. Son beş haftada aldığı 4 galibiyetle morallenen Fenerbahçe bu deplasmandan da galip gelip Galatasaray’ın muhtemel bir puan kaybında öne geçebilir, Porto karşısına çok daha kendinden emin çıkabilirdi ama başaramadı. Maç öncesi yaşanan sakatlıklar Aragones’i yapmak zorunda olduğu zor tercihlerden kurtarmıştı. Semih’in sakatlığı son haftalarda başarıyı getiren tek forvetli düzende oynamayı kolaylaştırdı, Carlos’un sakatlığı da 6 yabancı kontenjanını rahatlattı. Uğur’un eksikliğinin ise Fenerbahçe’yi bu kadar etkiyeleceğini düşünmemiş, bu maçın Emre için büyük bir şans olduğunu düşünmüştüm ama maç boyunca gösterdiği etkisiz performans bana Uğur’u çok arattı, Fenerbahçe kaleye gitmekte zorlandı.
Düzen doğruydu, sakatlıklar etkilememişti ama Fenerbahçe 6. deplasman maçında 13. puanını kaybetti. Ankara’da gün boyu esen şiddetli rüzgar Ankaraspor-Galatasaray maçı kadar olmasa da bu maçı da etkiledi. Fenerbahçe’li futbolcular ilk yarıda rüzgarla birlikte oynamanın önemli bir avantaj olduğunu fark edemediler ve skoru değiştirmek için çok da çabalamadılar. Zaten aslında bu beraberliğin en büyük sorumluları ise bence futbolcular. Kenar yönetimin de eksik yaptığı işler mutlaka var ama berabere giden maçta futbolcuların skora isyan etmemeleri, beraberliğe razı gözükmelerini anlayamıyorum. Defans oyuncularını bir kenara ayırıyorum ama onların haricinde kapasitesine yaklaşan bir oyuncu göremedim. Son haftaların iyi ikilisi Josico-Selçuk çok kötüydü, kaç basit top kaybı yaptıklarını merak ediyorum. Emre olumlu hiçbir şey yapamadı, Deivid’in de 60. dakikadan sonra yürüyecek hali kalmadı. Alex’in de duran toplar haricinde bir varlık gösteremediği maçta Guiza’nın etkili olmasını beklemek zaten yanlış olurdu, o da Ankaragücü savunması arasında kayboldu gitti. Sonuçta Fenerbahçe ve başta Emre ile Guiza olmak üzere futbolcular ellerine geçen şansı kullanamadılar, deplasmanda iki puan daha bıraktılar.
Ankara’da oynanan diğer maçı rüzgar Fenerbahçe maçından daha fazla etkiledi ve futbol oynamayı imkansız hale getirdi. Bu maçın yorumunu yapmanın da çok anlamı yok ki zaten bulunduğum yerde yayında olan aksaklıklar maçı izlemeyi de güçleştirdi. Galatasaray da Fenerbahçe ile aynı hastalığa tutulmuş görünüyor, deplasmanlarda aynı gamsız oyunu sarı kırmızılıların maçlarında da görüyoruz. Bu maçta istekli olsalar da belki çok şey fark etmezdi, yapabilecekleri çok şey yoktu ama en azından topu yere indirebilirlerdi. O rüzgarda havadan oynamaya çalışmanın yanlış olduğunu futbolcuların düşünmemiş olması ilginç ama bundan da öte kenar yönetimin bu duruma bir müdahele etmemesi de şaşırtıcı, 2. devre ileriye şişirilen her top ya taca gitti ya da aynen Galatasaray yarı sahasına geri döndü. Ankaraspor iyi bir takım, bunu geçen hafta Fenerbahçe karşısında da gösterdiler ve böyle bir havada Ankara’da bırakılan iki puan için bir takım çok da eleştirilemez ama bu giden puanların ligin sonunda çok aranacağı gerçeğini de değiştirmez. Galatasaray takımı işini daha ciddi yapan Trabzonspor ve Beşiktaş’a bakıp bu sene şampiyonluğun düşündükleri kolay olmayacağını anlamalı, aksi takdirde şampiyonluk çok zor, kaybedilecek başka puanların getirebileceği kaos da hiç uzak değil.

Zirvede yer alan takımların 13 puan kaybettiği haftanın son maçını oynamak Beşiktaş için artı motivasyon ve bir şans oldu. Eskişehirspor’un da çok kapalı ve sert bir oyunu tercih etmemesiyle siyah beyazlılar kendilerini çok fazla sıkmadan üç puanı kazandılar. İlk gol gelene kadar etkili bir Beşiktaş izleyemedik, akıllarda sadece Tello’nun çizgiyi geçtiği halde gol olarak değer kazanmayan korneri kaldı. Bu golle gelen skor avantajı ikinci devre Beşiktaş’ın işini iyice kolaylaştırdı ve maçı da çok rahat kazandı, biraz daha sıksalardı maç daha farklı bir skorla bitebilirdi. Maçta benim en çok gözüme çarpan isim ise Holosko oldu. Maçın en iyi oyuncusu değildi ama son haftalardaki formsuzluğundan kurtulmuş gözüktü, özellikle ikinci yarıda daha rahat boş alan bulmasıyla birlikte çok etkili oldu. Golün geldiği ilk duran topu kullanan ve ikinci golün öncesinde de Holosko’ya çok güzel bir pas atan Tello ile Sivok da ön plana çıkan isimler oldular. Bu arada Tello da son haftalarda gereksiz bir agresiflik var, Bursaspor maçında kırmızı kart görmekten ucuz kurtulan Tello dün de bu kolay ve sakin maçta bazı bile agresifilikler yaptı. Sonuçta Beşiktaş haftayı en karlı kapatan takım oldu ve Saraçoğlu deplasmanı için de kendisine psikolojik bir avantaj sağladı. Beşiktaş nispeten zayıf yani zirveye oynamayan takımlarla yaptığı maçları kazanmakta özellikle İnönü’de zaten zorluk çekmiyor ve bu maç da onlardan biriydi. Ligin zirvesine oynayan takımlara karşı ise pek başarılı olamıyorlar. Kadıköy deplasmanına da bu sorundan kurtulmak hedefiyle çıkacaklar.



Ligdeki sıralamayı deplasman performanslarının belirlediği çok açık bir şekilde ortada, Trabzonspor 6 deplasman maçından 15 puan çıkartırken Beşiktaş 9, Galatasaray ve Fenerbahçe ise deplasmanlardan 5’er puan toplayabilmişler. Anadolu kulüplerinin artık daha iyi seviyede futbol oynadığının, özellikle deplasmanlarda puan almanın kolay olmadığının ben de farkındayım ama bu kadar da değil. Deplasmanlarda büyüklerin bir puana razı gibi gözükmelerini, bu maçları öylesine oynar bir görüntü sergilemelerini anlayamıyorum.

Hiç yorum yok: