11 Eylül 2008 Perşembe

3 puanlı, güneşli bir günün ardından

O günden sonra başkaydı herşey. İlkokuldaydık, herkesin tuttuğu takım vardı ama bir de kendim gibi zehiri yutmuş olanlar vardı. (Artık biliyoruz ki o zehir er ya da geç herkesin burnundan, kıçından bir yerden giriyor içeri, gidip 40'ından 50'sinden sonra zehirlenenler var.) Artık Galatasaray, üzerinde bilgiler toplanan ve bunların ışığında başkalarına karşı savunulan bir gurur meselesiydi. İlk başta sınıfta 2 Fenerliye karşı 2 Gassaraylıydık. Bu iki küme kısa zamanda multi-milyonluk oldu. Kimi yüzleriyle korkunçlaştı.

Küçükken tuttuğum başka takımlar da oldu. Türk futbolunun gözükemediği seviyelerde takımlar tuttuk hepimiz. 80'lerde Real Madrid'i, 90'larda Roma'yı ve Barcelona'yı tuttuğum zamanlar oldu. Bir ara Nantes sempatim vardı. Ama yavaş yavaş, Galatasaray, tuttuğumu zannettiğim, sempati duyduğum, bütün bu özendiğim takımların karşı tarafında sahaya çıktı. Yendi, yenildi, kavga çıktı, turlar atlandı, son dakikalarda yıkılındı. 2 Kupa alındı. Çeyrek final oynandı CL'de. Başka hiçbir takımın yaptığı hiçbir şey, mesela dandik bir GS-Katowice maçı kadar heyecanlandırmadı beni. İzlediğim bütün maçlar ikiye ayrılır o bakımdan. Galatasaray maçları ve diğerleri olarak.

Işıltılı günlere bakakalmış bir görüntüde son yıllarda Cim Bom. Yeni maceralara hasret taraftara bu sene UEFA Kupası ne kadar çare olacak bakalım. "Final" lafını her sene ediyoruz diye baskı oluşmasına da gerek yok. Bu klüp yöneticileri 1995'te de, 1990'da da "Avrupa'da final" diyordu. O zaman da Galatasaray Avrupa'da kolay elenebiliyordu. Kimse de "hay Allah bak sözümüz boş çıktı" diyerek birşeyden vazgeçmedi. Buradaki fark belki de Fenerbahçe'nin geçen seneki CL başarısında olabilir.

Hiç yorum yok: